Her yerde hep birlikte diyebilmek için sözü yüz yıllar öncesinden söylenen bir söz. Tam olarak, “yârin yanağından gayri her yerde her şeyde hep birlikte diyebilmek için”dir. Söz Şeyh Bedrettin’e ait. Bir dönemlerin Şeyh ül İslam’ı da olan Şeyh Bedrettin ortaklaşmanın ne kadar önemli olduğunu dile getirmektedir bu sözler.
Arada yüz yıllar geçmiştir, ortaklaşmanın ne kadar önemli olduğunu mücadele ederken öğreniyoruz.
Büyük Şair Nazım Hikmet’in kaleminden dile getirildiği gibi:
“Hep bir ağızdan türkü söyleyip
Hep beraber sularda çekmek ağı
Demiri oya gibi işleyip toprağa
Ballı incirleri hep beraber yiyebilmek
Yârin yanağından gayrı her şeyde,
Her yerde,
‘hep beraber’
diyebilmek için...”
Bizler Kürdistan devrimcileri olarak yeni tarihi bir eşikte duruyoruz. Başkan Apo’nun 21 Mart Newroz manifesto açıktır. Herkese çağrılar yapmaktadır. Öyle ki
“Bu Newroz hepimize yeni bir müjdedir.
Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed'in mesajlarındaki hakikatler, bugün yeni müjdelerle hayata geçiyor, insanoğlu kaybettiklerini geri kazanmaya çalışıyor.
Batının çağdaş uygarlık değerlerini toptan inkar etmiyoruz.
Ondaki aydınlanmacı, eşit, özgür ve demokratik değerleri alıyor kendi varlık değerlerimizle, evrensel yaşam forumlarımızla sentezleyerek yaşamsallaştırıyoruz.
Yeni mücadelenin zemini fikir, ideoloji ve demokratik siyasettir, büyük bir demokratik hamle başlatmaktır.
Selam olsun bu sürece güç verenlere, demokratik-barış çözümünü destekleyenlere!
Selam olsun halkların kardeşliği, eşitliği ve demokratik özgürlüğü için sorumluluk üstlenenlere!”
Başkan Apo bizlere böyle hitap ediyor. Bizlere yeni dönemde nasıl çalışmamız gerektiğini de belirtiyor. Ve önemli mesajı ise dinlerin ortak değerlerine sahip çıkmamızı istiyor. Dinlerin ortak değerleri öncelikli olarak ahlaki değerleridir. Ortakçılıklarıdır. Birlikte bir arada yaşama istemleridir. Ve tabii ki haksızlıklara karşı duruşlarıdır. Ve de özelde de Ortadoğu’da dinlerin kapitalist modernist kültüre karşı bir nevi kendini savunmanın ve de korumalarıdır. Bunu yaparlarken de Ortadoğu toplumlarını bir nevi kapitalizmin sızmalarına karşı korumaktadırlar.
Şimdi bizlere böyle yüklü misyonlar biçilmişken, bizlere adeta gece gündüz çalışmamız için fırsatlar doğmuşken, gerçekten de bunu yapıyor muyuz? Adeta kapı kapı dolaşarak çalışmaların tam ortasına kendimizi atıyor muyuz? Ya da işin tam ortasında yerimizi alıyor muyuz? Yoksa çalışmanın emek yoğunluğu olmayan çalışmalara mı göz dikiyoruz?
Bu soruları herkes, hepimiz elbette kendimize sormalıyız.
Örneğin Kürdistan başta olmak üzere kaç kişimiz köylere bir tane komün kurmak için yollara düşüyoruz? Kaç köye gidip kaç tane örgüt kuruyoruz? Kaç tane köyde büyüyen insanımıza bir şeyler vererek, başkasına muhtaç olmadan yaşamasının yolunu öğretiyoruz?
Böyle soruları çoğaltabiliriz. Bizler bir köye gidip bir tane gençle, kadınla, yaşlıya, ya da anayla konuşma yerine şehirlerden dışarıya çıkmadığımız açıktır. Nede olsa şehirlerin imkanları çok fazladır. Çok fazla bizlere “maddi ve manevi” imkanlar sunmaktadırlar. Söyleyeceklerimizi” entelektüel sözleri daha iyi anlayabilmektedirler.” Birde ulaşım daha rahat. Konuşmak daha rahat. Yaşam daha rahat. Ancak köylere gitmek için biraz yorulmak gerekiyor, biraz koşuşturmak gerekiyor. Yürümek gerekiyor. Dil dökmek hem de herkesin anlayacağa bir dilde kendimizi yorarak konuşmamız gerekiyor. Ve tabii köyde, köy ortamında bir köylü gibi gerekirse yaşamamız gerekiyor.
Lakin bunlar zor şeylerdir. Bilinçli ya da bilinçsiz olsun sonuç yada ortaya çıkan gerçekler bunlardır. Bunun içinde köylere gitmiyoruz, bir tane komünün kurulmasına öncülük etmiyoruz. Ya da komün kurup içinde yaşamıyoruz. Sonra da sürece hazır olduğumuzu en tok sesle dile getiriyoruz.
Açıkça söyleyelim, sürece hazır olmak öncelikli olarak gidip bir köyde komünler oluşturarak birlikte yaşamaktan geçer. İnsanlarımızı kendilerine yetecek hale getirmekten geçer. Aksi taktirde sürece ve sürecin gereklerine göre yaşanıldığı söylenemez.
Benzer bir durum ise kentlerdeki varoşlar için geçerlidir. Yani Gettolar için. Şimdi soracak olur ise kaç kişi, kaç tane Getto’ya giderek insanlarımızın dertleriyle uğraşmaktadır? Yada başka bir şekilde soralım, Gettolarda hakim olan ideolojik çizgi kimlerindir? Bizler ezilenlerin ve ötekileştirilenlerin yanında olduğunu söylenenler mi etkili yoksa iktidar yada iktidarı pekiştiren başka güçler mi daha faal? Açık ki iktidar ve iktidara yakın duranlar karış karış, mahalle mahalle dolaşarak Varoşları kendilerine zemin yapmaktadırlar.
Halbuki varoşlar yani Gettolar bizlerin yerleridir. Bizlerin her gün oralarda kalarak, oradaki insanların dertlerine çözüm üretmemiz gerekiyor. Birlikte yaşamamız gerekiyor. Onların komünlerini oluşturarak yerinden dolaysız demokratik ilişkileri ya da doğrudan siyaset yapacakları zeminleri yaratmamız gerekiyor. Bu ise iş demektir. Bu ise emek demektir. Bu ise oralarda bizatihi yaşamak demektir. Bu ise çok ama çok emek demektir. Güzel üslup ve güzel insan ilişkileri demektir.
Lakin bunlar yapılmıyor. Yapılan şehirlerde ya da metropollerde bilinen, tanıdığımız ilişkilere gitmektir. Bizi rahat karşılayabileceklere giderek kendimizce bir şeyler söylemek oluyor.
Evet, “her yerde hep beraber diyebilmek için” öncelikli olarak köylere, varoşlara giderek gerçekten her şeyden birlikte diyebilmemiz gerekir. Birlikte o yaşamı paylaşmamız gerekiyor. Ve tabii ki bizatihi oralara giderek halkımızın yaşama reflekslerinin daha da güçlenmesi için kendi kendilerini yürütebilecek yol yöntemleri göstermemiz gerekiyor.
Aksi taktirde bizler tarihin bu önemli dönemecinde zamanımızı boş harcamış olacağız. Ve tarihin bize yüklediği misyonunu yerine getirmemiş olacağız. Ve tabii birde kendimizi sürece katmamış olacağız.
Yukarıda dile gelenler ışığında özelde Kürdistan gençleri başta olmak üzere Kürdistan ve Türkiye’de halkların kardeşliğini savunan herkes yeni döneme bu çalışma azmi ve tarzıyla yüklenmek zorundadır.
Başkan Apo’nun dile ifade edecek olursak, selam olsun varoşlarda ve köylerde gece demeden gündüz demeden çalışan demokratik siyaset öncüsüne.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Bizler yeni bir sürece adım atmış bulunuyoruz. Başkan Apo bu süreci, “DEMOKRATİK KURTULUŞ VE YENİ YAŞAMI İNŞA SÜRECİ” olarak tanımladı.
Geçmiş yıllarda da özgürlük hareketi her zaman tarihi önemi yüksek olan anlarda, süreci ifade eden dönem Şiarlarını tespit etmiştir. Süreci en iyi ifade edebilecek, anlamı daha da güçlendirecek Şiarlar dediğimiz gibi her zaman özgürlük hareketi tarafından formüle edilmişlerdir. Lakin her zaman en iyi sözleri, en iyi başlıkları, en iyi şiarları, en iyi sloganları, en iyi açıklamalarını yapmak yetmiyor. Güzel ve formüle edilmiş tanımlamaların hayat bulması için başka şeyler gereklidir.
Öncelikli olarak söylenenlerin hayat bulması için doğru bir zihniyet yapılanması gerekiyor. Zihniyet yapılanması bu davaya kendisini adadığını söyleyen, söylenenlere inanan, bir şeylerin yapılması gerektiğini bilince çıkaranların işidir. Bir kere bu davaya inanmış iseniz o zaman bu davanın gereklerini de yerine getirmeniz gerekmektedir. Önce beynimizle kendimizi yeniden yaratacağız. Yani beyinde zihniyetimizde kendimizi yeniden yaratacağız. Onlarca yazı, belge, araştırmalar vardır. En azından Başkan Apo’nun sunduğu çok sayıda savunmaları vardır. Bir kere bunları alıp iyi özümseyeceğiz. İyi okuyup anlamaya çalışacağız. Yanlışlıklarımızı görüp önce düşüncede aşacağız. Aksi taktirde eğer düşüncemiz yanlış kurgulanmış ise istediğimiz kadar emek sarf edelim, istediğimiz kadar koşturalım, koşuşturalım ortaya çıkacak sonuçlar parlak olmayacaktır. Boşuna yanlış kurgulanmış yaşamlar doğruya ve düze çıkmaz dememişlerdir. Boşuna yanlış yaşanan hayatların doğru yaşanamayacağı söylenmemiştir.
Özcesi doğru yaşamak istiyor isek, önce zihin yapımızı düzelteceğiz. Zihinsel dünyamız kapitalizmin tüm kirleri paslarıyla dolmuş ise ortaya halkların ortaklaşmasını, paylaşmasını, komünal yaşamasını savunan yaşamlar çıkmaz. Hele hele kapitalizmin karşısına halkların komünal değerleriyle hiç mi hiç çıkılamaz. İnsanlığı kirleten zihniyetten arınamayacağımız için varacağımız yer ya da yerler yine bilinen yer ve yerler olacaktır.
Özcesi zihin dünyamızı gözden geçirmeliyiz. Kendimizi yapmalıyız. Bu bireysel okumayla olur, ortak okumayla olur, toplu tartışmalarla olur. Her hâlükârda beyin dünyamızı kesinlikle gözden geçirmemiz gerekiyor. Bunun zor olduğu açıktır. Yıllardır körelmiş, felç edilmiş zihin dünyamızı, dünyalarımızı arındırmak kesinlikle büyük emek ve yürek ister.
Ve tabi bir kere düşünce dünyamızı düze çıkarmış isek bu kez yaşamımızı düze çıkarmamız gerekiyor. Yaşamımız ortaklaşmayı yani komünal yaşamı öngörüyor. Toplumumuzu, toplumlarımızın ortak değerlerini ilke edinerek onları savunmayı öngörüyor. Kapitalizm başta olmak üzere bildiğimiz o tüm kirletici uygarlık değerleriyle kirletilmeye çalışılmış olan o temiz değerlere yeniden sahiplenmeyi öngörüyor.
Bizler öncelikli olarak toplumumuzun ve toplumlarımızın direniş güçlerini, enerjilerini yeniden açığa çıkarmalıyız. Yani direnişçi toplumu yeniden ortaya çıkaracağız. Kolay kolay dışarıda gelipte baskılayan her hangi bir saldırıyı kabul etmeyen toplumsal özü yeniden inşa etmemiz gerekiyor. Bunu yapabilmek için hem toplumumuzun içine gireceğiz, hem de o toplumumuzun bilinen tüm ahlaki değerlerini yeniden açığa çıkararak toplumsallaşmasına ön ayak olacağız. Toplumsallaşması güçlü olan ancak ısrarla kapitalizmin kirletici, bireycileştirici, maddiyatlaştırıcı ve de özel mülkiyetçileştiren yaklaşımlarıyla zayıflatılan bu toplumsallığı yeniden inşa edeceğiz.
Bu gerçekten çok zor bir iştir. Toplumun o güzel yönlerini yeniden ortaya çıkarak güçlendirmek, hem de dışarıda kirletici olarak bir nevi sızdırılmış olan toplumu düşüren ve zayıflatan virüslere karşı mücadele etmek ciddi çaba ister.
Öncelikli olarak dirayet ister. İrade ister. Çaba ister. Dayanırlık ister. Sabır ister. Ve tabi bir de kesinlikle önce kendini o tüm uygarlık kirlerinden temizlenmeyi ister. Herhalde işin en zor yönü de bu olmalıdır.
Beyin ve yürek işi derken kast ettiğimiz budur. Demokratik kurtuluşun yapılması için gerekli olanlar elbette sadece bunlar değildir. Toplumun kültürünü öz kültürünü yeniden inşa etmek. Sosyal ve siyasal yapısını kendi kendisini ayakta tutacak düzeye yeniden getirmek. Geçmiş yıllarda olduğu gibi kendi kendine karar verme, karar alma mekanizmasını yaratmak. Her türden kararlaşmayı bizatihi kendi iradesiyle alır hale getirmek. Ve tabii ki toplumun geçmiş yıllarda olduğu gibi ortaklaşmasını, paylaşımcı karakterini yeniden gün yüzüne çıkarak, dışarıda sızdırılan bireyci ve maddiyatçı olan kapitalist kültürü dıştalamaktır.
Yukarıda söylenenlerin pratikleşmesinin ne kadar zor olduğu açıktır. Ama unutulmamalıdır ki bizler zor olanı hayata geçirmek için yollara düştük. Ve zor olanı başarmak için bu ülkenin, bu toprakların ne kadar civanmert evlatlarının toprağa düştüğünü de unutmamak gerekiyor. Yani yanlış yaşanmış olan bir yaşamı doğru yaşanır hale getirilmesi için gerçekten de çok büyük emekler gerekmektedir.
Madem ki yeni demokratik kurtuluş sürecine yine onun yeni yaşam inşasına varız diyoruz, o zaman bulunduğumuz her yerde herkes, hepimiz mutlaka beyin ve yüreğimizi bu işe yatırarak üzerimize düşeni yapmalıyız ki Kürtlerin eline geçen bu tarihi fırsatı kaçırmayalım.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Kürdistan halk Önderi zindanda, en zorlu koşullarda tarihi bir adım attı. PKK-KCK yönetimi, sözü iki etmeden, kendi Önderliğini kayıtsız-şartsız izledi. Kendilerine göre senaryolar oluşturup, Önder Apo ile, Kürdistan özgürlük hareketinin yönetimini karşı karşıya getirmek isteyen, bunun üzerine senaryolar kuran ve sonuçlarından nemalanmak isteyen sömürgeci Türk devletinin hükümeti ve bu temelde etkilemeye çalıştığı geniş kesimler de fena halde yanıldılar.
Savaş varsa, savaşan taraflar vardır. Barış varsa da, barışan taraflar vardır. İnsanlar, kesimler, halklar ne için savaşırlarsa, barışın da bu temelde oluşmasını isterler. Yani ne için, hangi amaç için savaşılmışsa, barışı da o amacın gerçekleşmesi olarak anlarlar. Eğer amaç gerçekleşmiyorsa o zaman o duruma barış denilmez. Savaşa yol açan nedenler ortadan kalkmıyor, Kürt halkının halk olmaktan kaynaklanan hakları tanınmıyorsa, o zaman durumu nasıl tanımlamak gerekir?
Önder Apo, Kürt halkının amaçlarına artık demokratik siyaset yoluyla gitmesini istedi. Bunu yaşanan mücadelenin, tarihin, toplumun ve bölgenin içinde bulunduğu durumdan hareketle söyledi. Sömürgeci Türk devletinin yetkilileriyle yapılan müzakereler sonucunda, bir yol haritası ortaya konuldu. Üç aşamalı olan bu eylem planında tarafların yapması gereken görevler birer birer belirlenmiştir.
Önder Apo Kürdistan özgürlük hareketinden mektuplar yoluyla ve BDP heyetleri üzerinden talepler de bulundu. Kürdistan Özgürlük Hareketi, Önder Apo’nun söylediklerini talimat olarak anladı, anlamlandırdı ve gereklerini yerine getirmeye başladı. İlk önce bir iyi niyet adımı olarak, HPG’nin elindeki esirleri bıraktı. Ardından, Önder Apo Newroz’da tarihi çözüm deklerasyonunu, barış manifestosunu yayınladı. Bunu Özgürlük hareketinin ateşkes ilanı ve ardından da, 8 Mayıs’ta da geri çekilme kararını açıkladı. HPG Komutanlığı, hem Önderliğin, hem KCK Başkanlığının açıklamalarını esas alarak, geri çekilme talımatını Kuzey Kürdistan’da bulunan gerilla birliklerine alenen iletti.
Tabiki bu öyle kolay bir karar değil di. Kürdistan özgürlük hareketi ve gerillası kendisini, 2011-2012’de başlatıp da, kimi yetersizlikler nedeniyle sonuca götüremediği devrimci halk savaşını, daha güçlü bir eğitim, hazırlık ve özeleştiri temelinde başarıya götürme kararını almıştı. Bunun için bölge ve Kürdistan koşulları da uygun haldeydi. Düşünce ve motivasyon buydu. Her komutan ve savaşçı böyle bir kararlaşma ve motivasyon içindeydi. Tam da böyle bir durumda ateşkesi ve geri çekilmeyi tartışmak bile zordu. Bunu kabul ettirmek kolay değildi. Aynı şeyi Kürdistan halkının geniş kesimleri için de bunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Ortada sadece savaş-barış kararını veren bir hareket ve gerilla yok, bu savaşa en yiğit, en cesur, en fedakar ve en güzel oğullarını-kızlarını vermiş bu halkın da elbette ikna sorunu vardı. Hem gerilla hem de halk açısından, elbette hassasiyetler vardı. Elbette riskler de vardı. Ancak Önder Apo ve PKK yönetimi birlikte, herşeyi göze alarak kararlaştırılan adımları birer birer attılar. Ve atmaya devam ediyorlar.
“Gerilla Kuzey Kürdistan’dan çekilmeden, devlet sınırları dışına çıkmadan, silahlar susmadan, kan akarken nasıl Kürt sorunu çözülür” ya da “ hükümet olarak biz nasıl adım atabiliriz” diyerek, sürekli bir biçimde işi yokuşa süren, bunu ipe un serme gerekçesi yapan AKP hükümeti bundan sonra ne diyecek diye, Kürt ulusu başta olmak üzere tüm Türk ve dünya kamuoyu merakla beklemektedir. Oslo sürecinin ilk tartışma gündemlerinden birisi, yani 2008 yılından bu yana sömürgeci AKP hükümeti, esas olarak gerillanın devlet toprakları dışına çıkmasını, çözüm yönünde adım atmanın bir temel şartı, olmazsa olmazı olarak görüyordu. Öyle anlaşılıyor ki, son görüşmelerde de böyle bir istem ve talepte bulunmuşlardır.
Önder Apo ve Kürdistan özgürlük hareketi, madem sorunun önündeki engel- böyle olmamakla birlikte- gerillanın Kuzey Kürdistan’daki varlığı ise, “ biz bunu çözeriz” dediler. Ve bu temelde Kürdistan özgürlük gerillası demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa etmek için bir özgürlük ve demokratik çözüm yürüyüşü başlattı. Herkes şunu bilmelidir ki, ilk silahlı propaganda birliğinden bugüne kadar, gerilla Kuzey Kürdistan’a hangi amaç ve hedefle yürümüşse, ordan geri çekilmeyi de o amaçla yapmaktadır. Gerilla Kuzeye yönünü dönerek, yürürken de amaç, Kürdistan topraklarında Kürt halkının ve diğer tüm halkların-inançların demokratik bir ulus temelinde özgürce kendi yaşamını kurmasıydı ve Türk halkıyla yeniden eşit-özgür temelde birlikte yaşamasıydı, bugün de Kürdistan özgürlük gerillası çekilirken de, aynı amaç için çekilmektedir.
Ve gerillanın ilk grupları tüm dünyanın gözleri önünde çekilme işlemlerini başlattılar. Sömürgeci Türk devletinin keşif, pusulama, operasyon, hava koşullarının sertliği vb. rağmen gerilla grupları zorlu bir çözüm yürüyüşünün ardından medya savunma alanlarına çekildiler. Çekilme çalışmaları halen de devam etmektedir.
Gerillanın çekilme kararını duyduklarında, çekilme sürecinde ve medya savunma alanlarına çekildiklerinde nasıl düşünceler ve duygular yaşadığını hep birlikte izledik. Bir gerillanın, yirmi bine yakın özgürlük gerillasının, adeta her karışına kanının karıştığı topraklardan, mekanlardan geri çekilmesinin ne anlama geldiğini sanıyoruz, herkes izleyebildi. Kendi yoldaşını, silah arkadaşını kendi eliyle toprağa gömerek geri çekilmenin ne kadar zor olduğunu, biraz vicdanlı, ahlaklı hatta biraz insanlıktan kırıntı kalan herkes az-çok tahmin edebilir. Biraz enpati yababilir. Ama demokratik çözümün, halkların eşit-özgürlüğü için, gerillalar yüreklerine taş basarak, acılarını yüreklerine gömerek geri çekildiler.
Herkesin bunun anlamını çok iyi bilmesi ve taktir etmesi gerekmektedir!
Evet! AKP Hükümeti! Şimdi Kürt sorununu çözmemek, adım atmamak için elinizde bir gerekçe kaldı mı? Yeni uyduruk gerekçeler üretmezseniz, ipe un sermek, suyu yokuşa sürmek için elinizde hiç bir gerekçe kalmadı. Hele hele,” gerillanın geri çekilmesi yetmez, silahta bırakması gerekir “ gibi gerillayı ve Kürt ulusunu çileden çıkaracak uyduruk gerekçeler ileri sürmezseniz. Adım atma sırası sömürgeci Türk devletinindir.
Kürt ulusu ve dostları soruyor:
Siz şimdi, Önder Apo’nun ve diğer esaret altına aldığınız tutsakları serbest bırakacak mısınız? Kürt halkının halk olmaktan kaynaklanan haklarını tanıyacak mısınız? Bunu öyle muğlak-belirsiz, her tarafa çekilebilir biçimde değil de, açık, dobra dobra Kürt inkarına son verecek misiniz? Yeni yapılacak anayasada Kürt ulusunun varlığına ve haklarına aynı açıklıkta yer verecekmisiniz? Örneğin en azından İspanya modeli bir anayasal güvenceyi, yani demokratik özerkliği Kürt ulusuna verecek misiniz? Kürt halkının kendisini özgürce yönetme hakkı da dahil, dil-kültür vb. Alanlarda sınırlamalardan vazgeçecek misiniz? Cumhuriyet tarihi öncesi ve sonrasında Kürt ulusuna ve diğer ermeni, alevi, çerkez, laz vb. Kesimlere yönelik politikaları açığa çıkarmak üzere arşivleri açacak mısınız? Başta Ermeni ve Kürt uluslarına yönelik soykırımı kabul edecek misiniz?
Güncel olarak, halkımızın temel bir talep olarak dile getirdiği, karakolların yapımını durduracak mı, Kürdistan’daki askeri varlığını devam ettirip daha da derinleştirmek için yürüttüğü baraj inşaatlarını ve yol yapımlarını durduracak mı? Ve en önemlisi, Kürdistan’daki işgal güçlerinizi ne zaman çekeceksiniz?
Yoksa oyalama politikasına devam mı? Ya da bazı kırıntılarla Kürtleri uyutma politikası mı?
Şu bilinmelidir ki, Önder Apo’nun sömürgeci Türk devletine verdiği son şanstır. Eğer karşılık verilmez, Kürt halkını ikna edici adımlar atılmazsa, varolan kimi kırık-dökük, iyice yıpranmış, adeta pamuk ipliği zayıflığına gelmiş bağları da koparır. Kürt ulusu böyle sahte,aldatan yaklaşımları kabul etmeyecektir.
Bazıları, akıl insan, aydın vb. adına Kürtlerin Türk hassasiyetine dikkat etmesi gerektiğini söylüyor. Öyle inanıyorum ki, bu yazımızı da Türk hassasiyetinin dikkate alınmadığı vaazedenler çıkabilir. Onlara uslubumuz içinde kalarak sadece şunu söylemekle yetiniyorum: Behey vicdansızlar, siz de hiç ölçü-izan yok mu? Biraz son yüzyıl tarihinize bakma lütfunu neden biraz göstermiyorsunuz? Liderleriniz, tek istemleri özerklik olan koçgirilileri katliamdan geçirirken, hem de iki halkın meclisi adına bu katliamı yaparken ne tepki gösterdiniz? Devletiniz, sizin adınıza, Lozan’da Kürtleri inkar ettiğinde neredeydiniz? O pek öğündüğünüz Türkiye cumhuriyeti devleti, Kürt ulusunun inkarı ve yokluğu temelinde büyük bir yalan ile ilan edildiğinde neredeydiniz? Peki herkesi Türk sayan 1924 anayasası yapıldığında ne yaptınız? Ya palu-genç-hani katliamları yapılırken? Şeyh Saitler, Seyit Rızalar idam sehpalarına çekilirken? Peki İstiklal mahkemeleri kurulup, takriri sükun ve iskan kanunları çıkarılırken?
Siz hangi hassasiyetten sözediyorsunuz? Kürt ulusunun hiç mi hassasiyeti yok? Ne zaman Kürtlerin hassasiyeti, varlığı ve devletinizin katliamlarla gasp ettiği, ulus olmaktan kaynaklarar hakları diyeceksiniz?
Halkımız ve dostları, tüm Türkiyeli demokrasi güçlerini AKP devletinin de bazı somut, elle tutulur ve çözümleyici adımlar atması için mücadelelerini daha da yükseltmeleri gerekir.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
18 Mayıs Kürdistan Şehitler Günü. Karadenizli Devrimci Haki Karer’in 1977’de ajan-provokatörler tarafından Antep’te katledildiği gün. Şimdi bu tarihi olayın otuzaltıncı yıldönümü yaşanıyor. Otuzaltı yıldır Haki Karer’in başlattığı bu kahramanlık yürüyüşüne yeni halkalar eklenerek Kürt halkı sayıları yirmi bine ulaşan şehitler ordusunun önderliğine kavuşmuş bulunuyor.
Kuşkusuz bu olay bir anda ve tesadüfen yaşanmadı. 18 Mayıs katliamının öncesi ve sonrası var. Hemen iki hafta önce 1 Mayıs 1977’de yaşanan Taksim katliamı söz konusu. Taksim katliamı ile Antep katliamı arasında karar alan ve uygulayanların aynı olması düzeyinde bir bağ var. Dolayısıyla 1977 yılının Mayıs ayında yaşanan bu iki olayı birlikte değerlendirmek lazım.
Elbette Taksim katliamı öncesinde yaşanan benzer katliamlar da söz konusu. 18 Mayıs 1973’te Diyarbakır’da İbrahim Kaypakkaya işkencede katledildi. 6 Mayıs 1972’de Mamak’ta Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildi. Yine 30 Mart 1972’de Kızıldere’de Mahir Çayan ve arkadaşları katledildi. 12 Mart 1971 askeri darbesi ardından peş peşe benzer katliamlar yaşandı. Bu faşizmle demokrasi arasında yaşanan kıyasıya bir savaştı. Faşist-askeri güçler vahşice saldırıya geçmiş, söz konusu işkence ve katliamları uygulamışlardı.
18 Mayıs 1977 Antep katliamı da bu faşist saldırganlığın bir parçasıydı. Öncesinde olduğu gibi, sonrasında da benzer katliamlar devam etti. 19 Mayıs 1978’de Hilvan gençliğinin öncüsü Halil Çavgun faşistler ve polisler tarafından katledildi. Katledilirken Haki Karer’in anısını yaşatmak ve başlattığı mücadeleyi geliştirmek için çalışıyordu.
Söz konusu faşist saldırganlığın devamında 1979 Mayısında Elazığ tutuklamaları oldu. 1980 Mayısında ise Kürdistan’ın her tarafında askeri yönetim. 1981 Mayısında Lübnan’ın Başkenti Beyrut’ta Abdulkadir Çubukçu katledildi. 17 Mayıs 1982’de Diyarbakır zindanında Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Eşref Anyık ve Mahmut Zengin kendini ateş topu yaptı. Bu biçimde Haki Karer ve Mazlum Doğan’ın izinden yürümek ve 12 Eylül faşist-askeri zulmünü protesto etmek istiyorlardı.
Bu katliam ve direniş sarmalı 2 Mayıs 1983’te Mehmet Karasungur ve İbrahim Bilgin’in şehadetini yarattı. Şehit düştüklerinde iç çatışmaları durdurmak ve gerillayı yaratmak için çalışıyorlardı. 1984 Mayısında 15 Ağustos atılımının ayak sesleri geliyordu. 1 Mayıs 1985’te Ramazan Kaplan ve arkadaşlarının Garzan’daki gerilla direnişi ve şehadetleri yaşanıyordu.
Artık gerilla devreye girmiş ve faşist-sömürgeci saldırı ve katliamlara karşı direnip hesap sorar hale gelmişti. Ortaya amansız bir savaş durumu çıkmıştı. Yılın oniki ayının her günü gerilla direnişine sahne oluyordu. Özellikle Mart ve Mayıs ayları her yılın hamle ayları olarak öne çıkıyordu. Haki Karer’in anısı büyüyor ve başlattığı kahramanlık zincirine yeni halkalar ekleniyordu.
Bu halka 11 Mayıs 1992’de Tatvan’da Hozan Mizgîn oldu. 16 Mayıs 1997’de Hewlêr’de Hêlîn ve Salih oldu. Mayıs 2007’de Ankara’da Erdal oldu. 9 Mayıs 2009’da Tahran’da Soran, Ronahi, Ferhat ve Ferzat oldu. Mayıs ayının her günü gerilla mücadelesinde şehit düşen onlarca kahramanın kanıyla sulandı. Mayıs ayı bu biçimde “Şehitler Ayı” haline geldi. Haki Karer’in 18 Mayıs 1977’de başlattığı kahramanlık yürüyüşü otuzaltı yılda yirmi bini aşkın kahraman şehit ortaya çıkardı.
Bugün Kürt halkına ve özgürlük mücadelesine bu şehitler ordusu öncülük ediyor. Kürt halkının sahip olduğu her şeyi bu kahraman şehitler ortaya çıkarmış bulunuyor. Ulusal-demokratik ruh, bilinç, duygu, düşünce, dil, kimlik, örgütlülük, her şeyin şehitler tarafından yaratıldığını ve kazanıldığını Kürt halkı çok iyi biliyor. Tarihsel Önderlik, parti öncülüğü, gerilla savunması, özgür halk, bunların hepsi Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan önderliğinde yürütülen bu kahramanca mücadele ile elde edilmiş bulunuyor.
Bu nedenledir ki Kürt halkı Mayıs başından beri kahraman şehitlerini saygı ve minnetle anıyor. Her yerde şehitlikler ziyaret ediliyor. Kahraman şehitler anısına toplantılar yapılıyor, mevlitler okutuluyor. Şehitleri anlamak ve mücadele tarihini kavramak için tartışmalar yürütülüyor. Önderlik ve şehitler çizgisinde kendini eğitme ve düzeltme hareketi yaşanıyor. 18 Mayıs Şehitler Günü’nde halkın ulusal-demokratik ruhu ve birliği doruğa çıkıyor.
Kuşkusuz Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ilan ettiği yeni demokratik siyasal mücadele hamlesi kahraman şehitlerimizin yarattığı bu büyük ulusal-demokratik gelişme üzerinde gerçekleşiyor. Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa Hamlesi bu temelde gelişiyor. Kürt halkı bu yenilmez güce dayanarak direniyor ve demokratik zafer yolunda ilerliyor. Gerillanın demokratik çözüm yürüyüşü bu temelde oluyor.
Kürt Halk Önderi’nin ve PKK Yönetiminin karar ve çağrısı üzerine gerillanın sınır dışına çekilişi son derece cesur ve fedakâr bir harekettir. Aynı zamanda kendine ve halkın gücüne güvenin bir ifadesidir. Otuzaltı yıllık şehitler çizgisinde yürümeyi ifade emektedir. Dolayısıyla bu yürüyüş kutsal bir yürüyüştür. Hepsi cehennem zebanilerine benzeyen katiller sürüsünden oluşan bu faşist rejimi yöneten bazı AKP’li fukaralar aksini söylese de, gerillanın bu yürüyüşünün cennetlik bir yürüyüş olduğunu imanlı herkes bilir.
Kürt halkı kahraman şehitlerine bağlıdır ve her zaman da bağlı olacaktır. Halkın gözbebeği olan gerillası ise, her zaman Önderlik ve şehitler çizgisinde yürüyen bir güç olacaktır. Her zaman ve her yerde ihtiyaç duyduğu gücü kahraman şehitlerinden alacaktır. Bu temelde geliştirdiği demokratik çözüm yürüyüşüyle kahraman şehitlerimizin amacını gerçekleştirecektir.
Kürtler hareket ve halk olarak 18 Mayıs Şehitler Gününü ve Mayıs Şehitler Ayını bu ruh ve tutumla yaşıyorlar. Önder Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği yeni süreçle tüm şehitlerimizin amaçlarının başarılacağına inanıyorlar. Bu temelde de şehitlerine her zamankinden daha derin bir duygu ve düşünceyle sahip çıkıyor ve amaçlarını başarmak için çalışıyorlar.
Bunun verdiği inanç ve güvenle yeni sürece yaklaşıyoruz. Bu temelde şehadetinin otuzaltıncı yıldönümünde büyük devrimci ve ilk Apocu Haki Karer’i ve şahsında tüm özgürlük mücadelesi şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyoruz!..
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
“Kemal Pir ve Haki Karer bozulmamış iki Karadeniz çocuğu olarak benim arkadaşlık tarzıma adeta bayılarak bağlanmışlardı. Bana en ufak bir zorluk gelmesin diye en erkenden dilini, töresini bilmedikleri Kürdistan’a hepimizden önce yürümüşlerdi” sözleri Başkan Apo’nun sözleridir.
Bir yoldaşımız Haki Karer’i anlatırken, “Anlamak ve hissetmek” diyor ve devamla:
“Bir harekete biçim kazandıran, rengini veren, ideolojisine ruh ve can katan ona ilk her şeyini verenlerdir. Önderlikle yola çıkan Haki Karer arkadaş bu ilk öncülerden, ilk ustalardandır.
O günden bugüne Kürt ulusal dirilişinde enternasyonalizm, evrensellik temel bir yaklaşım olmuş, partimizi ilkel milliyetçiliğe karşı panzehir gibi korumuştur.
O’nu anlamak, O’nu hissetmek, O’nu yaratan zamanı ve koşulları anlamayı gerekli kılıyor.
O’nu anlamak partimizin doğuşunu anlamlandırmak anlamına geliyor” diye tamamlıyor.
Başka bir yerde ise bir yoldaşımız:
“Hakileşmek” diyor, “Hamallık yaparak, yoldaşlarını besleyen, en ufak bir ilişkiyi dantel örer gibi ören, büyüten, eğiten kendisini bir emek abidesi haline getirerek mücadeleye katan Haki Karer arkadaş PKK militan ölçülerinin adeta timsalidir ve mücadelemizi bugüne taşıyan da öncelikle şehitlerimizde temsilini bulan bu militan yaşam ve mücadele ölçülerimizdir.
Kendini bir bütün vermenin, adamanın temeli; parçalı olmayan kişilik gerçekliğiyle hedefe kilitlenme, Önderliğe müritçe olmayan bağlılık, ideolojik düşünüş ve tam inancın ürünüdür.
Birey olmak, yaşamda bir doğrultu ve karar gücüne ulaşmak ve onu yaşamsallaştırma gücünü göstermekse, Haki arkadaşta bu en yüksekte seyretmiştir.
Kapitalizmin bugün öngördüğü köksüzlük, toplumsallığından kopukluk, sadece kendisi için yaşama birey olgusunu tersinden ele alan bir gerçekleşmedir. Özgür bireyin özgür toplumdan, halkların birbirinden bağımsız kurtuluşlarının mümkün olmadığı partimizin en temel ilkelerindendir. Haki arkadaş Türk halkının eşitlik, özgürlük taleplerinin Kürt halkının özgürlük talebinin gerçekleşmesinden geçtiğini görerek, Kürdistan’a yönelmiştir. Gerisi inandıklarını, düşündüklerini en zor, en yok koşullarda oya örer gibi işlemektir.
Haki, İnsanlık tarihinin en başından beri yaşamın daha özgür, eşit ve güzel olma savaşında, deneyimlerin toplamı, çağımıza vuran ışıktır. Yeni bir çağın özgürlük vurgunları ondan aldıkları ışığı büyüterek, geleceğe taşıma göreviyle karşı karşıyadır.
O’nu aşmak, hep yürüyen menzile varmak,
O’ndan iyi öğrenmeyle,
O’nu iyi anlamayla mümkün olabilir.
Önderliğimizinbenim gizli ruhumdur dediği Haki yoldaş için, Cemil Bayık arkadaş; “Önderlikteki birçok özelliği Haki Karer arkadaşta da bulmak mümkün. Önderliğin pratik yansımasıydı adeta. Onun için de hareketimizin bütünleşmesinde çok önemli yeri var. Kişilik olarak oldukça mütevazı; yaşamda yoldaşlarına, Önderliğe bağlı, değer yaratmasını bilen ve sürekli değer büyüten, ideolojik olarak kendisini yetkinleştiren, sürekli gelişmeyi sağlayan ve bunu pratikte örgüt, eylem gücüne dönüştüren bir arkadaştı. En belirgin özellikleri ideolojik örgütsel ve eylemsel yanının gelişkin olmasıydı. Kişiliğiyle,yaşamıyla,eylemiyle,bağlılığıyla çevresini oldukça etkileyen bir arkadaştı” belirlemelerinde bulunup devamla, “Önderlik, bu arkadaşın olumlu özelliklerini daha sonra partileşmeye nakış işler gibi işlemiştir. PKK'nin biçimlenmesinde bu arkadaşın böylesi olumlu etkileri vardır. PKK'nin grup aşamasından partileşme aşamasına vardırılmasında Haki arkadaşın anısına bağlılık esastır. Haki arkadaş, Sterka Sor tarafından alçakça katledildiğinde bu büyük acı, büyük kayıp Önderlik tarafından partileşmenin gerekçesine dönüştürülmüştür. PKK, bu şahadetten yaratılan bir partileşmedir. O saldırı öyle karşılanmıştır. O acı ve kayıp öyle giderilmiştir” diyor.
Kürt halk önderliği ise:
“Halen hatırımdadır, “Haki KARER anısına nasıl karşılık verebiliriz?” dediğimde, Kemal PİR, “bir polise saldıralım, intikamını öyle alırız” demişti. Hiç gözüm tutmadı. Tamam, o katili bir gün yakalarız, provokatörün cezasını veririz, bu olur, fakat bunun da anıyı kurtaramayacağını gördük ve uzun süre düşündükten sonra, aynı yıl, bugünkü parti program tasarısını bu mahallede -şehit düştüğü mahallede- kaleme aldık ve sanıyorum kendimize göre anıya bir karşılık vermenin en uygun biçimi budur dedik. O, bizi basit bir gençlik grubundan partileşmeye karar veren bir grup durumuna taşırdı.
Demek ki, partileşmede şehidi ve ilk şehidi anlamak, gerekeni yapmak çok önemli bir rol sahibi olmaktır ve tarih bu partileşme çabamıza da denilebilir ki, bir yılbaşı gibi anlam kazandırdı. Ulusal tarihin en temel bir kilometre taşı olarak yerini buldu.
Haki KARER’in şahadetinde eksikliği şöyle tespit ettim-ki, Haki’nin az çalışmasından, amaç bağlılığından, onun eksikliğinden ileri gelmiyordu. Amaca -o koşullarda- ve çabaya hepimizden daha fazla bağlı ve katılan birisiydi. Ama objektif olarak eksiklik; örgüt yoktu; eksiklik, örgütün sürekliliği yoktu.
Demek ki, benim bu şahadete yapabileceğim en büyük iyilik, hem örgütü yaratmak ve hem de onun sürekliliğini sağlamaktı. Haki, eylem yapmıştı. İlk dönemlerde bazı faşist yönelimlerini ve düşman hedeflerini etkisizleştirmeyi aklına koymuştu ve bu da örgütün taktiğini sağlama almayı beraberinde getiriyordu. Dönem için yerine getirilmesi gereken bu görevleri esas aldık. Şehidin anısına karşılık verdik. Sonuç; çok önemli tarihi bir gelişme oldu.”
Haki Karer’in Kürdistan devrimindeki rolü ve önemini Önder Apo’nun söylediklerinde rahat bir şekilde görüyoruz. PKK hareketini Haki Karer’e bağlılık temelinde kurulduğunu çokça Önder Apo dile getirmiştir.
Haki Karer ise bizler Antep’te nasıl bir çalışma tarz ve temposuyla çalıştığını biliyoruz. Öyle ki bir insan kazanmak için hamallık yaparak eğitmeyi esas almıştır. Hem eğitecek hem de karnını doyuracaktır. Kitap verecek ancak kitapları hamallıkla elde ettiği değerlerle alacaktır. Biz Kürdistan’da zorlukların ne düzeyde olduğunu da dile getirmiyoruz. Zorluklar diz boyudur. Bir Kürdistanlı için sorunlar ya da zorlukların en alası belki anlaşılabilirdir. Bir halkı sömürge pozisyonda kurtarmak için dünyanın her yerinde şöyle ya da böyle zorluklara karşı mücadele eden devrimciler olmuştur. Ancak başka bir halkın bir devrimcisi olarak Kürt halkıyla dayanışma temelinde Kürdistan’a gelip mücadelenin tam ortasında yerini almak dünyada ender bir davranış biçimidir. Hele birde Kürdistan gibi kendi gerçekliğini inkar eden bir halkın yeniden kendisi olabilmek için mücadelenin tam ortasına atılmayı düşünün. Bu kesinlikle dünyada eşi benzeri olmayan bir devrimci duruş ve davranıştır.
Evet, Haki Karer’i tanımak, anlamak ve de hissetmek için kesinlikle bu gerçekleri bilmek gerekiyor. Bilmenin yanı sıra birde Haki Karer yoldaşın yaşamını esas almak gerekiyor.
Evet, Haki Karer’i Gizli Ruhumuz olarak görüyorsak, ona inanıyorsak o zaman mutlaka ama mutlaka Haki tarzında bir yaşamı kendimize esas almalıyız.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Haki Karer bir Türkiye devrimcisi. Ordulu. Üniversite yıllarında daha sonra PKK’yi kuracak olan Özgürlük hareketinin önderliğini 1973 yılında tanıyacak. Birlikte kalacaklar. Ve Kürdistan devriminin ilk adımlarını birlikte atacaklar. Ve Kürdistan’a ilk adım atacak olan Kürdistan devrimcilerinden olacaktır Haki Karer.
Haki Karer’i bizler PKK önderliğinden tanıdık. Yine Haki Karer yoldaşla birlikte kalan yoldaşlardan tanıdık.
Haki Karer Antep’e çalışmalara gittiğinde tek bir ilişkisi yoktur. Tanınan ve bilinen tek bir ailesi yoktur. Kürtlük adına ya da Kürdistan adına hareket etmek kendi başına tehlike olmasının da ötesinde, ciddiye alınmak bile ciddi bir meseledir. Kürtlük yok sayıldığı gibi Kürtlerde kendilerini inkar etmişlerdir. Öyle ki özümsenme denilen gerçeklik tam surat yürürlüktedir.
İşte Haki Karer böylesi bir ortamda Antep’te çalışmalar yürütecektir. İmkansızlıkların ötesinde bir zemin mevcuttur. Ankara’da 1976 yılında çıktığında birlikte getirdiği bir tek pıl pırtısı vardır. Başka da hiç bir şeyi yoktur. Yol parası bile ancak Antep’e kadar yetmiştir. Ancak Haki Karer Antep’e Kürdistan devriminin temelini atmak için gelmiştir. Yani Kürdistan ve Türkiyeli gençleri örgütlemeye, işçileri örgütlemeye derken devrim yapmaya gelmiştir.
Haki Karer yoldaşın yaptığı ilk iş kendisine bir iş bulmaktır. Bulduğu iş ise hamallıktır. Hamallık yapacaktır. Hamallık parasıyla bir oda kiralayacaktır. Hamallık yaparken adım adım etrafındaki gençlerle konuşacak, derneklere gidecek, gençlerin bulunduğu okullara gidecek ve de tartışacaktır. Düşüncelerini gençliğe taşıracaktır. Düşüncesini aktardığı, etkilediği gençlerle daha yakinen ilişkilenecektir. Gençlik çalışmasının yanı sıra Kürdistan’a gelmiş olan diğer devrimci yoldaşlarla örgütsel çalışmalarını da yürütecektir.
Artık sıra eğitime gelmiştir. Gençlere eğitim verecektir. Hamallıktan elde ettiği gelirle eğiteceği gençler için ekmek alacak, zeytin alacaktır. Özcesi bir ev kuracaktır. Ve onun oluşturduğu evler tamamen birer okuldurlar. Hem hamallık hem de gençlere eğitim vermek onun temel çalışması olacaktır. Ve tabii dediğimiz gibi günlük olarak Antep’te ideolojik çalışmalarını kesintisiz sürdürecektir. İdeolojik çalışmanın en temeli okumaktır, diğer önemli bir husus ise alanda bulunan Türkiye solu ve Kürt reformist sol çevreleriyle tartışmalar yürütmektir. Kürdistan Devrimcilerinin düşüncelerini Kürdistan’a yayabilmeleri için öncelikli olarak diğer sol çevrelerle tartışmalarda kendi farklarını ortaya koymaları gerekiyor.
Dikkat edilirse sıfırın çok altında bir gerçeklik vardır. Kürdistan Devrimcileri sıfırın altında bulunan şartlarda çalışmalar yürütmektedir. Birde tehlikeler had safhadadır. Devriminin başarılacağı belirsizdir. Bir devrimci olarak Kürdistan’da ayakta kalmak bile bir mucize iken, Haki Karer bir Türk olarak Kürdistan’a Kürdistan devrimi için gelmiştir. Ve Haki Karer yukarıda dile getirdiğimiz tarzda Kürdistan’da çalışmalar içerisine girmektedir. Bir dakikasını bile boşa harcamadan, büyük bir ciddiyetle, büyük bir irade ile çalışmalara yüklenen bir devrimcidir. Dönemin temel çalışması kadro yaratmak olduğu için adeta gece gündüz kadro yetiştirmek için insanlarla uğraşmaktadır. Kadro olabilecekleri ise özel ele alarak eğitmiştir. Eğitirken bizatihi hamallık yaparak gençlerin ihtiyaçlarını karşılamıştır.
Herkes bilir ki Haki Karer’in Kürdistan’da yürüttüğü çalışmalar tüm PKK militanları içerisinde en etkili çalışmalar olmuştur. Antep ve Pazarcık’ta yine bir aralar Adana’da çalışmalar yürütmüş olan Haki Karer her şart altında her zaman büyük başarılar elde etmiş olan bir Önderlik yoldaşı olmuştur. Önderliğin Haki Karer için: “Gizli Ruhum” dediği gerçeklik budur.
Şimdi bir 18 Mayıs’ı yaşıyoruz. Haki Karer’in katledilişinin ardından tam 36 yıl geçti. Ve biz bugünümüze bakarken yaratılan her değerde Haki Karer’i görüyoruz. Haki Karer’in yarattığı değerler bugünde varlığını koruyor. Yine Haki Karer’in anısına kurulan PKK’nin yarattığı her değerde onu görmemek için kör olmak gerektiğini de biliyoruz.
Evet, Haki Karer’i anarken, yeni dönemin tümden, tamamen Haki’ce yaşamanın ve çalışmanın zamanı olduğunun bilinciyle herkesi ama herkesi Haki’ce çalışmaya çağırıyoruz. Adeta iğne ucuyla kuyu kazarcasına çalışmış olan, eğiteceği gençleri eğitebilmek için hamallık yaparak karnını doyuran Haki yoldaşın tarzıyla dönemin tüm görevlerine yüklenmek olmazsa olmaz devrimci bir görevimiz olduğunun bilinciyle yeniden herkesi Haki’ce çalışmaya ve yaşamaya davet ediyoruz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Öncelikle tüm Kürdistan halkının Kürt dil bayramını en içten dileklerimle kutluyorum. Mayıs şehitlerini bağlılık, saygı ve minnet duygularımla anıyorum.
Kürdistan Özgürlük gerillasının Önder APO’nun ve KCK yönetiminin çağrısına uyarak 25 Nisan 2013 tarihinden itibaren başlattığı geri çekilme hazırlıkları somut bir sonuça ulaşmış bulunmaktadır. Kuzey Kürdistan savaş sahalarından Kürdistan özgürlük gerillalarının başlattığı çözüm yürüyüşünün ilk grubu medya savunma alanlarına ulaşmıştır. Bu tarihi bir gün ve adım olmaktadır.
Bu durum birkaç açıdan ele alınabilir. Birincisi, Önder APO ile Kürdistan halkı ve Kürdistan özgürlük hareketinin özgür gerillası arasındaki bağların ve ilişkilerin nasıl bir derinlik ve kopmazlık içerisinde olduğunu göstermektedir. İkincisi, Kürdistan özgürlük hareketi kamuoyuna açıkladığı her sözün ve açıklamanın arkasında durduğunu bu konuda tartışılmaz bir söz-eylem, teori-paratik diyalektiği içinde olduğunu bir kez daha dost düşman herkesin gözleri önüne sermiştir. PKK bu konudasoylu bir geçmişe sahiptir.Üçüncüsü, bir kez daha Kürdistan Özgürlük hareketi barış ve demokratik çözümde samimi, istekli ve kararlı olduğunu gözler önüne sermiştir.
KCK Yürütme Konseyi Başkanlığının açıklamasını yaptığı, HPG komutanlığının gerekli talimatını verdiği sürecin geliştiği böylesi bir durumda, sömürgeci devletin başbakan yardımcısı Bülent Arınç" Cehennemin dibine gitsinler..." şeklinde açıklama yapacak kadar seviyede irtifa kaybetmiştir. Bir tarafta alay eden diğer tarafta hakaret eden bir tutum sergilemekten çekinmemiştir. Tabi biz Bülent Arınç’ın bu saldırılarının kaynağının ne olduğunuda gayet iyi biliyoruz.
Bilindiği üzere Yalçın Akdoğan hem sömürgeci sistemin başbakanı, Tayip Erdoğan’ın danışmanı hemde Akp’nin derin akllı ve analizcisidir. Kendisi Kürdistanda yaptığı son toplantı ve geziden sonra PKK’nin hızla sistemini örgütlediğini ve gelişen çözüm sürecinin PKK’ye yaradığını söylemiştir. Bu demokratik çözüm sürecinde PKK’nin askeri olduğu kadar siyaset alanında da başarılı olduğunu ve dahada olacağını açık bir gerçekleşmesidir. PKK’yi yanlızca gerillacılıktan ibaret gören ve siyasete imkan açılmasıyla PKK’nin daralacağını düşünen Akp’nin de hesaplarının alt üst olduğunu göstermektedir.Siyaset mühendisliğinin daha doğrusu “ustalık döneminin siyaset mühendisliğinin” çökmesinden duyulan korku ve paniğin dışa vurumudur.
PKK hareketi ulusal, toplumsal, ekonomik, siyasi, diplomatik, hukuki, savunma ve idari vb. gibi her alanda uygulanabilir ve sürdürülebilir bir projeye, sisteme sahip olduğunu kırk yıllık mücadele tarihinde tüm yalın gerçeği ile ortaya koymuştur. Henüz gelişen yeni sürecin başındayken dahi böylesine bir potansiyelin kendini hızla açığa vurması,bugüne kadar Bülent Arınç gibilerinin suratlarında bulunan “ılımlı maskeyi” sıyırmakta ve onun cehennemi yüzünü herkese gösterme günlerinin açığa çıkmasına az kaldığını bize göstermektedir. Çünkü oyun bitiyor.
Şimdiye kadar Akp Oslo görüşmelerinde ve sonrasında sürekli bir biçimde Kuzey Kürdistandaki gerilla varlığının kendi çözüm projesinin uygulanması önünde engelleyici olduğunu ve bu nedenle gerillanın çekilmesini, hem PKK yetkililerine hemde arabulucu olan üçüncü tarafa sürekli bir biçimde aktarmışlardır. İşte geri çekilme çağrısı, kararı ve pratikleşmesi! Bütün bu hususlarda Akp samimi ise neden bu öfke ve hakaret!
Neden?
Şimdi demokratik çözümün birinci aşaması tamamlanma eşiğine girmiştir. Artık demokratik bir anayasanın yani Kürdün inkar edilmiş ulusal haklarına muğlak ve belirsiz bir tarzda değil, net, açıkça yer veren ve tanımlayan bir anayasa yapma zamanı gelinmiştir. Yani yalan dilinin terk edilerek hidayate erme döneminin başlatılması gerekir. Bu durum ise Bülent Arınç ve gibilerinin uykularını kaçırmışa benzemektedir. Sömürgeci Türk devleti ne yapacak?
Süreç şeffaf bir biçimde yürüyor. Türk tarafının söyledikleri ve yaptıkları ile Kürt tarafının söylediği ve yaptıkları gözler önündedir. Bu konuda öyle süpekülasyon yapılacak ve gizemleştirilecek bir şey yoktur. Kürdistan halkı Türkiyeli aydın, demokrat, sosyalist, feminist ve ekolojik çevrelerde süreci yakından izliyor. Sadece Kürdistan ve Türkiye halklarıylada sınırlı değildir. Dünyada izliyor.
Özellikle Kürdistan halkı siyasetçileri, aydınları, yurtseverleri, emekçileri, kadınları ve gençleri ikinci dönemin yani demokratik bir anayasanın yapımının gündeme girdiği bir süreçte Akp’nin yakasına yapışmayacak mı? “Kürt tarafı yapacağını yaptı şimdi sıra sizde demiyecek mi?” “Barış kirvelik gibi iki taraflı olur demiyecek mi?” Türk tarafı ve hükümeti bu tutmunda ısrar ederse bu talepler, öfkeli, herşeyi göze almış talep sahibi halkın önü alınamayan isyanına dönüşmeyecek mi? Şimdi Bülent Arınç bütün bunları göremeyecek ve bilemeyecek bir siyasetçi değildir. Bunları gayet iyi görüyor ve bunun kendisi için cehennem olduğunu algılıyor. Tamda böyle bir düşünce kurgulanışı içindeyken adeta kendisi için karabasan haline gelmiş böyle bir durumdan kurtulmak adına can havliyle “cehennemin dibine kadar gitsinler” demektedir. Ama bu tutum Bülent Arınç ve Akp’yi içine düştükleri durumdan kurtarmaz.
Artık bu durum bizler açısından çokta süpriz sayılmaz. PKK, KCK ve HPG yönetimleri ve Kürdistan halkı Önder APO’nun Newroz manifestosu temelinde demokratik kurtuluş yolunda özgür yaşamlarını inşa görevine koyulmuşlardır. Önder APO’nun da belirttiği gibi sıra Kürt siyasetinde ve halkındadır. Bu halk artık kendi Anavatanı Kürdistan’da Demokratik Ulusu inşa çerçevesinde çalışmalarını yürütmelidir. Bu çalışmanın bir ayağıda demokratik siyaset olmaktadır. Demokratik siyasetin görevi Kürt halkının inkarının ifadesi olan anayasanın varlığına son vererek, Kürdün gasp edilmiş haklarını tanıyan bir anayasa yapılmasını sağlamaktır. Bu elbette Ermeni, Çerkez, Arap, Laz, Süryani, Alevi ve Yezidi vb. inanç ve etnik grupların kendilerini özgürce ifade ve örgütlemeleri önündeki engelleri kaldıran, emeğin hakkını teslim eden ve kadının iradeleşmesine olanak sağlayan bir anayasanın oluşturulmasıdır. Yani Demokratik Türkiye Özgür Kürdistan formülasyonunu somut bir gerçekliğe dönüşmelidir. Daha öncede dediğimiz gibi Kürt siyasetinin yeni dönem görevi perspektif niteliğindeki“Siyasal savaş, yurtseverlik savaşı; tarihe ve toprağa sahip çıkma savaşıdır.” sözünde özlü bir biçimde saklı bulunmaktadır.
Eğer Önder APO’nun belirtmiş olduğu temelde konferanslar (Amed merkezli, Hevler merkezli, Ankara ve Avrupa merkezli) başarılırsa, çalışmalar bu temelde yürütülürse Kürdistan ve Kürt halkı özgürleşir, Türkiye demokratikleşir ve Ortadoğu’da da demokratikleşme gelişir. Cennet herhalde böyle bir yer ve böyle bir coğrafyada oluşturulan özgür-eşit-demokratik ve barış içinde bir yaşamdır. İşte bu cennetin ta kendisi oluyor. Kürdistan özgürlük gerillası işte bu cenneti yaratmaya doğru yürüyor.
Bülent Arınç ise böyle bir cennet yürüyüşünü, kendisi için cehennem olarak görüyor. Ne yapalım bir halkın özgürleşmesini sindiremeyen, bunu kabul etmeyen ve kendisi için cehennem olarak gören varsa, bizimde sevgili Çetin Oraner’in “Canı Cehenneme” adlı şarkısını armağan etmekten başka elimizden ne gelebilir ki? Demek ki Kürt ulusuna dünyayı cehenneme çeviren yüzyıllık soykırımcı ve asimilasyoncu siyasetinizden hala vazgeçmiyorsunuz! O zaman bu halkında hep bir ağızdan Bülent Arınç için “Canı Cehennem” adlı şarkıyı söylemesi kadar güzel ne olabilir ki?
Zaten Kürtler artık hep birlikte, dünyanın en büyük korosunu oluşturmuşlardır. Ahmet Kaya ile birlikte “Kürdüz ölene kadar” şarkısını severek söylediler, Xelil Xemgi’nin Çerxa şoreşê şarkısını hemen hemen her eylemde dünyanın en güzel korosu biçiminde söylediler ve söylüyorlar.
Herhalde Bülent Arınç’ın Kürdistan halkının en güzel en yiğit, en fedekar oğulları ve kızları için cehennemin dibine gitsinler sözüne karşılık, Çetin Oraner’in “Canı cehenneme” şarkısının nakarat kısmını hep beraber ve tekrar tekrar bir biçimde uyarlayarak, haykırmaktan başka bir seçenek kalmıyor: Canın Cehennemeeeee!...
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
21 Mart 2013 Amed Newroz’unda Kürt Halk Önderliğinin yaptığı tarihi açıklamayla yeni bir süreç resmi olarak başlamıştır. Bu süreç elbette öyle kendiliğinden gelişmemiştir. TC devleti öyle kendiliğinde gelip Kürt Halk Önderliğinkiyle görüşmeye başlamamıştır.
TC devleti 2012 yılında beklemediği bir direnişle karşılaşmıştır. Başta gerilla olmak üzere şok edecek eylemlikler 2012 yılında gerçekleştirilmiştir. Yine rojavadaki 19 Temmuz devrimi Suriye’ye nasıl ki emperyalistlerin yanında Libya’ya saldırmış ise aynısı ancak bu kez sadece sürüklenen değil emperyal planları için bizatihi tahrik ederek, adeta Suriye’ye karşı yapılacak saldırının başını çekerek uluslar arası konseptin içerisinde yerini almıştır. Suriye’de kendisine yakın duracak olan Müslüman Kardeşler ile birlikte bu çizgide seyredecek olan çevreleri iktidara getirmek için aynen ABD’nin yaptığı gibi savaş kışkırtıcılığı yapmıştır.
Kendince tamda bu durumu başarıya götürmeye giderken 19 Temmuz devrimi devletin tüm planlarını alt üst etmiştir. İşgal planları suya düşmüştür. Kürtlere rojavada yönelse, kuzeyde gerillanın 25 Mayıs’ta fedai eylem tarzıyla sürece Eriş ve Andok yoldaşla başlaması ve 19 Haziran Stazan süreciyle komple büyük güçlerle saldırıya geçen gerillanın Türkiye ve Kürdistan’da çok farklı gelişmelere yol alacak eylemler yapacağını bildiği için rojavaya yönelememiş, rojavaya da yönelemediği için ise Suriye planları boşa çıkmıştı. Öyle ki herkes ama herkes TC’nin diplomasisiyle alay eder duruma gelmişti. Komşularla Sıfır Sorunla sözde başlayan diplomasileri kısa bir sürede Herkes İle Sorun diplomasisine düşmüştü. TC’nin yaşadığı bu bunalımlı durumuna birde büyük direnişler ile 12 Eylül büyük Zindan Direnişi de eklenince TC devletinin yeni yol arayışları başlamıştır. Başkan Apo ile görüşmenin yol ve yöntemlerini aramaya başlamışlardır.
Özcesi AKP hükümeti durduk yerde “silahlar sussun” dememiştir. Silahlar susmazsa 2013 yılında Türkiye cumhuriyeti tarihinin en kritik bir yılı olması hiçte elden değildi. Bu tespiti sadece bizler yapmıyoruz. Bu tespiti Türkiye’de az buçukta olsa siyaset ile uğraşan tüm çevreler yapmışlardır. Silahlar susmazsa Türkiye cumhuriyeti devleti hem içeride giderek bir çöküşü yaşayacak, hem Ortadoğu’da bu düşüş trendini yaşayacak hem de giderek kendilerince çok güçlü oldukları ekonomik sahada baş aşağıya gidişi yaşayacaklardı. Çünkü gerilla artık eskiden yaptığı gibi bir gerillacılığı yapmayacaktı. Gerilla 2012 yılında az bir şey gerillanın nelere muktedir olduğunu herkese göstermişti. 2012 yılında eksik kalan yönlerini tamamlayarak 2013 yılına girecek olan gerilla fırtınalar koparacağını zaten açıkça ilan etmişti.
Yine Suriye’de muhalifler Suriye devletine karşı ciddi zorlanmaya başlamış, Kürtler ise giderek farklı gelişmelere imza atmaktaydılar.
Tüm bunları bir araya getirdiğimizde Türkiye cumhuriyeti devletinin yapacağı en iyi iş Özgürlük Hareketi ile ve de Başkan Apo ile oturtmaktır. Başka da tek yol vardı; bitiş…
Türkiye cumhuriyeti devleti öncelikli olarak bu durumu elbette bilecektir. Ancak Kürtlerde bu gerçekliği bileceklerdir. Ve tabii Türkiye sol, sosyalist ve demokratik çevreleri de bu gerçekliği bilecektir.
Özcesi karşıtları da, dostları da TC devletinin neden böyle bir duruma geldiğini bileceklerdir. Devlet polemik yapmayacaktır. İki de bir hakaretlerde bulunmayacaktır. Kendisine ciddi olacaktır.
Ancak daha önemli olan dost çevrelerle Kürtlerin, sol ve sosyalistlerin olup bitenleri bilmeleridir. Özgürlük hareketi bir iki kırıntı için, ya da sadece belli bir toplumsal kesimin çıkarlarını gözeterek bunca verilen mücadele ve ortaya çıkarılan değerlerden sonra böyle bir yaklaşım içerisinde olacaktır. Öyle sadece Kürtlerin bazı haklarını elde ederek özgürlük dağlarına kimse çıkmamıştır.
Başkan Apo: “İçinde doğduğumuz çaresizliğe, bilgisizliğe, köleliğe karşı bireysel isyanımla başlayan bu mücadele her türlü dayatmaya karşı bir bilinci, bir anlayışı, bir ruhu oluşturmayı amaçlıyordu.
Bugün görüyorum ki, bu haykırış bir noktaya ulaşmıştır.
Bizim kavgamız hiçbir ırka, dine, mezhebe veya gruba karşı olmamıştır, olamaz. Bizim kavgamız ezilmişliğe, bilgisizliğe, haksızlığa, geri bırakılmışlığa her türlü baskı ve ezilmeye karşı olmuştur” demişken ezilmişler, haksızlığa uğramışlar, geri bırakılmış olanlar ve tabi zulme tabi kalmış olanlar nasıl bizlerin sadece bencil bir şekilde kendi çıkarlarımızı düşündüğümüzü düşünebilirler? İlk günden başlayarak Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin ve de nice devrimcinin anısına yola çıkarak bugüne gelmiş bir hareket, o büyük devrimcilere bağlılığın bir gereği olarak en sert mücadelenin içerisinde pişen bir hareket nasıl bu şanlı geçmişinde uzaklaşabilir ki?
Bizler nasıl ilk günde Denizlerin ve Mahirlerin artçıları olarak kendimizi görmüş isek bugünde aynı kararlılıkla bu ruhumuzu koruyoruz.
Benzer bir yaklaşımımız farklı inanç gurupları içinde geçerlidir. Aleviliği İslamiyet’in içerisinde hep özgün bir durumu vardı bizim için. PKK’yi her zaman Aleviliğe yakın gördük. Ya da Aleviliği her zaman PKK’ye yakın gördük.
Yine benzer bir yaklaşım bu topraklarda bin yıllarca yaşamış Ermeni halkımız, Asuri yani Süryani insanlarımız için de geçerlidir. Bir gün bile ama bir gün bile, bu toprakların kadim halklarıyla tarihsel bağımıza zarar verecek bir yaklaşım içerisinde olmadık. Bizlere yapılan onca hakarete rağmen her zaman bu toprakların kadim insanlarıyla birlikte yaşamanın zenginliğinden ilkesel düzeyde söz ettik.
Özcesi bizim için çözüm sadece bazı hakları elde etmek değildir, bizim için önemli olan çözüm halkların ortak çözümünü esas alan çözümdür
Yani: YA TARİHSEL BİR ÇÖZÜM YA HİÇ dememek için hiçbir nedenimiz yoktur.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
8 Mayıs 2013 gününden itibaren gerillanın çekileceğini KCK Yürütme Konseyi Başkanı resmi olarak açıklamıştı. Ve geri çekiliş, ciddi bir pürüz çıkmışsa yapılacaktır.
Geri çekilme nasıl yapılacaktır, bunu gerillalar bilir. Gerillanın yıllardır edindiği bir tarzı vardır. Dünyanın tüm teknolojilerini bir araya getiren Türkiye Cumhuriyeti devleti gerillaların yılların tecrübeleriyle kendilerine karakter haline getirdikleri yaşayış biçimlerinden dolayı hiç kimse ne kuzeye girişlerini engelleyebilir ne de çıkmak istediklerinde çıkışlarını engelleyebilirler. Türkiye Cumhuriyeti devleti bugüne kadar en sert önlemlerini özelde sınırlar başta olmak üzere nerede almadı ki? Türkiye Cumhuriyeti devletinin elinde gelseydi her gerillayı tek tek bir kaşık sudan boğmak isterdi. Geçmişte bir iki gerillanın üstüne ne kadar askerini, tankını, uçağını gönderdiğini dünya alem biliyor. Demek ki batının tüm teknolojisi gerillanın özgürlük yürüyüşünü durdurmaya yetmemiştir. Demek ki gerillanın her türlü hareketine vereceği bir cevabı olmamıştır. Özelde 2012 yılında kendilerince en tahakküm edilmiş alanlarda gerilla bırakalım gizli geçmeyi, gerilla aylarca alan tutma taktikleriyle tüm teknolojilerinin kaç kuruş para ettiğini herkes göstermiştir, herke görmüştür.
Sözü uzatmayacağız, gerillaya karşı bir şey yapacakları olanlar ellerinde bir şeyler yapma gelseydi-kimyasal silahlar da kullanarak-yaparlardı. Kimyasal silahlar kullandıklarını da sadece Kürdistan ve Türkiye değil, uluslar arası sahada herkes bilmektedir.
Geri çekiliyoruz. Ancak kendimizin istediği tarzda. Bizim belirleyeceğimiz tarzda. Başkan Apo’nun istediklerine uygun olarak çekiliyoruz.
Geri çekiliyoruz, ancak Büyük Güneye yerleşmek için çekilmiyoruz. Geri çekiliyoruz, Türkiye ve Kürdistan’ın genelinde daha fazla kök salmak için. Gidiş bir kopuş değildir. Gidiş bir ayrılış değildir. Gidiş ve çıkış devrimcilikten ve de gerillacılıktan ayrılmak hiç değildir.
Evet, geri çekiliş çok daha güçlü bir şekilde devrimci sahaya dönmek içindir. Başkan Apo boşuna: “Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır.
Etnik ve tek uluslu coğrafyalar oluşturmak, bizim aslımızı ve özümüzü inkar eden modernitenin hedeflediği insanlık dışı bir imalattır.
Kürdistan ve Anadolu tarihine yaraşır şekilde tüm halkların ve Kültürlerin eşit, özgür ve demokratik ülkesinin oluşması için herkese büyük sorumluluk düşüyor. Bu Newroz münasebetiyle en az Kürtler kadar Ermenileri, Türkmenleri, Asurları, Arapları ve diğer halk topluluklarını da yakılan ateşten kaynaklı özgürlük ve eşitlik ışıklarını, kendi öz eşitlik ve özgürlük ışıkları olarak görmeye ve yaşamaya çağırıyorum” dememiştir.
Kürdistan’ın ve Anadolu’nun tarihine ve halklarına yaraşır bir şekilde özgür ve eşit bir gerçekliği ortaya çıkarmak için mücadele eskisinden çok daha fazla bir ivmeyle yürütülecektir. Mücadele kesinlikle çok daha ileri bir düzeyde radikallikle ile yürütülecektir.
Bunun için diyoruz ki bizler çıkıyoruz ancak daha güçlü geri dönmek için çıkıyoruz. Bu bir son değil, Başkan Apo’nun dile getirdiği gibi yeni bir başlangıçtır. Yeni bir mücadele başlangıcı.
Kürdistan ve Ortadoğu için önemli bir tarihi momentten geçerken tüm Kürdistanlı gençleri eskiyi kat be kat aşan bir tarzda gerillaya katılmaya bunun için çağırıyoruz. Gerillada alacakları büyük ideolojik, felsefik, politik ve özgür yaşam duruşlarıyla yeniden dönerek halkımızın tüm çalışmalarına cevap olabilmek için dağlara çağırıyoruz. En güçlü yoğunlaşmalar dağların özgürlük kokan dağlarında yaşanır. En köklü bilinç edinmeleri yine buralarda yaşanır. Başkan Apo, “Etnisite ve resmiyete karşı-olan mezhepler komünal ve demokratik duruşun en son sığınakları olarak dağda, çölde, manastır ve dergâhlarda varlıklarını büyük zorluklar pahasına devam ettirmişlerdir. Devlet asiliği daha çok bu toplumlara özgü olup, direnişçilik bir yaşam tarzı olarak varlık bulmuştur.” Manastırlar bilinç edinme mekanlarıydı, dergahlar yine benzer bir rolü dağlar gibi oynamıştır. Yıllardır Kürdistan’da oynadığı gibi.
Bunun için, kendi çok güçlü bir şekilde var ederek, güçlü bir kimlik edinerek yeniden dönerek tüm çalışma alanlarda başarılı bir pratik ortaya çıkarmak için dağlara çağırıyoruz.
Evet, bizler gidiyoruz ancak daha güçlü geri dönüşler için gidiyoruz. Bu vesileyle duyarlı tüm Kürdistanlı ve halkların kardeşliğine inanan Türkiyeli gençleri büyük bilinç donanımları için bir an önce Kürdistan dağlarına çağırıyoruz.
HAYRİ ENGİN
- Ayrıntılar
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan 6 Mayıs 1972 yılında idam edildiler. Öncelikle, Denizlerin ve yoldaşlarının direnişleri önünde Kürdistan gerillaları olarak, saygılıyla eğiliyor, anıları ve mücadelelerini mücadelemizde yaşatma sözümüzü yineliyoruz.
PKK özgürlük savaşçıları olarak direnişimizin mihenk taşlarının en önemlilerinden olanların Denizler olduğunun bilinciyle gerillalar olarak her zaman Denizlere, Yusuflara ve Hüseyinlere bağlı kalarak yıllardır Kürdistan dağlarının doruklarında mücadelemizi sürdürüyoruz.
Başkan Apo bizlere PKK’nin kuruluşuna giden yolu anlatırken andığı en büyük değerlerden bir tanesi de Denizlerin direniş gerçekliği olmuştur.
Başkan Apo’nun: “THKO Önderi Deniz Gezmiş ve iki yoldaşının idama götürülüşlerini görmüştüm. TİKKO Önderi İbrahim Kaypakkaya’nın aynı dönemde Diyarbakır Zindanında işkenceye karşı direnerek şahadeti de etkileyiciydi. Her üç önderin Kürt halk ve ulus gerçekliğini hayatları pahasına dile getirişlerine tanık olmuştum. Şüphesiz ikinci sırada gelen bir dizi başka etmenle birlikte, gençliğin bağrından çıkan bu önderlerin hakikat uğruna şahadetleri, beni kendi öz gerçekliğim üzerine yürümeye cesaretlendiren temel etkenlerdi” demesinin yanı sıra: “Benim açımdan Kürtlerin devrimci tarzda varlığı, başta Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya ile arkadaşlarının ölümleri pahasına kelime olarak bu kavramı dile getirmeleriyle kanıtlanmıştı. Gerisi mevcut statüden kurtuluş ve özgürlük sorunuydu. Sömürge Kürdistan teorisi bu yolda doğru bir başlangıçtı”.sözleri PKK hareketinin oluşmasında esinlendiği temel değerleri dile getirmektedir.
Denizlerin 6 Mayıs 1972 yılında idam sehpasına hiçbir tereddüt göstermeden gittiklerinde sarf ettikleri sözler neden Denizlerin Kürdistan özgürlük savaşçılarının en büyük değerleri olduklarını da gösterir.
Deniz Gezmişin: “Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği! Yusuf Aslan’ın: “Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için, bir defa, şerefimle ölüyorum. Sizler, bizi asanlar, şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz! Yaşasın devrimciler! Kahrolsun faşizm!” haykırışı, Hüseyin İnan’ın: “Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm!” çağrıları dediğimiz gibi Kürdistan gerillasına her zaman büyük moral ve coşku ile cesaret aşılamıştır.
Aradan tam 41 yıl geçti. Denizlerin direniş ruhunu andığımız bugünlerde Kürdistan’da verilen mücadelenin halkların kardeşliği temelinde verildiğini, inadına halkların kardeşliği diyerek bugünlere geldiğimizi de belirtelim.
Başkan Apo öncülüğünde başlatılan yeni süreç halkların kardeşleşmesi üzerinedir. Ve bu kardeşleşme esas olarak bizlere Denizlerden, Mahirlerden, İbrahimlerden ve nice özgürlük savaşçısı militan kişiliklerden bize kalmıştır.
Önder Apo’nun 2013 tarihsel Newroz mesajında-çağrısında; “Kürdistan ve Anadolu tarihine yaraşır şekilde tüm halkların ve Kültürlerin eşit, özgür ve demokratik ülkesinin oluşması için herkese büyük sorumluluk düşüyor. Bu Newroz münasebetiyle en az Kürtler kadar Ermenileri, Türkmenleri, Asurları, Arapları ve diğer halk topluluklarını da yakılan ateşten kaynaklı özgürlük ve eşitlik ışıklarını, kendi öz eşitlik ve özgürlük ışıkları olarak görmeye ve yaşamaya çağırıyorum” sözleri Denizlerin 41 yıl önceki sözlerine verilen yanıttır.
Bunun için diyoruz ki Denizlere inananları, Yusuflara arkadaş olanları, Hüseyinlere yoldaş olanları, onların hayallerini gerçekleştirmek için yeni bir süreç başlatan Kürdistan gerillasının yanında yer almaya çağırıyoruz.
Önder Apo’nun: “Bütün Zin’ler ve Adule’lerin, Mem ve Dervişe Abdi’si de oldum. Mani’lerin, Mazdek’lerin, Babek’lerin son ahından tutalım, Hüseyin’in Kerbela yalnızlığını, Hallacı Mansur’un hakikat aşkını, Pir Sultan’ın dostluk rütbesini de taşıdım. Deniz’lerin, Mahir’lerin, İbrahim’lerin arkadaşıydım. Mazlum, Hayri, Kemal ve Ferhat’ların intikam savaşçısıydım” diyerek Denizlerin intikam savaşçılığının onların yaratmak istediklerinden hayata geçirmekten geçtiğini bilerek Denizleri analım.
Not: 6 Mayıs 1972 yılında Denizleri faşizmin ruhunu yaşayan güruhlar idam sehpalarına götürenleri lanetlerken, aynı zihniyetin sahibi olupta 6 Mayıs 1916’da Suriye’nin başkenti Şam’da onlarca Arap aydınını asarak katleden İttihatçı ve Terakkici zihniyetini de lanetliyoruz.
Ve yeniden yaşasın halkların kardeşliği diyoruz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar