Basına ve Kamuoyuna!
Önderliğimizin çağrısı ve KCK Yürütme Konseyi'nin talebi üzerine elimizde bulunan Zihni Koç , Abdullah Söpçeler, Kemal Ekinci, Nadir Özgen, Kenan Erenoğlu, Reşat Çaçan, Ramazan Başaran ve Hadi Gizli isimli esirlerin dün HPG Anakarargah Komutanlığımız tarafından serbest bırakılacağı kamuoyuna bildirilmişti.
- Ayrıntılar
8 Mart kutlamaları bu yıl her zamankinden daha güçlü geçti. Kadınlar onbinler halinde sokağa inerek kendi renklerini ortaya koydular. Kürt kadınları Paris’te şehit verdikleri Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leya Şaylemez’i bayrak yaparak yürüdüler. Şehitleri gibi Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a da mücadele meydanlarında sahip çıkıp özgürlük istediler.
Şurası açık bir gerçek ki, tabandan gelen güçlü bir kadın devrimi yaşanıyor. Kadınlar özgürlük ve eşitlik istiyorlar. Kadın özgürlüğüne ve eşitliğe dayalı bir demokrasiyi gündemleştiriyorlar. Kadın devrimine dayanan demokratikleşmenin çok daha farklı ve derin olacağı anlaşılıyor. Böyle bir demokraside farklılıkların kendilerini çok daha rahat örgütleyip ifade edecekleri görülüyor. Kadın devrimi demokratik toplum mücadelesini çok daha güçlü hale getiriyor.
Kadınların onbinler halinde sokağa inip özgürlük istemesi erkek toplumunu pek memnun etmese de, bunaltıcı siyaset üzerine kadın renginin düşmesi belli bir rahatlama ve iyimserlik yaratıyor. Siyasette kadın etkisinin artmasının siyaseti daha çok demokratikleştireceği ve çözümleyici kılacağı ortaya çıkıyor. Kürt özgürlük mücadelesinin Türkiye ve Ortadoğu’ya kazandırdığı çok önemli bir gelişme de bu oluyor.
Tabi yaşadığımız şu günlerde toplumsal iyimserliği artıran başka etkenler de var. Bir tanesi ve en güçlü olanı İmralı’dan esen barış ve çözüm rüzgârları. Gerçekten de İmralı iyimserliği gittikçe artıyor. Bazı pürüzler ve itirazlar olsa da, Türkiye toplumunda barış umudu ve bundan doğan iyimserlik iyice güçleniyor. Öyleki, giderek geri dönüşü olmayan bir noktaya gelecek gibi.
Toplumda böyle bir iyimserliğin oluşmasını sağlayan kuşkusuz Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan oluyor. Kürt halkı yıllardır “Barışın elçisi İmralı’da” diye boşuna söylemedi. Kürt-Türk savaşını sona erdirip barışı sağlayacak tek kişinin Kürt Halk Önderi olduğu görüşü laf olsun diye ifade edilmedi.
Şimdi bu görüşler yaşamda doğrulanıyor. Çok ağır ve zor koşullarda bulunsa da, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan yeni bir barış umudu yeşertmeye çalışıyor. Kürt sorununun çözümü ve demokratikleşme üzerine hazırladığı yeni yol haritasının böyle bir umuda ve iyimserliğe yol açtığı görülüyor. Türkiye’de herkes nefesini tutmuş, İmralı’ya BDP ve PKK’den gelecek cevapları bekliyor.
BDP’nin tutumu kendilerine ulaşan mektup üzerine yaptığı açıklamalardan az çok anlaşılıyor. BDP’nin olumlu görünen tutumu da, oluşmakta olan umudu ve iyimserliği ciddi bir biçimde besliyor. Mektupları hiç vakit geçirmeden sahiplerine ulaştırdı. PKK ve diğer Kürt çevrelerini etkilemek için yoğun bir diplomatik çalışma yürüttü. Kendi görüşlerini oluşturmak amacıyla da ciddi tartışmalar yürütüyor. BDP’nin barış ve çözüm sürecini daha da güçlendirmeye çalışacağı anlaşılıyor.
Konuya PKK’nin daha dikkatli ve temkinli yaklaştığı görülüyor. Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş! Geçmişte ilan ettiği ateşkesler ve sunduğu çözüm projelerinden sonuç alamaması PKK’yi bu duruma getirmiş bulunuyor. Fakat herkeste PKK’nin engel yaratmayacağı konusunda genel bir kanaat var. Geçmişte çok sayıda tek yanlı ateşkes ilan etmiş olması bu kanaata yol açıyor. Ayrıca Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a bağlılığı da bu kanaatı yaratıyor.
PKK yöneticileri yaptıkları açıklamalarda İmralı’dan gelişecek demokratik çözüm arayışlarına bağlı kalacaklarını sürekli ifade etmiş bulunuyor. Mevcut gelişmelere dikkatli yaklaşımları da bu girişimi ne denli ciddiye aldıklarını gösteriyor. Kendilerini engel olarak değil, çözümün önünü açan temel güç olarak değerlendiriyorlar. Görüş ve üslûplarıyla şimdi de benzer bir rol oynamaya çalışıyorlar.
Son haftada AKP yöneticilerinin üslûplarında da gözle görülür bir değişiklik yaşandı. Ağustos 2005’te Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Amed’te söylediklerinden sonra ilk defa böyle bir üslûp değişikliği görülüyor. Eğer bunu devam ettirebilirse, bu üslûbun Kürtlerdeki güvensizliği belli ölçüde giderebileceği gibi, Türkiye toplumundaki gerginliği ve milliyetçiliği de ciddi biçimde azaltabileceği anlaşılıyor.
Bu noktada AKP şunu çok iyi bilmeli ki, çok daha cesur, dikkatli ve çalışkan olması lazım. Çünkü çözümün anahtarı AKP’dedir. Sorun oluşturan sistemi yönettiğine göre, başta Kürt sorunu olmak üzere tüm sorunların çözüm kapısını açacak olan da odur. Bunun için cesur ve çözümleyici politikalar oluşturmak zorunda. Ayrıca faşist-milliyetçilikle doldurulmuş olan Türkiye toplumunu bu zehirden arındıracak olan da o. Her bakımdan önaçıcı olması gerekiyor. Sürecin geleceğini AKP’nin tutumu belirleyecek.
Bir kez daha belirtmek gerekiyor ki, CHP’nin tutumunu anlamak gerçekten çok zor. Kürt sorununun çözümünü ve demokratikleşmeyi bu kadar oy siyasetine alet etmesi çok kötü. Barış ve demokratik çözüm arayışına bu denli karşı çıkması anlaşılır gibi değil. CHP’nin bu tutumunun kalanı da tükenişe götüreceğini söylemek abartılı olmaz.
İmralı’dan esen barış ve çözüm rüzgârının yarattığı iyimserlik Türkiye gündemini tümüyle belirler durumda. Herkes bunu tartışıyor. Fakat tartışmalar yüzeysel ve içeriksiz. Hâlbuki iyimserliğin içeriğinin doldurulması lazım. Bu yapılmazsa mevcut iyimserliğin fazla sürmesi ve sonuç vermesi zor. Özellikle bu iyimserlikten olumlu etkilenen güçler bunu yapmalı.
Kuşkusuz yalnız başına sözkonusu iyimserlik bir şey yaratmaz. Bunu reddetmemekle birlikte, bir sonuç olmadığını da bilmek lazım. Yaratılan iyimserlikle içine girilen aslında yeni bir mücadele süreci. Yani siyasal ve diplomatik mücadelenin öne çıkacağı bir süreç. Dolayısıyla daha karmaşık ve riskleri çok olan bir süreç durumunda. Bu süreçte kazanmayı yaratacak olan örgütsel sağlamlık ve siyasal çözücülüktür. Mücadele eden güçler karşılıklı bu çizgiyi izleyecektir. Doğru uygulayan da başarı kazanıp sonuca ulaşacaktır.
Kürt halkı ve demokratik güçler bu gerçeği çok iyi görmek durumundadır. Mevcut iyimserliğe ve yol açacağı rehavete asla düşülmemelidir. Yeni mücadele sürecinin temel karakteri çok iyi görülmeli ve yüklediği görevler herkes tarafından mutlaka başarılmalıdır.
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
8 Mart günü işgalci TC ordusunun operasyonlarına misilleme amacıyla Amed'in Hani ilçesine bağlı Hegasor karakolunun güvenliğini sağlayan 2 mevziiye yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Yukarıdaki sözlere geçmeden önce dünyada olup bitenlerde kopuk, adeta bir tüpün içerisine alınarak dış dünyada korunan ancak bu korunmanın ne kadar zarar verdiğini de görmeyerek, ısrarla o tüpün içinde yaşamaya ant içmiş kişiliklere dönük bir şeyler söylememiz gerekiyor.
Türkiye sinemasında böyle çokça vaka vardır. Böyle tipleri en iyi bir şekilde rahmetli Kemal Sunal canlandırırdı.
Hatırlayanlar bilir yanlış değilsek “Sütkardeşler” diye bir filmi vardı. Yine bir filmde kabadayı rolünü oynayan ile bankada çalışan ve birbirlerini tanımayan ikizleri canlandıran bir filmi vardı Kemal Sunal’ın.
Dediğim gibi yukarıda tüp içine konarak gerçek yaşamda uzak tutulan tipi en iyi Kemal Sunal canlandırmıştır.
“Tüp” içine konulan yaşam ile bir bağı olmadığı için yaşamı tanımıyor. Bunun için saf olmanın da ötesinde yaşam dışıdır. Bir mendil koklamayla başı dönebiliyor, bir sözle kana biliyor, bir hödlemeyle içine sinebiliyor. Yine her iki filmde görüldüğü gibi günlük olarak kandırılabiliyor. Ve çoğu zaman görebildiğimiz gibi yaşamın dışında kalanlar başka bir yönü de vardır. Öyle bir atıp tutanı da çıkıyor. Yaşam ile bağı olmadığı için pohpohlamayla dünyayı yarattığını düşünüyor.
Özcesi yaşamda kopuk olma iki durumu yaratıyor, ya saflığında ötesinde bir avanaklık ya da Kaf dağlarında gürleyen bir kral. Böyle durumda olan biri toplumla ya da toplumlarla sağlıklı ilişki kuramaz. Böyleleri toplumla karşılaştıklarında en hafifinden şok olurlar. Kendinden geçerler. Deli divane olurlar.
Türkiye’de yıllardır siyasetin içerisinde olan, sözde her gün bir yerlerde toplantı ve etkinlikler içerisinde olanların Sütkardeşler gibi yaşamalarına anlam vermekten gerçekten zorlanıyor insan.
Bahçeli’nin hazırlanmış konuşmalarının tümü-istisnası yok-hepsi yaşamda kopuk hazırlanan konuşmalardır. Onun toplumda kopuk olmayan konuşmaları yazılı halde değilken mikrofonlar uzatıldığında verdiği cevaplardır. Bunlarda her zaman böyle olmamaktır.
Yazılı metinleri kim hazırlar onu bilmiyoruz. Bizi ilgilendirmez diyeceğiz ama bir gerilla olarak gerçekten kendim bu yazıları hazırlayan ekibi tanımak isterdim. Bu yazıları hazırlayanlar kaç kişi olduğunu doğrusu merak eden biriyim. Çünkü bu yazıları hazırlayanlar kesinlikle “tüp içine alınmış kişiliklerdir. Bu yazıları hazırlayan kişilikler kesinlikle karantinaya alınmış, yaşam gıdaları sadece milliyetçilik hatta yer yer ırkçılık olan ülkücülük-ki bu ülkücülüğün zırnık ülkü ve ülke sorunu yoktur-olanlardır.
Bu tipler bir odaya alınmış, dünya ile temasları olmayan, muhtemelen sanal dünyayı da takip etmeyen, ellerine sadece ve sadece Türkiye’de bazı siyasetçilerin konuşmaları yine özelde ilgi sahalarına giden bazı alanlara dönük çıkan konuşmalar, görüntüler, haberler veriliyor. Ve bunlara; “haydi bir cevap yazın” deniliyordur.
Aksi taktirde yaşamın bu kadar uzağında, bu kadar yaşam gerçekliği ile kopuk metinler yazılabilir mi? Bu kadar ağzı kirli konuşulabilir mi? Bu kadar saldırgan bir dil sarf edilebilir mi? Bu kadar dar bir kelime hazinesi yani kelime darağacıyla konuşulabilir mi?
Açın bu partinin söyledikleri ve sarf ettikleri kelimeleri topu topuna kaç tanedir? “Hainler, hain, ihanet, vurun, öldürün, yok ödün, bomba patlatın, söküp alın, bayrak dikin, haddini bilmez, sefiller, canavarlar, caniler, katiller, it sürüleri, teröristler” ve buna benzer sadece insanın ruh hastası olduğunu gösteren kelimeler.
Yaşam sadece savaşla mı yürüyor? “Kardeşlik, barış, eşitlik, adalet, özgürlük, ortaklaşma, uzlaşma, konsensüs, bir araya gelelim, konuşalım, empati, sempati” ne bilelim insanın normal olduğunu gösteren hiç mi bir söz ağızlardan çıkmaz.
Hareket olarak tam 30 yıldır savaş yürütüyoruz. Ancak açın açıklamalarımızı, yazılarımızı, mesajlarımızı savaş gücü olan bir gerilla olarak kelime hazinemizin ağırlıklı bölümü barış ve onun etrafında örülü olan sözcüklerle örülüdür.
Savaşçı bir güç olmamasına rağmen alın bu cenahın sözleri yüzde 90 vurdum, kırdımdır.
En son önderliğimiz elimizde esir bulunan asker ve tutsaklara dönük yaptığı açıklama üzerine serbest bırakılmaları gündemdeyken, “Ciğerini, Girip Söküp Alacaksın” sözleri hem söylediğimiz savaş dili, hem de Kemal Sunal’ın sütkardeşindeki filmde o evde çıkmamış avanak olan kardeşin halidir.
Adama demezler mi bre adam bir milyonluk ordun, 300 binlik polis gücün, 90 bin korucun, kendi dilleriyle söyleyecek olursak 3 milyonluk para militer güç ve sizin gibi sadece kanda beslenen yüz binlerce çevreler. Kaç sefer gelip ciğerlerini söküp götürdünüz? Kaç sefer bunu başardınız?
“Şam uzak arşın da mı” diyeceğiz ama dilimiz varmıyor. Bu tıyniyetle aynı seviye gelmek olacak ki, bunu yapmayacağız. Ama onun yerine :
“Lütfen biraz toplumun içine girin. Lütfen biraz Kürdistan’a gelin. Hatta yapabilirseniz Avrupa’ya gidin. Ve eğer size zor gelmeyecekse gelin biraz gerillayı yerinde görün” ki yaşamla yeniden bağınız oluşsun. Aksi taktirde hep o sütkardeşin yaşadığı hikaye devam edecektir. Ve doğrusu bu hem Kürdistan hem de Türkiye içinde yazık olacaktır.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
5 Mart günü Mardin’in Savur ilçesine bağlı Ahmediye, Bengiza, Derîs, Gozêrîn köyleriyle Bajaroka Heyîna alanlarına yönelik işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatmıştır. Köylerde arama yapan düşman askerleri halka yönelik yoğun baskı uygulamıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 6 Mart günü Cudi dağının Bilika köyü ve çevresinde işgalci TC ordu askerleri tarafından pusulamalar tarzında operasyon başlatılmıştır.
- Ayrıntılar
Öncelikli olarak dünya emekçi ve özgürlükçü kadınların 8 Mart bayramını kutluyor, tüm günlerin 8 Mart olmasını dileyerek başlamak istiyorum.
Yıllar önce gerillanın kadın kimliğine yaklaşımını ele alan bir makale kaleme almıştım. Bu makaleyi olduğu gibi buraya alarak, gerillanın kadın özgürlüğüne ve onun mücadelesine yaklaşımını ne olduğunu anlatmaya çalışacağız.
“Gerilla Cins Özgürlükçü Kimliktir
Gerillayı neredeyse tüm toplum askeri bir güç olarak bilir. Dünyanın başka sahalarında bu böyle olabilir, ancak dünyanın birçok sahasında gerillanın kimliği askeri olmaktan ziyade, siyasal bir kimlik olduğunu da hepimiz biliriz. Ve biz biliriz ki birçok yerde romantizmin, kültürleşmenin, başkaldırmanın, kendisi olmanın, insan olmanın kimliğidir de gerilla.
İlk elden Che’yi gösterebiliriz. Che hiçbir zaman askeri bir kimlik olmamıştır. O her zaman halkların yanında, egemenlere onun deyimiyle Yankeelere karşı başkaldırının sesi olmasını bilmiştir. Bir de biz Che’nin ne kadar romantik olduğunu da hep okuyarak, dinleyerek gerillanın büyüdüğü biliriz.
Kürdistan dağlarına adım atarken de biz, PKK’nin askeri kimliğinden dolayı yola çıkmadık. Bu bizim içerimizde -belki de Kürdistan gerillasının yüzde 95’inde-vardır. Sadece savaş için ve askerlik için gelenler de elbette vardır, belki de halen o biçimde katılanlar da vardır. Bu da yadırganan bir durum değildir. Bu kadar zulme ve baskıya karşı insanın kendi içerisindeki haykıran sesi dindirmesi her zaman olanaklı olmadığını da biliyoruz. Bunun için de dağların yolunu tutarak yılların intikamını almak için mavzere yüklenmek anlaşılırdır da.
Gerilla ezilenin sesi olarak ezilene ses kazandırmanın adıdır bizde. Gerilla körleştirilmiş gözlere göz olmanın kendisidir. Sağırlaşmış kulaklara duyma yetisi kazandıran en büyük insan eylemi olarak, yeni insanı yaratmanın en etkili ve sonuç alan politik eylemidir.
Ancak Kürdistan’da gerilla bunların daha ötesinde bir gerçekliğe sahiptir. Başka halkların gerillasında eşitlik, adalet, ekmek, özgürlük gibi kutsal kavramlar çok önemli yerler tutarlar. Hiç şüphe yok ki bu özgürlük mücadelesinde de o kadar önemlidir. Dediğim gibi özgürlük mücadelesinin ancak’ları vardır.
Bu ancakların başında gerillanın dünyaya felsefik bakışıdır.
1-Mal ve mülkten gözü olmayan dervişten daha derviş, bir lokma bir hırka felsefesinin daha da ötesinde bir mülksüzlüğü savunur ve ona göre yaşar gerilla.
2-Canını inandığı davaya hiç gözünü kırpmadan feda eden bir eylemcidir. Öyle ki gerillanın en büyük komutanlarından Kemal Pir “yaşamı uğruna ölecek kadar çok seviyoruz” diyerek geleceğin güzel ve özgür yarınları için seve seve ölümün üzerine gitmişlerdir. Hani Che’nin o meşhur “eğer sesimiz cepheden cepheye yankılanacaksa… Ölüm nerede gelirse gelsin hoş gelir sefa gelir” sözü var ya öyledir özgürlük savaşçıları.
3-Kadın-erkek ilişkilerinde klasik ailesel ilişkileri reddederek her türden kölecileştirici ilişkilerde öcü gibi kaçar gerilla. Toplum gerillanın bu özelliğinden dolayı birçok alanda evliyalara benzetir onları.
Bu üç felsefik bakışın üçüncüsü dünya ölçeğinde ele alınacak olursa çok ayrıksı duruyor. Belki birincisi de öyle duruyor. Ancak biz biliyoruz ki birinci şıka göre yaşamak isteyen çok gerilla ve devrimci vardır. İnsanlık var oldukça da böyle kendisini kir pastan uzak tutmak isteyen insanlar hep var olacaktır. Dediğimiz gibi üçüncü husus neredeyse sadece ve sadece Kürdistan özgürlük mücadelesine ait bir yaklaşımdır. Halkımız gerillanın bu özelliğinden dolayı kutsallık mertebesine taşırırken gerillayı, emperyalist güçler gerillanın bu özelliğinden dolayı aforoz ediyorlar onları. Ve çok ilginçtir ama bir dönemler gerillokluk yapanlarında en çok zorlandıkları hususta budur. Gerilladan kaçan tiplerin yüzde 99’u Kürdistan gerillasının bu temel felsefik bakışını yeterince kendilerine yediremedikleri için kaçmışlardır. Kimisi tam hain olmuş, kimisi ihanet etmiş, kimisinin de tüpü biterek gidip bir köşelere çekilmişlerdir. Böylesine tiplerin gerilla sahasından ayrılmaları tuhaf değildir, tuhaflık o dur ki bu enerjileri bitmiş, barutları kalmamış gerillokların kaçış ve ihanet ediş nedenlerini oraya buraya bağlamalarıdır. Hâlbuki temel nedenlerin başından bu husus gelmektedir.
Gerillanın en temel özelliğinin dayandığı tarihi bir arka planı vardır. Bu arka planı aydınlatan Önder Apo’dur. Daha doğrusu gerillaya özellik olarak kazandıran Önder Apo’dur.
O da: insanlığın kadın rengiyle başlamış olmasıdır. Gerilla insanın toplumsallaşmasını sağlayan temel gücün ana yanlı sistem olduğuna inanır. O insansı özeliklerini tümü ana yanlı sistemle hayat bulmuştur. Adalet, eşitlik, özgürlük, paylaşımcılık, ortaklık, komünallik, kolektiflik, kardeşlik, şefkat, açıklık, duygusallık. Ve tabii ki daha insanın ruhu ile ilgili ne kadar güzel yan varsa onu da sayın.
Gerilla insanlığın üçlü kirli ittifak olarak bilinen; şaman yani rahip, askeri şef yani avcı erkek ve anaların yanında ve gölgesinde tecrübe kazanmış ihtiyar erkek yani gerontokratların ortaklaşması ve kadına karşı geliştirdikleri komplolarla kirlendiğine ve bozulduğunu da inanır. Ardından da hiyerarşi, tahakküm, sınıf, devlet, sömürge, köle, vahşet, kan-revan, katliamlarla kirletilmiş bir insanlık.
Tarihin yeniden güzel, eşit, paylaşımcı, adaletli, özgürlükçü, komünal günlere geri dönmesi için ana yanlı özelliklere sarılmayı savunur gerilla. Bu bağlamda gerilla ana yanlı bir ideolojik, felsefik, politik ve kültürel zihniyete sahiptir. Bu ise kadına yakın durmak demektir. Gerilla kadına yakın duran ve ona karşı saygıyı en yükseklerde tutan gizemli güçtür.
Denilecek ki kadına saygıda kusur eden yok mudur? Vardır ama onların da ne halde olduğu bilen bilir. Özgürlük dağlarında hiç kimse ama hiç kimse dudak bükerek kadınla konuşamaz, kem gözle bir kadın gerillaya yaklaşamaz. Bunu yapan gerilla yıllarca sosyal tecridi göze alacak gerilladır, daha doğrusu gerilloktur. Çünkü gerillanın temel mantalitesi kadına saygı temelinde inşa edilmiştir. Hiçbir güç resmi ortamlarda kadın özgürlük çizgisini tartışamaz, dil uzatamaz. Gayri meşru ortamlarda dedikodular yaparak, ya da verilen yetkileri kötüye kullanarak bunu yapanlar var mıdır? Vardır, ancak böyleleri ya gerillok olurlar ya da verilen yetkileri hızla ellerinde geri alınır. Özcesi özgürlük dağlarında herkes kadına saygı duymak zorundadır. Bu temel bir zihniyet yapılanmasıdır gerillanın zihin yapısı.
Gerilla cins özgürlükçü kimliktir dedik. Her gerilla yoldaşına başka gözle bakamaz. Bakmaz da. Bu yaklaşım da elbette yetmez. Kimilerine göre bu yaklaşım ileri bir yaklaşım olabilir. Ancak Kürdistan gerillası için bu da yetmez. Yoldaşı bir kadın gerillaysa, kadın olduğunu bilerek ona saygıda kusur etmemeye özen göstermekle görevlidir. Ve karşısındaki yoldaşın bir kadın olduğu bilinciyle de ona eşit, kendisine, denk hatta geleceğin yaratılmasına en ciddi rol oynayacak gücün kadın olduğunu bilerek sonuna kadar pozitif yaklaşmasını da bilecektir. Ona öncülük rolü veren Başkan APO’ya saygıdan ve de kadına olan inançtan da bu saygılı yaklaşımı korur gerilla.
Kadının özgürlüğü için bir erkek gerillanın yeterince gücü yoksa kadına katacağı teorik ideolojik gücü yoksa o erkek gerilla, kadın özgürlük çizgisine zarar vermemek ve bir kadın yoldaşının gelişmesi önünde engel olmamak için kadın özgürlük çizgisine ve kadına saygılı yaklaşmasını bilerek kadın cinsine saygıda kusur etmemeye özen gösteren gücün kendisidir. Ve bu yaklaşımıyla dünya da gerillanın eşi benzeri yoktur. Uzun yıllar da böyle kalacaktır.”
Yeniden, tüm dünya kadınlarının yeni bir 8 Mart’ı kutlarken, tüm günlerin gerilla renginde kadın günü olması dileğiyle…
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Can çıkar huy çıkmaz diye bilinen bir atasözü vardır. Yani ölse de huyunu terk etmeme, bildiğinden vazgeçmeme, karakterini değiştirmemeyi ifade eden bu atasözü bugünlerde en çokta CHP’ye uyuyor.
CHP tarihi esasta Kürt halkına karşı işlenmiş olan suçların tarihidir. CHP’nin başına İnönü’nün geçmesiyle başlayan katliam sürece bugünlere kadar bu faşizan ruhla gelmiştir.
Kürtlerin son yüz yıllık tarihinde en büyük darbeyi ve en çok kötülüğü bu katliam partisinden yemişlerdir. Hatırlamak isteyenler tarihin sayfalarına inerek bunu görebilirler.
Kürtlerin buralarda sadece ve sadece köle olarak yaşayabileceklerini ta 1930’larda Mahmut Esat Bozkurt söylemiştir. Öyle ki Nazi hayranı ve sözde adalet bakanı olan bu kişi daha doğrusu faşist: “ “Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır. Türklere hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı” diyerek CHP’nin neme nem bir kültüre sahip olduğunu ta o yıllarda göstermiştir.
CHP’nin mayasında bu faşist düşünceler dediğimiz gibi ilk kuruluşundan bu yana vardır. Cumhuriyeti kurarak kendilerince halka iktidarlarını dayandırdıkları bir yere kadardır, ondan sonra asıl ideolojik kalıpları “halka rağmen halkçılıktır” ve başka da tek bir numaraları yoktur. Hele söz konusu mesele Kürtler ise orada topyekün bir faşizanlık vardır.
Bu faşizanlık dün olduğu gibi bugünde olduğu gibi duruyor. Bir farkla o da CHP’nin kendisini bugün sosyal demokrat olarak pazarlamaya kalkışmasıdır.
Dünyanın neresine giderseniz gidin halkların dinlerine, dillerine, kimliklerine özcesi doğuştan gelen haklarına en çok saygı duyan hareketlerin başında sosyal demokratlar gelir. Her ne kadar sol ve sosyalistler gibi köktenci yaklaşmasalar da halkların doğuştan gelen haklarına ileri düzeyde saygıyı sosyal demokrat kimlikli partiler ve kişiler gösterir.
Yine dünyanın neresine giderseniz gidin muhafazakar ya da tutucu çizgiler diye bilinen çizgiler genelde milliyetçilik kulvarlarına daha yakındırlar. Muhafazakarlığı genel manada bir halkın ya da toplumun değer yargılarına sadık yaşamak olarak ele alırsak, böyle çizgi ve partilerin milliyetçiliklere hatta ırkçılıklara yakın duracakları anlaşılırdır.
Ancak dünyada ismi sosyal demokrat ya da işçi parti olupta tamamen milliyetçi hatta onları aşan bir çizgide seyreden sadece iki ülke bulunan “sosyal demokrat” partiler vardır. Bunlardan bir tanesi İsrail’dir diğer ise Türkiye’dir.
Dikkat edilirse İsrail’de işçi partisi, İsraillerin faşist diyebileceğimiz partilerinin tüm yaptıklarına çok rahatlıkla ortak olabilirler. Hatta Filistin halkına aynen o bildiğimiz sağcılar gibi saldırabilirler. Örneğin orada iktidarda Netanyahu’nun sağcı partisi iktidardayken sözde işçi partisinin başındaki adam olacak olan Ehud Barack çok rahat bir şekilde savunma bakanı olarak her gün Filistinlileri katledebilmiş.
Benzer bir durum birde Türkiye için geçerlidir. Örneğin Türkiye’de Kürtlerin en çok katledilmesini isteyen CHP’dir. En çok Kürtlere saldıranlar CHP’lilerdir. En son o İzmirli Hanım zaten söylenmesi gerekenleri CHP adına söylemişti. Ancak TBMM’de CHP’nin en ileri gelenlerinden olan Onur Öymen ise Dersim katliamının meşru olduğunu da dünyanın gözünün içine baka baka hiçbir tereddüt göstermeden ifade etmişti.
Özcesi dünyada İsrail dışındaki –eğer sosyal demokrat diyeceksek-faşizan özelikler gösteren tek –sosyal demokrat parti-CHP’dir.
Türkiye’de bir CHP’linin söylemlerini bir MHP’liyle yan yana getirin ve bu sözlerin analizlerini yapın kesinlikle hangi sözlerin kimi ait olduğunu çıkaramazsınız. Özelde de Kürtlere dönük sözlerinde bu kesinlikle böyledir.
Nedeni açıktır; ideolojik olarak beslendikleri yer aynıdır. O da milliyetçiliktir.
Şimdi ise Kürt halkını katleden bu CHP’nin başına kendi aslını inkar ederek tamamen Mangurtlaşmış bir tip bulunuyor. Sözde alevi, sözde Kürt ve sözde sosyal demokrat olarak ortaya çıkan bu tip adeta bu faşist partinin öz kimliğini saklamak ve gizlemek için seçilmiş bir tip olmaya rolünü gönüllüce oynamaktan çekinmiyor.
Bu tipin böyle bir rol oynamak için seçildiğini görmek istiyorsanız onun Kürt sorununun çözümüne ilişkin sarf ettiği sözlere bakmak yeter de artar da.
Başka bir halkın haklarını-doğuştan haklarını-İsrail’de bulunan işçi partisinin dışında sadece ve sadece CHP adındaki faşist parti ret edebilir.
Bunun için artık Kürtlerin bu doğuştan beri faşizanlık yapan parti ile aralarına mesafe koyma zamanı çoktan gelmiş, hatta geçmektedir.
K. Nuda
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. İşgalci TC ordusunun 27 Şubat günü Medya Savunma Alanları'na yönelik düzenlediği ve 4 yoldaşımızın şahadetine yol açan saldırılara misilleme amacıyla 4 Mart günü saat 20.00'da Amed'in Lice ilçesi yakınlarında askeri konvoya yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
İnsan doğası erkenden rahatlamaya yatkın bir doğadır. Nedeni belki de tarihin derinliklerinden bugüne kadar gelmiştir.
İlk insanların komünal yaşadıkları söyleniyor. İlk komünal ilişkilerin binlerce yıl önce gerçekleştiği bir gerçek olsa da bu ilişkilerin yıllar yılları sürmüş olduğu da bir gerçektir. Deniliyor ki insanlar toplumsallaşmaya geçtiklerinde yaşam şartlarının zorluklarından kaynaklı birbirlerine ihtiyaç duymuşlardır. Bu birbirine muhtaç olma durumu esasta ortaklaşmanın en önemli faktörlerinden biri olsa da insanların yeterince mal ve mülklerinin olmayışı da insanlar arasındaki ilişkileri kirletmemiştir. Hatta az olanla birlikte yıllarca hatta bin yıllarca ortak yaşama yeteneğini göstermeleri esasta insan toplumunun en büyük yeteneklerinden biri sayılmaktadır. Bu ortak yaşama yeteneğin sırrı birbirlerine karşı olan güvenlerinden ileri gelmektedir. Ya da o zaman oluşturdukları güçlü ortaklaşma gücünden kaynaklanmıştır.
İnsanların uzun yıllar bir arada ortakça, komünalca yaşamaları öyle görülüyor ki insanlarda çok fazla temiz duyguları geliştirmiştir. Birbirlerine inanan, güvenen, hile hurdaya uzak duran, ortaklaşmayla her türden artırmaya karşı duran bu tip bir yaşam biçimi -çok sonralarda komünalizm olarak adlandırılacak-insanları dediğimiz gibi temiz kılmıştır.
Denilecek ki ama ondan sonra yıllar yılı kirli olan çalmalar, gasplar, emek hırsızlıkları yaşanmıştır. Ve hatta bugünde benzer bir şekilde ama daha derin olarak sürmektedir.
Bunlar doğrudur ilk olarak artı ürüne el koymalarla başlayan hırsızlık ve tahakküm bugüne geldiğimizde ismi devlet olarak tamamen toplumu soyan bir yapıya bürünmüştür.
Ancak bu gerçekten de iç karartıcı durum ilk insanların bin yıllarca sömürüsüz yaşadıklarını gölgelemez.
İşte bu uzun yıllar sömürüsüz yaşama alışkanlığı halen bugün bile insanlarda saflık, iyi niyetlilik safdillik, temizlik ve sadelik olarak yaşamaya devam ediyor.
Şimdi gelelim konumuza. Kürt halk önderliğiyle sürdürülen görüşmeler vardır. Bu görüşmeler az çok basına yansıdı. Türkiye basını ağırlıklı olarak yıllar yılı tamamen bir özel ve psikolojik savaş basını olduğu kendi pratiğiyle herkese göstermiştir. Yani bu basın belki de Kürdistan’daki özgürlük savaşının bu kadar uzamasının başlıca en büyük rant yiyicilerinden biridir de.
Nedeni açıktır, dünyanın hiçbir yerinde bir basın bu kadar olmamış olanı olmuş gibi göstermemiştir. Şile’de bir dönem “yirmi yalan bir doğru eder” tespiti yapılmıştı. Ve bu tespit ışığında basın yoğun bir karşı kampanya yapmıştı. Ancak bilebildiğimiz kadarıyla bir dönem yoğun anti kampanya yürüten bu basın daha sonra normal moduna geçerek ara sıra da gerçekten de habercilik yapmıştır. Ancak Türkiye’de böyle bir gerçek yoktur. Türkiye basını ta cumhuriyetin ilk yıllardan başlayarak tamamen savaş kışkırtıcılığı ve de Kürtlere karşı düşmanlık temelinde şekillenmiştir.
Alın 1930’ların basınını, göreceğiniz sadece ve sadece Kürtlere karşı düşmanlıktır. Alın 2000’lerin Türk basınını kesinlikle yine Kürtlere ve onların özgürlükleri için savaştıkları değerlerine karşı saldırı içerisinde olan bir basıncılıktır.
Şunu peşinen söyleyelim: Dünyanın neresine giderseniz gidin Türkiye’nin hem görsel hem de yazımsal basını başka ülkelerde başka devletlerde savaş kışkırtıcılığından dolayı suç yapmış sayılarak kapatılırlar. Yasaklanırlar. İnsanlar katledilirken bile sanki futbol maçı sunar gibi yapılan basıncılığın dünyanın hiçbir yerinde ahlaki karşılığı yoktur.
Özcesi Türkiye’de basıncılık kesinlikle bir özel savaş basıncılığıdır. Son dönemlerde buna psikolojik özel savaş basıncılığı diyorlar.
İşte bunun için diyoruz ki bugünlerde Kürt halk önderliği ile TC devleti arasında yapılan görüşmelerde olduğu gibi özel savaş basınının üzerine atlamamak gerekiyor. En iyisinden bu özel savaş basınını takip etmemek gerekiyor. Türkiye’de demokrat kimlikli yayın yapan birçok basın kuruluşu vardır. Gerektiğinde sadece bunları izlemek önemli olacaktır.
Ama her halükarda önemli olan bu görüşme süreçlerinde mücadeleci duruşu sürdürmektir. Her cephede faşizme karşı koyuşu sürdürmektir. Gevşeme değil tam tersine daha fazla disiplin bir şekilde mücadeleye yüklenmektedir.
Yeniden başa dönersek ilk insanların temiz duygularının her insanda var olduğunun bilinciyle mutlaka ama mutlaka bu temiz duyguların manipüle edilmemeleri için daha fazla duyarlılık, daha fazla hassasiyet göstermek önemli olacaktır. Aksi taktirde yine her zaman olduğu gibi ezenlerin, egemenlerin kirli politikalarının aleti olmaktan kurtulamayız.
Evet, bunun için diyoruz ki “İnsan doğası erkenden rahatlamaya yatkın bir doğadır.” Bunun için rahata kaymadan direnişçi duruşumuzu her halükarda dediğimiz gibi tüm cephelerde sürdürmek dönemin en önemli görevlerinden biri olmaktadır.
K. Nurhak
- Ayrıntılar