TC devleti haline gelen AKP kendince “olmayan bir sorunu” çözmek istiyor. Bu devletin başındaki zat, “Kürt Sorunu yoktur, Kürt kökenli vatandaşlarımın sorunu vardır” diyerek bir halkın kimlik meselesini ret ettiğini açıkça dile getiriyor.
Paradoks şuradadır: yaklaşık yüz yıldır süren Kürt sorununun altında yatan temel neden Kürtlerin doğuştan gelen haklarının ret edilişiyle başlayan eritme, asimile politikalarıdır. Yer yer eritmeyi de aşan, fiziki olarak yok eden ve kendince bunu başardıktan sonra kültürel olarak kendisine benzeterek, benzeştirerek fiziki olarak gerçekleştirdiği imha ile inkarı başararak bir halkın tümden yok olmasını sağlamaktı.
Evet, paradoks burada yatıyor. Kemalistlerin, Kızılelmacıların yaptıkları hep zaten buydu. Kürtleri halk olarak tanımadıkları için onlara saygı göstermemiş her fırsatta başlarına “tunç” yumruğunu indirmekten çekinmemişlerdir.
Kendince Kızılelmacı ve Kemalist siyasete sözde karşı olarak iktidara gelen hatta bu söylemlerle iktidarını pekiştiren bir AKP gerçekliği vardır. Bu AKP gerçekliği de şimdi aynı yola girmiş bulunuyor. Kürt sorunu yoksa bugüne kadar olup bitenlerde yoktur, olup bitenlere karşı özür dilemeler, özeleştiriler, bu olay ve olgularla yüzleşmelerde yoktur. Neden olsun ki? Yaklaşım bu olduktan sonra Kürtlerce her karşı koyuş bir şakilik, eşkıyalık ve moda terimle teröristlik olur. Nitekim bugün AKP adındaki devletleşmiş parti de Kürtlerin her mücadele yöntemini teröristlik olarak ele alıyor, öldürmeyle yapabilirse öldürmeyle, parayla satın alabilecekse parayla satan alarak, yasakla yapabilirse yasakla, basınla susturabilir ise basınla ve tabii birde hukukla yapabilir ise hukukla tutuklayarak, içeriye tıkarak susturmanın tüm yollarını kullanıyor.
Dikkat edilirse Kızılelmacılar ile yeşil “elmacıların” hiçbir farkı yoktur. Yapmak istedikleri aynıdır, sadece yöntemleri farklıdır. Birisi yapıyor ve yaptığını açıkça söylüyor. Örneğin CHP milletvekili olan Onur Öymen Millet Meclisinde Dersim’de yapılan katliama, “Dersim'de de analar ağladı” diyerek savunmuştu. Daha yakın dönemde Kızılelmacı bir bilim kadını ise “Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit, eşdeğerde gördüremezsiniz” demiştir. Daha birkaç yıl önce ise Coşkun Kırca ismindeki zat ise: “Kürtler, susabilir ve hizmetçilik dışında hiçbir hakka sahip olamaz” dediğini de ekleyelim.
Bunlar Kızılelmacılar haydi bunları anladık. Şimdi ise yeşil elmacılar yöntemlerini değiştirseler de aynısını söylüyorlar. Örneğin:
“Ana dilin öğrenilmesi haktır, bunu okullara getirdik. Ancak ana dilde eğitim diye bir şey yok...” demiştir en yetkili yeşil elmacı.
“Düşünmezsen yoktur” demiş ardından da “Kürt Sorunu diye bir sorun yoktur” demiş ve Kürtlerin doğuştan gelen haklarını ifade eden “Kürt Sorunu” söylemini ret ederek Kürtleri inkar ederek imha politikasının sürdürülmesine devam etmektedir.
Özcesi Kızılelmacılarla yeşil elmacılar birbirine benziyorlar. Bir bilim adamının belirttiği gibi, “Yanlış Hayat Doğru Yaşanılmaz” sözüne uygun olarak yaşıyorlar. Yanlış yaşıyorlar bunun için doğru da yapmıyorlar.
O meşhur olan “tekler” özü itibariyle bir halkı ret etmektir. Haklarını tanımamaktır. Saygı göstermemektir. Ötekileştirerek kendi karşıtı haline getirmektir. Bu ise çokça dile getirildiği gibi halkları birbirinin karşısına dikerek düşman haline getirmektir. Ve de Kürt sorununu Türk sorunu haline getirmektir.
Özcesi bugünün uygulanan politikaları çokça söylendiği gibi geçmişin Kemalist rejim uygulamalarından çok büyük farklar arz etmiyor. Birisi kılıçla, baltayla katlederken yenileri pamuk ya da ipek ipekle Kürt halkını boğmaktadır.
Evet, fark sadece ve sadece yöntemdedir. Yoksa faşizan ve halklara karşı olan düşmanca tutum ve horlayan zihniyet olduğu gibi olmasa bile devam etmektedir.
Ama unutulmasın ki, bu zihniyet kaldıkça, bu zihniyet durdukça ve bu zihniyete göre Kürtleri baskılayan iktidar var oldukça Kürtler sonuna kadar direnecek ve namus meselesi olsa bile asla ama asla teslim olmayacaktır.
Boşuna nur yüzlü çınarlık Seyit Rıza, “Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim. Bu bana ders oldu. Ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun” diyerek asla ama asla boyun eğmeyeceklerini söylememiştir.
K. Nurhak
- Ayrıntılar
Bedeniyle, beynimizi ve ruhumuzu yakan kadın demişti ona yaşlı biri…
Görememiş, tanışamamış yüzlerce insan onu en yakınındaki kadar tanımış, Viyan’ı anlatmaya çalışmıştı.
Biri öncü ve lider olarak tanımlamıştı Viyan’ı. Bir diğeri umut, güzellik, asalet olarak adlandırmıştı.
VİYAN, istemek çok istemek, tüm gücüyle istemektir diyordu bir başkası.
Viyan haykırıştır.
Aydınlığa erişmektir.
İstek ve iradedir.
Ateş demektir…
Yedinci yıldönümündeyiz şahadetinin Viyan’ın. Yalnız bir kartal gibi zirveleri, dorukları mesken eylemiş, alevlerle halaya durmuş Viyan yoldaşımızın gidişinin yedinci yıldönümü.
Her anımızda bizimle olan Viyan’ı her yıl yeniden yaşıyor, o alevlerin yüzümüze vuran yalımlarını yeniden hissediyoruz.
Viyan’ın Pısaxa vadisinde yankılanan sloganlarını beynimizin duvarlarında yeniden duyarken sarsılmaz bir inanç, kararlılık ve iradenin başardığı eşsiz eylemin önünde saygıyla eğiliyoruz.
Aradan geçen yedi yılda Viyan yoldaşın eyleminin anlam ve önemi katlanarak büyüdü. Adını alan yüzlerce Viyan, onun mirası üzerinde Önder Apo’nun etrafındaki çemberi daha da büyüttü. Viyan’la büyüyen, Viyanlaşarak büyüyen binlerce Kürt kızı varlık gerekçemize dayatılan tecride, tecridi uygulayanların kirli politikalarına karşı aynı kararlılık ve iradeyle savaştı.
Bu savaşın eşsiz öncüsü PKK’nin yeniden yapılanmasında emekleriyle büyük bir rol oynayan Viyan yoldaş, geçen altı yıl boyunca yaratılan kazanımların da mimarı konumunda. Önderliğimize yönelik artarak sürdürülen tecrit politikalarına, Kürtlere dayatılan statüsüzlüğe, katliam politikalarına, yoldaşlarına yönelik imha tehditlerine rağmen Viyan’ın başlattığı büyük direniş bugün milyonları kucaklamış durumda.
Şüphesiz bu direnişin nedeni olan uluslararası komplo tam olarak yıkılabilmiş değil. 15 Şubat uluslar arası komplosuna karşı büyük aşamalar kat edilmiş, komplonun amacına ulaşması engellenmiş olsa da komplo kendini ısrarla sürdürmek istemektedir.
Bunun en son örneği Paris katliamı ve Kürdistan’daki katliam politikalarıdır. Kürt halkına yaklaşımın en yoğun ve derinden hissedildiği Önderlik tecridi tüm zamanların en ağır dönemini yaşarken komplonun yenildiğini, yok edildiğini söylemek yerinde olmayacaktır.
Ulusal birlikte gelişme kaydedilmiş, Kürdistan’ın dört parçasında yürütülen mücadeleyle tarihi kazanımlar elde edilmiş olmasına rağmen komploculara, Kürdistan’ı sömüren güçlere, Kürtleri soykırım tehdidi altında tutan zihniyete ölümcül darbe vurulamamıştır.
Bu sonuçta hiç şüphe yeterli anlayış ve hissedişin oturtulamamasının büyük bir etkisi vardır. Viyan yoldaşın keskin kararlılığı, Kürdistan’a ve Kürtlere yönelen saldırıların yarattığı öfkenin, buna karşı mücadeledeki iradenin tüm toplumda yaygınlaşmaması komploculara halen umut vaat etmektedir.
Tek bir gün daha tecritle yaşamak istemiyorum diyerek eyleme geçen Viyan yoldaşımızı anarken eyleminin amaçlarını yeniden gözden geçirmemiz bu anlamıyla büyük bir önem arz ediyor. Eğer Viyan yoldaşın anısına sahip çıkmak istiyorsak, sadece duygusal bir etkilenmeyle, genç bir Kürt kızının kendisini yakmasının yarattığı acıyla bakmamayı öğrenmemiz gerekiyor.
Viyan yoldaş tüm halkın acılarını en derinden hissederek, tüm Kürdistan parçalarında bin yıllardır süren katliamların, göçertilmelerin, asimilasyonun, hakir görülmenin, yok sayılmanın ne anlama geldiğini, Önderliğimiz şahsında uygulanan tecridin tarihsel kökenini kavrayarak yaşadı. Her anında bunun acısını hissetti. Her anında bu tarihi tersine çevirecek, Kürdistan’da özgürlüğün zaferini ilan edecek bir mücadelenin nasıl olabileceğine yoğunlaştı. Bunun örgütlülüğü, bunun eylemi için yaşamın her alanında büyük bir emek harcadı. Geleneklerinden kopmayarak, direnişinden asla taviz vermeyerek anı anına mücadele etti.
Viyan’ı Viyan yapan sadece onun eylemi değil, nefes aldığı her anda gösterdiği kararlılık, irade ve duruşudur.
Viyan yoldaşımızın yeni bir şahadet yıldönümünü yaşarken Viyanlaşmak isteyen tüm Kürtlerin de bu duruş ve iradeye ulaşma çabasında olması hayati önemdedir. Bu başarıldığı oranda Viyan yoldaşımızın amacı ve hedefi olan Önder Apo’nun özgürlüğü de sağlanacaktır.
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Çokça tartışılan bir konudur, Kürtlerin birlikte yaşamaya daha fazla duyarlıdır oldukları meselesi. En son yine bazı anketler yapılmış. Bu durumu teyit ediyor.
Kürtler bu topraklarda genel olarak tarihlerinde süzülerek bugünlere ulaşana kadar hep birlikteliklere yana olmuşlardır.
Tuhaf gelebilir ama biz sadece 1071, 1514 ya da 1920’lerdeki Türk halkıyla oluşturulan birliktelikten söz etmiyoruz. Kürtler bu coğrafyada diğer halklarla da her zaman ortaklaşmışlardır. Asurilerle, Ermenilerle, Araplarla, Farslarla ve bu coğrafya da yaşayan diğer etnik ve inanç guruplarıyla da her zaman birlikte yaşamayı esas almışlardır. Tarihin hangi sayfasını açarsanız açın siz bu birlikte hareket etme istemini görebilirsiniz.
Bu birlikte yaşama istemleri için bazı nedenler sıralanabilir:
a-Kürtler halk olarak komünal değerleri çok ileri düzeyde uzun süre yaşadıkları için birlikte kalma, birlikte yaşama istemleri oluşmuş olabilir. Kaldı ki birlikte yaşamanın avantajları çok fazladır.
b-Bu coğrafyanın karakteriyle bağlantılı olan ortaklaşmanın verdiği bir birlikte yaşama istemidir. Bu duygu ya da politik öngörülü yaklaşım diğer halklarda da vardır.
c-Bir neden ise denilebilir ki hiçbir zaman ya da çok az devlet ya da devlet yapılarına yaklaşmış bir halk olarak tümden silinmemek için böyle ortak yaşama istemi geliştirmişlerdir.
d-Bu coğrafyada yaşayan halklarla birlikte yaşamaları gerekir çünkü başka yaşama şansları yoktur da denilebilir.
Kürtlerin tarihlerinde biliyoruz ki yukarıda sıralanan nedenlerin her birisinin kendisi açısından haklı gerekçeleri vardır. Zorunluluklar olmuş olabilir, bu coğrafyanın başka bir yaşam biçimini kabul etmemiş olması olabilir ve tabii insanlığın beşiği olarak bilinen ilk toplumsal formun gelişmiş halinin buralarda yaşanması da olabilir.
Her halükarda ortaya çıkan Kürtlerin halklarla birlikte yaşamak istemlerinin güçlü olmasıdır. Bu hiç ihlal edilmemiş midir? Edilmiştir elbette. Örneğin Bedirxan’ın Cilo eteklerinde binlerce Asuri’yi katletmesi buna bir örnektir. Yine 1920’lerin başında Hakkari’de Kürtlerin Türklerin istemleri doğrultusunda Asurileri gayri Müslim olmalarını kendileri için tehlike bulup saldırmalarını da örnek verebiliriz. Tabi 1915’ler öncesi ve sonrasında Osmanlıların katletme politikalarına kimi Kürt egemenin bu azınlıkların mal varlıklarına gözlerini dikerek alet olmaları gibi. Ve tabii daha önceden de Hamidiye Alaylarının oluşumu ardından 1895 ve 1896 yılında binlerce belki de on binlerce demek gerekir Ermeni insanımızın katledilmesinde rol aldıkları gibi.
Dikkat edilirse bu olup bitenlerin tümü 150 yıllık bir süreci kapsıyor. Bu süreç ise Ortadoğu’ya bir ur gibi, hastalıklı bulaşıcı ulus devlet kültürün buralara kapitalistlerce sızdırılma sürecidir. Bu topraklara yabancı olan bu tekçi kültürün ortaya çıkardığı tahribatlardır. Biz kapitalistlerin bilinçli kışkırtıcı eylemlerine hiç girmiyoruz. Kapitalist ulus devlet kültürü bile kendi başına bu dokuyu bozmak için epey tahribat yaratmaya yeter de artarda. Tüm bir dünyayı kendi ekonomik çıkarları için bu kadar kirleten, yakıp yıkan, dünyayı ve evreni çöp yığınına dönüştüren bir zihniyet başka halkları katlederken nedeni vicdanı sızlasın ki?
Yukarıda söz ettiğimiz kesit dışında dikkat edilirse Kürtler her zaman birlik ve beraberlik içerisinde yaşamışlardır. Daha çokta birlik yanlısı olmuşlardır. Kendilerine güvenmedikleri için mi böyle yapmışlardır? Evet, cevabını bekleyenler için gönüllerinin hoş olması için “öyle olsa bile” deyip devam edelim.
Özcesi Kürtler birlikteliklere yanadır.
Ancak 20. Yy’da bu doku çok fazla tahrip edildi. Dikkat edilirse 1925-1938 yılları arası yapılanlar ve sonrasında uygulanan katı inkarcı, imhacı uygulamalar Kürtlerin artık özelde Türklerle birlikte yaşamak istemediklerinin geliştiği süreçtir. 1970 öncesi gidip hangi kürdün duygularını açarsanız açın -eğer ruhunu satmamış birisi idiyse- kesinlikle bir dakika bile birlikte yaşamak istemediğini size söylerdi. Birlikte yaşamayı yarım ağızla söyleyenler ise sözün tam manasıyla ya devletin adımlığını yapanlardı ya da ayrılmayı dile getirecek kadar yürekli olmayanlardı.
Başka da dediğim gibi Kürtlerde Kürdistan’da ayrı yaşamayı, Türklerden kopmayı, kendi devletlerini oluşturmayı istemeyen çok az insan bulurdunuz. Bunca hakarete Kürtler artık “yaşayamayız” deyip iç dünyalarında isyana kalkmışlardı. Yani alttan alta yanan çok güçlü bir volkan gibi patlamaya hazır bir objektif durum söz konusuydu. Bunun patlayarak yüzlerce, binlerce metre yeryüzüne fışkırması ise sadece ve sadece an meselesiydi. Bir kıvılcımın doğru zamanda, doğru bir tarzda –acemilikleri olsa da-çakılması bu patlamayı tetiklemeye yeterdi.
PKK ise ya da Başkan Apo bunu yaptı. Kıvılcım oldu ve Kürt halkı tarih sahnesine nasıl döndüğünü herkes gördü.
Devam edecek.
K. Nuda
- Ayrıntılar
PKK hareketi öyle kendilerince birçok kişinin dile getirdiği gibi etnikçilik yapan milliyetçilik yapan bir hareket asla ama asla olmadı.
PKK içerisinde peki hiç mi etnikçilik yapan ya da milliyetçilik yapanlar çıkmadı? Çıktılar, ancak böyle düşünenler ya da buna inananlar eğer bu düşüncelerini terk etmemişler ise, PKK'nin ideolojik bakışını kendilerine esas almamışlar ise, yanılgılı düşünce yapılarını-tüm eğitim ve ikna etmelere rağmen- değiştirip dönüştürememişler ise, böylelerine PKK ortamında kalmalarına izin verilmemiştir.
Böyleleriyle dediğimiz gibi öncelikli olarak ideolojik olarak mücadele edilmiştir. İkna etmek esas yol ve yöntem olmuştur. Ama yok, ısrarla böyle düşünenler çıkmış ise eleştirilmişlerdir. Hiç iflas olmaz iseler PKK'nin dışına çıkmanın yolu gösterilmiştir.
İnsanlar PKK’ye katılırlarken milliyetçi duyguları olabilir mi, olabilir? Nedeni ise açıktır, faşist bir TC yapısı insanlara milliyetçi olmaları için işlediği suçlardan dolayı çok fazla veri sunmaktadır. Hele birde kapitalizmin adeta halklara aşıladığı sahte milliyetçilikle “özel olma hissi” insanları bu faşist uygulamalar karşısında milliyetçi olma duygularını güçlendirebiliyor.
Bunun için PKK içerisinde kimse böyle gelenleri garipsemiyor. Gelirlerken de hemen eleştirmiyor, dıştalamıyor. Peki, PKK ne yapıyor? PKK öncelikli olarak insanlara toplumlar tarihi dersini vererek insanların tarih içerisinde nasıl yaşadıkları, nasıl olduklarını veriyor. İlk insanlar arasında husumetlerin çok dar olduğunu, halklar arasında asla ama asla düşmanlıkların olmadığını, bunları üretenlerin bir avuç çapulcu diyeceğimiz egemenin, fitne fesatçı ataerkin kendi çıkarları için ortaya çıkarttıkları oyunlar olduğunu anlatıyor.
Bunun için bugün de Türk halkının da ezildiğini hatta Kürt halkından daha fazla ezildiğini anlatıyor. Türklerin bu kadar Kürtlere karşı düşmanlaştırılmasının altında egemenlerin politikalarından kaynaklandığını anlatarak Türk ve Türkiye halklarıyla kardeşlik içerisinde yaşanması gerektiğini anlatıyor.
Ardından ise bir felsefe dersi, ideoloji politika dersi ve eğitimini PKK veriyor. Bu derslerde insanların eşit olduğunu, halkların yanında, emeğin yanında emek sömürücülerine karşı durulması gerektiğini öğretiyor. Sömürücülere özelde de kapitalizmin tahribatlarına ve insanları birbirine bırakan kirli siyasetlerine karşı mücadeleyi anlatıyor. Ve tabii halkların eşitliğini anlatıyor, adaleti anlatıyor, özgürlüğe, paylaşımcılığa, ortaklaşmaya olan inanCI anlatılıyor. Tüm bunları anlatılırken tüm haksızlıklara karşı insan olarak karşı durmayı anlatıyor.
Sosyalizmi ve sosyalizmin tarihini anlatıyor. Kürdistan tarihini anlatıyor, PKK tarihi derken özgür kadın kimliğini ve birçok daha farklı konuyu da anlatıyor PKK.
Özcesi PKK bir insanın kendisinin bir şey katmadıklarına sanki bir şey katmış gibi böbürlenmesini kırmak için her şeyi yapıyor. Bir bireyin kendisinin ne kattığını, ne kattığıyla ele alındığını anlatıyor. Erkek olarak dünyaya gelirken dünyaya erkek olarak gelenin bir şey katmadığını bunun için erkekliğine övünülecek bir şey olmadığını anlatıyor. Müslüman olarak dünyaya gelmiş ise onun bu kimlik için bir şey yapmadığını bunun için bunun kuru kuru kullanılmasının yanlış olduğunu anlatıyor. Kürt ise bu Kürt olmak için kendisinin bir şey yapmadığını, Kürt olarak dünyaya gelenin başka bir halkın evladı olarakta gelmiş olabileceğini anlatarak, bu duygunun boş şişirilmesinin yanlışlığını da anlatıyor.
Evet, bireyin yaptıkları PKK için önemli oluyor. Yani ne kadar emek harcıyorsun, ne kadar üretiyorsun, insanlığa ne katıyorsun PKK bireyi bunlarla ele alıyor, bunlarla değerlendiriyor. Bunun için de tüm insanlığa, ön yargılardan uzak hoşgörüsü yüksek, tüm halkları seven kendisini tüm halklardan gören, tüm inanç değerlerinden gören, tüm cinslerden gören, tüm kültürleri insanlık için bir zenginlik gören bir kültür ve bilinç aşılıyor, aşılamaya çalışıyor.
Evet, PKK budur. PKK’de milliyetçilik yoktur. Olmazda.
Dediğimiz gibi kimi bireyinde çıkar mı? Çıkar. Çıkmış mı? Çıkmış. Ancak böyle bireyleri de PKK öncelikli olarak dediğimiz gibi eğiterek dönüştürmeye çalışmıştır. Bu dönüşüme direnenleri eleştiriye tabii tutmuştur. Olmadı, hiç iflah olmayacak ise PKK o kişilere PKK’de çıkmanın yolunu gösteriyor ve yüzlercesine göstermiştir. Nedeni ise PKK'nin ideolojik bir parti olmasını o bireylere söylüyor. PKK’de kalınacaksa böyle kalınacağını söylüyor. Yok, ısrarla milliyetçi kalınmak isteniyorsa Kürdistan’da özelde de Avrupa’da yine hemen yanı başımızda Güney Kürdistan’da böyle milliyetçi yapıların olduğunu söyleyerek yolda gösteriyor.
PKK ideolojik kimliği çok yüksek bir harekettir. Ancak pratik politikada ise oldukça esnektir. Tüm yapıları yanına alarak insanlık için bir şeyler yapmasının önünü hep açık tutmuştur. Tutuyor da. Bir PKK militanı milliyetçi olamaz, bunu PKK’de kabul etmez. Ancak PKK’ye kendisini yakın hisseden ve milliyetçi duyguları besleyen insanlar yok mu? Vardırlar. Ve bunu bizler doğru görmesek bile bu bir realitedir. Nedeni ise TC faşist devlet yapısının bu kadar faşizan yönelimlerine insanlar kapitalist modernist kültürün –halkları birbirine kırdırarak yönetmek için-ortaya atarak geliştirdiği milliyetçiliklere bu verileri bu düşüncelerin aşılmamasında zemin sunuyor.
Bizler kendi cephemizde tüm insanlığı yüreğimize alarak yaşamaya devam edeceğiz. Tüm insanlık değerlerine sahiplenerek bu değerleri savunmaya da devam edeceğiz. Milliyetçiliklere, ırkçılıklara, hoşgörüsüzlüklere karşı da mücadelemizi sürdürmeye devam edeceğiz.
Bunun için diyoruz ki bizler ilk günden bugüne kadar her zaman halkların kardeş olduğuna inandık ve bu inancımızdan zırnık taviz vermeden, geri adım atmadan inancımızı korumaya devam ettik ve etmeye de devam edeceğiz.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Her yere yerleştirilen Patriotlar ve yaşanan bir istifa! Şüpheli asker intiharları ve 10 davada yaklaşık 400 askeri personelin tutukluluk hali…
Eskiden Genelkurmay başkanlığı yapmış olanından tutun da, tüm kademelerine kadar onlarca tutuklu personeli bulunan bir ordu gerçekliği… Geçtiğimiz günlerde yapılan ilginç bir açıklama; “falanca sürede 1500 örgüt üyesi etkisiz hale getirilmiştir!”
Bu açıklamanın yapıldığı zaman; Donanma da büyük bir istifa ortaya çıktı. Kasım ayında da istifa eden general’in bu defa sunduğu istifa dilekçesi yürürlüğe konuldu.
Her yerden tepkilerin yükselmesine rağmen; güneydoğu’nun muhtelif yerlerine yerleştirilen Patriotlar’ın gölgesinde yaşanmıştı bu gelişme…
Bazı ulusal gazetelerin kışlalardaki şüpheli asker ölümlerine dikkat çektiği bir dönemdi aynı zamanda. Ankara’da çevre yolunda geçirdiği bir kaza sonucu hayatını kaybeden ASELSAN mühendisinin haberinin ajanslara düştüğü bir dönemdi…
Hepsinden önemlisi Erdoğan katıldığı bir programda; “…varsa somut deliller, verirsin hükmünü! Yoksa ne diye bu kadar insanı tutuklu bırakıyorsun” diye, yargı makamlarına ayar vermeye çalıştığı bir andı işte…
Elde bu veriler ve ortalıkta bu kadar rezil bir gerçeklik varken; genelkurmay açıklama yapıyor şu kadar örgüt üyesini etkisiz hale getirdik diye!
Siyasi mekanizmanın geliştirmeye çalıştığı en azından öyle bir görünüm vermeye çalıştığı sağduyulu (!) siyasi atmosferde, genelkurmay kendince siyasete müdahale ediyor ve gereğini gördüğü bu açıklamayı yapıyor.
Ne yerleştirilen patriotlar hakkında her hangi bir şey var açıklamada, ne kışladaki asker ölümleriyle, ne de mevcut davalarda tutuklu bulunan personelleri hakkında.
Hatta genelkurmay yaptığı bu açıklamayı o kadar yalap şap bir şekilde geliştiriyor ki; kendi kayıplarına veya zayiatlarına ilişkin herhangi bir bilançoyu ortaya koymuyor! Anlaşılan o ki; genelkurmay her yerden aldığı darbelerin sarhoşluğunu tüm iliklerine kadar yaşıyor bundan dolayı da; bir iç savaş bilançosunu verirken göğsündeki göstermelik nişaneler gibi bir veriyi tüm toplumun önüne koyuyor.
Yersen!
Ya yemezlerse, insanların aklı kafalarına takılan soruların peşine düşerse! O zaman ne olacak? Kim bu enkazı, sarsılmaz ordunun üstünlüğü çerçevesinde açıklayabilir ki?
Sonunda Erdoğan bile dayanamadı. İnsanın aklına meşhur “İzmir/İstiklal Mahkemeleri” davasını getirircesine, askerine sahip çıkmaya çalıştı. Bu anlamda da yargıya yine açık müdahale de bulundu…
M. Kemal’in o dönemde çocukluk arkadaşı ve diğer subayları kurtardığı gibi Erdoğan’da bugün itibariyle ordunun yüksek sıkıntısını çözme adına bu ve benzeri adımları atmaya başladı. Daha öncesinde de eski genelkurmay başkanının tutukluluk haline üzüldüğünü, dayanamadığını, kahrolduğunu açıklamıştı.
Donanmada yaşanan istifalara eklenen son halka ise durumun vahametini ve ciddiyetini gözler önüne sermektedir. Tüm bunların üstüne yaşanan operasyonlarda ve ortaya çıkan çatışmalarda; “…özel harekatçılar, polis ve mit” ortaklığı daha da artacak gibi görünüyor.
Çünkü Türk ordusu ciddi manada S. O. S. veriyor! Siyasi yürütmenin bu alana gerçekleştirdiği operasyon ise bir türlü istenilen sonuçları vermiyor…
Jan Ararat
- Ayrıntılar
Ortadoğu’nun her tarafında isyan ateşinin yanmakta olduğu bu günlerde eyleminin beşinci yılını da geride bırakıyoruz. Zaman senin de belirttiğin gibi bir hançer misali, ya kesiliyor ya da kesiyor. Bugün buralarda, yani bu kadim topraklarda zaman; zulmü biçiyor!
Zemheri bir kışın içinde bu kadar sıcak gelişmelerle birlikte senin yazdıklarını okuyoruz!
Hepimize bir parça bırakmışsın! Kelimelerinin içindeki anlamın çıplaklığında hep kendi özümüzü görüyor ve hep kendi yüzümüzle karşılıyoruz! Sevginin ve aşkın kurallarını belirtiyorsun bir kere daha!
Bütün kertelerde insanca yaşamanın ifadesini koyuyor ortaya; sana dair ne varsa. En çok seni aratıyor zaman; sözün anlamını yitirmemesi için! Söz için yaşamanın ifadesine kavuşturuyorsun bizleri bir kere daha, bin kere daha!
Çok eskilerden kalma bir şiir dizesi gibi yüreğimiz; tutkumuz bir kara şubatın arifesinde başı boş isyanların ateşinde senin dilana olan özlemini harlıyor! Olgunlaşmış bir meyveden örnek vermiştin hani; işte onun gibi şimdi olanlar. Dalından kopuyor barışa-savaşa, özleme-vuslata dair ne varsa.
Gûlasor; “Ez buka Kurmancım” türküsünü dillendiriyor havalandırma da, Ceylan ise yanmış Lice’nin bir köyünde kapanmayan yara!
Aklım iki bin beşin sonbaharında; adın ne diyorsun! Cemgil diyorum! Neden Cemgil dediğinde; zamanla hesabın, eskiden kalma bir mazinin, uzayıp giden bir halkın acılarının dermanı olabilmek için dediğimde, gülüyorsun! Öyle gözlerinin içinden bırakıyor kendini gülümseme! Bakınca ciğere işleyen türden bir şey!
Sormadım neden güldüğünü, hatta bir an bile sormayı düşünmedim. Gözlerinde hem bu sorunun cevabı ve hem de acıların namluya sürülmüş hali vardı! Gözlerin kendini ele veriyor ve salt gözlerinden bile belli oluyordu; yüreğinin patlamaya hazır bir volkan olduğu.
Doğanın bir parçası ve küçük bir evren misali diyorsun her şey kendinden başlayarak. Ateşte yıkanıyor ve kendini arındırmanın coşkusunu bırakıyorsun bir miras olarak. Zalime-zulme boyun eğmiyor, kendimizi bulmanın izdüşümü oluyor her şey.
İki bin altının şubatındaki ikinci günün sabahında; bir palamut ağacının altında gerçekliği ortaya koyuyorsun. Bedel diye yazmışsın hani; özgürleşmenin diyalektiğinde var olan kültürü bir kere daha en ayrıntılı haliyle belirtmişsin.
Duruşun ve eylemin amacının söze hizmet etmesi için olmalı her şey. Kutsallığın ve ihanetin basit bir mukadderat olmadığını bu şekilde ortaya koymak istemiştin.
Aklım iki bin on birin baharında; zamanın kendini kesmesi ya da kesilmesi gerekenlerin ayrıştığı bir dönemin kapı aralığıdır bizim şu anda yaşadıklarımız.
Senin sözlerine eriyor bütün direnişler! Sevginin anlam deryası isyanda doğuyor, bütün aşkların ve aşka inanan maşukların yemini oluyor alevin rengi.
Yazdıklarınla payımıza düşenin ne olması gerektiğini soruyoruz. Cevabının ise kelimelerde değil de, yaşamanın, var olabilmenin, sevebilmenin içinde olduğunu öğrenmeye yönelik gayretlerimizle.
Yüreğimiz çok eskilerden kalma bir şiirin dizesi gibi inan yazdıklarında patlamaya hazır volkan oluyoruz. Üzülmeyin diyordun. Senin de kutsal geleneğimizin bir halkasını olduğunu biliyor ve üzülmüyoruz. Özlüyoruz, sadece özlüyoruz…
Toprak Cemgil
- Ayrıntılar
Paris katliamı üzerindeki sis perdesi önemli ölçüde kalkmış durumda. Gerçi AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in daha olayı hiç kimse duymadan açıklama yapması ve bir suçluluk psikolojisiyle “PKK içi infaz” diyerek suçu PKK’ye atmaya çalışması bizim için olayın aydınlanmasını sağlamıştı. Başbakan Tayyip Erdoğan ile AKP yandaşı basın da aynı yönde açıklamalar yapmışlardı. Biz bunları değerlendirerek, hem Paris katliamının AKP işi olduğunu tespit etmiş, hem de başka ne kadar benzer saldırı planlamış olduğunu AKP’lilere sormuştuk.
Şimdi Fransız Savcılığından yapılan açıklama bizi doğrulamış bulunuyor. Olayı soruşturan Savcılık, suçlu olarak Sivas-Şarkışlalı Ömer Güney isimli bir kişiyi tespit edip tutuklamış durumda. Bu kişinin uzun süredir Avrupa’da oturduğu ve son bir-iki yıldır bazı Kürt kurumlarına girip çıktığı ifade ediliyor. Buna da dayanarak AKP’liler, eski savlarını yineliyorlar ve bu durumu kanıt gösteriyorlar. Tutuklanan kişinin yakınları ise Ömer Güney’in “Asla PKK’li olamayacağını” belirtiyorlar.
Böylece olay önemli oranda aydınlanmış ve büyük ihtimalle katil bulunup yakalanmış oluyor. Açıklanmış mevcut bilgiler dikkatle değerlendirilirse, bizce katilin bu kişi olması büyük bir ihtimaldir. Bu değilse bile ancak benzer özellikler taşıyan kişi veya kişiler olabilir. Mevcut verilerle katliam aydınlanmıştır: Ömer Güney Şarkışlalı bir şoven Türk milliyetçisi ve Kürt düşmanıdır. Türk istihbaratı ve kontrgerillası tarafından eğitilip örgütlenerek Avrupa’ya yerleştirilmiş ve kirli işlerde kullanılmak üzere bir ajan-provokatör olarak Kürt kurumlarına sızdırılmıştır. Şimdiye kadar neler yapmış olduğu henüz bilinmemektedir. Son olarak AKP’nin “PKK’yi imha ve tasfiye planı” çerçevesinde PKK Kurucularından Sakine Cansız’ı katletmek üzere AKP’den aldığı emri uygulamıştır. Bunların hepsini yaptıkları ve bildikleri için AKP’nin üst yöneticileri, herkesten önce açıklama yapıp “Olay içi infaz” diyebilmiştir. Sanki PKK’yi AKP yönetimi yönetiyor gibi! Olay bu kadar açıktır.
Bizim bu görüşlerimizi son olarak AKP’nin başka bir genel başkan yardımcısı olan M. Ali Şahin’in yaptığı açıklamalar da doğrulamaktadır. Hem de üstüne basa basa! M. Ali Şahin’in acayip sözleri, insana Truva Savaşlarındaki Aşil’in uygulamalarını hatırlatmaktadır. Bilindiği gibi Aşil, küçük kardeşini öldürdüğü için Hektor’un kapısına gider ve onu düelloya davet eder. Çaresiz düelloyu kabul etmek zorunda kalan Hektor savaşta yenilir. Hasmını öldüren Aşil, cenazesini getirdiği arabaya bağlayarak sürüyüp kendi mekânına götürür. Yani gitmiş, avını vurmuş, alıp götürmüştür. M. Ali Şahin’in Sakine Cansız için söyledikleri de bu söze benzemektedir: “Avrupa devletlerinden iadelerini istedik, vermediler, sonunu gördüler” demektedir. Cinayeti üslenmenin bundan daha net bir açıklaması olabilir mi? “İstedik vermediler, vurduk götürdük” demeye geliyor.
AKP Genel Başkan Yardımcısı M. Ali Şahin’in bizi doğrulayan açıklaması bununla da sınırlı kalmıyor. “Benzer olaylar yakında Almanya’da da olabilir” diyor. Allah söyletiyor derler ya, işte öyle bir açıklama! Peki kirli bir cinayet serisi örgütlemiş olduklarının bundan daha net bir açıklaması olabilir mi? Bu durum savcıları harekete geçirmesi gereken samimi suç itirafı değil mi?
Eğer M. Ali Şahin’in kendisi örgütlememişse, nerden biliyor Almanya’da da Paris’tekine benzer bir katliam olacağını? Almanya’daki PKK’yi M. Ali Şahin mi yönetiyor? Yoksa Almanya’daki Kürt kurumları içine de mi M. Ali Şahin’in ajan-provokatörlerini yerleştirdi? Öyle ya, bu iddiada bulunmanın başka yolu olamaz. PKK’yi M. Ali Şahin yönetmediğine göre, Kürt kurumlarına ajan-provokatör yerleştirmiş, onları yönetiyor. Ajan olarak Kürtlerin içine sızdırılmış profesyonel cinayet şebekeleriyle bu tür katliamlar tezgâhlıyor.
O halde M. Ali Şahin’in söyledikleri gerçekleşirse hiç şaşmamak lazım. Yakında Almanya’da da, başka yerlerde de benzer AKP saldırıları ve katliamları yaşanabilir. M. Ali Şahin’in itirafları bunu açıkça gösteriyor. Biz bu konuyu Hüseyin Çelik’e sormuştuk. Cevabı görev ortağı M. Ali Şahin’den aldık. Ustaları Tayyip Erdoğan da bu cinayet orkestrasını koordine etmeye devam ediyor.
Başta Kürt halkı olmak üzere tüm kamuoyu şu gerçeği çok iyi bilmeli: Entegre strateji politikası temelinde AKP, çok kirli bir “PKK’yi imha ve tasfiye planını” devreye koymuş durumda. Bu plana göre, Paris katliamına benzer bir biçimde belli sayıdaki PKK yöneticisi katledilecek! Bu liste hazırlanmış, plan yapılmış, cinayet timleri örgütlenip gönderilmiş durumda. Nasılki Tansu Çiller’in cebinde “Kürt işadamlarının listesi” var idiyse, şimdi de Tayyip Erdoğan’ın cebinde öldürülecek PKK yöneticilerinin listesi var. Her an Avrupa ülkelerinde olabileceği gibi, Türkiye’de, Suriye’de, Irak’ta veya İran’da, PKK’lilerin bulunduğu her yerde yeni PKK yöneticileri AKP planı doğrultusunda vurulabilir. M. Ali Şahin’in sözleri işte bu anlama gelmektedir.
Yanılmamak lazım, İmralı’da görüşme yapılıyor olması bunun önünde engel değildir. İşte görüşmeler var, barış oluyor, AKP bu tür saldırılar yapmaz dememek gerekli. Tersine Beşir Atalay’ın çizdiği entegre stratejinin gereği bu. Dahası İmralı’da görüşmeler yapıldığını bol bol propaganda ederek AKP, Kürt toplumunu ve demokratik çevreleri gevşetiyor ve beklenti içine sokuyor. Bu da kirli plan doğrultusunda yönetici katledebilmek için daha elverişli ortam yaratıyor. Tıpkı Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yöneltilen komplo saldırısında yapıldığı gibi.
Özellikle Kürtler, AKP’nin bu kirli katliam planı karşısında duyarlı ve net olmalı. Bu konuda herhangi bir kuşku duyup yetersiz tutum içine kesinlikle girilmemeli. Tersinden herhangi bir panik, çevreden aşırı kuşku duyma gibi tutum ve davranışlar içine de düşmemek gerekir. Her alandaki Kürtler, son derece soğukkanlı, duyarlı ve örgütlü bir yaklaşımla önce AKP’nin kirli imha ve tasfiye planını tüm yönleriyle iyi kavramalı, ardından da gereken tedbirleri gecikmeden ve sağlam bir biçimde almalıdır. Özellikle PKK yönetici ve kadrolarının böyle bir duyarlılığı büyük bir ciddiyetle göstermesi şarttır. “Osmanlı’da oyun çok” deyimini hiç kimse unutmamalıdır.
Belliki savaş cephelerinde gerilla karşısında tutunamayan ve 2012 yılında ağır kayıplar veren AKP, benzer katliamlar yapmak için elinden gelen çabayı harcayacaktır. Çiller döneminde uygulanan kirli savaşa geri dönülmüştür. AKP’nin çıldırması gibi bir şey yaşanmaktadır. Şimdilik NATO ve ABD gibi güçlerden yoğun destek almakta ve hep böyle olacağını sanmaktadır. Oysaki sıranın kendisine geleceği dönem de yaklaşmaktadır.
Nasılki Evren ve Çiller faşist yönetimleri Kürt halkının direnişi karşısında yenilmekten kurtulamadıysa, Tayyip faşizmi de yenilecek ve tarihin çöp sepetine atılacaktır. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Ama bu, kendiliğinden değil, özgürlükçü güçlerin büyük mücadelesiyle başarılacaktır. O halde gün, AKP’nin kirli oyunlarına karşı olma ve başarıyla direnme günüdür. Böyle bir direnişi geliştirenler ancak Sara, Rojbin ve Ronahi’nin anılarına doğru sahip çıkmış olurlar!..
Selahattin ERDEM
Yeni ÖzgürPolitika
- Ayrıntılar
PKK hareketi 1984 yılından bu yana neredeyse kesintisiz bir silahlı direniş içerisindedir. Bu direnişi biraz daha gerilere de götürebiliriz. Yani yaklaşık 40 yıldır bu görüş etrafında bir araya gelenler ilkelerinden taviz vermeden, neredeyse tüm sisteme kafa tutarak bu direnişlerini sürdürüyorlar.
İnsanlık tarihinde mi diyeceğiz-burada tam net değiliz-gelmiş geçmiş hareketler içerisinde sistemin en ileri düzeyde hedeflediği, üzerine gitmeye çalıştığı ve tecrit etmek için inanılmaz oyunlarla karşı karşıya bıraktığı hareketlerin başında geliyor PKK. Öyle ki henüz PKK hareketi yeni oluşurken egemen sistem adeta PKK hareketini hedef listesine oturtmuştur. Bunun ne kadar doğru olduğuna bakmak istiyorsanız 1979 İran devrimde o zamanın Amerikan büyük elçi ve CIA’nin elemanlarının PKK hareketine ilişkin yaptığı değerlendirmeleri okumanız yeterlidir. Daha sonra hemen 1985 yılında NATO’nun aldığı kararları doğrultusunda PKK’yi hedef tahtalarına koymalarında da görebilirsiniz. Yine peşi sıra başta Avrupa olmak üzere, ismini cismini duymadığız bu sistemin içindeki devletlerin bile PKK hareketine karşı düşmanlıklarını ilan etmelerine bakabilirsiniz.
Denilecek ki Türkiye devleti her tarafa giderek ve de kendisini satarak PKK’ye karşıt bu durumu ortaya çıkardı. Elbette Türkiye devleti adeta her şeyini satarak buna katkıda bulundu. Ancak dünyanın diğer ucunda bir PKK’linin gitmediği, bir PKK’linin onların insanlarına zarar vermediği halde “neden böyle düşmanlıkları ilan ettiler(?)” diye de insan sormadan edemiyor.
Örneğin Yeni Zelanda böyle bir ülkedir. Ne onların o meşhur danslarına karıştık, ne onların bir tavuğuna kış dedik, ne de oralara gidip seyahat ettik. Ama ne hikmetse bu devlet bizi terörist listesine aldı.
Demek istediğimiz şudur; PKK hareketi genel manada –ve bu sadece Türkiye ile de bağlantılı değildir-sistemi, kapitalist modernist sistemi zorlamaktadır. Onların yaşam biçimlerine tenezzül etmemektedir. Onların istediği çizgiye bunun için gelmemektedir.
Bu dünya sistemi kendisini nasıl var edebiliyor? Öncelikli olarak insanın üç temel güdüsü ya da instinkti diye bilinen olmazsa olmazları üzerinde oluşturduğu tahakkümüyle var edebiliyor. Yani insanın ihtiyaç duyduğu temel üç güdüyü kontrole alarak insanı da kontrol etmiş oluyor bu sistem. Kapitalist modernist sistem kim ki bu üç yönlendirilme aracını onun elinde alarak işlevsiz kılıyorsa onları kendileri açısından hedef tahtasına oturtuyor ve tasfiye etmek için tüm gücünü seferber ediyor.
PKK hareketi örneğin insan yaşamının iktidarcı güçlerin elinde koz olarak kullanılmasını almıştır. Buna en ileri düzeydeki örnek Mazlum Doğan yoldaşımızdı. “Madem yaşamımız üzerinde bizi vurmak istiyorsunuz o zaman ben bu silahı elinizde alacağım” dedi ve bu iktidar güçlerinin elinde bu silahı aldı.
İkinci silahları nefsi ancak biyolojik olan nefsi üzerine kurdukları hakimiyet sistemidir. Yani insanı boğazı üzerinde giden yaşamı kontrol ederek teslim almayı, yönlendirmeyi esas aldılar. PKK bu silahı da “maddi olarak ne kadar azsan o kadar çoksun” diyerek maddiyata sırt çevirdi, parayı ayıpladı, mal ve mülke insanlık tarihinin en büyük kirlenmesi dedi, hatta “özel mülkiyet vicdanın kirlenmesidir” diyerek bu maddiyatçı kültürün temeline dinamiti yerleştirdi. Bu ise iktidarcı güçlerin ikinci silahını elinde almak demekti.
Üçüncü silahları ise üreme yani çoğalma üzerine kurdukları tahakkümdü. PKK’liler bunu da kendileri açısından bir kullanma yönlendirme silah olmaktan çıkararak, “bir halkın, insanlığın çıkarı için gerektiğinde bundan da el etek çekerim” dedi ve ellini eteğini bu meseleden de çekti. Hatta bu durumu daha da ileri götürerek, “Afroditleşme kültürü” diyerek genel insanlık için yeni bir model önerdi.
Evet, PKK hareketi tarihten bugüne kadar tüm ezenlerin insanlığa karşı kullandığı üç temel silahı ellerinden böylelikle almış oldu. Ve bunu kendi üyeleri, militanlarına yedirdiği oranda, PKK teslim alınamaz, yönlendirilemez ve birilerinin maşası olamaz hale getirdi. Eğer bir yerlerde kimi geçmişte PKK üyesi kişilikler bu yukarıda söylediklerimizden uzaklaşmışlar ise zaten artık PKK'lileri özelikleri de taşımıyorlardır. Yani onlar yeniden sisteme benzeyen ve benzeşen kişilikler olarak sistemin etkileyebilecekleri kişilikler olmuşlardır.
İşte PKK hareketine özelde de onun önderliğine karşı bu kadar düşmanlık yapılıyor ise, dünyanın ta öbür yakasında bulunupta ismimizi bile duymayanlar bizi terörist ilan ediyorlarsa temel nedenleri bu üç silahı sistemin elinde PKK'nin almasından ileri geliyor.
Yoksa yumuşaklık ise yumuşaklık, demokratlık ise demokratlık, uzlaşmacılık ise uzlaşmacılık, eşitlikçilik ise eşitlikçilik hatta taleplerde en makul olana talip olmak ise en makul olana talip olan her zaman PKK ve onun militanları olmuştur.
Öyle sanıldığı gibi PKK militanları kesinlikle sekter, uzlaşmaz, bildiğini dayatanlar asla ama asla olmamışlardır.
Evet, hiçbir PKK militanı haksızlığa, zulme, baskıya bir milim bile boyun eğmemiş ve eğmezde. Ancak var olan sorunların çözümünde her zaman en ileri düzeyde uzlaşma tavrı gösterenler ise tüm pratiklerinde PKK militanları, PKK hareketi ve özelde de bu hareketin önderliği olan Reber Apo olmuştur.
Devam edecek
Engin Sincer
- Ayrıntılar
Karşılıklı güvene dayalı bir ilişkilenme biçimidir Samimiyet… Karşılıklı ve çıkarsız olduğu için aslında çoğu zaman konuşmalar da yersizdir samimiyette. Taraflar arasında yaşanan duygudaşlıktır bir bakıma…
Hakların ve hukukların çok ötesindedir, ortaklaşarak çoğalmadır. Çoğaldıkça hesabın ve çıkarın ne kadar faydasız ve bir kirlilik aracı olduğunu gözlerin içine sokandır samimiyet…
Kırılgan değildir; eğilip bükülmez. Hatta bazı yersizliklerin hoşgörüsünü bile kendi bağrında taşıdığından dolayı kimsenin aklına acaba’lı cevapları olan soru işaretlerini düşürmez… Hiçbir koşul altında samimiyet test edilmez. Çünkü her iki taraftan birini rencide eder, çirkinleştirir her şeyi!
İnsanların bütün hayatları boyunca denemeye tabi tutulmaları kadar kirli ve itici bir şey yok. Deneme ve bununla bağlantılı olarak test etmek aslında insani bir şey değildir. Kimseyi test etmenin anlamı olmadığı gibi bütün samimiyetin altına dinamit yerleştiren temel mesele de işte bu test etme ve deneme dönemleridir.
Çünkü hayatın akışkanlığı içinde samimiyetin kuralı ve tabiatı gereği teste dayalı bir süreç sağlıklı bir şekilde ortaya çıkmaz. Altına yerleştiren her dinamitte olduğu gibi bu alanda da benzeri bir sonun yaşanılması kaçınılmaz olur.
Tüm bunların ışığında içinden geçilen döneme baktığımızda; sürecin bir samimiyet havasını taşıdığını iddia etmek çok güçtür.
Ortada samimiyete dair en ufak bir iz bile yokken bir de bu samimiyetin teste tabi tutulması sürecin ve sözü edilen gelişmelerin ne kadar da ham bir hayal olduğunu ortaya koyarken, buna izahat getirmeye çalışmak da başlı başına başka bir mesele olmakta.
Özellikle Paris’te alçakça katledilenlerin ardından yapılan bu ucuz ve sıradan yaklaşımlar; ne bir barışı tesis edebilir ne de kürtlerin samimiyetine muvaffak kılabilir herhangi birini.
Sözü edilen samimiyeti daha geniş bir biçimde de ele alabiliriz pekala;
Saldırıların sürdüğü, her fırsatta ölümün/öldürmenin dayatıldığı insanlara sorunu çözmek istiyoruz demek ne samimiyettir ne de insani bir söylemin herhangi bir çerçevesidir. Kan döken siyasetin barışa dair herhangi bir imar planı olmadığı gibi samimiyetin karinesine de yazacağı herhangi bir not olamaz. Ondan dolayıdır ki; bu dönem içerisinde samimiyet kelimesinin altını dolduracak doğru düzgün bir gelişmenin olduğunu iddia edebilmek neredeyse imkansız.
Herhalde herkes Kürtlerdeki metaneti ve samimiyeti iyi gördü. Fakat bu metanet ve samimiyet kırılgan değildir, geçmişteki dönemler bunun en iyi örnekleridir. Çünkü kürtlerin samimiyeti neredeyse bin yıllık geçmişe sahiptir.
Metanet ise kürdistanın ve kürtlerin yaşadığı bu toprak parçasının temel bir vazgeçilmezidir. Öteden beri hayatla olan mücadelenin içinde metanetin yeri var olagelmiştir bu kadim topraklarda. Bedelini ödediği bir hayatın muhacirleri olsalar da; Kürtlerin metaneti ve samimiyeti deyim yerindeyse genetik bir yapıya ve toplumsal ahlakın yazılı olmayan kuralına dönüşmüştür.
Elbette bu durumu hem dost bilmektedir hem de düşman! Bundan dolayıdır ki; bir iki sözle kürtlerin metanetini ve suskun öfkesini sonsuza dönüştürmek pek de mümkün olmayacaktır. Ondan dolayı da; samimiyetin karşılıklı ilişkilenmesi önümüzde duracaktır.
Ya bu ilişkilenme biçiminin gereklerine göre davranılacak, ya da bedeli ödenen hayatların sunduğu paya herkes rıza gösterecektir. Bu elbette sadece kürtlere özgü bir yazgı olmadığı gibi Türkiye için de yazgının değişimi mümkün olabilir. Önemli olan bunun bedeline inanmak/göze almak ve gereğini samimiyetin doğasına indirgemektir…
Jan Ararat
- Ayrıntılar
Sömürgeci Türk devleti ve işbirlikçilerinin katlettiği Sakine, Fidan ve Leyla yoldaşları sonsuz yolculuğa, milyonlarca Kürdistanlı ve dostları uğurladı. Hem bizzat cenaze törenine katılanlar, hem de Paris’te gerçekleştirilen katliamları protesto edip lanetlemek amacıyla, Kürdistan’da boydan boya kepenk kapatma, kontak kapatma, okul boykotu eylemleri yapıldı. Kürdistan dışındaki alanlarda da Kürtler ve dostları da bu eylemlere katıldılar. Böylelikle milyonlar PKK bayrağına sarılan, Kürdistan şehitlerini bağırlarına bastılar.
Şüphesiz 2013’ün ilk ayında ortaya konulan bu Kürdistan halk iradesinin açığa çıkardığı yeni siyasal, toplumsal, kültürel, askeri ve psikolojik durum üzerinde çok yoğun durulmalıdır. Ortaya çıkan bu tablo iyi okunmalı ve üzerinde ayrıntılı olarak durmak gerekir. Fakat ben tablo üzerinde durmaktan çok, sömürgeci-soykırımcı AKP sistemin faşist başbakanı T. Erdoğan’ın son günlerde söylediği birkaç sözü üzerinde durmak istiyorum.
Kürdistan halk Önderiyle İmralı’da görüşmelerin yapıldığının açıklanmasından sonra, AKP ve basını tam bir psikolojik operasyon başlatmış bulunmaktadır. Bunun için kimi gazetecileri, kimi televizyoncuları böyle bir misyonla görevlendirmişlerdir. Bu psikolojik operasyonla, PKK’nin silah bırakması, yurtdışına çekilmesi, herkesin de bunu kabul eder duruma getirilmesi, buna karşı çıkanları da hemen susturmak, barış istemiyorlar diye damgalayarak etkisizleştirmek istemektedirler. Sanki ortada bir barış ortamı varmış gibi bir atmosfer yaratmak istemektedirler!
Ancak yaşananlar bizim önümüze bir başka tablo koymaktadır. Siyasi soykırım operasyonları tüm yoğunluğuyla sürmektedir. Askeri imha operasyonları da aralıksız devam etmektedir. Öte yandan da Batı Kürdistan’da açığa çıkan Kürt özgürlük iradesini tasfiye etmek için de operasyon üzerine operasyon yapmaktadır. Tüm bunlar yukarda çerçevesini çizdiğimiz bir psikolojik savaş operasyonu eşliğinde yürütülmektedir.
Hele Nusaybin’de öyle bir olay yaşandı ki, unutmak mümkün değil, hiçbir insan, hiçbir Kürt bunu unutmamalıdır. HPG gerillasının annesi, oğlunun şehit düştüğünü öğrenir öğrenmez, yaşamını yitiriyor ve ana-oğul ikisinin cenazesi birlikte kaldırılıyor.
Sömürgeci sistemin başbakanı, bir kez daha PKK’nin silah bırakmasını, yurtdışına gitmesini ve bunun için de ellerinden geleni yapacaklarını açıklamıştır. Bu şunun gibi bir saçmalıktır. “ bana teslim olmak ve bana hizmet etmek istiyorsan, teslim olman ve bana hizmet etmen için gereken yardımı gösteririm.” Arkasından da, “tek bir terörist kaldığı müddetçe operasyonlar sürer. Kimse kusura bakmasın. Teröristleri etkisizleştirmek için operasyonlar aralıksız sürdürülecektir. Bunu da, kamuoyuna, “ elini taşın altına koymak ve büyük risk almak olarak” yutturabilmektedir. Yandaş basını ve yağdanlıkları da, bunu önemli bir adım olarak sunmaya devam etmektedirler.
Öyle anlaşılıyor ki, 2009 yılı siyasi soykırım ve imha operasyonlarını “açılım” adı altında yürüttüler, 2013 imha sürecini de, “ barış” adı altında yürüteceklerdir.
En önemlisi de, sömürgeci Türk devletinin başbakanının KCK ve PKK bayrakları için yaptığı hakarettir. Kürdistan halkının ve Özgürlük Hareketinin tarihini, varlığını, kültürünü, cesaretini, estetiğini, felsefesini, umudunu, şehitlerin kanını ve özgürlüğünü ifade eden ve şehitlerimizi sardığımız bayraklarımıza büyük bir hakaret yapmıştır. Sömürgeci TC’nin başbakanı, Kürdistan halkının varlık ve onur sembolü olan bayraklarını “ bir bez parçası ve paçavra” olarak adlandırmıştır.
Paçavra sözcüğünün kelime anlamı, sözlüklerde genel olarak, eskimiş bez parçası, çaput, değersiz ve iğrenç şey veya kimse olarak belirtilmiştir. Kürdistan halkının ve Özgürlük hareketinin sembollerine ve bayraklarına böyle saldırmak, hakaret etmek ilk değildir. Daha önce de sömürgeci sistemin içişleri bakanı idris naim şahin, Bülent arınç vb. leri de Kürdistan halkının bayrağına çeşitli zamanlarda hakaret etmişlerdi. Bu hakaretin anlamı, inkar da ve imhada ısrardır. Şark Islahat Planını sonucuna vardırmaktır.
Sömürgeci Türk devleti kendi bayrağı konusunda çok hassastır. Özel olarak bayrak kanunu bile vardır. Bayraklarını methetmek için ne kadar şiir yazıldığını herkes bilir. Ancak e Kürt siyasi partilerinin kendi toplantı ve kongrelerinde, özellikle de kongrelerinde “ türk bayrağı asıldı mı asılmadı mı, asıldıysa nereye asıldı, salonun görünen yerine mi, görünmeyen yerine mi, bayrak küçük müydü, büyük müydü” vb. tartışmaları başlatılır. Hatta bunun için davalar açılır. Kendi bayraklarına bu kadar titiz, hassas olan sömürgeci Türk devletinin yetkilileri, sözkonusu Kürdistan bayrağı veya Kürdistan özgürlük hareketinin sembolleri ve bayrağı olunca, hakaret olmaktadır. Kürtlerin sembollerine, çok saygısız davrandıkları gibi, işte en son sömürgeci sistemin lideri konumunda bulunan T.Erdoğan, şehitlerimize sardığımız bayrağı “bez parçası ve paçavra” olarak tanımlamış ve hakaret etmiştir.
Dün sömürgeci sistemin başbakanının Kürdistan halkına ve Kürdistan özgürlük hareketine karşı ve onların sembollerine karşı yaptığı küfür ve hakaret karşısında acaba Kürtler nasıl bir karşılık verdiler, acaba söz ve pratik olarak ne yaptılar diye basını taradım, TV’leri izledim. Ancak buna karşı herhangi bir sözlü, yazılı veya pratik davranış göremedim. Tek bir refleks göremedim. Belki de, izlenmemiş, görülmemiştir. Görülmemiş, izlenmemiş ve duyulmamışsa da, işte yazıyoruz.
O bayrak ki, 40 yıllık mücadelenin sonucunda ortaya çıkan şehitlerimizin kanı, büyük direnişler ve fedakarlıklar temelinde ortaya çıkmış bir bayraktır.
O bayrak ki, tüm değerlerimizin en yoğunlaşmış somut ifadesidir.
O bayrak ki, şehitlerimizi sardığımız kutsal sembolümüzdür!
O bayrak ki…
Bir halk ve onun gençleri, eğer kendi bayrağına, kendi sembollerine yönelik hakaret ve saldırılara karşı refleks göstermiyor, tepki ortaya koymuyorsa ve o halk ve gençlik için çok tehlikeli bir durum vardır demektir.
Kürtler, Kürdistanlılar kendi sembollerini savunmalıdırlar. Kendi bayraklarına sahip çıkmalıdırlar. Ve her türlü saldırılara karşı ulusal bir refleksle karşılık vermelidirler.
Eğer Türk halkının, aydınları, emekçileri, sendikacıları, partileri, sosyalistleri, devrimcileri eğer sömürgeci sistemin başbakanının sarfettiği hakaretleri konusunda uyarmaz, sömürgeci sistemin başbakanı eğer bayraklarımıza yönelik yaptığı hakaretlerden dolayı Kürdistan halkından özür dilemezse, Kürdistan halkı ve gençleri sömürgeci Türk sistemin Kürdistan’daki zulmün ve katliamın sembolü Türk bayrağına paçavra muamelesi yapmalıdırlar.
Paçavranın sözlük anlamını bilerek diyorum ki, Kürtler Türk devletinin zülmünün Kürdistan’daki varlığına karşı paçavra muamelesi yapmalıdırlar. Bu bazı Türklerin gururuna dokunabilir, bu konuda bazı Kürtler de, Türklerin hassasiyetine dikkat etmek lazım vb. diyebilir. Bunu söyleyenler, kırk milyonluk bir halkın hassasiyetlerini ve bir an bile olsa Kürt ulusunun sembollerine saygıyı da bir yana bırakalım, her gün Kürtlerin bayrağına ve sembollerine paçavra dediklerini duymuyorlar mı? Duyuyor ve sessiz kalıyor, ancak Kürtler karşılık verdikleri zaman, Kürtleri Türklerin sembollerine saygıya davet edenler oluyorsa, bunlara sadece ve sadece zalimin sesi demek gerekiyor. Hiçbir ciddiyetleri yoktur ve kabul edilmemelidirler.
Kimse Kürt ulusuna ve onun bayrağına paçavra diyemez. Hakaret edemez. Ederse karşılığını alır. Hem de fazlasıyla!
Öyle sömürgeci Türk devletinin başbakanı, tam bir lümpen ağızla Kürtlere, özgürlük hareketine söyleyecek kimse buna karşı bir şey demeyecek, ama Kürtler bir şey söylediği zaman, “aman süreç zarar görür, süreç kırılgandır” v.b demenin hiçbir ciddiyeti yoktur.
Süreç, sömürgeci Türk devletinin yöneticilerinin hakaret ve zulmüne sessiz kalmak mıdır yoksa daha fazla ulusal birliği, örgütlülüğü, direnişi ve serhıldanı yükseltmekle mi karşılanacaktır?
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar