Celal Başkale yoldaşla özgürlük saflarında yoldaşlık yapmış olmak gerçekten de sadece ve sadece insanı onure eder.
Celal yoldaşı ilk kez 1996 yılında Başkale zozanlarında tanımıştım. O yıllarda bizler Botan güçleriyken onlar ise Zagros güçleriydi. 1997 yılında yine bir araya gelmiştik. Bu kez örgüt Hakkari güçleriyle Başkale güçlerinin birleşmesini ve de Başkale gücünün Hakkari gücüne dahil olmasına ilişkin karar almıştı. Alınan bu karar doğrultusunda güçlerimiz bir araya gelmiş ve adım adım birleşmişlerdi.
Başkale ve Hakkari zozanları deyip geçmemek gerekir. Ferit Üdge’nin “O” kitabında tarif edildiği kadar güzeldir Başkale ve Hakkari zozanları. Sözün tam manasıyla uçsuz bucaksızdır.
Her çeşit ot’un yetiştiği, insanı her zaman şaşırtan buz gibi suları, yürürken hiç incitmeyen arazi yapısıyla tam bir coğrafik cennettir. Herkes Kürdistan’ı sert coğrafyasıyla tanır. Hele hele Hakkari ve Van derken bu daha da böyle kabul görür. Ancak Hakkari’nin Zap suyunun kuzeye düşen coğrafik alanI, Berçelan’dan Kırnasa’ya, oradan Berareş Bandırbeg’e derken tam kuzeyinde heybetli duran Spireziyle yükseklerde seyreden bir alan olduğu kesindir, ancak bir o kadar da yürümeye, gerilla yürüyüşüne de elverişlidir. Çiya Reş’te havanın açık olduğu zamanlarda Kürdistan’ın en yüksek dağı olan Ararat’ı yani Glidağı görebilirsiniz.
Dediğimiz gibi bu coğrafyanın bol suları vardır. Adeta gecenin en geç saatlerinde bile, bu çeşme şu çeşme derdini yaşamasınız, çünkü her yerde su kaynakları mevcuttur. Yine araziyi şaşırmış iseniz bile yanınızda sadece kuru ekmeğiniz bile olsa çeşitli yenilecek otlarıyla sizi besleyecek bir coğrafyadır buralar.
İnsanları ağırlıklı hayvancılıkla geçinir. Ziraat sınırlıdır. Kaçakçılık herkesin yaptığı iş’tir. Esrar ekimi de buraların en fazla rağbet gören iş’idir. Yöre insanı bu işe “kırkır” diyor. TC devleti buraları şöyle ya da böyle kendisine muhtaç etmek için ciddi yatırım yapmadığı için buranın insanı da geçimini sağlamak için en tehlikeli işlere girişmekten geri durmaz, istese de duramaz.
Celal yoldaşla işte böyle güzel ve insanı efsunlayan ve büyüleyen bir coğrafyada tanışmıştım. Ve o yıllardan sonra da şöyle ya da böyle o kuzey eyaletlerine gidene kadar da hep yakın durduk. Yer yer aynı alanlarda, aynı güçlerde birlikte kaldık.
Hakkari zozanların cephe komutanı o zaman tüm yoldaşların yüreğinde yer alan ve asla unutulmayacak olan Rojhat Bluzeri yoldaştı. Yardımcısı ise gerillamızın en seçkin ve en efsanevi komutanlarından olan Mehmet Guyi yoldaştı. Yine Başkale gücümüzün unutulmaz komutanı, yoldaşların en mütevazisi ve de en yoldaş canlısı Eşref Nodiz yoldaş.
Celal Başkale yoldaş o yıllarda yeni görev almıştı. Manga komutan yardımcısıydı. Ancak herkesin yanında görmek istediği, yanına almak istediği bir kişilikti. Henüz 22 ya da 23 yaşlarındaydı. Ahmet Arif’in deyimiyle bir filintaydı.
O yıllara göre yeni sayılırdı. Ancak pratik çalışmalara katılımı, fedakârca duruşunun yanı sıra yoldaşlara karşı gösterdiği ilgi ve saygı onu birçok yoldaştan farklı kılıyordu. Bir kere o yıllarda Celal yoldaş bir çalışmaya el atmış ise kimsenin bir daha o çalışmanın nasıl yürütüldüğüne ilişkin soru sormasına gerek kalmıyordu. Herkes bilirdi ki bir çalışmanın içerisinde Celal arkadaş varsa o çalışma kesinlikle başarıyla yerine getirilmiştir. Herkeste Celal yoldaş böyle bir intiba bırakmıştı.
Yine Celal yoldaşın kabul görmesinin ve de sevilmesinin başka bir nedeni ise güleçliği, insan canlısı oluşuydu. İnsan onunla hep alıp vermek isterdi. Öyle çok konuşkan değildi ancak soğuk hiç değildi. Gözlerinin parlayan ferleri her zaman yoldaşları tarafında özenle ele alınmışlardır.
Evet, Celal yoldaş bir müddet Hakkari zozanlarda en aktif pratiğin içerisinde oldu. Daha sonra ise bir aralar Özalp ve Kelareş hattında kalmıştı. Daha sonrası biliniyor geri çekilme süreçleri yaşandı.
Geri çekilme sürecinde onu bu kez Xınere’de görmüştüm. Başkale bölüğü olarak geri çekilmişlerdi. Yine daha sonra bir ara Kandil’de birlikte kalacaktık. Ve sonrada 2005 yılında Nucan Dirlik yoldaşın gurubuyla birlikte Dersim yolculuğuna çıkacaktı. Beşiri’de Nucan ve 5 yoldaşı şehitler kervanına katılırken Celal yoldaş bu çatışmalarda çatışarak bir gurup yoldaşıyla kurtulmuş ve Dersim yürüyüşünü devam ettirmiştir.
Celal Başkale yoldaş Dersim’de ağırlıklı olarak en zor alanlar olarak bilinen açılım sahalarında kalmıştır. Karadeniz ve Koçgiri alanları onun esas kaldıkları alanlar olmuştur.
Şunu peşinen belirtelim; son yılların düşmana şok etki yapan birçok eyleme imzasını atan Celal Başkale olmuştur. Karadeniz ve Koçgiri hattında o istediği anda, istediği yerde, eylem ortaya koyan bir kişiliktir. Öyle ki yer yer 20 saat üst üste yürüse de, coğrafyayı ve oranın halkının tanımasa da bir yolunu bulup eylem ortaya koyan bir militandır. Öyle ki iklimsel şartlar elverişsiz olsa bile o Tokat, Amasya, Sinop, Samsun özcesi istediği yerde örgütün istediği zamanda eylem ortaya koyan bir gerillasıdır. Kürdistan’da gerillaya, halka ya da Kürt halk önderliğine karşı bir saldırı gerçekleşmişse bu saldırılara ilk cevap verenlerden bir tanesi her zaman Celal Başkale olmuştur.
Eylemci denilecekse önce bu sıfat Celal Başkale yoldaşa verilmelidir. Gerilla denilecekse önce bu sıfat Celal Başkale yoldaşa verilmelidir. Ve irade, dayanırlık denilecekse bu vasıflar yine Celal yoldaşa yakıştırılmalıdır. Ve tabii inisiyatif, iddia ve hareketlilik ile hız denilecek ise bu vasıflar yine ona verilmelidir.
Celal Başkale’yle kalanlar bilirler ki 190’a yakın boyu ve çok güçlü fiziki yapısıyla o bir dağ gibidir. Sadece fiziki böyle dağ gibi değildir. Onun iradesi adeta çeliktendir. Bükülmez. Büküldüğü an onun zaten düştüğü yani kırıldığı andır. Bunun içindir ki o yıllarca en sert irade gerektiren alanlarda sorumlu düzeyde çalışmalarda bulunmuştur. Onun yanındaki yoldaşlar bu tempoya, bu ağırlığa, bu zorluklara dayanamadıkları için yerlerini değiştirmelerini hep istemelerine rağmen o adeta açılım sahalarının sigortası olarak her zaman en ağır ve imkansızların yaratıcı militanı olmuştur.
Teke tek dövüşte zaten asla yenilmeyecek olan bir kişiliktir. Ancak o sadece teke tek dövüşte değil aynı zamanda on binlerce düşman gücü içerisinde adeta yıllarca dönüp dolaşıp yılanın kuyruğunu ısırır gibi düşmanı perişan etmiştir. Çaresiz kılmıştır. İşlevsiz kıldığı gibi çıldırtmıştır.
Özgürlük saflarında düşman listelerinin ön sıralarında olan yoldaşlarımız hep olmuştur. Ancak son yıllarda TC faşist devletinin imha etmek için en çok Celal Başkale yoldaşla uğraştığını açıkça belirtmek gerekiyor. Düşmanın üzerinde en fazla beyin patlattığı, üzerinde katletmek için uğraştığı PKK militanı kesinlikle Celal Başkale olmuştur. Çünkü Celal Başkale bir yerde bulunuyorsa orada kesinlikle eylem vardır. Orada kesinlikle düşmandan intikam almak vardır. Ve orada hiç kimsenin ulaşamadığı sahalara ulaşarak ortaya eylem çıkarma vardır.
Celal Başkale ile kalan biri olarak onu düşündüğümde her zaman Fransızların meşhur öyküsü olan Asterix ve Obelix aklıma gelir. Ve bu öyküde gücüyle Romalara karşı kafa tutan Obelix gelir. İşte Celal yoldaşı bir tarihi kişiliğe benzetecek ise kesinlikle bunlardan bir tanesi Obelix olacaktır.
Yine Kürtlerin ve Farsların tarihlerinde Rüstem’e Zal vardır. Gerçektende Celal bir Rüstem’e Zal’dır. Boyuyla bir Rüstem’e Zal’dır. Gücü ile bir Rüstem Zal’dır. İradesiyle bir Rüstem’e Zal’dır. İddiası ve Cesaretiyle bir Rüstem’e Zal’dır. Savaştaki ustalığıyla bir Rüstem’e Zal’dır.
Evet, Celal Başkale yeniçağın Kürt Rüstem’e Zal’ıdır dememiz kesinlikle abartı olmayacaktır. Onunla kalanlar, onunla yaşayanlar, onunla yoldaşlık yapanlar, yanlarında her zaman bir dağ kadar güçlü ve heybetli kişinin bulunduğunu ruhlarında, duygularında kesinlikle hisseder ve bunu yaşarlardı.
Evet, Celal Başkale yoldaş yeni tarihimizin Rüstem’e Zal’ı olmuştur. Onu mutlaka özelde onunla Dersim’i görkemli dağlarında gerillacılık yapanlar daha genişçe yazacaklardır.
Celal Başkale yoldaşın bu savaşçılığın yanı sıra birde kişilik olarak oldukça güleç yüzlülüğü vardı. Yüzünde asla ama asla eksilmeyen o gülüşler o sıcak tebessümler her zaman yoldaşlarının yüreklerinde yerini koruyacaktır.
Celal Başkale birde alçakgönüllü ve sevecenliğiyle de anılacaktır. Öyle ki neredeyse bir insanın kalbini kırmayan Celal yoldaş sözün tam manasıyla bir yoldaş sevdalısıydı.
Celal Başkale yoldaş bir de mücadeleye olan bağlılığıyla anılacaktır. Onun kadar mücadele içerisinde herhalde zorluklarla karşılaşan az militan olmasına rağmen o her zaman en güçlü moral temsilcisi olmasını bilmiş, bu onun büyük devrimci ve yurtsever değerlere olan bağlılığıyla alakalıdır.
Onun fedakarlığında söz etmenin bile anlamı yoktur. O nerede bir yardım isteniyorsa orada her zaman hazırdır. Ondan istenmeyen durumlardan bile o yoldaşlarına en fazla el uzatan ve yardımlarını esirgemeyen militandır.
Devasa cüssesiyle bilinen Celal Başkale yoldaş bir de nezaketini anlatmamız gerekir. İnsanlarla ilişkilenirken kırmamak için adeta renk atan, kızaran, utanan bir incelik abidesiydi.
Evet, Celal Başkale yoldaşı anlatırken tüm bu güzel devrimci militan özeliklerinin yanı sıra birde onun sporcu kişiliğini açmamız gerekir. Siz Celal arkadaşı voleybol oynarken görecektiniz. Hem blok yaparken hem de küte kalktığında adeta vurduğu topla yerde su çıkaran bir sertlikle vurmasını görecektiniz. İstisnasız Celal yoldaş küt vurduktan sonra arkadaşlar gitmiş topun değdiği yere bakarak arkasından hemen Celal yoldaşa takılmışlardır. Birde voleybol oynanışı sadece sertliğe ve küt vurmaya dayalı değildi. Sporunda da incelik, zarafet üst düzeydeydi. Hele onun birde genel manada güzel sporcu karakteri yok muydu görmeye değerdi.
Evet, Celal yoldaşı böyle saatlerce anlatabiliriz, güzellikleri saymakla bitiremeyiz. Gerçekten de bir İslamiyet’te dile gelen “Eşrefi Malukat”ın ta kendisiydi. Böyle güzellikler dolu olan bir militan, PKK’li ve gerillaydı.
Böyle seçkin bir militanı 9 Nisan 2012 Amasya’da düşmanla yaşanan bir çatışmada kaybetmek insanı çok fazla derinden yaralıyor. Kabul edemiyor. Gelecekte halkımız adına yapacak o kadar çalışmaya imza atacak böyle bir militanın gidişini hazmedemiyor insan…
Bir anımı anlatmadan geçemeyeceğim. Celal yoldaş bir ara Kandil’de bir kaza yapmıştı. Takım komutanıyken bir yoldaşı kazaran onun silahında çıkan mermiyle şehit düşmüştü. Olayın soruşturması yapılmıştı. Olayın bir kaza olduğu ayrıca Celal arkadaştan kaynaklanmadığı da netleşmişti. Buna rağmen görev yapmamıştı. Ciddi zorlanmış ve adeta bunalıma girmişti. Bunun üzerine görev yapmayarak karargaha gelmişti. Karargahta kalıyordu. Ciddi zorlanmasından dolayı birçok yoldaş onunla konuşmuştu. Kendimde bir ara eskiden tanıdığım için onunla tartışmıştım. Ara da birkaç gün geçtikten sonra Celal arkadaş sabah erken görülmemişti. Öğlen olmuştu görülmemişti. Akşam olmuştu görülmemişti. Bazı yoldaşlar onun çok zorlandığını bildikleri için “kaldıramadı ve muhtemel bizden ayrıldı” demişlerdi. Kendim olup bitene zaten inanmamış ve kaçmadığını söylemiştim. Ancak bir, iki, üç, dört gün geçti. Ve günler geçmeye devam ediyordu. Bana göre o örgüt yönetimin bulunduğu yere gitmişti. Çünkü özgürlük saflarını asla terk etmeyecek bir yoldaştı. Ona kesinlikle inanıyordum. Birde onunla savaşın en sert ortamında birlikte kalmıştım. Yoldaşlığını, yurtseverliğini ve de savaşçılığını görmüştüm. Bunun için birçok yoldaşla özelde de yönetimlerle “onun gitmediğini” söylemiş olsam da zaman benim aleyhime işliyordu. Nede olsa artık arada bir haftalık zaman geçmişti. Artık sesli olarak kimseyle bu durumu tartışmasam da içimde “o gitmez” sözümden dönmemiştim. Ancak dediğim gibi zaman ben söylediklerimin tersine doğru işliyordu.
Tam artık umudumu yitirecek iken baktık bir haber geldi: “Celal Başkale arkadaş Kelareş’e gitmiş” dediler. Yani onun en iyi tanıdığı alanlara gitmiş. Nedeni ise hızla kuzeye geçerek aktif çalışmalara girerek yaşadığı durumun telafisine çalışmaktı.
Evet, Celal Başkale böyle mücadeleye köklü bağlı olan bir militandı. Bu olayı duyar duymaz onun adına çok fazla sevinmiştim. Elbette sorun doğru çıkıp çıkmama değildi, asıl sorun böyle değerli bir militanla yapılacak o kadar çok iş vardı. Asıl sevincimiz ve mutluluğumuz buydu.
Ve şimdide o aramızda ayrılmış olsa bile Rüstem’e Zal gibi bir militanı tanıdığım ve tanıştığım için son derece mutluyum.
Celal Başkale gibi bir yoldaşı özgürlük saflarında tanıdığım için mutluyum.
Celal Başkale gibi bir yoldaşla özgürlük saflarında aynı alanda, aynı şartlarda silah arkadaşlığı yaptığım için mutluyum.
Evet, Celal Başkale gibi bir yoldaşımız olduğu için PKK’liler olarak her zaman gurur duyacak ve onu her zaman hak ettiği gibi anacağız.
Şehit Mahir’lerin ve Nudaların yoldaşlığında binlerce ölümsüz şehidimizle özgürlük mücadelesini omuzlamayı en onurlu duruş olarak bilen Celal arkadaşımız bunu düşman karşısında başarılı eylem gücüne dönüştürerek hareketimizin tarihinde büyük değer yaratmayı sağlamıştır.
Evet, Celal Başkale yoldaşımız Ahmet Arif’in tarif ettiği “teke tek dövüşte yenilmediler” Kürt kahraman tipinin en ileri düzeydeki temsilcisi olarak mücadelemizde büyük bir onurla seçkin bir gerilla olarak yaşatılacaktır.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Kürt kadınında yaşanan ilk bilinç uyanmasının öncülerinden olan Bese ANUŞ’u ve ilk kadın şehitlerini anmak, ancak günümüzde yaşanan gelişmelere anlam biçmekle mümkündür. Yoksa ilk özgürlük arayışlarını ve Kürt kadınının yürüyüşünü yazmak kolay değil. Ancak, değerlerimize saldırıların bu denli yoğunlaştığı bir donemde neyin nasıl kazanıldığını birazda olsa dile getirmek bizim için onur borcudur.
O yıllarda adını “küçük Vietnam”, koyduğumuz Pazarcık’ta özgürlük mücadelemize katılan onlarca genç içinde Bese yoldaş da yer alıyordu. Dağla buluşan ilk kadın gerillalardandı. Kürdün ve kadının uyanışı, dağları mekan seçmesi düşmanın korkulu rüyası olmuştu. Amaç ve özlemleri büyük olanların yürüyüşü içinde yer alan Bese ANUŞ amaca kilitlenerek, her tarafın kuşatıldığı, karanlık ve sessizliğin hüküm sürdüğü bir ortamda zor olanı başarmanın adı oluyordu. Bu nedenle Kürdün yasaklı ülkesi Kürdistan’da, hiç bir hak ve hukukun işletilmediği bir ortamda umudun yeşermesini ilk şehitlerimize borçluyuz. Onlar bilincin karartıldığı, gözlerin görmediği bir ülkenin karanlığında aydınlık oldular.
Ve....... yürüyüşe geçtiler. Dersimli Zarife’nin çığlığına, karnındaki bebeleriyle süngülenen kadınların intikamına cevap olmanın kararlılığıyla, düşmanın ordu güçlerine karşı her biri bir ordu gibi savaştı. Dağ ve özgürlük tercihini çok yüreklice yaptılar. Kürt ve kadın olmanın suç sayıldığı, bedelinin de ölüm olduğunu bilerek “nasıl yaşanırın ve özgürce yaşamın” savaşımını verdiler. Umudun ve iradenin kazanıldığı dağlar mekan seçilirken geleceği çizdiler, binlerce özgürlük savaşçısı kadının yürüyüşünü böyle sağladılar.
Yıllarca bedel verilerek kazanılan değerlere anlam biçmek insan olmanın ve yoldaşlığın bir gereğidir. İlk isyan çiçeği Bese ile barış ve demokrasi mücadelesinin öncüsü, özgür kadının yoldaşı Erdal’ın “küçük Vietnam’da” buluşmanın romanı yazılırsa bu daha bir anlamlı kılınır. Çok şey yazıldı, çizildi, çok şey söylendi ama adı konulmadı. Ve yetmiyor... Esas itibariyle tarihi derin olan direnişimizin öyküsü yazılmalı. Her biri bir destana konu olacak direnişlerin beslendiği kaynak, iradeyle nelerin nasıl kazanıldığı görülmeli. Beselerle başlayan yürüyüş kadar yürüyüşü devam ettirenlerin, Şinda’nın Avrupa’nın sahte bireysel özgürlüğünü reddederek Dersim’de Bese’yi selamlamasının da romanı yazılmalı ki, geçmişin inkarına dur denilebilsin. Her ikisi de şimdi “küçük Vietnam”, topraklarında barışın tutkusunu çocuklara öğretmekteler. Analar ağlamasın, özgür Kürdistan’da yaşanılsın diye. Bu, bedeli kan da olsa kazanılan bir halkın iradesi ve kimliğine sahipleniş olayıdır. Herkes bugün gururlanarak ‘bende Kürdüm’ diyebiliyorsa, korku ve kabus ortamı aşılmış, halk olarak varolmanın gücü ve siyasi iradesi ortaya çıkmışsa, bunu şehitlerimize borçluyuz. Yoktan varolmanın adı böyle yazıldı.
Evet, artık Kürdistan’da kadınlar çaresiz, ağlayan konumda değilse, başka bir biçimde anılıyor tanınıyorsa, siyaset arenasında halkın temsilcisi, yöneticisi oluyorsa bu, Bese ve Azime DEMİRTAŞ’larla başlayan özgürlük yürüyüşünün bir ürünüdür. Zilan tanrıçalaşarak Dersim semalarında halkı koruyucu kolları arasında korumaya almış gülümsüyorsa, ona nöbet tutan Tekoşinler, Sılav, Ruken ve Şindalar barışın garantisi, güvencesi olarak meşru savunma çizgisinde ve inanç ve kararlılıkla her türlü ihanet ve teslimiyete cevap oluyorsa, bunu Bese ve Azimelerin büyük çaba ve iradesinde aramak gerekir.
Eğer bugün Leyla Zana AP Sakarov Düşünce Özgürlüğü ödülünü alıyorsa; bunu binlerce kadın özgürlük şehidine, savaşçısına, yiğit evlatlarını zılgıtlarla uğurlayan gözü yaşlı ve yine her gün meydanlarda barışı haykıran analara, direnişçi kadınlara borçlu olduğu gerçekliği unutulmamalıdır. Ama ne yazık ki kendisinin olmaktan çıkarılmış, kendisini yitirenlerin bol olduğu Kürdistan’da, Kürt kartının nasıl kullanıldığının bilinci fazla gelişmemiştir. Değerlerin nasıl yaratıldığı unutulabiliyor ve bireyler bir tek kendilerini görebiliyorlar. Ama hesaplar başka da olsa bir Kürt kadını olan Leyla Zana önünde ağaya kalkan, alkışlayan AP parlamenterleri Kürt kadının büyük direnişlerle kazandığı mevzileri artık görüyor. İnkar etmesi artık nafile!
En değerli evlatlarını özgürce, insanca yaşamın bedeli olarak veren bir halkın nasıl kazandığını bilerek gerçekler yazılmalı ve okunmalıdır. Önderliğimiz ilk kadın şehitlerimizden olan Bese ve Azime yoldaşların direnişinin özünü görerek genelde tüm kadınlara özelde ise Kürt kadınına değer biçmiştir. Bu nedenle kadını her konuda donattı ve hazırladı. Kadın özgürlük tercihini bu bilinç ve iradeyle sağladı. Bilinç ve birikimimizin ana kaynağı olan Başkan APO’ya çok şey borçluyuz. Borcumuzun karşılığında özgürlük şehitlerini doğru kavramak, onların bizlere bıraktığı değerleri doğru sahiplenmek dönemin militan görevlerindendir. İhanet ve çirkin olana inat, görev başarısıyla çalışmak kazandıracaktır.
Özellikle “sahte özgürlükçüler” ihanete giderken; Türk gazetelerinde manşetlere konu olarak “nasıl sosyalleştiklerinin” gösterilerini yapmaktalar. Ve şunu unutuyorlar; “yaşamın güzelliklerinin nasıl yaratıldığını?” “Özgürlüğün bedelinin ne kadar yüce olduğunu.” Evet, güzellikleri yaratmak ne kadar zorsa, çirkinlikleri yaratmak da o denli basit. Yoksa bir çırpıda ihanete koşulamaz. Özgürlük; direnişin, geleceğin, aydınlığın adı olurken; ihanet bitişin, kaçışın, karanlığın adı oluyor.
Buna karşı görev, militanca çalışmak olacaktır. Binlerce şehit yoldaşımızın kanı pahasına kazanılan mevzilerin korunması ve savunulması bizlere düşmektedir. Kürt kartını kullanmak isteyenlerin hesapları ne olursa olsun, kendi içinde onlarca devrimi gerçekleştiren özgürlük mücadelemiz, ancak asil sahiplerince anılarak ve korunarak değerlerine sahip çıkılabilir. Ancak bu şekilde Kürdistan halkı, dünya insanlığıyla eşit ve özgür koşullarda yaşayabilir. Diğer tarz bir yaşam arayışının insanlıkla buluşmak zor. Aynı zamanda şehitlere doğru cevap vermek de mümkün değil.
Bunun için Bese ve Azimelere layık olmak, Beritan çizgisinde her türlü teslimiyet ve dayatmayı boşa çıkarmakla mümkündür. Yine “nasıl sosyal olduğumuzu” “dağlarda nasıl yaşadığımızı” “özlem ve duygularımızı” yazıp anlatarak kimseye kendimizi ispatlamamıza da gerek yok. Hele hele bunu “martı seslerini özledim” vb. dar söylemlere sığdırmaya da hiç gerek yok. İlk özlem ve uyanış kadar, kadında ilk bilinç uyanmasının kanla büyüyerek adım adım yarattığı gerçeklik ve değerler unutulmadan direniş sergilemek önemlidir. Bu, Kürde ve gerilladaki kadına yaraşır olanı yaşamak ve yaşatmaktır, yüceltecek olan da budur. Ve yine gerilla kadına, kadının elde ettiği mevzilerde, özgürlük mücadelesini büyük bir irade ve coşkuyla yürütmek yaraşır. Onurumuz ve kimliğimizi bize kazandıran dağlara çok şey borçluyuz. Kutsallıklar ve değerler dağlara dayalı yaratıldı. Halen de halkın umudu ve geleceğimizin garantisi o dağlarda; özgür birey- özgür toplum gerçekliğini yaratmanın sözleşmesi ve kararlılığıyla şehitlerimize layık olmanın gereklerini yerine getirelim. Beselerle başlayan özgürlük yürüyüşünün takipçileri olalım. Geçmişi inkar edenlere inat, özgür geleceğimizi temel değerlerimizden aldığımız güç ve iradeyle yaratalım.
Sakine KARAKOÇAN
- Ayrıntılar
Mehmet Guyi yoldaşı insan nasıl anlatacaktır? 24 yıl boyunca tek bir çıbandan gözünü sakınmadan yaşayan bir gerillayı kim anlatabilecek? Kavga denildiğinde, eylem denildiğinde, düşmana inat meydanlara inme denildiğinde ve tabii Kürdistan’ı işgal eden güçlere kafa tutma denildiğinde ilk akla gelecek isimlerden olan Mehmet Guyi yoldaşı sahiden kim anlatabilecek?
Mehmet Guyi yoldaşla 18 yıl önce Haftanin alanında hemen 5. Kongre ertesinde tanışmıştım. 5. Kongre’nin kararı ile oluşturulan 2 Fırtına Alayından biri olan Doğu Fırtına Alayında bölük komutanıydı. Ben ise o birliğe siyasi komiser olarak atanmıştım. Mehmet Guyi yoldaşı o zaman tanıyacak ve 18 yıl boyunca da Mehmet yoldaşla birlikte yüzlerce olayı, anıyı aynı mekanda birlikte paylaşacaktık.
Mehmet Guyi ismi üzerinde Guyi aşiretinden gelen bir militandı. Guyiler genelde cesaretleriyle bilinirler. Bir yoldaşımızın Guyilere ilişkin yazdığı gibi:
“Guyan aşireti bildiğimiz aşiret yapısının dışında bir gerçekliği göstermektedir. Öyle ki bu aşirette aşiret reisi yoktur. Elbette bir aşiret bilinci-hem de çok yaygın, biz bunu silahlı mücadele tarihimizde çokça gördük-var. Ancak aşiret reisi yoktur. Yine başka yerlerde alışık olduğumuz ağalar yoktur. Kürdistan da Kürt halkının başına musallat olan ağalık kurumu burada yoktur. İşlemiyor. Bu aşiret yapısını içerisinde Şeyh bulamazsınız. Çünkü bu parçalanmayı yukarıda söylediğimiz anlamda bulamazsınız. Seyitler vardır, onların da sosyal anlamda bir saygınlıkları vardır.
Tüm bu gerçeklikleri değerlendirdiğimizde, buralı insanların daha dik başlı ve onurlu olmalarına yol açmasının yanı sıra daha fazla yetenekli ve inisiyatifli gelişmelerine yol açıyor. Daha kararlı ve keskin oluyorlar. Girişken oluyorlar. Pısırıklık yoktur. Hep bir canlılık ve hareket ve dinamizm vardır. Kendi ağası kendisidir. Bu oldukça sert bir kişilik yapılanmasına yol açıyor. Özelde sosyal olarak dağların içlerine çekilerek, “uygarlıktan” uzak olmak, hatta isteyerek bunu yaşamak gerçekliğine, buralarda ki dağların sarplığı, ulaşılmazlığı, yaşam koşullarının zorluğuyla birleşince, yaşama karşı direnişçi ve inatçı ve tavizsiz bir kişilik yapılanması yaratıyor.”
Yukarıda sıralanan Guyi aşiret özeliklerinin tümü Mehmet yoldaşta bulunuyordu. Belki daha fazlasını da sıralamak mümkündür. Mehmet yoldaş Guyi aşireti üyesi olsa da o Van şehir merkezinde 1967 yılında dünyaya gelmiş ve orada büyümüştür. Aslen Mijîn köyündendir. Mijîn ise her zaman gerillaların ve özgürlük savaşçılarının Botan’da en ileri düzeyde üsleri olmuştur. Boşuna Mijîn için PKK’lilerin köyü denilmemiştir. Ve boşuna TC faşist devleti Mijîn köyünü vahşi bir şekilde 1994 yılında yakıp yıkmamıştır.
Evet, Mehmet Guyi yoldaş şehirlerde büyümüştür. Ancak dediğimiz gibi şehirlerde büyüse de o tam bir Guyi’dir. Guyilerin tüm pozitif özelliklerinin yanına birde şehirde aldığı eğitim, emekle erkenden tanışması ve de birebir gördüğü düşman baskıları onu düşmana karşı inanılmaz ölçüde boynu bükülmez kılmıştır.
Mehmet Guyi yoldaş çok sevdiği ve sonrada Penaber iken şehit düşen Ömer amcasıyla yaşı ilerledikçe Türkiye ve Kürdistan’ın farklı yerlerinde inşaat çalışmalarında yer alarak Kürtlere karşı geliştirilen ve de Kürtlere karşı var olan horlamaları birebir görerek büyür.
Gençlik yıllarını bir yandan çalışarak geçirse de, Kürtlüğe ilgisi büyüktür. Güzel bir futbol oynaması vardır. Yıllar arada geçse de özgürlük dağlarında bu futbol oynaşını görmek mümkündü. Gençlik yıllarında birde kimseye karşı boyun eğmemesiyle de tanınır.
Doksanlara gelmeden önce TC askerliğini yaptıktan sonra TC devletinin gerçekliğini daha iyi çözer. Bunca gelişmeyi ruhsal sahada yaşarken yanı başında Kürdistan’da gerillanın mitralyöz sesleri yükselmektedir. Bir gün amcasına açılır. Ve gönlünün dağlar olduğunu söyler. Amcası Kürt siyasetine uzak olan biri değildir. Kürt siyasetinin bedelinin ağır olduğunu da bilen biridir. Bunun için Mehmet yoldaşa gitme demese de “Bu iş zordur, gitmek var geri dönmek yoktur. Onurlu ve şerefli bir iştir bu. Onurumuzu temsil edeceksen git” diyecektir. Mehmet yoldaşın özgürlük saflarına daha önce katılan bir amcasının oğlu da vardır. Bunun için bir kere dağları düşündükten sonra onun için geri düşünmek yoktur. O bir kere karar vermiş ise artık onun için o kararın gereklerini yerine getirmek vardır.
Evet, Mehmet yoldaş 1989 yılında PKK saflarına katılır. Henüz birçok kişinin gerillaya katılmaya cesaret etmediği yıllardır. Zorlukları fazladır. Ancak o askerliğini yapan ve bir nevi birçok emek yoğunluklu işlerden pişen biri olarak sınanmış ve denenmiştir.
İlk eğitimini alır almaz uzun maratonu başlayacaktır. İlk pratiği onu Başkale, Çatak, Gürpınar zozanlarına götürecektir. Ardından Xakurke derken birkaç yıl boyunca bu alanlarda gerillacılık yapacaktır.
Gerilla derken herhalde ilk akla gelen isimlerden bir tanesi hep Sarı İbrahim yoldaş gibi birde Mehmet Guyi yoldaş olacaktır. Nasıl ki Sarı İbrahim yoldaş gerilla olmanın en ileri düzeyinde efsanesi idiyse aynı düzeyde bir de gerilla efsanesi olarak Mehmet Guyi yoldaşı yanına yerleştirmemiz gerekecektir.
Dediğimiz gibi öncelikli olarak Doğu Botan’ın tüm zozanlarına adımını atmadığı yer bırakmamıştır. Ve 1994 yılında ilk kez Botan’ın kalbi olan Besta alanına geçecektir. Burada bir kadro eğitimi görecek ve yönünü bu kez Hakkari’ye verecektir. Hakkari Levine alanında bölük komutanıdır. O yıllar, sert geçen yıllardır. Bugünlerde gözü yaşlı olan Tansu Çiller hanımın “bir çakıl taşı bile vermeyiz, ya bitecek ya bitecekler” dediği yıllardır. Ve bunun karşısında da partimizin çok güçlü çıkış yapmak istediği yıllardır. Mehmet arkadaş bulunduğu birlikte 12 yoldaşı alarak Hakkari şehri denilse de esasta Hakkari tugayının güvenliğini tutan tahkim edilmiş tabura ve tepesine dönük bir eylem planlamasını yapar.
Yukarıda gözü kara olduğunu söylemiştik. Gözü pektir. Bir kere Mehmet yoldaş karar kılmış ise tüm dünya da gelse onu geri adım attıramaz. Ve nitekim tek bir geri adım atmayarak çok sınırlı sayıda yoldaşını yanına alarak aynen eski çağlardaki gibi tahkim edilmiş kalelere doludizgin yüreğiyle saldırıya geçer. Burada üç yoldaşı şehit düşerken kendisi ağır yaralanır. Çok sonraları parti önderliğimizin “Donkişot gibi yel değirmelerine mızrak ile saldırıyorsunuz” diyeceği eylem bu eylem olacaktır. Bir yandan inanılmaz ölçüde bir cesaret ile binlerce askere sadece yürekle saldırılacak, ancak diğer yanda ise bu yüreğin yanına medeni cesaretin temeli olan aklı koymayacaksın. Bu paradoks herhalde Kürtlerin tarihin ilk gününde bugüne kadar onlara kalan temel karaktersel mirastır.
Mehmet yoldaşın gerilla mücadelesinde aldığı en önemli ders herhalde bu ders olacaktır. Bu olaydan sonra artık çok daha ileri düzeyde hem duyarlı olacak hem de gerillacılığı daha duyarlı yaklaşacaktır. Ağır yaralı olarak güneye tedavi amaçlı gitse de fazla durmadan yeniden savaş meydanına dönecektir. Adıl Bilika yoldaşın yanında Botan’ın bu kez batısına yönelecektir. Onlarca eyleme katılacak ve birçok başarıya imza atacaktır. Bu arada Erdal Engin Sincer yoldaşa da komutanlık yapacaktır. Mehmet yoldaş, Adil arkadaşın hareketli bölüğünde takım komutanıdır. Erdal yoldaş ise yeni yeni komutanlaşan bir takım komutanıdır. Botan’da o bilinen meşhur Serhatan eyleminin bir saldırı komutanı Mehmet yoldaştır. Bir diğer saldırı komutanı da Erdal yoldaştır. Tepe süpürülür. Tam 19 tane silah kaldırılır. Ve sonbahar eylemliklerine bu hareketli birlikte devam eder.
1995 yılında Mehmet yoldaş Doğu Cephesinde hareket edecek olan Fırtına alayında bölük komutanıdır.
1995 yılının baharı ardından bu kez Hakkari zozanlarında Rojhat Bluzeri'nin hareketli birliğinde birinci takım komutanıdır.
1995 yılının sonunda yeniden bölük komutanıdır. Ve 1996 yılında Hakkari’ye Rojhat Bluzeri yoldaşın Tabur komutanlığında bir bölük komutanı olarak en ön saflarda savaşandır.
1996 yılının sonlarında önderlik sahasına eğitim için gidecek ve bizatihi önderliğin yanında eğitim görerek 1997 yılında yeniden Hakkari taburuna bu kez Rojhat arkadaşın yardımcısı olarak geri dönecektir. Hakkari taburuna döner dönmez 14 Mayıs 1997 yılında TC devletinin İsrail destekli operasyonlarına karşı Zap cephesinde birçok eyleme imza atar. Ardından Hakkari taburu kuzeye geçerken Mehmet yoldaşın eylemciliğinden dolayı o güneyde yürütülen düşman operasyonlarına karşı Avaşin hattında kalacak ve buralarda da birçok eylem çıkaracaktır. Derken 1997 yılında yeniden Hakkari zozanlarına gelecektir.
1997 yılı Hakkari zozanlarının düşmana mezar yapıldığı yıllardır. Bir yandan Rojhat Bluzeri yoldaşın müthiş planlı ve dakik gerillacılığı ve savaşçılığı diğer yandan Mehmet yoldaşın gözü pekliği ve tabii birde neredeyse Mehmet Guyi yoldaşın bir benzer keskin militanı Eşref Nodiz-Davut Karakoyun yoldaşın müthiş kavgacılığının tümü ve tabii Hamza Gundık Remo, Fırat Êzidî, Ari Hezex, Agir Pet ve nice gerilla efsanesi Hakkari’yi o yıl TC ordusuna bir bataklık haline getiren yürekler. Eyleminin olmadığı gün neredeyse yoktur. Düşmana darbe vurulmadığı an neredeyse hiç yoktur. O yıl 60’ın üzerinde silah kaldırılmıştır. Onlarca eylem yapılmıştır. Hakkari şehir merkezi de dahil düşmanın dışarıya çıkmaya cüret etmediği yıllardır.
Ve o yılın sonbaharını Hakkari güçleri zozanlarda geçirirler. Çünkü ilk kez Hakkari güçleri zozanlarda üsleneceklerdir. Plan Rojhat Bluzeri yoldaşındır. Ne var ki Rojhat Bluzeri yoldaş ağır yaralanarak yurt dışına çıkmak zorunda kalır. Ve bunun için üslenmenin ağırlıklı işi Mehmet yoldaşa kalmıştır. O kış yani 1997-1998 kışını Hakkari güçleri Beytüşşebap zozanlarında tam 127 yoldaşla geçireceklerdir. Kış üslenmesine girmeden düşmanın yoğun bir operasyonuyla birçok üslenme malzemesi ele geçecektir. Bunun için üslenme yeri değiştirilecektir. Öyle ki yerde kar varken halen yer yapılacak, tam 20 saat dile kolay uzak bir mesafede ağırlıklı olarak sırtla erzak taşınacaktır. Ve bu erzağı taşırken her zaman en ileri düzeyde moral ve motivasyonla öncülük edecek olan Mehmet yoldaştır. Daha sonra kış bitmeden yeniden yer değiştirmek zorunda kaldıklarında 25 yoldaşın ayağı karda yanacaktır. Yine gücü ayağa kaldıracak olan Mehmet yoldaşın devrimci militan duruşu olacaktır.
1998 yılında zozanlarda pratikler erken başlayacaktır. Ve Mehmet yoldaş ağustos 1998 yılında Rojhat Bluzeri yoldaşın Masiro suyunda şahadeti ardından Hakkari cephe komutanı olacaktır. Ve daha sonra Xakurke, Gare, Zap, Mahsum Korkmaz, Amed eyalet komutanlığı derken yeniden, Anakarargah, Kandil, Zap, PKK Ocağı ve Güney karargahı. Ardından da 2011 yılında yapılan askeri konsey toplantısı ardından Van eyalet komutanı olarak yeniden Hakkari alanına dönecektir.
Askeri konsey toplantısında Mehmet Guyi yoldaşın 1989 yılında bu yana savaş içerisinde yaşadıklarını kaleme alarak kitaplaştırması ve bu çalışmanın HPG güçleri için eğitim materyali olması açısından önemli olacağı belirtilmiş ve onun böyle bir çalışma yürütmesi karar altına alınmıştı.
24 yıl boyunca tüm cephelerde bir savaş komutanı olarak her sahada en aktif eylemliliğin içerisinde ve de her zaman en ön cephede yer almış olan Mehmet yoldaşı gerçekten nasıl anlatacağız?
Mehmet yoldaşı yukarıda da dile getirdiğim gibi 18 yıl boyunca tanıdım. Birçok alanda birebir birlikte kaldık. Bir ara kesintisiz olarak 4 yıl aynı alanda ve çoğu zaman aynı birlikte kaldık. Onun yanında siyasi komiserlik, takım komutanlığı, bölük komutanlığı derken hep birlikte aynı yönetimlerde yer aldık. Bunun için belki de mücadele içerisinde en çok birlikte kaldığım arkadaş olmuştur. Yan yana, aynı alanlarda, aynı pratiklerde…
Benim için Mehmet Guyi yoldaş her zaman biraz İnce Memed'i anımsatmıştır. Hiç bir şeye boyun eğmeyen kişiliğiyle, asiliğiyle, onurlu ve dik duruşuyla hep etkilemiştir. Her şeyine katılmaya bilirdiniz, eleştirileriniz de olabilirdi ancak onun bu boğun eğmeyen kişiliği karşısında saygı duyardınız. Onun emekçiliğine saygı duyardınız, onun arkadaş yapısıyla her zaman iç içe yaşamasına saygı duyardınız, onun o mertliğine, cesaretine, her şeye özelde de faşizme kafa tutuşuna sadece saygı duymazdınız, aynı zamanda ona hayran olurdunuz.
Evet, Mehmet yoldaşla kalan birçok savaşçısı ona hayran olurdu. Hele onunla savaşın ortasında birlikte kalanlar kesinlikle hayran kalırlardı. Çatışmanın, eylemin en kritik anlarında Mehmet yoldaşla olmak tek bir kelimeyle ifade edecek olacak olsam, bir keyifti. Zevkti. Onun yanında iken sanki yıkılmaz ve yerinde en sert depremle bile sarsılmaz bir dağ vardı. Onun yanında hiçbir savaşçı cesaretsiz oluşu yaşamazdı, yaşayamazdı. Bu duruma zaten Mehmet Guyi yoldaş izin vermezdi.
PKK ocağına gittiğinde, gelenektir her giden kendisini ocak yapısına tanıtır. Mehmet yoldaşta kendisini tanıtıyor. O an orada olan yoldaşlar bana daha sonra anlatmışlardı. “Ben Mehmet Guyi. TC devletine, İran devletine, Arap devletlerine, emperyalizme, cümle cemaat işbirlikçilere karşı savaştım ve bundan böyle de savaşacağım” gibi cümleler sarf ettiğini söylediler.
Bu ortamda hazır değildim, bu durumu Mehmet yoldaşa da sormadım. Ancak benim tanıdığım Mehmet Guyi gerçekten de bu karakterdedir. Dünyanın tümü de üzerine gelse, dünya toplanıp ona saldırsa da tek bir geri adım atmadan, davasından milim şaşmadan sonuna kadar savaşacak biridir. Çok kısa değil ancak ortalamanın da altında boyuyla, zayıf denilecek vücut yapısıyla, onlarca kez param parça olmuş bedeniyle, bu kocaman yürekli yoldaşın tüm dünyaya kafa tutması gerçektende insanlardan hayranlık uyandırıyordu. Sevilmesine yol açıyordu. Kabul görmesine yol açıyordu.
Hem böyle onurlu, mert, gözü kara idi hem de her şeyi hemen kabul eden biri değildi. Mücadele içerisinde örneğin savaşmayan hiçbir komutanı kabul etmemiştir. Belki doğru görmemişizdir yer yer tartışıp eleştirmişizdir ancak onun için komutanlık görevini üstlenmiş olan birinin yapması gereken görevi, savaşmaktır. Bunu yapmıyor ise “o komutan değildir ve komutanlığı hakta etmiyordur.”
Mehmet yoldaş elbette sadece savaşkanları benimsemesi diye bir şey yoktu. Onun çok değer verdiği ve savaşta büyük destanlar yaratmayan yoldaşları da vardı. Ancak bu yoldaşların yaşamda kattıkları çoktu. Eğitimciydiler. Yaşama hakimdiler. Ve tabii birde örgütsel hakimiyetleri vardı. Böyle olupta büyük komutanlık taslamayan yoldaşları Mehmet yoldaş gerçekten de severdi. Yani sorun savaşıp savaşma belki değildi, sorun bir bireyin neyse o olup olmadığını açıkça ifade etmesi sorunuydu. Mehmet yoldaş çok fazla harbi bir yoldaştı. Bunun için mücadele içerisinde yer yer görevleri fazla üstlendikçe zorlanmıştır da. Çünkü görevleriniz çoğalmış ise o zaman diliniz, yaklaşımlarınız, üslubunuzda buna göre olmak zorundadır. 20 kişiyi yürütmek bir iştir, 500 kişiyi yürütmek başka bir iştir. 500 kişiyi yürütüyorsanız diliniz daha kapsayıcı, daha yapıcı daha politik olmak zorundadır. Aksi taktirde bu kadar rengi bir arada yürütmek gerçekten de zor olmaktadır. Hele savaş gibi sert bir iş’te. Hele savaş gibi insanın ruhsal durumun çok etkili olduğu bir çalışmada. Her şeyi her zaman istediğiniz gibi söyleyemezsiniz. Birçok faktörü dikkate alarak değerlendirmek zorundasınız. İşte bunun için Mehmet yoldaşın bu harbiliği her zaman olmasa da yer yer onu zorlamıştır.
Savaşın en ileri pratiklerinde bu dobralık özelde onun bire bir içinde yer aldığı ortamlarda çok olumlu sonuçlar getirmiştir. Ya da onun kendisini nasıl kattığı herkes tarafında görüldüğü için herkesi sürüklemiştir. Ancak böyle olmayan ortamlarda o bunun sıkıntısını çekmiştir. Bir ara Amed eyaletinde yeni güneye gelmişti. İlk söylediği “burada çok dert var, yenileri çok, düşmanı birebir göstererek eğitim yapamıyorsun bunun için herkese her istediğini söyleyemiyorsun. Ama kuzeyde bir düşman var birde sen varsın. Her şey daha rahat, daha basit, ya yaparsın ya yapmazsın. Orayı burayı suçlayamasın. Neysen osun” demişti. İşte İnce Memed’e benzettiğim durum budur.
Ve tabi Mehmet yoldaşın anlatılacağı çok özelikleri vardır. Aşırı duygusaldı. Dış görünümüyle çok sert olan ya da görünen Mehmet yoldaşın gizli tuttuğu bir defteri vardı. Bu defterine yanında şehit düşen yoldaşları yazardı. Yine defterine yıldızlar çizerdi, her bir yıldız onun yanında şehit düşen bir yoldaşın ismini alırdı. Her yoldaşa dönük yazdığı ufak şiirleri vardı. Dediğim gibi kimseye bunları okutmazdı. Ve hiç kimse onun günlük tuttuğunu bilmezdi. Dediğim gibi dış görünümüyle çok mu ama çok sert bir imajı vardı. Herkeste öyle bilirdi. 2011 askeri konseyi toplantısında savaş anılarını yazması için bir kitap yazması ondan istendiğinde o “hayır, yapamam, olmaz” diye manaya gelebilecek cümleler sarf etmişti. O zaman örgüt yönetimine Mehmet arkadaşın günlük tuttuğunu söylediğimde en çok şaşıranlar örgüt yönetimimiz olmuştu. Çünkü hiç kimse Mehmet yoldaşın günlük tutacağını inanamazdı. Ancak Mehmet yoldaş yıllar yılı her zaman günlük tutmuştu. Şehitleri yazmıştı. Kısa ama dolgun şiirleri vardı. Bunların tümü onun aşırı derecede duygusallığıyla bağlantılı gerçeklerdi. Bunun için Mehmet yoldaşı uzaktan tanımak olmazdı, onunla yaşamayı, aynı battaniyeyi ve aynı kaptan yemek yemeyi paylaşmak gerekirdi.
Mehmet yoldaşa ilişkin söyleyecek çok şey elbette vardır. Özelde Mehmet yoldaşla Rojhat Bluzeri-Lezgin Yorgun yoldaşın yoldaşlığını söylemeden geçmek olmaz. Mücadele tarihinde Mehmet yoldaşın herhalde en sevdiği yoldaşlardan bir tanesi her zaman Rojhat Bluzeri olmuştur. Rojhat Bluzeri şehit düştüğünde onun nasıl ağladığını bana anlatanlar olmuştu. Ölümüne ona bağlıydı. Belki de Mehmet yoldaşın mücadele tarihinde birlikte en iyi çalıştığı komutan Rojhat yoldaştı. Rojhat yoldaşta Mehmet yoldaşı çok sevdiğine ben tanığım. Birlikte Hakkari zozanlarında gerillacılık yaparken sürükleyen Rojhat yoldaştı ancak en ileri düzeyde Rojhat yoldaşı uygulayan ise Mehmet yoldaştı. Bunun içindir ki başarılı geçen Hakkari pratiği halen dillerden destandır.
Evet, birde Mehmet yoldaş derken Eşref Nodiz-Davut Karakoyun yoldaşı da eklemek gerekir. İlk katılım gününden şahadetine kadar Eşref yoldaş ile Mehmet yoldaşlar ikiz gibi yaşamışlardı. Herhalde iki insanın bu kadar birbirine bağlı yaşaması ve belki de bu kadar birbirlerine benzemesi özgürlük dağlarında nadirdir. Eşref yoldaş aklıma gelince her zaman Mehmet yoldaş gelmiştir. Mehmet yoldaş aklıma geldiğinde ise her zaman Eşref yoldaşı anmışımdır.
“Mehmet Guyi yoldaşımızın belirgin bir özelliği zekasının kıvraklığıdır. Girişimciliğidir. İnisiyatifli oluşudur. Bu özelliklerinden dolayı Mehmet Guyi yoldaşımız hangi alanlarda bulunmuş ise orada mutlaka düşmanı çaresiz bırakmış, daraltmış ve aciz içerisinde bırakmıştır. Düşmanı böyle çaresiz bırakırken onunla kalan yoldaşları ise her zaman en iyi bir şekilde korumasını bilmiştir. Bunun içindir ki onunla tüm gerillalar kalmak istemişlerdir.
Mehmet Guyi derken aklımıza iddia, irade ve devrimci dayanırlık gelmektedir. Öyle ki yer yer adeta param parça olan vücuduna rağmen bir dakika dahi devrimci çalışmalarda geri durmamıştır. 1994 yılında ağır yaralanmasına rağmen aynı yıl yine en ön saflarda savaşın kızgın ortamında zayıf düşmüş bedenine rağmen komutan olarak yürümesi onun bükülmez iradesini ve çelikten iddiasını ve de gerçekten de herkesi şaşırtacak kadar dayanırlığını göstermektedir.
Özcesi Mehmet Guyi yoldaşı tanımak için onunla birlikte savaş meydanlarında olmak gerekirdi. Onunla birlikte yoldaşlık yapmak gerekirdi. Çünkü o bir PKK savaşçısı olarak özgürlük mücadelesine yerini aldığı 24 yıl boyunca her zaman en ileri düzeyde katılan bir PKK militanı olmuştur.
Mehmet Guyi yoldaşımız birçok yerde birçok parti görevleri üstlenmişti. Savaşçılıktan HPG Meclis üyeliğine kadar, savaşçılıktan eyalet komutanlığına kadar farklı görevlerde bulunmuş olan Mehmet Guyi yoldaşı onun mücadele arkadaşları olarak her zaman anacağız”.
Evet, bizler onunla birlikte kalanlar, yine onun komutasını altında savaşı öğrenmiş olan savaşçılar, onunla aynı çalışmada yer alanlar kesinlikle ama kesinlikle Mehmet yoldaşın bize bıraktığı düşmana inat; direnişçi, inatçı, dirayetli özgürlük mücadelesi kültürünü kendimize ekerek mutlaka ama mutlaka ona bağlı kalarak onun hayallerinin gerçekleşmesi için onun gibi tam kavganın ortasında olacağız.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Harunê de 8 insanlık yolcusu. 8 insanlığımızdan çalınanları bulma ve savunma çırpınışçıları. Yüreğini aç kanat çırparak gelebilirler sana doğru. Yüreğini aç bizden biz olmaktan çalınanları bulmaya gidenler dolabilir içeri. Belki kuşlar gibi, belki kelebekler gibi belki de esen rüzgar gibi usul usul… Yüreğini aç gökyüzü misafir olabilir sana maviliklerle şenlenebilir yüreğin. Aç kapama yüreğini taşıyabileceğini alsın içeri.
Nasıl zincirlenmişse insan olmanın damarları ve üryansak aynı topraklarımız gibi. Yüreğimiz ve toprağımız ne kadar da benzer birbirine. Ve köklerinden dönmeyen insanlığımız ceset ceset çarpıyor zebunların kan yiyici yüzüne. Onlara parçalanmış bedenlerimizi bırakıyoruz ki bedenlerimiz de kendi gerçeklerini kendi korkularını ve parçaladıklarını bir daha bir daha görmeleri için. Onlar teslim olmuş beden, ruh ve yürek istiyorlar bizden. Bizlerde onlara paramparça olmuş bedenlerimizi bırakıyoruz. Ki bedenlerimiz de kendi değer yargılarını, kendin kalplerin görsünler diye. Ayna oluyoruz parçalanmış bedenlerimiz ile feda ettiğimiz canımızdan geri kalan kanlı, tozlu, isli, lime lime olmuş bedenlerimiz ile. Baktıkça baktıkça görünsün gadarlığın hacmini.
Kimimiz bombalarını bedenlerinde patlatarak parçalar bırakıyoruz, kimimiz de oluk oluk kanların aktığı bedenlerimizi bırakıyoruz geriye. Onursuz yaşamaktansa onurumuzu zalimliğe zula edenlerden ruhumuzu almaya gidiyoruz.
Ruhumuzu göğe ağartıyoruz ki kimse bürünmesin bizi bizden men etmenin kıvancına. Hem de asla ve asla. Tek bir tanemiz bile hür olmayana kadar hür olmayı öğreneceğiz ve öğreteceğiz. Geliyoruz yüreğimiz şakıyor, umudumuz binlercesinin umudunu bahara katık eyliyor. Ve geliyoruz.
Yoksa; bak ruhumuz ölüme örülüyor geleceğimiz gibi toprağımız da. Görmez misin zalimin hoyratlığı altında gülen yüzlerimiz gibi toprağımızda. Ve debelenir yomsuzlar.
Kürt sevgisizliğin en muktedir kurbanı…
Kürt bedbahtlığına aşık yorgun bekçi…
Kürt kendisi için hiçliğin yongasını giyerken başkalarına post olan giydirici…
Kürt anlaması da anlatması da en zor olanın açmaz figanı…
Kürt en az saygı duyulan insan olmanın guguk kuşuna benzeyeni. Guguk kuşu gibi yumurtalarını başka birinin yuvasına koyarak büyütmesini bekleyen, kendi yavrusuna bile ana olmaktan mecalsiz…
Kürt ülkesinde kalbini bulamayan dünyanın her yanına dağılmış bedbaht…
Kürt, Kürt, Kürt…. Bunlardan başka nedir ki; Kürt budur işte diyen kanımızı içmeyi erdemden, yaşamdan, sözde topraklarına sahip çıkmaktan sayanlarının yaşamımıza akıttıkları. Ondandır kaleler dikiyorlar topraklarımıza, bombalar yağdırıyorlar bedenlerimiz gibi dağlarımıza; gazlara boğuyorlar çaktırmadan her bir deremizi, ırmağımızı aynen bombalar yağdırdıkları cesetlerimize yaptıkları gibi.
Karakollar yapıyorlar, beynimize ördükleri hiçliğin kaleleri gibi. Karakollar değil, surlar örüyorlar bu yüzyılın eşiğinde. Alıştıkları gibi. Kirin içine batırdığı, zalimliğini sanatla icra ederek çulsuz bıraktığı hislerimizi, duygularımızı, basiretimizi daha daha tedip edercesine. Meşgale ediyorlar insanlığımızı, taşkaleye çeviriyorlar tarihimizi.
Hey bre ne zaman yıkılmadı ki zalimliğin, ilelebet mi sanırsın gaddarlığını. Tek vazifen köleleştirmek, yağdanlığın yapmak, en güzel küfürleri daha bir daha insanlığımızı unutalım diye yüzümüze üflemeye medet ettiği için gelmişler dağlarımıza. Kabul ettirmenin aklını icra etmektedirler, kibirlice. Canını şeytana satmışta gelmiş dağlarımıza da böbürlenir, ceddine kanımızı akıtarak sahiplenir. Öyle ya Ayvaz kasap hepsi bir hesap. Alıştığın gibi. Öyle sanırsın ki ciğeri beş para etmez Kürt var karşında halen. Heybete sözün yok da ondan mı kalleşliğe çıkar yolun. Ama bilmedin mi daha kahpeliğin sonu yoksa direnmenin de sonu yoktur.
Dikilen her tepe, kurulan her mevzisi ile tas tas kan içmeye geldim diyor. Kürt’ü ben icra ettim diyor. Benliğini posta posta yemeye geldim diyor. Tecavüzüm de hürüm diyor. Bitmiş insanlığı baki kılmak için kuruluyor dağlara karakollar.
Ama o kadar korku bezeli, bir insan boyu kalınlığında duvarlar örüyor, habis yüzünü dağlarımızın ayanın da saklayarak sadece dışarıya gözetleyecek kadar pencereler bırakıyorlar. Taştan, betondan örülüyor duvarlar; toplar, tanklar bile gömülüyor oysa savaşmak için gelmişlerdi bizlerle. Zülümkarlığın cüceliğini savunmaya gelmişler dağlara. Bilmezler ki ne de küçük düşerler asi, alımlı, engin dağlar karşısında.
Hani gücünüzü sınayacaktınız hakir bedenlerimizde hani birkaç çapulcunun arkasına düşmek bu kadar kolaydı. Kolaydı kolaydı da neden korkarsınız cesetlerimizden. Hani kolaydı kolaydı dişinizi geçirmek genç bedenlerimize. Hani kolaydı hani sonsuz, sorunsuz kölelerinizdik de neden korkarsınız soğumuş, atan bir damarı bile kalmamış bedenlerimizde.
Hadi tanımla feri kalmamış savaşının gömülüşünü, bedenlerimiz karşısında. Seve seve vermeye geldik canımızı, savaşmaya geldik, yokluğuna bilendik geldik, hiçliğini sana tattırmaya geldik, insanlığımıza saygımızı cömertçe, kaygısızca, vuruşkanca düğüne döndürmeye geldik. Düğünümüzü doyasıya kandilleştirmeye geldik. Biz geldik. Biz yine geleceğiz. Biz hep geleceğiz. Yine yine döneceğiz. Atlarımız değişecek, gözlerimizin rengi, saçımızın uzunluğu, kahkahamızın tonları değişecek belki ama yine geleceğiz. Yine yine karakollarınızı hüsran kolları yapacağız içinde özgürlüğümüzü ebed kılana kadar. Yıkımkollarınızda rahat uyumadığınızı bilerek özgürlüğün vısıltısını sunacağız sizlere.
Faşizmin nişaneleri siline kadar. Çünkü insanlığımıza teşnedir umutlarımız, sadık olduğumuz hayallerimiz. Ellerimiz dolanır özgürlük yürüyüşçülerine, gözlerimiz onlarda şimdi. Yolcular yine geldi ve yine kusursuzca yürüyorlar; başları dik, yürekleri onurlu, gülüşleri görkemlice.
Yolcular onlar yine arkası kesilmeyen yolda arka arkaya düştüler. Kemallerle, Hayrilerle, Besêlerle başlayan; Beritanlarla, Brusklarla, Rukenlerle, Baranlarla devam eden yolla yeni yürüyüşçüler eklendi. Harunê de 8 cengavar indi yola ve sabırlıca, sakince, gözleri gelecekte, hızla ilerlediler.
Harunê de 8 can, 8 kalp atışı, 8 feda olmanın özlemi, 8 teslim olmanın türkücüsü, 8 bitmeyecek sevdanın abidesi, 8 cengaver ve 8 yoldaşımız özgür ve onurlu olmanın sinesine yürüdüler. Harunê karakolunu geleceğimizde temiz bir ukdeye çevirmek için. Lanetin kalelerine sökün eylediler, ömrümüz temizlensin diye. Çünkü lanetin kazandığı, var olduğu her yerde en çok günahsızların, tertemizlerin yaşamına kir bulaşır, karaçalılar arasında kalmak düşer masumların payına. Günahı öğrenir daha doğmamışlar bile. Kendi paylarına düşeni temizlemek değildi onların ki. Kirlenmesin diye kimsenin dünyası, öksüz kalmasın diye sevgiler, bahtsız olmasın diye çocuklar, bitmişliğe ağlamasın diye analar onlar düştü yolla. Ve bu yol yolcusuz kalmasın diye zafere yürüdüler.
Elleri havada şen gülüşleri ile bize doğru dururlar. Heval de uzat elini onlara. Bırakma ellerini elinde kalsın, sakınmaz gözlerle bak O kanatlananlara bırakma yine ellerini ellerinde kalsın. Düş de olsa bırakma ellerini, sızlamasın yüreğin kabarsın artık özgürlük sonsuz diye, yenilmez diye. Ama yüce ama güçlü ama ufuk dolu ama yılmaz yolculuklara bakar gibi.
Sanma uzakları görmez yürek, sanma seçmez yolcuları. Aç yüreğini nefesin dolaşsın ve nefesin yaşam sunsun. Aç yüreğini ötelerdekini duysun. Aç yüreğini dağdan inenleri duyabilir. Aç yüreğini dağdan inenlerin soluğu sarsın seni. Kapama yüreğini taşıyabilir yolcuları. Aç yüreğini ürpermeyecek bilesin çünkü yürek tanır kendini.
Nupelda Engin
- Ayrıntılar
Tut ki kaybolur gülüşün. Olmazsa yaşamın solduğunu sandığım gülücük dolu sevecen, azim yığılı yüzün gözümün önünde. Üşüyorum, yüreğim üşüyor heval. Yüreğim çırılçıplak, buz tutuyor çok üşüyorum, tir tir titriyorum, gözlerim kapalı seni dinliyorum, delirten karanlığın ortasında.
Gidişinin ama dönmeyişinin yüzü soğuktur heval. Ah! Hangi ayrılık vaktinde oldu ki bizde, hangi hicran da yüreğimde ki soluk, çorak olmaz?
Üşüyorum, üşüyor yüreğim, soğuktan sızlıyor her bir haresi. Pare pare oluyorum heval. Ne kadar derindir uykun(?) kalkmaz mısın be heval? Donarım ha bilirsin, dayanamam gülüşünü duymazsam. Asılırım gecelere, kaybolurum bildik patikalarda. Dizlerim hiç alışmazmış gibi bedenimi de taşıyamaz beni.
Görmez misin be heval halimi de beni böyle bırakırsın?
Neden nedendir ayıkmıyor aklım? Yüzüme ışığın vurmaz mı hele? Bilirsin hasretim olan ışığı çekmek için içime ne serlerden geçerim de geçmem ışığın zerrecik kadar bir huzmesinden bile. Işığım söndü heval neredesinde, koyarsın beni ışıksız loş ve alacakaranlıklarda?
Nereye böyle vakti miydi? Daha erken be heval… Vakti miydi?
Soldurma yüzümü, hunhar etme beni bana.
Duymaz mısın (?) yüreğimde ki ürpermeyi de ısıtmazsın ruhumu da garip edersin beni be yoldaş.
Gördüm ki kayboldu gülen yüzün, sakınmayan gözlerin ve gözlerin asılı kaldı kuytusuna en kuytusuna yüreğimin. Yaşamın ilmiğini emmişte soluğunu öyle yılmaz kılmış yoldaşım, soluğunu duymuyorum bilir misin? Üstüme üstüme geliyor her şey ama her şey. Bilirsin de kahredersin yalnızlığı, sökün edersin heyhat.
Sökünün de niye(?) sökün eylediğinde dönüverdin de nereye?
Vurgunum bilir misin heval yoluna, dik başına, bitimsiz gülüşüne, yürüyüşünde ki soluksuzluğuna, heybetine. Heybetini katık ederim içime solurum solurum. Gün ile gecenin ayrıldığı şafakta oturur seni beklerim. Şafaklar alır beni koynuna sallar beşikte ki bebeler gibi. Şafağın söküşünde yüreğime fısıldadığı türküyü dinlerim.
Bakma öyle soğuk tutan yüreğime belki de kıskanırım seni bilir misin; sen olmak ister biraz içim. Vururum kendimi yokuşlara da yine de düz bana. Düzlüklere vururum da kendimi esen rüzgâr gibi savrulurum. Bakma öyle heval anlatamam kendimi.
Tutkunum bilir misin heval yüreğimde ki sana. Bana ait olmayan çıldırasıya yüreğim sen, sen doludur. Dönerim dağa, taşa, kuşa, dingin yollara, yıllanmış dağın uğultusuna sen, sen dolusun. Mail oldum her bir dirhemine kavganın. Kavga yüreğim de sen olur bir aşkı fısıldarım heval diye. Bir seni çağırır sanır oysa binleri bulurum yüreğimin içinde. Ayılırım, örterim yüreğimi üşümesin diye. Bayılan yüreğimi.
Teşne yüreğim şimdiler de bıraktı üşümeyi, çatlıyor susuz topraklar gibi. Yüreğim kendinden geçmiş bir ayindedir şimdi. Dua eder, niyet eder, şükran eder. Mevlana’nın dediği gibi
“Dedim ki: Eğer güzelsem bu güzelliği O’nun lutfu olarak kabul ederim.
Değilsem zaten çirkinler bile bana güler!
Çaresi şu: Kendime bakayım, kendime çekidüzen vereyim.
Bakalım ona layık mıyım, değil miyim?
O güzeldir, güzelliği sever.
Taze bir delikanlı kart bir ihtiyarı nasıl seçer.
Temizler kimlerindir? Temizlerin.
Şu meydandadır:
Güzel, güzeli sever, güzeli ister.
Şunu bil ki, güzel güzeli cezp eder.
Heval… heval… heval… döner dönerim yine kendimde ki senin güzelliğine. Seyre dalarım yüreğim de güzelliğini tüm kahrolası çirkinliklere yaşam dolu bir öfke doldururum. Ve de içerim. Ve bütün çirkinliklerden hesap sorma sana koşan kaderim olsun isterim.
Sararsın yüreğimi heval. Heval… tükenmez deryalar gibi işler içime. Heval olurum en cezbedilen gönül ile. En büyük zevk heval olmak, en büyük hasret heval olmak, en büyük doyumsuzluk yoldaşlığı dorukta yaşamak. Heyyyy! Heeeey! Hey heval duyar mısın beni.
Sar sar yüreğimi üşümesin. Üryan değil o. Garip değil o. Kimsesiz değil o. Sarıl heval diye. Gülüşüne, tutuşuna, usanmazlığına, patlayan bedeninin her bir parçası yıksın içimde ki soğukluğu. Sar sar heval de bana, heval ol bana. Yoksa tanımaz, bilmez, algılamazım seni. Heval olmayı bilirim, tanırım seni.
Usanmam bilesin ha, vurulmam ha, yılmam ha çünkü ben sana yoldaşım. Yoldaşlığın ruhunu soludum da yoldaşsızlıktan soyundum da geldim.
Bilirim dağlar da bir tek sohbetler sığdırılmaz yüreklere, ölümler de sığdırılır. Ve yoldaşlık kadar ölüm de paylaşılır. Giderken ufuklara doğru bedenlerimiz, al şafaklara teslim ettiğinde kendini, kavga kadar ölüm de yaşanır. Bütün yaşanmışlıklar gibi de o da paylaşılır. Canhıraş vuruşulan gecelerde alın teri kadar, kendini adamak kadar, insan olmanın en yılmaz esintileri kadar ölüm de paylaşılır. Bir tek gülüşler de bulmaz yoldaş yoldaşı, gidişlerde de bulur yoldaş yoldaşı. Ve her şey kaybolur her şey yenilir belki ama yoldaşlıklar bitmez, yenilmez, kaybolmaz.
Melekler gibi hep yanındandır, kalbin kadar içerindedir, soluğun kadar senin sahici yanındır, şah damarın kadar yakındır sana. Heval deyince bir gülücükler paylaşılmaz gidişler de paylaşılır. Yıkılmazlığın narasını atan zafer çırpınışları kadar ayrılıklarda paylaşılır.
Sanma ki bir tek seni yüreğime gömerim heval. Sanma ki bir tek ben de yaşar diye bilirim seni. Sanma ki heval diye dert dökerim dizelerime. Sanma hevalin olmayı kolayda bilir de. Sineyi sıradanlığa veririm. Sanma bir eğriyi düz kılmak için sabrın ruhunu okumam. Sanma yalnız bırakırım zamanı ve bir tek gerisin gerisin döner de ararım seni. Geçmişte, gelecekte ve an’da arama gayretimdir güldüren yüzümü.
Bilmezdim oysa heval. Yoldaş olmak bu dünyanın en zoru, en özü. Yoldaş olmak binlerce serden geçmeyi kendine kolay eylemek. Bilmezdin de bir tek seni yüreğim de sanırdım. Oysa her aşkın içinde bir sen varsın. Heval diye bakarsın yüzüme, gülüşün kıymık kıymık işler içime. Gök de görürüm seni, yıldızda görürüm seni, yılmazlıklarda görürüm seni, bağrı yanık saz tellerinde dinlerim seni. Sabahın seherinde fark ederim seni. Yüzüme vuran seher yelin de haber mi gönderdin diye susar, dinlerim. Temiz de yiğit de anlarım seni. Bilmezdim heval bu kadar çok bu kadar kalabalıksın.
Yüreği gömülecek değil de yaşama saçılacak taze tohumlar olarak hep ama hep çokmuşsun heval.
Yüreğim de bak telaş kalmadı, acelecilikler çekildi sükunete; bak kasırgalara kafa tutar çünkü içinde yoldaşı saklıdır, yoldaşları vardır, yoldaşlarına yoldaştır. Hasretim ama hasret üşütmez insanı.
Üşümüyorum artık heval…
Hep varsın…
Hep yanımdasın…
Ve de herkes ilesin…
Hepimizde bir parçasın…
Sen öyle bir yoldaşsın ki üşümüyorum ve mümkünde değil.
Nupelda ENGİN
- Ayrıntılar
Bêrmareş’ê, Karagöl demek. Herekol’un doğu eteklerindedir. En derin yeri 3-4 metre’yi geçmez. Belki de bulmaz. Dibinde kum hiç yok. Zemini tamamen kırmızı toprakla kaplıdır. Yukarıdan göle kuş bakışı bakınca rengi gerçekten siyahidir. Yakından ve biraz yanlamasına bakınca rengi bazen koyu yeşile çalar, bazen mavimsidir. Çok nadiren göğün mavisini içmiş gibi olur. Geceleri dolunayda şafak ve günbatımı öncesi çok güleç bir renk alır.
Bêrmareş’in güney tarafına başka bir söylemle yukarısına yüksek kayalıklı bir tepe düşer. Eski adı Terazinareş'tir. Tek kapısı veya yolu burada yine Bêrmareş adıyla anılan kapısıdır. Bu kapıdan Koridorê Sora ve Navser taraflarına gidileceği gibi kapıyı çıkınca batıya yönelerek Deşta Sore taraflarına gidilebilir.
Gölün aşağı tarafına da çok daha alçak bir sırt düşer. Ardıç ağaçlarıyla kaplı bu sırtın en zirvesinin gölden uzaklığı iki yüz metreyi bulmaz. Sırt tepesinden göle kadar kırk beş derece eğimlidir. Kayalıklı olsa da kayalıklarda düz, düzlük gibidir. Bu sırtın aşağı yamacı uçurumludur.
Gölün bir tarafından Herekol’un yıkılmış taş yığıntıları, xılxıleleri yüzlerce metre uzanırken, diğer tarafından, yüzerce metre çimli, pınarlı, koridorlu, mergli küçük küçük tepecikli beri yerleri uzanır. Koçerler üç beş yerde koyunlarını sağar ve dinlendirirler. Bir kilometre ileri de Kaniya Sar, Kanisarkê denilen buz gibi bir pınar var. Suyu oluk oluktur. Etrafında mendık, tuzık ve pung yetişir. İçmek için çay için olduğu kadar, koyun ve kuzuları, keçi ve oğlakları sulamak için de çok sağlıklıdır. Sonbaharda suyu epey azalsa da hiç kesilmez.
Ve yine döndük Bêrmareş’e su yukarıdan elli metre kadar mesafeyi kaplayan kaya yıkıntılarından fışkırıyor. Bu kaynağın özü taze kar sularıdır. Herekol’de kar erimeye başladıktan bir süre sonra buradan sular fışkırır. Esasta Deşta Sore taraflarının suyudur. Koçerler eskiden Deşta Sore’de garıs (mısır) yıkandığını ve suyla akan tanelerin bu gölden çıktığını söylüyorlar. Ayrıca da gölün etrafında, yukarısında eriyen kar suları da buraya akar.
Sürüleri sulamak için bu su da verimlidir. Ne var ki bu su sonbahara kadar kalmaz. Şimdilerde insanın kolay kesemeyeceği pınarı yazın kuruyacak. Bir taraftan oluk oluk, beyaz sular göle dolarken diğer taraftan da oluk oluk boşalır. Daracık bir boğazdan kendini yüzlerce metrelik yamaçtan coşarak aşağılara bırakır. Su yazın yavaş yavaş azalsa da kuruması hemen hemen ani olur. Ama en ilginci gölün boşalması, kurumasıdır. Göl doluyken siz koyunlarınızı sulamaya getiriyorsunuz. Göle biraz yaklaşınca aniden göl önünüzden kaçmaya başlamıştır. Sular çekiliyor. Koyunlar peşinden koşuşturur. Susuzluğunu gidermek için gölün alt zemininde bazı delikler var. Gün gelir evrendeki kara delikler gibi gölün tüm suyunu sömürürler. Nerdeyse birkaç yudumda bu gölün tüm sularını içerler. Oysa o delikler hep varlar. Neden illa belli bir zamanda böyle su gözlü olurlar. Neden Bêrmareş’in siyahi maviliğini acımasızca yutarlar bilemiyorum. Koçerler her yıl bu olayın Cuma günü veya akşamı olduğunu iddia ediyorlar. Böyle bir inanışta var. Gününü bilmiyorum ama bir on dört Temmuz günü sularının çekildiğini arkadaşlarımdan duymuştum.
Gölün mergli çayırlı çimenli tarafından sırtın hemen üstündeki düzlükte eski mezarlar var. Gömülenlerin birçoğunun çocuk olduğu da anlaşılıyor. İlginç ve güzel bir yer seçmişler ölülerine. Ben de ölünce buraya gömülsem gölü görecek miyim(?) diye merak ediyorum. Gölün çevresi yazın tam bir festival yerine döner. Binlerce koyun öbek öbek berilerinde bekleşirken, çobanlar, kadınlar, genç kızlar, allı pullu elbiseleri ile bakraçlarına süt doldururlar. Çocuklar sürünün etrafından dolaşarak, sağılmaktan kaytarmak isteyen kurnaz koyun ve keçileri yakalayıp Berivanlara teslim ederler. Yine uyuşuk uyuşuk yatıp sağılma yerine gelmeyi düşünmeyenleri de uyarırlar. Eşeklerin bazıları zırlar, bazıları cirit atar, bazıları tozun içinde takla atar bazısı hiç doymak bilmez. Düzensiz ve zamansız doğan kuzular kayalıkların içerisindeki küçük kozıklerinde bekleşir, acıkınca meleşirler. Köpekler; kimisi haylaz, kimisi çılek (azgözlü), kimisi uyuşuk, hantal, kimisi geveze, kimisi korkutucu ve saldırgan. Kimisinin dili bir karış, kimisi ortalıkta görünmez gün boyu. Taa aşağıdaki o badan (zomdan) kimisi eşeğine, atına binerek, kimisi yürüyerek bir buçuk saatte buraya ulaşan Berivanlar öğlen öncesi ve öğlen sonrası sağılmış sütü mataralara boşaltarak eşeklerine, atlarına yükler üzerine de konlar'da yakmak üzere topladıkları guni ve değişik yakacakları yükleyip yarın tekrar gelmek üzere zoma dönerler. Çünkü süt peynir ve yoğurt olmak ister. Çobanlar taze ekmek ve yemek ister. Yolunuz açık, yüreğiniz pek olsun Berivanlar. Kolay gelsin isterim işleriniz, ama bilirim kolay gelmez. Erkekler de çok çalışır ve yorulurlar hatta koyun bile sağarlar ama pek az insan Koçer kadını kadar cefa çeker ama Koçer kadını direngen ve iradelidir. Zorluklara kolay teslim olmaz, zorluklar adeta onun yaşam tarzı gibidir. Bu nedenle mi yüzleri güleç ve umutludurlar hep bilmem.
Güneşin Herekol’e selam vereli tam iki saat oldu. Güller ve şehitler ayının bitimine altı gün kaldı. Tümseğin üzerindeki mezarlığın yan tarafındaki kayalıklı tepecikte oturmuş Bêrmareş'e bakıyorum. Gölün içine doğru bir girinti uzuyor. Tam bir yarımada gibi.
Her şey çok vurgulu. Güneş ışıkları vurgulu vurgulu yayılıyor. Güneş ışınlarının vurgusunu tenimde ve gözlerimde hissediyorum. Kaya renkleri vurgulu. Etrafı sarmış yeşillik vurgulu. Göle akan pınar vurgulu. Kuşların türlü türlü ötüşleri vurgulu. Kuşların çiçekten çiçeğe konan arıların vızıltıları daha bir vurgulu. Kar kevilerinin hızla erimeleri vurgulu. Kevilerin altında günlerdir güneşin hasreti ile sararmış ama solmamış otların güneşle buluşmaları ve fotosentez yaparak hızla yeşillenmeleri vurgulu. Dibi bulanığımsı, üstü berrak gölün etrafı doğanın aksını ustaca derinlerine çizişi ve biraz siyahi biraz yeşilimsi biraz parlak gölün manzarası vurgularında vurgusu. Hele şu tam karşımda gölün içindeki büyük kayalıkların dibinde kaya kadar yükselmiş piramidi andıran nazlı ardıç’ın göldeki yansımasıyla oluşturduğu bütünlük bir harikadır.
Dolunay çoktan küçülmeye başlamış. Yarılanmış ay tam Bêrmareş'e kapısının üstünde, ayın kesik tarafı ise yere Herekol'e bakıyor. Acaba her yerde ay böyle mi görünür merak ediyorum. Doğuda yükselen güneş, batıda batışa gitme yolundaki ay ortasındaki Bêrmareş gölü, yan tarafında mezarlık, onunda yanında ben. Berrak pırıl pırıl açık mavi sanki biraz daha koyulaşacakmış gibi mavi gök ve bütün doğa canlı. Bu mezarlar bile canlı. Çünkü burada yaşam çok vurgulu, çok temiz, çok kutsaldır. Çünkü burası Bêrmareş. Çünkü burası Herekol, çünkü burası Botan, çünkü burası Kürdistan, Mezopotamya. Çünkü burası Ortadoğu.
Belki de şimdi şu iki yüz metre yüksekliğindeki kayalığın göğsünde öten kevdari (yaban horozu), en üstte ve kayalığın yan tarafında öten keklikler, mavi gökte durmaya çalışan, pike yapan, bir inip bir kalkan, birbirleriyle oynaşan cıvıltılı kuşlar. Ve Terazinamer’de daha yeni doğmuş yavrusu peşinde yayılan şu ayı da bunları fark etmiştir. Belki de fark etmeye gerek duymadan onlar bu güzelliklerin bu kutsallıkların içinde zaten erimişlerdir.
Dağ gibi insanlar da yıkılır. Bu, dağların da yıkılacağı anlamına mı gelir? Bêrmareş’in kuzeybatısı tarafına düşen dağ yıkılmış, gölün hemen bitişiğinde başlayan yıkıntılar enlemesine altı yüz yedi yüz metrelik, uzunlamasına bir iki kilometrelik alanı tümden kaplamışlardı. Yıkıntılar arasındaki dev kayalıklar hemen dikkati çekiyor. Grostonluk bazı kayalıklar da yıkılmaya yüz tutmuş halde bekliyorlar. Yıkıntılara en güzel rengi oraya buraya serpilmiş ardıç ağaçları veriyor. Tabi ki bu yıkıntılar gölün güzelliğini bozuyor değil.
İki ay kalmamış ömrü bu gölün. Yine kuruyacak. Yeri bomboş kalacak. Kayalıklar gelecek yıl bahara kadar kendi suretlerine bakamayacaklar. Aslında diyorum ki buna da çare var. Yani göl kuruduktan sonra dibindeki delikleri insan kapatabilir. Öyle büyük değiller. Suyun boşaldığı gölün çıkışı da daracık bir boğaz… Yani araya set çekmek de çok kolay. Biraz emek ve çabayla insan gölün su yüksekliğini on metreye çıkarabilir. Daha büyük bir proje ile 30 metreye de çıkarabilir. Su böylece sürekli hale gelir. Suyun miktarı çok olursa kış soğuğunda tümüyle donmayabilir. O zaman uygun tür ve cinsten balık bile yetişebilir. Kim bilir o balıklar kendilerini ne kadar şanslı ve mutlu hissederler. Yaban ördekleri yaban tavukları, türlü türlü kuşlarda burayı ziyaretgah belki de mesken edinirler. Böyle bir proje ekolojiye hiçbir şekilde zarar vermez. Tam tersine zenginleştirici, güçlendirici olur. Belki su köpekleri bile türerler bu gölde. Ayılar bile balık avlamaya gelirler. Küçük kayıklarla da insan göle açılabilir. Kim demiş Kürtlerin denizi yok. Herekol’de bile deniz var denilecek. Koçerler sahilde dolaşacak, Berivanlar kayıklara binecek, fotoğrafçılar iş yetiştiremeyecek…! Oysa şimdi de aynen o kadar güzeldir Bêrmareş’i gören göz olsun yeter. İki metre kadar yakınıma konan harika renklerini ve harika cıvıltısını tarif edemeyeceğim şu kuş da beni onaylarcasına iki kanadını yana değil yukarıya kaldırarak hiçbir müziğin veremeyeceği bir tad veren ötüşleriyle, beni onaylamak ister gibi dans ediyor. Yoksa benim kuruntum mu?
İlginç olan yarım ay, Bêrmareşe’yi terk etmek istemezcesine hiç ilerlememiş gibi yerinde dururken ben ayağa kalkıp uzaklaşmaya başlıyorum.
Hoşça kal Bêrmareş ê!
Şehit Zerdeşt Dersimi
- Ayrıntılar