Kürdistan Halk Önderi Abdullah ÖCALAN’IN alçakça planlanmış bir uluslararası komployla esaret altına alınmasının üzerinden 14 yıl geçti. Büyük acılarla, fedakârlıklarla, şehadetlerle, direnişlerle ve mücadele ile geçen 14 yıl… Öncelikle Kürdistan Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 14 yıl boyunca İmralı’da sergilediği eşsiz direnişi saygıyla selamlıyoruz. 9 Ekim Uluslararası komplonun ilk gününden M. Halit Oral yoldaşın fedai eylemiyle başlayan Güneşimizi Karartamazsınız şiarıyla bedenlerini ateşle tutuşturarak komplo karanlığını aydınlatmaya çalışan, komplocuların üzerine bedenlerini meşale yaparak, bomba bağlayarak yürüyen tüm yoldaşları şükran ve minnet duygularıyla anıyoruz. Kürt Halk Önderinin sergilediği eşsiz direnişle bütünleşen bu eylemliliklerin uluslararası komplocu güçlerin açığa çıkarılmasında, deşifre edilmesinde, teşhir edilmesinde ve geriletilmesinde büyük ve belirleyici rolleri vardır. Bu eylemlilikler uluslararası komploya karşı mücadelede ve Önder APO’ya yoldaşlıkta her türlü yetersiz yoldaşlığı aşarak zirveleşen bir ölçü olmuşlardır. Halit Oral, Bager, Kurdê ve Tayhan yoldaşlar şahsında Güneşimizi Karartamazsınız şiarının bu yüce temsilcilerini sonuna dek izlemekte kararlı olduğumuzu ve onların anısına layık olma çabası içinde olacağımızı bir şeref sözü olarak tekrarlamak istiyoruz.
Uluslarası komplonun başını çeken, yardım eden ve destek sunan herkesi olanca nefretimizle bir kez daha lanetleyip protesto ediyoruz. Bu güçler, yani kendisini dünyanın imparatoru sayan ABD, İsrail, AB, Rusya ve yerel işbirlikçiler Kürdistan halkından ve Kürt Halk Önderliğinden özür dilemedikçe, Kürdistan halkının, dostlarının ve ilerici insanlığın laneti sürekli bu güçler üzerinde olacaktır.
ABD Önder APO’nun esareti ile Ortadoğu’ya kapsamlı bir saldırıyı başlatmış ve bu saldırı bugün farklı biçimlerde de olsa sürdürülmektedir. Uluslararası komplo ile Kürdistan Özgürlük Hareketi tasfiye edilmek sureti ile Ortadoğu halkları başta Kürt Ulusu olmak üzere, tüm bölge kapitalist modernite ve statükocu diktatörler arasında boğuntuya getirilerek seçeneksiz bırakılmak istenmiştir. Böylelikle halkların özgürlük eğilimi tasfiye edilmek hedeflenmiştir.
Kürdistan’a ve Kürt Ulusuna karşı ilk uluslararası komplo Lozan anlaşmasıyla başlatılmıştır. Ancak, Önder Apo’nun ortaya çıkışıyla, Lozan ile başlayan Kürdistan’ı parçalama, Kürt Ulusunu tarihten silme stratejisi ölümcül bir darbe almıştır. Lozan’ın darbelenmesi ile Lozan’ın arkasındaki güçler bir kez daha bu antlaşmayı güncellemek ve yenilemek istemişlerdir. Bunda da sömürgeci Türk devletine bir kez daha Lozan’da olduğu gibi Kürt ulusunu yok etme görevi verilmiştir. Nasıl ki Lozan’dan sonra Türk devleti emperyalistlerin bölgedeki jandarması ve koçbaşı rolünü oynadıysa, uluslararası komployla da Türk devleti BOP projesinin mimarlığına, ardından da eş başkanlığına getirilerek, bölgenin uluslar arası sermayenin yeni dönem çıkarlarına göre konumlandırılmak istenmiştir. Bu çerçevede Türk devletine verilen görev, tıpkı Şeyh Sait’e karşı 15 Şubat’ta gerçekleştirilen komplo ve ardından Şeyh Sait ve 47 yoldaşının 29 Haziran’da idam edilmesi suretiyle katledilmesi, gibi Önderliğin tasfiyesiydi.
Ancak ilk günden başlayarak Önder APO’nun İmralı’da sergilediği direniş tüm yetersizliklerine rağmen Kürdistan özgürlük hareketinin sergilediği duruş, Kürt halkının bu imha saldırıları karşısında sergilediği duruş ve mücadele, ondördüncü yılında halkların özgürlük seçeneğini bir kez daha gündeme taşımıştır. Önder Apo en amansız İmralı koşullarında ve uluslararası komplocu güçlerin tüm desteklerine rağmen Kürdistan özgürlük gerillası hem de herkesin görebileceği tarzda bu seçeneği ortaya koymayı başarmıştır.
Sömürgeci Türk devleti Ecevit, Yılmaz ve Bahçeli eliyle Kürdistan Halk Önderinin esaretinden fırsat bilerek Kürdistan Halkının son özgürlük umudunu da yerle bir etmek için elinden geleni yapmış, yetmeyince başını Irkçı-faşist Tayyip Erdoğan’ın çektiği AKP devreye girmiştir. AKP sömürgeciliği, münafık Fethullah Gülen’in fetvaları eşliğinde Kürdistan halkını kutsal İslam dini ile oyalama stratejisini uygulamaya başlamıştır. Öyle ki, sömürgeci Türk yönetimi ve medyası “hep bir ağızdan baş gitti sıra gövdede, bu gövde de en fazla altı ay çırpınır, ondan sonra oda biter” diyordu. Sağdan sola sözüm ona “Kürt dostları” PKK’ye “ APO’yu unutun kendinize yeni bir lider belirleyin” diyordu. Diğer taraftan “Türk solundan dostlar” Kürt özgürlük savaşçılarına “APO ve PKK’yi bırakın bizim saflara gelin savaşın” diyorlardı. PKK’ye adeta batan geminin malları hesabı bir yaklaşım söz konusuydu. İçerde ise emperyalistlerin ve sömürgecilerin ihanet çağrılarına koşan çeteci grubun çıkması da gecikmeyecekti.
PKK için artık “işi bitti, toparlanamaz, kendisine gelemez” tespitleri yapılacaktı. Yine “toparlansa bile savaş kararı alamaz, alsa bile bir daha savaşamaz, savaşsa bile başaramaz” hükmü verilmişti. Fakat Önder APO’nun İmralı’da başlattığı yeni paradigma oluşturma süreci ve PKK’nin yeniden yapılanması ve tasfiyeciliğe karşı Nuda, Viyan Adil, Şilan, Kurtay, Ferhatların öncülüğünde başlayan yeni dönem uluslararası komploya önemli bir darbe vurduğu gibi PKK’yi Kürdistan’ın tüm parçalarında ve yurt dışında en büyük Kürdistan özgürlük gücü haline getirmiştir. Bu aynı zamanda uluslararası komplonun de geriletilmesi ve darbelenmesi anlamına gelmektedir.
Bu süreçte, sömürgeci AKP devleti Milli birlik ve kardeşlik projesi adı altında geliştirdiği oyalama ve tasfiye politikası da boşa çıkarılmıştır. Herkes ve tüm dünya Önder APO’nun en amansız koşullardaki eşsiz Liderlik özelliklerini ve gücünü, bununla birlikte PKK’nin yenilmezliğini bir kez daha görmüşlerdir.
Özellikle 2011 yılının Temmuz ayından itibaren Önder APO üzerinde AKP sömürgeci devletinin gerçekleştirdiği ağırlaştırılmış tecrit ve Kürdistan Özgürlük gerillasına dönük Sri Lanka tasfiye modeli de Önder APO’nun İmralı direnişi ve Kürdistan Özgürlük gerillasının ve halkının geliştirdiği Devrimci Halk Savaşı stratejisi ile boşa çıkarılmıştır. Şunu da belirtelim ki, bu konuda eğer kimi yetersizlikler de yaşanmasaydı, bugünkü siyasal-askeri tablo çok daha farklı olabilirdi.
Uluslararası komplonun 14. Yılında Önder APO’nun etkisizleştirilmesi, gözden düşürülmesi ve anlamsızlaştırılması hesapları bugün yerle bir olmuş durumdadır. Dünya çapında önder APO’nun özgürlüğü tartışılmakta ve bunun için bir mücadele yürütülmektedir. Önder APO Kürt sorunun çözümünde gerçek, kalıcı ve onurlu bir barışın sağlanmasında esas muhatap olduğu herkesin hemfikir olduğu ve kabulü haline geldiği bir olgu olmuştur. PKK şanlı tarihinin en görkemli direniş ve mücadele yılını geride bırakmış ve büyük bir zafer sürecine yoğun bir biçimde hazırlanmaktadır. Komplocu güçlerin ve sömürgeci Türk devletinin, parçalama, bölme ve zayıflatma hesapları karşısında birlik ve beraberliğini en ileri düzeyde sağlamış bulunmaktadır. Kürdistan Özgürlük gerillası bir kez daha sömürgeci Türk devletinin Sri Lanka modeli hesabını yerle bir ederek yenilmezliğini herkese kabul ettirmiştir. “ Terörle ve teröristle masaya oturmam” diyen T. Erdoğan ve şürekâsı elçilerini bu sözlerini unutmuşçasına Önder APO’nun ayağına göndermektedirler. Ancak sömürgeci Türk devleti bunu yapmasına rağmen sorunu çözme değil de, varolan krizli durumdan nasıl karlı çıkacağının hesabını yapmaktadır.
Uluslararası komploya ve sömürgeci Türk devletinin hesaplarına en kapsamlı ve en ciddi darbe ise 19 Temmuz Rojava devrimi olmuştur. Aynı zamanda Lozan’a da darbe anlamına gelen Rojava devrimi sömürgeci Türk devletinin inkâr ve imha siyasetine de ağır bir darbe vurmuştur. Çünkü ABD Ortadoğu için köprübaşı, koçbaşı ve jandarma olarak kullanmak istediği sömürgeci Türk devletine neyi yapıp yapmayacağının sınırlarını belirlemiş, haddini bildirmiş ve bildirmeye devam etmektedir.
Dolayısıyla 14. yılını geride bırakıp uluslararası komploya karşı 15. mücadele ve direniş yılına girerken ortaya çıkan gerçeklik şudur. Direnen Önderlik, Birlik ve beraberliğini her zamankinden daha fazla güçlendirmiş PKK, yenilmezliği kesinleşen Kürdistan Özgürlük gerillası, Önder APO’nun özgürlüğünü kendi özgürlüğü olarak kabul eden Kürdistan halk gerçekliğidir.
Ancak tüm bu gerçekliklerle rağmen Önder APO’nun hala esaret altında olması tüm Kürtlerin kanayan yarası olmaya devam etmektedir. Kürdistan halkı ve özgürlük savaşçıları için Önder APO’nun halen esaret altında tutulması bir utançtır. Kürdistan halkı bu utanç altında yaşamaya devam etmemeye kararlıdır.
Yıllar önce, Kürdistan Halk Önderi Abdullah Öcalan, Kürdistan Devriminin Yolu adlı eşsiz Kürdistan Özgürlük Manifestosunu kaleme alırken, 70’li yıllarda Kürdistan ve Kürt ulusunun içinde bulunduğu durumu kastederek, “ Bundan utanç duyuyoruz. Yine, bugün bu halkın düşmanlarının, bu halkın yurdunu kendi öz çiftlikleri gibi kullanmaları ve buna karşı "çaresiz" duruşumuz, bu utanç duygumuzu yüz kat daha artırıyor. Bütün bunlar neye yarar? Hıncımızı artırmaya ve halkımızın direnme tarihinin temelinde ve bilimsel sosyalizmin kılavuzluğunda gerçek kurtuluş yolumuzu çizmeye yarar.” diye yazıyordu. Ve bu utançlı duruma son vermek için de en amansız koşullarda Özgürlük yürüyüşünü başlattı ve halkımızı özgürlüğün eşiğine getirdi.
Evet, bizim için de bugün Önder Apo’nun hala esaret altında olması utanç duygumuzu yüz kat daha artırıyor. Bütün bunlar neye yarar? Kürdistan toprakları üzerinde tek bir sömürgeci kalıncaya dek, hıncımızı arttırmaya, bilincimizi geliştirmeye, örgütlülüğümüzü derinleştirmeye ve serhıldanları daha örgütlü bir biçimde geliştirip süreklileştirmeye yarar.
Ve Önder Apo’yu Kürdistan’ın özgür topraklarında karşılayıncaya kadar, bu utançlı halden asla kurtulmayacağımızı bilerek, sömürgeci AKP devletinin bir özel savaş operasyonu biçiminde geliştirdiği oyalama taktiklerine kapılmadan, gevşemeden dönemin görevlerine büyük bir azim-kararlılıkla yüklenmek gerekmektedir.
Şu bilinmelidir ki, Önder Apo’nun ve Kürdistan’ın özgürlüğü kelimenin gerçek anlamıyla ancak ve ancak örgütlenen, süreklileşen ve radikalleşen halk serhıldanlarıyla mümkündür!
Yani ne kadar serhıldan o kadar uluslar arası komplonun boşa çıkarılması!
Barış=Ne kadar serhıldan o kadar Önder Apo’nun ve Kürdistan’ın özgürlüğü!
Oyalamalara ve özel savaş medyasının yaratmaya çalıştığı havanın tersine, ne kadar serhıldan o kadar barış!
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
9-10 Şubat günü 23.00-01.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’nın Zap bölgesi sınırları içinde bulunan Kuro Jaro ve Şikefta Birîndara alanlarına yönelik işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Gerillaya katılımlar her zaman olmuş olacaktır da. Bu kadar haksızlık dünyanın neresinde yaşanırsa orada bir dakika bile olsa insanlar eğer bir yerlere çıkarak gür haykırma zemini bulacaklarsa mutlaka çıkarlar ve mutlaka o haksızlıklara karşı direnirler.
İnsan varlığı tabiatı gereği boyun eğdirmelere hep tepkilidir. Siz bakmayın öyle birçoğunun sus pus durduğuna. O sus pus duranların ruh dünyasına bir girebilseydiniz oralarda hangi fırtınaların estiğini görebilirdiniz.
Evet, insan tabiatı gereği her zaman eşitliğe özlem duyar. Özgürlüğü özlem duyar. Ve de paylaşımcılığa özlem duyar. Ve bu özlemleri olan biri bir yerde baskı ile karşılaşmış ise orada o baskılayanlara karşı mutlaka bir refleks gösterir. Ve dedik ki eğer refleksini ifade edebilecek bir mekan bulur ise orada hemen o mekana doğru da akar.
Yüz yıllarca farklı mekanlarda, farklı ortamlarda haksızlığa ve zulme başkaldırmanın hatta en sert olan başkaldırmanın yolu olan dağlara çıkmayı başka nasıl izah edeceğiz?
Gerilla haksızlığa karşı bir başkaldırma eylemidir dedik. Hani denilir ya küçük çaplı savaş diye. Siz bu küçük çaplı savaşı; ezilenin, az olanın ezene ve çok olana karşı direnişi olarak ele alın. Böyle olunca aslında her haksızlığa kafa tutanın aslında yeri gerilladır.
Dediğimiz gibi zulüm ve baskı var oldukça gerilla olacak, gerilla oldukça da gerillaya akış devam edecektir. Gerillaya akış devam ettikçe de zulme ve zalimlere karşı özgürlüğün sesi olabilmek için başı dik, onurlu ve kolay kolay boyun eğmezler her zaman direnişlerine ve de kavgalarına devam edeceklerdir.
Özcesi insanın ruhunu yaralayan, insanın kişiliğini zedeleyen, insanı insan olarak görmeyen, küçümseyen hatta horlayanlar oldukça-ki bunlar her zaman her yerde vardı ve öyle görülüyor ki var da olacaklardır-o zaman da gerillaya akış asla durmayacaktır. Bu bugün Kürdistan’da böyledir yarın başka bir yerde böyle olacaktır. Her halükarda zulüm kalelerine karşı direniş kesintisiz devam edecektir.
Çünkü kapitalist kültür yani başkasının sırtında geçinmek isteyen bezirgan kültürü öyle kolay kolay sökülüp atılacak bir kültür ve hastalık değildir.
Başkasının emeği üzerine zırnık bir emek sarf etmeden yaşama istemi öyle sanıldığı gibi az değildir. Özelde de toplumların değerlerini çalmak isteyenler bu insan vicdanını kirleten özeliklerinden hemen arınmayacaklardır. Hele hele başkalarının dillerine, kültürlerine ve de tarihlerine hakaret etmekten böyleleri kolay kolay vazgeçmeyeceklerdir.
Nedeni ise açıktır, bunlar seçilmiş olanlardır. Bunlar özel yaşamayı kendilerine hak bilenler ve de kendilerine başkaları tarafında verildiğine inananlardır. Böyle olunca da yukarıdan bakan, horlayan, küçümseyen ve de aşağılayan karakter yapıları bırakalım giderilmiş olsun bizatihi daha da tetiklenerek bu insanlık dışı yaklaşımlarını sürdüreceklerdir.
İşte diyoruz ki bunlar var oldukça da gerilla var olacak. Gerilla var oldukça da gerillaya katılımlar olacak. Gerillaya katılımlar oldukça da özgürlük türküleri ve özgürlük umutları dinmeyecek ve dindirilemeyecektir.
Ne diyordu Che:
““Ölüm, nereden ve nasıl gelirse gelsin, silahlarımız elden ele geçecekse, savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa ve başkaları savaş ve zafer naralarıyla ve de makineli tüfek sesleriyle cenazelerimize ağıt yakacaksa, hoş geldi, safa geldi”
Bizde Che’nin söylediklerine ek olarak, ruhlarımızın daraltılmasını aştırarak bizlere, halklara, insanlığa daha fazla eşitlik, daha fazla adalet daha fazla paylaşımcılık ve daha fazla özgürlük ortaya çıkaracaksa direnişimiz, hoş gelir sefa gelir bu ölüm diyoruz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 8 Şubat günü 16.00-17.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’nın Kandil bölgesi sınırları içinde bulunan Zergele köyü ve çevresine yönelik işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından bombardıman düzenlenmiştir. Saldırıda köylülere ait çok sayıda bağ ve bahçe zarar görürken, köylüler tarafından oluşturulan gençlik merkezi de hedef alınmıştır.
- Ayrıntılar
Herkes gibi sıradan bir yaşam dururken neden gençler, özelde de Kürt gençleri zorlukları seçer. Neden işin ucunda ölüm olsa da ısrarla ama ısrarla Kürt gençleri bu yolu seçer.
Kürt gençleri derken siz tüm parçalardaki Kürt gençlerini anlayın. Bununla yetinmeyin hatta Avrupa’da yaşayan, Kafkasyalarda ve biraz daha uzaklara ta Ortaasya'larda yaşayanları da katın.
Neden Kürt gençleri herkesin seçtiği yola girmez de, illa da zor olanı seçerler.
Denilebilir ki Kürt gençleri yerinde durmuyorlar, biraz da huyu bozukturlar. Bu da mümkündür ona bir şey demiyoruz. Ama nerede bir Kürt genç varsa zor olanı yönünü veriyorsa başkalarının da düşünmesi gerekmez mi?
Neden ta Avustralya’da gençler dağlara gelir? Avrupa’da neden gençler dağlara gelir? Dünyanın diğer ucunda yaşayan Özbekistan’dan, Kırgızistan’dan, Kazakistan’dan derken daha ötelerde neden Kürt gençleri dağlara gelir ah gelir.
Birde dediğimiz gibi işin ucunda ölüm olduğunu bile bile gelirler.
Demek ki uzaktan büyük laf etmemek gerekiyor. Durup bu gençler neden dağlara akıyor diye adam akıllı birkaç soru sormak gerekiyor.
Türkiye’de dağlara gelen gençleri anladık. Haydi, faşist bir devlet yapısı var, dil yasak, isim yasak, benlik yasak, kimlik yasak ve yasak ha yasak. Burada yasakları delmek için dağlara gelişleri anlarız.
Peki, Doğu Kürdistanlı gençlere ne demeli! İran baskısı, devlet baskısı, özgürlüklerin kısıtlanması derken insana nefes aldırmayan uygulamalar mı diyelim?
Ya Rojava'da gelenler!
Ya büyük güneyden gelenler! Hem de yerel Kürdistan hükümeti oluşmuşken?
Demek ki dağlara akışın başka nedenleri vardır. Temel neden dağlara gelenler özelde Kürt halkına karşı yapılan haksız uygulamalara kafa tutmak için geliyorlar.
Zulme baş kaldırmak için geliyorlar. Ve tabi birde bir yerlerde duydukları o eşitlikçi, adaletçi, özgürlükçü yaşam için geliyorlar. Gelipte bu yaşamın içerisinde nefes alıp vermek istiyorlar. Burada temiz özgürlükçü havayı solumak istiyorlar.
Dünyada nefesleri haksızlıklara karşı en erkenden daralan, en erkenden hava alamayanlar gençlerdir. Bunun için eğer o kadar uzaklarda Kürdistan dağlarına inadına akış sürüyorsa, inadına geliş devam ediyorsa, inadına direniş için yürekler bilinip kılıçlar kuşanıyorsa bir nedeni vardır işte. O da doyasıya özgürce nefes alıp vermek içindir. Bu özgürce nefes alıp vermeyi yaparken de tüm Kürdistanlılara özgür bir nefes aldırmak içindir.
Bir şairin yazdığı gibi:
“Ben eskiden inanırdım ki dağların heybeti, görkemi heybet ve görkem katar bizlere. Ama anladım ki o ulviyet bakışlı çocuklar yücelik kattılar, heybetini tazelediler dağların. O direnenler olduğu için bu dağlar o kadar heybetli bir o kadar geçilemez
Kendini kaybeden dağları da kaybeder; kendi kendisini kaybeden herkesi de kaybeder.”
İşte bunun için kimse ama kimse dağlara akışı durduramıyor, durduramıyor çünkü Kürt halkının nefes alış verişi özgürce değildir.
Nefesler özgürce alıp vermedikçe de dağlara nefes açmak için çıkacak gençler her zaman olacaklardır.
K. Nuda
- Ayrıntılar
Agit’in savaşçıları onlar. Savaşmak da, kazanmak da, kaybetmek de yiğitçe olsun istiyorlar. Bu topraklar en çok da yiğitliğe değer veriyor. Dostluklar ve düşmanlıklar gelip geçici. Dostluk da, düşmanlık da yiğitçe olsun diyen şairleri basıyorlar bağırlarına. Kof böbürlenmeler kadar tiksinmiyorlar hiçbirşeyden. Ve düşman da olsa değerini veriyorlar yiğitliklerin.
Zap’ın orta yerinde sivri bir tepe var. Hakan Tepesi diyorlar. Bu topraklara ad verenlerin her adlandırmalarının ardında, bir yiğitlik olduğunu bildiğimden ad verilmiş yerlerin hikayelerini soruyorum hep. ‘Neden Hakan?’ diyorum. Bir savaşta bir Türk askeri o tepeyi tek başına savunmuş sonuna kadar. İsmi Hakan’mış. Ondan sonra buraya Hakan Tepesi demiş gerilla.
‘Neden bir arkadaşın ismini vermediniz?’ diyorum. ‘O asker orada yiğitçe savaştı. Düşman da olsa, yiğitliğine saygılı olmak gerekir’ diyorlar. Hiç gocunmadan hatta biraz da gururlanarak ‘insan savaşırsa, yiğit insanlarla savaşmalı’ diyorlar. ‘Hele böyle yiğitliğinden ve askerliğinden çok şey kaybetmiş bir ordunun içinden tek tük yiğitler çıkınca biz de seviniyoruz düşmanlarımızın düşmanlığını.’
Savaştan geriye adlar ve hikayeler kalıyor hep. Hele hele devam eden bir savaşta şahitlerinin hala yaşadığı ve savaştığı bir zamanda ne kahramanlıklar kayboluyor, ne de yalandan kahramanlık hikayeleri sahiplerine birşey kazandırıyor. Dolaşınca bu savaşın hala devam ettiği coğrafyayı, anaotomisi çıkarılmış bu savaşın canlı izlerine ve yaşayan tanıkların tanıklıklarına tanık oluyorum. Cilo dağının zirvelerindeyiz. Türk ordusunun literatüründe Buzul Dağları olarak geçiyor. İlginçtir, ’80 öncesinin ders kitaplarında Cilo olarak geçiyordu bu dağların ismi. Şimdi ise değiştirilip Buzul Dağları diyorlar adına.
Bir grup gerilla ile Devrimci Operasyonlar sürecinde Cilo’ya çıkıyoruz. Agirî’den sonra Kuzey Kürdistan’ın en yüksek dağlarıdır Cilolar. Cilo’dan bakınca daha bir güzel görünüyor Kürdistan. Kuzeyindeki karakollar üstüne taş yuvarlasan, altında ezilecekmiş gibi duruyorlar. Çarçella ile arasında, Belkiz diye bir kayalık var. Kuzeyinde Belkiz’ın; Şitazina karakolu, güneyinde ise Oramar köyleri ve karakolları duruyor. Gerilla, espriyle karışık ‘bu iki karakol kavuşmasını engelliyor Cilo ile Çarçella’nın. Kaldırıp bu iki karakolu, kavuşturacağız iki sevdalıyı’ diyorlar.
Neresine gitsen Cilo’nun, savaşa dair izler ve anılarla karşılaşıyorsun. Yine bir sabah serinliğinde Cilo’nun eski komutanlarından Ali Xebat’ı buluyorum. Bir demir yığınının üzerine oturmuş, derin düşüncelere dalmış. Dalgın fotoğrafını çekip yanına yaklaşıyorum.
‘Nedir bu demir yığını Heval Ali Xebat?’ diyorum. Dalgınlığın yerini bir tebessüm alıyor. ‘Osman’ın kuyruğu’ diyor.
‘Hangi Osman?’ diyorum. Tebessüm iyice yayılıyor yüzüne.
‘Pamuk Osman’ın’ diyor. Bende jetonun takıldığını anlıyor.
‘Cilo’nun soğuğu dondurdu jetonunu’ diyerek basıyor kahkahayı.
‘Ya heval, sen de o kadar dijital konuşuyorsun ki, düşse de jeton çözülmüyor şifre’ diyorum.
‘Anlaşılan çoktandır izlememişsin Türk televizyonlarını.’diyor.
‘Doğru’ diyorum.
‘O zaman pardon’ diyor. ‘Sen tanımazsın Pamuk Osman’ı.’ deyince bende birşeyler çağrıştırıyor Osman ve Pamuk isimleri ama bir türlü bu tenekeyi bağlayamıyorum Osman’ın Pamuk kuyruğuna.
Ali Xebat iyice keyiflenerek, ‘bir zamanlar buralarda Osman Pamukoğlu diye bir general vardı’ diyor. O zaman hemen aklıma geliyor.
‘Ha o mu?’ diyorum.
‘Evet, şu savaş konusunda her gün bir televizyona çıkıp ahkam kesen eskinin generali, şimdinin parti başkanlığına soyunmuş Osman’ı.’ diyor.
‘Tanışıyor musunuz?’ diyorum. Gülümsüyor.
‘Karşılıklı olmasa da, tanışıyor sayılırız. Bir kış ortası tekniğine güvenerek kahramanlığa soyunmuştu. Tenekelerle kendini dağlarımıza vurarak zafer sevdasına düşmüştü. Binlerce askeriyle birlikte şimdi oturduğumuz noktadan Zağroslara baskına gelmişti. Dağlar iyi karşıladı onu. O tanımıyordu dağları ama dağlar tanıyordu onu ve onun gibilerini. Zağroslara binlerce yıldır gömülen nice işgalci gibi o da gömüldü yüzlerce askeriyle birlikte. Tek bir mermi sıkmadan onlarca cenaze bırakıp ardından, zar zor kurtarmıştı kuyruğunu. Şimdi gördüğün teneke Osman’ın güvendiği o ileri teknolojiden kalan bir teneke parçasıdır işte. Böyledir bu dağların diyalektiği. Büyük ordularla, gelişkin silahlarla, uçan tenekelerle fethedilmeye kalkışılsa ne zaman, hep teneke bağlıyor fetih sevdalıların kuyruklarına.’
‘Üstünde oturduğun teneke...’ diyorum.
‘Osman’ın kuyruğuna bağladığımız tenekeden geriye kalanlar’ diyor.
‘Nasıl oldu olay?’ diyorum.
‘Bak heval Jêhat,’ diyor, ‘Bu Türk generalleri yiğitlikten almamışlar nasiplerini. Getirip sürüyorlar Anadolu çocuklarını bu dağlara. İtiraz hakkı olmayan gencecik çocukları zamansız, hesapsız, kitapsız vuruyorlar bu dağlara. Biraz tarih bilgisi, biraz savaş terbiyesi olan herkes bilir ki hiç bir teknik, hiç bir ordu yenemez bu dağları. Bu dağlar binlerce yıldır kendi çocuklarını nasıl korumuşsa, bugün de korumaktadır. Birileri için kahramanlık hevesi yada rütbelerine rütbe katma hırsıyken bu savaş, birileri için bu dağlarda bir hayat biçimidir, varolma biçimidir savaşmak. Osman’ın olayı da bundan bihaber, hırslı bir adamın yarattığı trajediden başka bir şey değildir.
O kışın ortasında yüzlerce cenaze bırakıp geride, çekilip gitti buralardan. Yenildi. Sonra bir baktık ki şahidi kalmamış bir savaştan çıkmış gibi herşeyi tersyüz ediyor. Türk ordusunu ve tarihini biraz biliyorsak, Türk paşalarının ‘şanlı’ geçmişlerine hiç yakışmıyor şimdiki halleri. Allah-u-ekber’in komutanı ne kadar kahraman ve büyük bir komutansa, Pamukoğlu Osman da ancak o kadar başarılı bir komutandır.
Yüzsüz olmamalı asker. Yenilmişse bir savaşta, sessizce çekilebilmelidir meydandan. Ama hala devam eden bir savaşta, herşeyleriyle yenilmiş generallerin bu kadar ortalıkta boy göstermeleri ayıp oluyor biraz. Ne sanıyor bunlar, hala sıcağı sıcağına devam eden bir savaşta, üstelik başından günümüze yürütücülerinin çoğunun hala mevzilerinde savaşmaya devam ettiği bir savaşa ilişkin bu kadar atıp tutarsan, işte böyle bir gün ortalıkta bıraktığın kuyruğunun fotoğrafını çekip neşrederler millete.’ Gülümsüyor.
‘Yaw heval Jêhat, allah için sen eli klavye tutan bir adamsın. Bu ortalıklarda boyundan büyük konuşan Osolar takımı habire atıp tutuyor. İki satırla onların tarihlerinin tanıklarının hala yaşamaya devam ettiğini ve herşeylerini yüzlerine vuracak durumda olduklarını da yaz da, biraz ufak...’
Üzerine oturduğu tenekeye elini vuruyor, ‘bak bu, Osman Pamukoğlu’nun 93’te bindiği Skorski helikopterinin artıklarıdır. Kürtlerde bir söz vardır, zırtını yaparken palenin, prêzesi temiz olmalı adamın. Bu Osman’ın prêzesinde geride bırakılmış yüzlerce asker cenazesi ve koskoca bir teneke kuyruğu var. Yeter, ayıptır artık, konuşmasın. Yoksa gerçekten buralarda kuyruğuna takılacak çok teneke var. Hepsini takarsak, kuyruğu buradan Ankara’ya kadar uzar.’
Birşeyler daha söyleyecek gibi oluyor ama elini yine tenekeye vurup, ‘zaten basmışız kuyruğuna, fazla üstüne gitmeyelim. Bu yaştan sonra yüreğine iner paşanın.’
Cilo’nun eteklerine Devrimci Operasyon sürecinde yine dört Skorski helikopter düştü. Düşen Skorskilerin tuhaf bir özelliği var. Yere çarpınca genelde tam kuyruklarından ikiye bölünüyorlar. Kuyrukları ayrı, gövdeleri ayrı duruyor. Fırsat bulunca Türk ordusu, değerli olan gövdeyi alıp götürüyor, bir tenekeye dönüşmüş olan kuyruğu bırakıp gidiyorlar. Gerilla ise o tenekelerin üzerine oturup bekliyorlar, kuyruklarına tenekeyi bağlayacakları yeni paşaların gelmesini. Savaş meydanından kaçınca paşalar, televizyon ekranlarında her gördüklerinde yenik paşaları, teneke bağlıyorlar kuyruklarına. Böylece konuştuğunu sanan paşadan tek bir ses çıkıyor; teneke sesi...
Jêhat Bêrtî
- Ayrıntılar
Sömürgeci TC devletinin kurucu partisi CHP’nin milletvekili ırkçı-faşist Birgül Ayman Güler Türkler ile Kürtlerin eşit olmadığını, kimsenin de bunu kendisine kabul ettiremeyeceğini açıkça söyledi. Ve savundu da. Arka çıkanlar, karşı çıkanlar oldu.
Bu söz bize yabancı gelmedi. Milletvekilin söylediği 30’lu yıllarda sömürgeci Türk devletinin adalet bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un sözlerinin güncellenmesi oldu. Şöyle demişti M. Esat Bozkurt:1 Eylül 1930’da, “[Kürtler] Hayatlarında acımanın manasını öğrenmemişlerdir. Hunhar, atılgan, vahşi ve yırtıcıdırlar. Çok alçaktırlar. Yakaladıkları takdirde sizi bir kurşunla öldürmezler. Gözünüzü oyarlar, burnunuzu keserler, tırnaklarınızı sökerler ve öyle öldürürler! (...) Kadınları da kendileri gibi imiş...” 18 Eylül 1930’da “Benim fikrim, kanaatim şudur ki, bu memleketin kendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmak, köle olmaktır” (Ayşe HÜR’ün yazısından)
Her iki söz arasında fark var mı? Türk ve Kürdü eşit görmez ve aralarında bir hiyerarşi oluşturursanız, bu mantık silsilesi bu sözü de söylenmiş olmayı varsayar. Ardından da sömürgeci sistemin kaşarlanmış kişiliklerinden Deniz Baykal başta olmak üzere birçok CHP milletvekili de bu sözün arkasında durdu. Sömürgeci partinin genelbaşkanı Kılıçdaroğlu ise, uzatmadan söyleyeyim, “herşey her yerde söylenmez” manasına gelen sözler söyledi.
CHP, sömürgeci TC devletinin kurucu partisidir. Kürdistan’da uygulanan fiziki ve kültürel soykırımdan sorumludur. Kökü, beyni, yüreği,ağzı, dişleri ve elleri Kürt kanına girmiş bir partidir. Şeyh Saitlerin, Seyit Rızaların ve yüzbinlerce Kürdün katliamında, sürgün edilmesinde, işkence ve tecavüz edilmesinde onların sorumluluğu vardır. Yoksulluğunda, işsizliğinde onların sorumluluğu esastır. Bugün Kürt ulusunun statüsüz bırakılmasından kurumsal olarak CHP sorumludur.
Kürtler ve Kürdistan özgürlük hareketi CHP ile köklü bir hesaplaşmayı gerçekleştirdi. Deyim yerindeyse ipliğini pazara çıkardı. Artık katliamcı ve soykırımcı kimlikleri Kürt ulusunun gözünde açık ve nettir.
Bunun içinde çok fazla CHP üzerinde durmayacağız. Asıl üzerinde durmak istediğimiz parti, Kürtleri kutsal İslam diniyle oyalamak isteyen ve CHP’ye “ Kürtler artık eskisi gibi laiklik söylemle köle olarak tutulamaz, onun için İslamla ancak Kürtleri tutabiliriz” diyen AKP’dir.
Sömürgeci AKP devleti, Kürt ulusunun inkarını ve yok etme stratejisini adım adım uygularken öte yandan Birgül Ayman denilen ırkçı faşistin Kürt ulusuna dönük saldırgan, hakaret dolu sözleri üzerinden sanki gerçekten de Kürt ulusunu tanıyor ve haklarına saygı gösteriyormuş gibi rol kesen T. Erdoğan ve çeteleri üzerinde durmak istiyoruz.
Soykırımcı Türk devletinin başbakanı T. Erdoğan hemen her fırsatta biz inkârı kaldırdık demektedir. Ve bununla hem dünya kamuoyunu hem de Kürt ulusunu ve özgürlük hareketini kandırmak ve oyalamak istemektedir. Bu çok açık!
Sömürgeci AKP devletinin Başbakanı, sanki her konuşmasında “tek vatan, tek millet, tek kültür, tek dil, tek bayrak” dememiş gibi konuşuyor. Sanki “Kürt sorunu yoktur, Kürt kökenli kardeşlerimin sorunları vardır” diyen kendisi değil. Sanki “ kadında olsa, çocukta olsa güvenlik güçlerimiz gereğini yapacaktır” diyerek onlarca yüzlerce Kürt çocuğunun katliam fermanını kendisi vermemiş! Sanki Uğurların, Ceylanların, Enezlerin ve daha yüzlercesinin kanları kendi ellerinde değilmiş gibi… Sanki Roboski’ de çoğu çocuk 36 Kürt gencinin katili kendisi değilmiş gibi konuşuyor. “Sanki tek vatan, tek millet…” sözü, Kürdün inkârı anlamına gelmiyor gibi konuşuyor!” ve herkesin de bu sahte sözlerine aldanacağını sanıyor!
Bununla Kürtlere, CHP’yi kastederek “ bakın bunlar size ne yapmış, ellerine fırsat geçerse, daha beterini yaparlar. Onun için, benim kıymetimi bilin” mesajını veriyor. “İyisi mi siz yine de AKP’yi izleyin” demeye getiriyor. Yani Kürtleri CHP ile korkutarak, kendi etrafında toplamaya çalışıyor.
Sömürgeci Türk devletinin başbakanı T. Erdoğan, kendisini gelmiş geçmiş en büyük lider, en akılı adam ve herkesi de akılsız, az akıllı veya ahmak yerine koymaktadır. Öyle ki herkesin gözünün içine baka baka Kürt halkını Türk-İslam senteziyle tarihten silmek için bir programı adım adım hayata geçirirken, öte yandan tam bir demagoji ile “ Kürtlerin inkarını kaldırdığını ” savunabilmekte ve böyle bir algı yaratabilmek için çalışmaktadır. Tam bir ikiyüzlülük, tam bir münafıklık! Tam bir iflah olmazlık!
Bu söylemlerini de, “TRT 6, Kürtçenin ilkokuldan sonra haftada iki saat seçmeli ders vb.” temellendirmeye çalışmaktadır. Samanaltından su yürütmek buna derler işte! Görüntü bu, ancak öte yandan “4+4+4” formülü Kürtlük adına ne varsa hepsini tarihten silmeyi önüne koymaktadır. Yine “baba beni okula gönder”, “haydi kızlar okula” kampanyaları ile Mustafa Kemal-İsmet İnönü’nün Sıdıka Avar’da sembolleşen Kürt çocuklarını asimilasyon ile tarihten silmeyi önüne koyduğu çok açık.. Hala “Kürtçe ana dil ile eğitim olmaz, bu ülkeyi böler” sanki kendisi değilmiş gibi konuşuyor. Sanki hem de Hakkâri’ de ve daha birçok yerde “ tek millet dedik, tek vatan dedik, tek bayrak dedik, tek dil dedik… Bunları kabul etmeyen çeksin gitsin” diyen kendisi değilmiş gibi… Peki, bu söylemin MHP “ya sev ya terket” söyleminden ne farkı vardır? Demek ki, Kürt ve Kürdistan söz konusu olduğunda hepsi bir tespihin taneleri gibi yan yana dizilebiliyorlar. Hepsi de Kürt ulusunu tarihten silmek, Türkleştirme programı olan Şark Islahat Planını başarıyla pratikleştirmeye çalışan soy zincirinin birer halkasıdırlar.
Kürt inkarına son verdiğini söyleyen AKP hükümetine her Kürdün, Kürdistanlı’nın ve vicdanlı Türkiyeli devrimci-demokrat ve aydınlarının şu soruları sormaları gerekir ve cevabını da mutlaka alması gerekir:
Sen Kuzey Kürdistan’da, ordunla, polisinle, idari, hukuki, eğitim vb. sisteminle Kürdistan’da ne arıyorsun? Kürdistan’dan çekilecek misin? Çekilmeyecek misin?
Kürt ulusuna cumhuriyetin kuruluşundan itibaren yaptığın katliam, sürgün, soykırım, asimilasyon, geri bıraktırma, yoksullaştırma vb. için özür dileyecek misin? Biz Kürtlere “bu kadar kötülük yaptık, onun için özür diliyoruz ve bunun için de Kürdistan’dan çekiliyoruz. Kürt ulusu artık kendi varlığını, özgürlüğünü kendi iradesiyle belirleyebilir. İsterse özgür-eşit birlikte yaşarız, isterse kendi kaderini tayin edebilir, biz buna saygılıyız,” diyor mu veya diyecek mi?
Kürtleri ulus olarak, Kürdistan’ı da Kürtlerin anavatanı olarak kabul edip, anayasa da yer verecek mi, vermeyecek mi?
Kürtlerin siyasi iradesini, bayrağını, sembollerini, parlamentosunu, idari yapılanmasını ve savunma güçlerini tanıyor mu, tanımıyor mu?
Yani özetle, Kürt ulusunun ulus olmaktan kaynaklanan tüm haklarını anayasal güvenceye alacak mı almayacak mı?
Kürdistan halkının Önderi Sayın Abdullah ÖCALAN’I ve bütün özgürlük savaşçılarını ve siyasetçilerinin esaretine son verecek mi, yoksa daha fazla Kürdü esaret altına almaya mı çalışacak ?
Gerilla, Kürdistan halkının en meşru ve doğal savunma gücü olarak tanınacak mı, yoksa imha operasyonlarıyla “ tek bir terörist kalıncaya kadar mücadeleye devam edeceğiz.” nakaratı tekrarlanacak mı?
Kürdistan’da karakol inşaatları duracak mı, sürecek mi?
Kürdistan’da gerillayı tasfiye amaçlı barajlara devam edilecek mi?
Kürdistan ekonomik anlamda talan edilerek, Kürt ulusu, açlığa, yoksulluğa ve işsizliğe mahkum edilmeye devam edilecek mi, edilmeyecek mi?
Bir taraftan kutsal barış kavramı üzerinden tüm medyanızı ve gücünüzü kullanarak demagoji yaparken öte yandan yeni yeni korucu kadroları oluşturma ve operasyon hazırlıkları yapmaktan vazgeçilecek mi vazgeçilmeyecek mi?
Başta AKP olmak üzere, diğer sömürgeci partiler Kürdistan’ da örgütlenmekten ve Kürt ulusunu bölüp-parçalamaktan vazgeçecek mi, vazgeçmeyecek mi?
Rojava Kürdistan’da Kürt ulusunun büyük bir sabır ve direnişle 19 Temmuz devrimiyle kendi elde ettiği Kürt demokratik kazanımlarını tasfiye etmek için paralı çeteleri örgütlemekten ve Kürt kanını dökmekten vazgeçecek misiniz, vazgeçmeyecek misiniz?
Hele hele her sabah milyonlarca Kürt çocuklarına ve gençlerine sabahları “Türküm, doğruyum… Varlığım Türk varlığın armağan olsun…” inkârcı-ırkçı, asimilasyoncu Türk andını okutmaktan vazgeçecek mi, yoksa devam mı ettirilecek?
Sömürgeci Türk devleti, tüm bunları ne hakla Kürdistan’da, Kürt halkına yapıyor ? Ne hakla Kürdistan’da bulunuyor? Bir de bu soruya cevap verilmeli.
Bu sorulara sömürgeci AKP devleti ve şefi Erdoğan’ın cevapları bellidir! Olumsuz! O zaman nerde kaldı senin inkârcılığı kaldırdığın diye sormazlar mı?
O zaman peki CHP’li ırkçının söylemleri üzerinden, bu kadar demagoji yapmasının anlamı nedir? Kürtleri CHP ile korkutarak, AKP’nin sahte söylemleriyle avlamak! Tam bir tuzak!
Ama artık bu tuzağınız deşifre olmuştur. Tuzağı kurduğunuz anda Kürtler farketmiştir! Yeni tuzaklar kurmaya çalışın! Ama boşuna! Böylesi kişilikler için Aşık İhsani: “Çabalama bay düzenbaz!” diyordu. Çünkü artık kendi kurduğu tuzaklara dolanmaktan kurtulamayacak! Debelendikçe, debelenmektedir kendi tuzağında.
Kürtler artık ikinizin de ne mal olduğunu biliyor. Kürtlerin gözünde artık ikiniz siyam ikizlerisiniz. Yok, birbirinizden farkınız! Kürtlerin çoğunluğu işkencelerden, cezaevlerinden geçtiği için, iyi polis-kötü polis oyununu iyi bilirler! İkinizin de aynı şubenin işkenceci polisi olduğu Kürtler artık iyi biliyor!
Onun için Kürtler gözündeki durumunuz şudur: Yek taştê bibe yek fıravine! Herdu ji zike pişte hev herin! İnşallah.
Onun için de Kürtler, sömürgeci AKP devletinin oyalamalarına, T. Erdoğan’ın demagojilerine ve o demagojilerini allayıp-pullayarak Kürtlere ve demokratik kamuoyuna servis eden entegre imha konseptinin medyasının yarattığı sanal “süreç,barış” sözlerine aldırış etmeden, Kürdistan halk önderi üzerinde gerçekleştirilen uluslar arası komploya karşı serhıldanlarıyla nasıl sonuç alacaklarına bakmalıdırlar.
Gerisi laf u güzaf!
Herdem serhıldan
- Ayrıntılar
TC devleti haline gelen AKP kendince “olmayan bir sorunu” çözmek istiyor. Bu devletin başındaki zat, “Kürt Sorunu yoktur, Kürt kökenli vatandaşlarımın sorunu vardır” diyerek bir halkın kimlik meselesini ret ettiğini açıkça dile getiriyor.
Paradoks şuradadır: yaklaşık yüz yıldır süren Kürt sorununun altında yatan temel neden Kürtlerin doğuştan gelen haklarının ret edilişiyle başlayan eritme, asimile politikalarıdır. Yer yer eritmeyi de aşan, fiziki olarak yok eden ve kendince bunu başardıktan sonra kültürel olarak kendisine benzeterek, benzeştirerek fiziki olarak gerçekleştirdiği imha ile inkarı başararak bir halkın tümden yok olmasını sağlamaktı.
Evet, paradoks burada yatıyor. Kemalistlerin, Kızılelmacıların yaptıkları hep zaten buydu. Kürtleri halk olarak tanımadıkları için onlara saygı göstermemiş her fırsatta başlarına “tunç” yumruğunu indirmekten çekinmemişlerdir.
Kendince Kızılelmacı ve Kemalist siyasete sözde karşı olarak iktidara gelen hatta bu söylemlerle iktidarını pekiştiren bir AKP gerçekliği vardır. Bu AKP gerçekliği de şimdi aynı yola girmiş bulunuyor. Kürt sorunu yoksa bugüne kadar olup bitenlerde yoktur, olup bitenlere karşı özür dilemeler, özeleştiriler, bu olay ve olgularla yüzleşmelerde yoktur. Neden olsun ki? Yaklaşım bu olduktan sonra Kürtlerce her karşı koyuş bir şakilik, eşkıyalık ve moda terimle teröristlik olur. Nitekim bugün AKP adındaki devletleşmiş parti de Kürtlerin her mücadele yöntemini teröristlik olarak ele alıyor, öldürmeyle yapabilirse öldürmeyle, parayla satın alabilecekse parayla satan alarak, yasakla yapabilirse yasakla, basınla susturabilir ise basınla ve tabii birde hukukla yapabilir ise hukukla tutuklayarak, içeriye tıkarak susturmanın tüm yollarını kullanıyor.
Dikkat edilirse Kızılelmacılar ile yeşil “elmacıların” hiçbir farkı yoktur. Yapmak istedikleri aynıdır, sadece yöntemleri farklıdır. Birisi yapıyor ve yaptığını açıkça söylüyor. Örneğin CHP milletvekili olan Onur Öymen Millet Meclisinde Dersim’de yapılan katliama, “Dersim'de de analar ağladı” diyerek savunmuştu. Daha yakın dönemde Kızılelmacı bir bilim kadını ise “Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit, eşdeğerde gördüremezsiniz” demiştir. Daha birkaç yıl önce ise Coşkun Kırca ismindeki zat ise: “Kürtler, susabilir ve hizmetçilik dışında hiçbir hakka sahip olamaz” dediğini de ekleyelim.
Bunlar Kızılelmacılar haydi bunları anladık. Şimdi ise yeşil elmacılar yöntemlerini değiştirseler de aynısını söylüyorlar. Örneğin:
“Ana dilin öğrenilmesi haktır, bunu okullara getirdik. Ancak ana dilde eğitim diye bir şey yok...” demiştir en yetkili yeşil elmacı.
“Düşünmezsen yoktur” demiş ardından da “Kürt Sorunu diye bir sorun yoktur” demiş ve Kürtlerin doğuştan gelen haklarını ifade eden “Kürt Sorunu” söylemini ret ederek Kürtleri inkar ederek imha politikasının sürdürülmesine devam etmektedir.
Özcesi Kızılelmacılarla yeşil elmacılar birbirine benziyorlar. Bir bilim adamının belirttiği gibi, “Yanlış Hayat Doğru Yaşanılmaz” sözüne uygun olarak yaşıyorlar. Yanlış yaşıyorlar bunun için doğru da yapmıyorlar.
O meşhur olan “tekler” özü itibariyle bir halkı ret etmektir. Haklarını tanımamaktır. Saygı göstermemektir. Ötekileştirerek kendi karşıtı haline getirmektir. Bu ise çokça dile getirildiği gibi halkları birbirinin karşısına dikerek düşman haline getirmektir. Ve de Kürt sorununu Türk sorunu haline getirmektir.
Özcesi bugünün uygulanan politikaları çokça söylendiği gibi geçmişin Kemalist rejim uygulamalarından çok büyük farklar arz etmiyor. Birisi kılıçla, baltayla katlederken yenileri pamuk ya da ipek ipekle Kürt halkını boğmaktadır.
Evet, fark sadece ve sadece yöntemdedir. Yoksa faşizan ve halklara karşı olan düşmanca tutum ve horlayan zihniyet olduğu gibi olmasa bile devam etmektedir.
Ama unutulmasın ki, bu zihniyet kaldıkça, bu zihniyet durdukça ve bu zihniyete göre Kürtleri baskılayan iktidar var oldukça Kürtler sonuna kadar direnecek ve namus meselesi olsa bile asla ama asla teslim olmayacaktır.
Boşuna nur yüzlü çınarlık Seyit Rıza, “Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim. Bu bana ders oldu. Ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun” diyerek asla ama asla boyun eğmeyeceklerini söylememiştir.
K. Nurhak
- Ayrıntılar
Bedeniyle, beynimizi ve ruhumuzu yakan kadın demişti ona yaşlı biri…
Görememiş, tanışamamış yüzlerce insan onu en yakınındaki kadar tanımış, Viyan’ı anlatmaya çalışmıştı.
Biri öncü ve lider olarak tanımlamıştı Viyan’ı. Bir diğeri umut, güzellik, asalet olarak adlandırmıştı.
VİYAN, istemek çok istemek, tüm gücüyle istemektir diyordu bir başkası.
Viyan haykırıştır.
Aydınlığa erişmektir.
İstek ve iradedir.
Ateş demektir…
Yedinci yıldönümündeyiz şahadetinin Viyan’ın. Yalnız bir kartal gibi zirveleri, dorukları mesken eylemiş, alevlerle halaya durmuş Viyan yoldaşımızın gidişinin yedinci yıldönümü.
Her anımızda bizimle olan Viyan’ı her yıl yeniden yaşıyor, o alevlerin yüzümüze vuran yalımlarını yeniden hissediyoruz.
Viyan’ın Pısaxa vadisinde yankılanan sloganlarını beynimizin duvarlarında yeniden duyarken sarsılmaz bir inanç, kararlılık ve iradenin başardığı eşsiz eylemin önünde saygıyla eğiliyoruz.
Aradan geçen yedi yılda Viyan yoldaşın eyleminin anlam ve önemi katlanarak büyüdü. Adını alan yüzlerce Viyan, onun mirası üzerinde Önder Apo’nun etrafındaki çemberi daha da büyüttü. Viyan’la büyüyen, Viyanlaşarak büyüyen binlerce Kürt kızı varlık gerekçemize dayatılan tecride, tecridi uygulayanların kirli politikalarına karşı aynı kararlılık ve iradeyle savaştı.
Bu savaşın eşsiz öncüsü PKK’nin yeniden yapılanmasında emekleriyle büyük bir rol oynayan Viyan yoldaş, geçen altı yıl boyunca yaratılan kazanımların da mimarı konumunda. Önderliğimize yönelik artarak sürdürülen tecrit politikalarına, Kürtlere dayatılan statüsüzlüğe, katliam politikalarına, yoldaşlarına yönelik imha tehditlerine rağmen Viyan’ın başlattığı büyük direniş bugün milyonları kucaklamış durumda.
Şüphesiz bu direnişin nedeni olan uluslararası komplo tam olarak yıkılabilmiş değil. 15 Şubat uluslar arası komplosuna karşı büyük aşamalar kat edilmiş, komplonun amacına ulaşması engellenmiş olsa da komplo kendini ısrarla sürdürmek istemektedir.
Bunun en son örneği Paris katliamı ve Kürdistan’daki katliam politikalarıdır. Kürt halkına yaklaşımın en yoğun ve derinden hissedildiği Önderlik tecridi tüm zamanların en ağır dönemini yaşarken komplonun yenildiğini, yok edildiğini söylemek yerinde olmayacaktır.
Ulusal birlikte gelişme kaydedilmiş, Kürdistan’ın dört parçasında yürütülen mücadeleyle tarihi kazanımlar elde edilmiş olmasına rağmen komploculara, Kürdistan’ı sömüren güçlere, Kürtleri soykırım tehdidi altında tutan zihniyete ölümcül darbe vurulamamıştır.
Bu sonuçta hiç şüphe yeterli anlayış ve hissedişin oturtulamamasının büyük bir etkisi vardır. Viyan yoldaşın keskin kararlılığı, Kürdistan’a ve Kürtlere yönelen saldırıların yarattığı öfkenin, buna karşı mücadeledeki iradenin tüm toplumda yaygınlaşmaması komploculara halen umut vaat etmektedir.
Tek bir gün daha tecritle yaşamak istemiyorum diyerek eyleme geçen Viyan yoldaşımızı anarken eyleminin amaçlarını yeniden gözden geçirmemiz bu anlamıyla büyük bir önem arz ediyor. Eğer Viyan yoldaşın anısına sahip çıkmak istiyorsak, sadece duygusal bir etkilenmeyle, genç bir Kürt kızının kendisini yakmasının yarattığı acıyla bakmamayı öğrenmemiz gerekiyor.
Viyan yoldaş tüm halkın acılarını en derinden hissederek, tüm Kürdistan parçalarında bin yıllardır süren katliamların, göçertilmelerin, asimilasyonun, hakir görülmenin, yok sayılmanın ne anlama geldiğini, Önderliğimiz şahsında uygulanan tecridin tarihsel kökenini kavrayarak yaşadı. Her anında bunun acısını hissetti. Her anında bu tarihi tersine çevirecek, Kürdistan’da özgürlüğün zaferini ilan edecek bir mücadelenin nasıl olabileceğine yoğunlaştı. Bunun örgütlülüğü, bunun eylemi için yaşamın her alanında büyük bir emek harcadı. Geleneklerinden kopmayarak, direnişinden asla taviz vermeyerek anı anına mücadele etti.
Viyan’ı Viyan yapan sadece onun eylemi değil, nefes aldığı her anda gösterdiği kararlılık, irade ve duruşudur.
Viyan yoldaşımızın yeni bir şahadet yıldönümünü yaşarken Viyanlaşmak isteyen tüm Kürtlerin de bu duruş ve iradeye ulaşma çabasında olması hayati önemdedir. Bu başarıldığı oranda Viyan yoldaşımızın amacı ve hedefi olan Önder Apo’nun özgürlüğü de sağlanacaktır.
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Basın ve Kamuoyuna!
3 Şubat tarihinde öğlen saat 1.15 'te Medya Savunma Alanlarının Zap bölgesi sınırları içinde bulunan Şehit Kervan ve Xeregol alanlarımıza
- Ayrıntılar