Türkiye’de son zamanlarda herkes adeta “duyarlı olalım” kampanyalarına başlamıştır. Dikkat edilirse itidal, sağduyu, sabır, sükunet, metanet derken insan aklının bin yıllardan süzülerek gelen en kabul görmesi gereken özelikleri herkesten sıralanarak isteniyor. Ve bunlar doğrusu güzel olan özeliklerdir. Yine bunlar doğrusu kabul edilmesi gerekli olan çağrılardır.
Bu sağduyu çağrılarının karşısına ise; baltalayan, sekter, tahrik eden, aceleci, saldırgan ve de kışkırtıcı olan dillerde vardır.
Herkes sağduyu çağrısı yaparken, herkes kışkırtıcılığa karşı da temkinli olunması gerektiğini dile getiriyor.
O zaman haklı olarak bir soru sormak gerekiyor. Kışkırtıcılık, kışkırtan yani kışkırtıcı kişilik nedir?
Sağa sola vurmadan, yani oraya buraya çekmeden olduğu gibi yazmaya başlayalım kışkırtıcılığı ve kışkırtan kişiliği…
Batılılar kışkırtıcılığı provokasyon olarak isimlendiriyorlar. Kışkırtan kişi ise provokatör diyorlar.
Normal seyrinde izleyen, yürüyen, yol alan bir durumu, süreci, çizgiyi seyrinden çıkartma, tahrik etmek, erken doğuma zorlama, bozma, karıştırma, muğlaklaştırma gibi birçok hâli, provokasyon olarak değerlendirmek eksik olsa bile yanlış olmaz. Yine bu keyfiyeti yapan kişi ise provokatör demek yanlış olmaz.
İdeolojik mücadelelerde provokasyonu; boşa çıkarmak, özünden boşaltmak, çizgiyi saptırmak olarak ele alınıyor. Yine tahrik etmek, tuzağa çekmek olarak da alınabiliyor.
Her halükarda provokasyonu –temsil edilen çizgilerin pozisyonları açısından farklı olsa bile-kışkırtmak, tahrik etmek, rayından çıkarmak, erken doğuma zorlamak, sinirlendirmek, germek gibi terimlerle anlatmak dediğimiz gibi çokta yanlış olmaz.
Peki, yukarıdaki yapılan tespitler ışığında bu gün Türkiye’de Türkiye toplumunu, yine Kürt toplumunu hatta başka azınlıkları, farklı inanç guruplarını tahrik eden, farklı tartışmalara çeken, iten, kavgaya sürükleyenler kimlerdir? Yani bir toplumun doğal seyrinde izlemesi gereken yolu izlememesi için, ısrarla sürekli gerili bir ortamı yaşatmaya çalışanlar kimlerdir? Hangi düşüncelerdir? Hangi eğilimlerdir?
Örneğin günlük olarak toplumun belirli kesimlerine hakaret edenler kimlerdir?
Dil açısından adeta günlük olarak insanlara ya da belirli bir çevreye hakaret yağdıran kimlerdir?
Maço kişiliğini adeta topluma Saddam vari bir şekilde erkeksi kaba yönlerini yansıtmakta ısrar eden, iktidar erkenin kimin elinde olduğunu hissettirenler kimlerdir?
Laf ebeliği ile insanlarla alay edenler kimlerdir?
İnsanların sinirlenmeleri için, gerilmeleri için, mutlaka kalkıp bir şeyler yapma zorunda kalmalarını kim tetikliyor?
Kim kadını aşağılıyor?
Kim başka inançlara tepeden bakarak ötekileştiriyor?
Kim başka halkların diliyle alay ediyor?
Kim başka halkların temel doğuştan gelen haklarının gasp edilmesine ısrarla devam ediyor?
Kim hem insanları öldürüyor sonra da kalkıp bu işi devam edeceklerine alenen herkesin önünde dile getiriyor?
Kim halkla dalga geçiyor?
Kim ve kimler halkları bombalıyor ardından da rencide ediyor?
Böyle kimleri, kim’e soruları sorarak soru listesini uzatmak mümkündür.
Dikkat edilirse tarafsız bir şekilde bile olsa bu yukarıda sorulan sorulara verilecek cevaplar nettir. Kişilerin kimler olduğu nettir. Hatta bir anket yapılsa bile bu söylediklerimiz yüzde yüz doğrulanır.
Türkiye’de toplumu en çok geren kişi büyük bir mesafeyle Erdoğan’dır. Bir müddet öncesine kadar İ. N. Şahin adındaki “marangoz hatası” sonucu oluşan kişilikti. Yine Hüseyin Çelik böyle bir kişiliktir. Şimdilerde olmasa bile bir dönem önce Yalçın Akdoğan adındaki şahıstı.
Ve tabii Oktay Vural’ı, Bahçeli’yi de unutmamak gerekir.
CHP saflarında Kamber Genç herhalde bu durumu kimseye kaptırmaz. Eskilerde bu sahanın bir numarası Deniz Baykal’dı. Şimdilerde bir köşede dursa bile gelecekte böyle durmayacağı kesindir. Yine Haluk Koç, Muharrem İnce, Emine Tarhan Ülker böyle kişilere çok benziyorlar.
Kürtler içerisinde iyi bir örnek Mehmet Metiner, İbrahim Güçlü, Orhan Miroğlu, sakin görülse bile Kemal Burkay gibilerini de saymak yanlış olmayacaktır. Başka isimler yok mudur, vardır.
Şimdi dikkat edilirse yukarıda ismi geçen kişilerin ortak yönleri kışkırtıcı olmalarıdır. Söylemleriyle birilerini başka şeyler yapmaya tahrik etmeleridir. Teşvik etmeleridir. Hakaret etme ortak yönleridir.
İşte yukarıda dile getirdiklerimizin tümünü provokatörlük olarak ele almak yerindedir. Ve bunları yapana da provokatör demek yerindedir.
Sözü uzatmadan Türkiye’de kimin provokatör olduğu ortada değil midir?
Bunun için diyoruz ki sağduyu çağrısı yapılacaksa öncelikli olarak herkesin ama herkesin yukarıda isimlerini verdiğimiz çizgilere ve kişiliklere yapması şarttır.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek bir şekilde kendilerince var olan adeta tüm toplumu saran bir sorunu, “Kürt Sorunu”nu çözmeye çalıştıklarını “söylüyorlar.” “Söylüyorlar” diyoruz, çünkü gerçekten de sadece söylüyorlar.
Türkiye’yi tam neredeyse aralıksız olarak 30 yıldan fazla etkileyen bir mücadele sürüyor. Ve değil Türkiye tarihini tüm Osmanlı tarihini de katsanız bu düzeyde, bu kadar zaman boyunca, aralıksız etkileyen bir mücadele yürütülmemiştir. Ve bu çok doğaldır ki-mücadelenin şiddet dozajını da dikkate aldığımızda-sert geçmektedir. Ve bu sertlik devleti etkilediği gibi toplumu da etkilemektedir.
Bir yandan inanılmaz ölçüde haksızlıklarla dolu bir taraf, diğer yandan tüm zayıflığına ve zayıflıklarına ve de yetmez yönlerine rağmen haklı bir taraf. Bir taraf sömürgeci ve baskıcı, inkar ve imhadan öyle ileri bir düzeye kadar gitmiş ki bir halkın doğuştan gelen haklarının en başında gelen diline bile kendi açısından hiç tereddüt etmeden ket vurabiliyor, yasaklayabiliyor, hatta kendi kullandıkları dili konuştukları için bir halka para cezalarına ve farklı cezalara maruz bırakabiliyorlar.
Özcesi uzatmadan bir taraftan büyük insanlık suçları işlemiş bir devlet, diğer taraftan bu zulme karşı bir halkın 30 yıldan fazladır haklı aralıksız direnişi.
Şimdi güya bu haksız uygulamalara son vermek isteyen bir iktidar erki var olduğunu söylüyor. Ve bunu söylerlerken herkesten ama herkesten bu sorununun çözümü için yardım istiyorlar. Kürt halk önderliğinden istiyorlar, özgürlük gerillasından istiyorlar-terörist deseler de bu böyledir-, Kürt halkından istiyorlar, sivil toplumundan, legal siyaseti derken her yerde ama herkeste yardım istediklerini ve beklediklerini ısrarla söylüyorlar.
Ama gerçekten sadece “söylüyorlar.” Söylüyorlar ama bombalıyorlar. Söylüyorlar ama çocuklarını Amed merkezinde katletmeye devam ediyorlar. Söylüyorlar ama tutuklamaya devam ediyorlar. Söylüyorlar ama mitinglerine saldırmayı sürdürüyorlar. Söylüyorlar ama bu sorunu çözmek için yola çıkan bir BDP barış heyetini korumasını bilmiyorlar. Söylüyorlar ama Kürt halk önderliğiyle görüşmelerini istedikleri partinin siyasetçilerine şartlar koşuyorlar. Söylüyorlar ama isim misim derken süreci uzattıkça uzatıyorlar. Söylüyorlar ama dillerinden ki o buyurgan, kirli, tepeden hakaretleri eksik etmiyorlar. Söylüyorlar ama uluslar arası arenada Kürtlerin siyasetçilerine karşı yok etme siyasetlerini devam ediyorlar. Söylüyorlar ama Rojavaya karşı kirli siyasetlerini, çetelerin elleriyle sürdürüyorlar. Söylüyorlar ama güneyde açıkça Kürt özgürlük hareketi karşıtı çalışmalarını alttan alta yürütüyorlar.
Özcesi hepsi sözden kalıyor. Sadece söylüyorlar. Dil nede olsa kemiksiz istediğin yere istediğin kadar bük ha bük.
Rüzgar iyi esiyormuş, iyi esen rüzgarın bir de yelkenleri doldurması gerekmez mi?
Rüzgar iyi esiyor ise gemiyi harekete geçirmesi gerekmez mi?
Rüzgar iyi esiyor ise bir milim bile olsa estiği yeri harekete geçirmez mi?
Rüzgar iyi esiyorsa en azından gözle görülecek bir şekilde bir ilerleme olmaz mı?
Evet, rüzgar esiyor ama sadece sözle esiyor. Eskilerde “Lâfla peynir gemisi yürümez” derlerdi. Bizde, “Lafla pilav pişerse deniz kadar yağı bizden” diyelim.
Özcesi öyle söyledikleri gibi iyi esen bir rüzgar yok. İyisi rüzgarımızı kendimiz estirelim ki gemilerimizin yelkenleri dolsun. Bu ise siyaset dilinden çok köklü ve daha gelişkin bir mücadele demektir. Direniş demektir.
Bunun içinde tüm Kürdistanlı ve Türkiye gençlerini dağlara daha etkili olarak halkların rüzgarını estirmek için mücadeleye davet ediyoruz.
K. Nurhak
- Ayrıntılar
Geçenlerde bir makalede “Devletle müzakere, halkla müzakere” diye bir başlık atılmıştı.
Bu makalenin mantığını ise devletle, onu yöneten hükümetiyle, iktidarın tüm kurumlarıyla mücadele edilmesini isterken, Türkiye halklarıyla kesinlikle ortaklaşma temelinde bir ilişkilenmeyi önermekteydi.
Yani halkların düşmanlığını yapan devlet zihniyetine karşı mücadele edilmeli ancak Türkiye’de yaşayan tüm halklarla ise ortaklaşma temelinde kardeşleşmenin yolundan vazgeçilmemelidir.
Denilecek ki devletle kavga edildiğinde, devletle mücadele edildiğinde nasıl olur da oranın halkıyla ya da halklarıyla ortaklaşma sağlanacaktır?
Devletler kendi kirli işlerini elbette başkalarının aracılığıyla yürütmektedirler. Biz devlet derken siz bir avuç çıkarcı, rantçı, kan emmeci, paracı, vurguncu anlayın. Başkan Apo bir konuşmasında “bizim Türkiye toplumunun yüzde 95 ile bir sorunumuz yoktur” demişti. “Bizim sadece ve sadece yüzde beşlik bir kesimle sorunumuz vardır” demişti.
Yani Türkiye halklarıyla kesinlikle bir derdimiz yok ve olamaz da. Türkiye halklarıyla ilk günden başlayarak kardeşliği, kardeşleşmeyi esas almışızdır. Bir siyasetçinin de dediği gibi kardeşleşmenin yanına birde eşit temelde kardeşleşmeyi ekleyelim.
Bu devlet, gerçekten de faşist bir devlettir. Güya iyi şeylerin olacağı söyleniyor, güya bu var olan sorunun çözülmesini istediklerini söyleniyor, güya ilk kez böyle iyi fırsatın yakalandığı söyleniyor. Ancak hiçte iyi şeyler olmuyor. Her gün bir yerler bombalanıyor. Her gün Kürdistan’ın bir yerine operasyonlar yapılıyor. Viranşehir üzerinde Serekani’ye çeteler gönderilerek Kürtlerin kazanımları tasfiye edilmeye çalışılıyor. Bu kadar kirlilik yetmiyor bu kez her gün ama her gün Kürtlere, onların legal siyaset yapan insanlarına, gerillasına, gençlerine hakaretler üzerine hakaretler yağdırılıyor.
Evet, açıkça söyleyelim, iyi şeyler olmuyor hem de hiç olmuyor. Daha dün dediğimiz gibi uçaklar Medya Savunma Alanlarının birçok yeri ayna anda bombalandı.
Daha dün Avrupa’ya giderek özgürlük hareketinin militanlarının nasıl tasfiye edileceği, nasıl Türklere teslim edilmesi gerektiğini tartışıldı.
Daha dün “terörün mali kaynaklarını kurutma üzerine” mecliste yasa geçirerek özgürlük hareketine yardım edenlerin-edeceklerin tüm mal varlıklarına el konulacağının kararını aldılar.
Daha dün Viranşehir’de gündüzün ortasında çetelere karşı geliştirilen mitinge nasıl saldırıldığını herkes gördü.
Özcesi bu devletin zihniyeti inkar ve imha zihniyetidir. Geçenlerde bir tırşıkçı Akepe milletvekili Ahmet Türk’ün “Kürtler bombalanıyor” sözlerine, “beni bombalamıyorlar” diye cevap vermişti.
İşte Akepe’nin Mangurtları ve devletleşen Akepe’nin zihniyeti budur.
Hatırlayanlar bilir zamanında bir CHP Adalet Bakanı olan Mahmut Esat Bozkurt “Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır. Türklere hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı.” (Milliyet, 19 Eylül 1930) Ve yakın dönemde de yine bir TC bakanı olan Coşkun Kırca ismindeki kişi: "Kürtler, susabilir ve hizmetçilik dışında hiçbir hakka sahip olamaz" demişti.
“Kürt halkını bombalamadım, teröristleri bombaladım” sözleriyle Mahmut Esat Bozkurt’un söyledikleri arasında ne fark vardır acaba? Mahmut Esat Bozkurt Ağrı dağındaki Kürt direnişçilerini şaki, eşkıya, çete görmüş ve uçaklarla saldırmıştır. Ardından da direniş ezildikten sonra da yukarıdaki sözleri sarf etmiştir. Evet, bu sözlerle Erdoğan’ın sarf ettiği sözleri arasındaki fark nedir acaba? Yine Akepeli olan hainin “bak beni bombalamıyor” sözleri ile Coşkun Kırca’nın sarf ettiği sözleri ve Dersim’de Alişer ve Zarifelerin kellesini kesip TC askerlerine para karşılığında veren Rayber arasındaki fark nedir?
Arada sadece bir fark vardır, birileri zamanda milliyetçilik adına, tek ulus yaratma adına açıkça yaparken şimdi birileri daha sinsice, pamuk eldivenle katlediyor. Birileri söylüyor ve katlederken, birileri katledeceğini söylemeden katlediyor.
Bu durumda yapacağımız tek bir şey vardır bu faşist zihniyete karşı mücadeleye devam etmektir. Ancak Türkiye halklarına ise inadına barış ve kardeşlik elini uzatmaktır.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik 15 Şubat uluslararası komplosunun onbeşinci yılına girişi Kürdistan’ın dört parçasında ve dünyanın dört bir yanında öfkeli ve büyük kitleler tarafından nefretle protesto edildi. KCK Yürütme Konseyi Başkanlığının çağrısı üzerine her alandaki Kürtler kelimenin tam anlamıyla yaşamı durdurdu. Onbinler ve yüzbinler halinde sokakları dolduran Kürt halkının ve dostlarının tek bir talebi vardı: Öcalan’a Özgürlük! Kürtler artık İmralı sistemiyle birlikte yaşamak istemediklerini açıkça ortaya koydular.
Kuzey Kürdistan’ın tüm kent ve kasabaları büyük gösterilere ve polisle çatışmalara sahne oldu. Amed’te görüldüğü gibi Kürt halkı bu 15 Şubat’ta da bedel ödedi. Şahin Öner isimli 19 yaşındaki evladını şehit verdi. Bu 15 Şubat’ta en kalabalık protestolar Rojava’da yaşandı. Başta Kamışlo olmak üzere Rojava’nın devrim kentleri yediden yetmişe sokaklara döküldü. Güney ve Doğu Kürdistan kentlerinde de 15 Şubat komplosu protesto edildi. En kitlesel protestolardan biri Fransa’nın Strasburg şehrinde yaşandı. Başta Avrupa kentleri olmak üzere dünyada Kürtlerin yaşadığı her kentte 15 Şubat komplosu protesto edildi.
15 Şubat uluslararası komplosunun ondördüncü yıldönümünü protesto eylemlerinin verdiği temel üç mesaj vardı. Birincisi protesto eylemlerinin kitleselliğiydi. On Kürtten dokuzu 15 Şubat komplosuna karşı çıkıyor, Kürt soykırım gününü protesto ediyordu. İkinci mesaj, Kürtlerin artık İmralı işkence sistemiyle birlikte yaşamak istememesiydi. Bununla bağlı üçüncü mesaj, Kürtlerin hemen hemen tamamının Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü istemesiydi. Öyleki, “Öcalan’a Özgürlük” sloganı tüm protesto eylemlerinin ortak sloganıydı.
Kitle siyaseti böyle hareketli bir süreci yaşarken, yani dünyanın dört bir yanında sokaklar 15 Şubat uluslararası komplosunu protesto eylemleriyle dolup taşarken, örgütlü siyaset “İmralı süreci”ni veya “İmralı’ya kimlerin gideceğini” tartışmaya devam ediyordu. Bu konuda en somut ve kapsamlı açıklama KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan tarafından yapıldı. KCK, İmralı görüşmelerinde kendilerine yansıyan somut bir gelişme olmadığını ifade ettiği sözkonusu açıklamada, “Hewlêr veya başka yerlerde kendilerinin de görüşme yaptıkları” biçimindeki hükümet sözcülerinin açıklamalarını ve Türk basınında yazılanları net bir dille yalanladı.
KCK’nin kamuoyunu aydınlatan bu açıklaması “İmralı’ya gidiş” tartışmasını da hızlandırdı. Bunun üzerine Başbakan Tayyip Erdoğan, yaşanan sürecin “Çözüm süreci” olduğunu ifade edip, “Yakında İmralı’ya gidileceğini” belirtmek zorunda kaldı. Kamuoyunu inandırabilmek için de kararlılık gösterisi yaparak “Her türlü bedeli ödemeye hazır olduklarını” belirtti.
AKP’yi tamamlayan açıklama BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’tan geldi. “İmralı’ya gidecek heyetin hazır olduğunu” belirten Demirtaş, “İmralı görüşmelerindeki tıkanmanın aşıldığını ve heyetin bu hafta İmralı’ya gideceğini” ifade etti. Böylece İmralı’ya gidiş tartışmalarının neden bu kadar uzadığını ve görüşmelerin yapılamadığını kamuoyu öğrenmiş oldu.
Bunun nedeni olarak “İmralı’ya gidecek heyetin kimlerden oluşacağı ve bunu kimin belirleyeceği” konularındaki anlaşmazlık olduğu kamuoyuna gösterilmişti. Bu konuda AKP ile BDP yönetimi arasında çekişmeli bir tartışma yaşanmıştı. Şimdi Selahattin Demirtaş’ın açıklaması gösterdi ki, esas neden heyeti belirlemek değilmiş. Bu tartışma gerçeği maskelemek için hükümet tarafından gündeme getirilmiş. İmralı’ya gidilememesi ve görüşmelerin sürdürülememesinin esas nedeni “Görüşmelerdeki tıkanma” imiş! Daha açık ifade edersek, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın görüşme istememesiymiş!
En son kardeşi Mehmet Öcalan ile yaptığı görüşmede Kürt Halk Önderi zaten buna işaret etmişti. Mehmet Öcalan’ın basına yaptığı açıklamaya göre, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan sürecin ilerlemesi için “Paris katliamının aydınlatılması gerektiğini” belirtmişti. “Her gün operasyon yapılır ve insanlar tutuklanırken mektup yazamam” demişti.
Kürt Halk Önderi’nin çok somut ifadelerine rağmen, AKP hükümetinin yürüttüğü siyasi ve askeri operasyonlarda bir azalma olmadı. PKK’li üç kadın devrimcinin Paris’te katledilmesi olayı da aradan kırk gün geçmesine rağmen aydınlatılmadı. Katil zanlısı olarak yakalanan kişinin ilişkilerinin Ankara’ya uzanması, Fransız savcılığını adeta durdurdu. Hem de AKP yetkililerinin adeta olayı üslenen açıklamalarına rağmen Fransız makamları böyle bir tutum içine girdi.
Bu durum neyi gösteriyor? Paris katliamı çerçevesinde çok kirli bir ittifakın varolduğunu ortaya koyuyor. Katliamda Türk ve ABD ortaklığına Fransa’nın da dahil olduğunu gösteriyor. Katliam üzerinden yeni pazarlıkların yapıldığını ve çıkar bölüşümüne gidilmeye çalışıldığını ifade ediyor. Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye planının uluslararası düzeyde hayata geçirilmeye çalışıldığını ifade ediyor.
Bir yandan görüşme ve çözümden söz ederken, diğer yandan AKP hükümetinin imha ve tasfiye çabalarını yoğunca sürdürdüğü açıkça görülüyor. Bu konuda ne bir zihniyet ve üslûp değişikliği, ne de bir pratik tutum farklılığı var. Yedi boyutlu özel savaş, siyasi ve askeri operasyonlar devam ediyor. Hatta bunları daha da geliştirme ve yayma çabaları görülüyor. Örneğin, “Terörle mücadele” adı altında çıkarılan son yasa. “Terörün finans kaynaklarının kurutulması” amaçlı yasadan söz ediyoruz.
Buna biz “Çiller yasası” da diyebiliriz. Tansu Çiller “Listeleri cebimde” diyerek Kürt sermayesinin üzerine gitmiş, sermaye sahipleri “faili meçhul” adı altında katledilmişti. Belliki AKP hükümeti de bu yasaya dayanarak, “Teröre destek veriyorsunuz” deyip Kürt sermayesinin üzerine gidecek. Kürt sermaye sahiplerini de tutuklayıp zindanlara doldurmaya çalışacak. Zaten toplumun tüm aktif kesimlerini “KCK operasyonu” adı altında zindanlara koydu. Şimdi bu yasayla mevcut saldırıyı Kürt sermayesine de yöneltecek. Böylece Kürt sermayesini korkutup Kürdistan’dan kaçırtmaya, baskı altına alıp eritmeye çalışacak.
AKP’nin bu projesinin Türkiye ile sınırlı olmadığı da anlaşılıyor. Daha şimdiden Fransa’nın ve İspanya’nın da bu kervana katıldığı görülüyor. Bu ülkelerde de yapılan baskınlarda “Teröre destek veriliyor” denilerek Kürt yurtseverleri tutuklanıp paralarına el konuyor. Geçmişte de örneği görülen bu saldırıların Avrupa ülkelerinde sürdürüleceği anlaşılıyor.
Belliki bütün bunlar AKP tarafından uluslararası komplonun sürdürülmeye çalışılması anlamına geliyor. Tüm Kürt yurtseverleri gibi, yurtsever Kürt iş ve sermaye sahiplerinin de bu gerçeği görerek, AKP’nin bu faşist saldırılarına karşı her yerde direnmesi gerekiyor. Bunun Avrupa’da da, Kürdistan’da da yapılması lazım. AKP oyunları ancak böyle bozulur ve saldırıları ancak böyle kırılabilir.
Avrupa’da ve ülkede AKP oyunlarını bozabilmek için Kürt sermaye sahiplerinin bir araya gelip örgütlenmesi, Kürt sermayesinin birleştirilerek ülkede yatırıma yöneltilmesi büyük önem taşıyor. Asgari yurtseverlik ölçüsü bunu gerektiriyor. AKP’ye inat her Kürdün bu yurtseverliği göstererek “Çiller yasası”nı da boşa çıkarıp tüm AKP oyunlarını başarısız kılacağına inanıyoruz!..
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
Henüz 19’unda bir Kürt genci daha katledildi. Adı Şahin! Şahin gibi Şahin bir Kürt genci! Şahin Öner Kürdistan’ın başkenti Amed’in orta yerinde sömürgeci Türk devletinin katil polis sürüleri tarafından katledildi. Bu kaçıncı Kürt gencidir, sokak ortasında katledilen? Onun için kınamıyorum, protesto etmiyorum, sadece ve sadece intikam diyorum, serhıldan diyorum!
Bir Kürt gencini, hemde Kürtlerin kalbinin orta yerinde vurulması, kalbin tam orta yerine hançer anlamına gelir!
Gençlik gelecektir. Bir Kürt gencini vurmak, Kürtlerin geleceğini vurmaktır. Bizim geleceğimize saldırıyorlar. Bizi geleceksiz kılmak istiyorlar!
Geleceği olmayanın varlığı, varlığı olmayanın özgürlüğü de olamaz. Hergün hergün zalim Dahak gibi Kürt gençlerinin kanını içmekle, beynini çürümüş yaralarına sürmekle Kürt soykırımcısı Türk devleti ve onun başbakanı tayyip Erdoğan Türk devletini Kürdistan topraklarında ebedi kılmak istemektedir!
Onun için, hemen hemen hergün sömürgeci Türk devleti tarafından, dağda, şehirde, sokakta ömrüne doymamış Kürt gençleri katledilmekte ve fidanlar biçilmektedir.
Kürdistan gençliği, kadınları ve bir bütün olarak Kürdistan halkı önder APO’ya karşı gerçekleştirilen uluslararası komployu protesto eylemlerini 1 Şubat’tan itibaren başlatmış bulunmaktadır. Bu protestolar karşısında Türk sömürgeci devleti hem Kuzey Kürdistan’da hem medya savunma alanlarında gerillaya dönük kapsamlı operasyonlar, saldırılar yürütürken Kürtlerin yasal kurumlarına ve seçilmişlerine dönük ise siyasi soykırım operasyonlarını da sürdürmektedir. Diğer yandan Fettullah Gülen ve AKP medyası, beyinleri felç edercesine bir özel psikolojik savaş yürütmektedirler. Fakat tüm bunlar Kürdistan gençliğini uluslararası komployu protesto ederek Önder APO’ya sahiplenmesini engelleyemediği gibi serhıldana dönüşmekte olan halkımızın eylemlerinin önüne de geçemiyor. Eylemler giderek hem nicelik olarak her yanda ve her yerde bir düzey kazanıyor. En önemlisi de bu eylemler bir nitelik kazanıyor. Belli bir ısrar ve süreklilik gelişmektedir. Türk sömürgeciliğini ürkütüp paniğe sürükleyen gerçeklik budur.
Çünkü Kürdistan gençleri artık Türk sömürgeciliğinin ordusuyla, polisiyle, yönetim kurumlarıyla ve asimilasyon kurumlarıyla bir gün bile daha Kürdistan’da bulunmasına tahammül etmemektedir. İşte yiğit Kürt genci Şahin ÖNER yoldaşın sömürgeci Türk polisleri tarafından alçakça bir biçimde katledilmiş olmasının nedeni budur. Soykırımcı ve sömürgeci Türk devletinin Kürdistan’daki varlığı Kürdistan gençliği açısından hiçbir meşruluğu yoktur. Kürdistan gençliği artık Türk sömürgeciliğinin, askerinin, polisinin, idari, eğitim, siyasi, hukuki vb. sisteminin olmadığı, kendi anavatanında kendi geleceğini kendisinin özgürce belirlediği bir gelecek kararındadır. Değil sömürgeciliğin varlığı, gölgesini dahi kabul etmemektedir. Artık kendi semalarında sömürgeci zulmün, katliamın sembolü olan Türk bayrağını görmeye tahammülü yoktur.
Akp’nin korkusu bundandır. Fakat hemen belirtelim ki korkunun ecele faydası yoktur. Türk sömürgecileri er ya da geç mutlaka ama mutlaka Kürdistan’dan sökülüp atılacaklardır. Çünkü Türk sömürgecilerinin Kürtlerin kafalarında oluşturmaya çalıştıkları beyinsel sömürgeciliği çözmüş, reddetmiş ve ona karşı köklü bir tavır alarak savaş yürütmeye başlamıştır. Savaş sadece dağlarda gerilla ile sınırlı olmaktan çıkmıştır. Kürdistanlı gençler şehir ve kasabalarda gerillanın fedai ruhu ile sömürgecinin, işgalcinin, kan emicinin üzerine üzerine yürümektedir.
Şahin ÖNER yoldaş Türk sömürgeci polis birliklerinin üzerine yürüyen Kürt gençlerinden birisiydi. Sömürgeci polis birlikleri bu nedenle Şahin ÖNER’i alçakça ve bilerek katletmişlerdir. Amaç Kürt gençlerinin iradesini, cesaretini ve kararlılığını kırarak örgütlülüğünü dağıtmaktır. Fakat Akp devletinin hesapları boşunadır. Başta Amed halkı ve gençliği olmak üzere Kürdistan halkı ve gençliği Şahin Öner yoldaşı serhıldan öncüsü olarak kabul edip onun izinden yürüyerek serhıldanları daha radikalleştirme temelinde anısına sahip çıkmasını bilecektir.
Daha öncede 90’lı yılarda onlarca Kürt genci, kadını, çocuğu, yaşlısı panzer ve tank paletlerinin altında ezilerek katledilmiştir. Önceki yılda da bir Kürt genci olan Yahya Menekşe panzerle ezilerek katledilmişti. Bundan önce de yine bir Kürt genci Doğubayazıt’ta polis kurşunu ile arkasından vurulmuştur. Amed Suriçinde ise Kürt genci kafasından vurularak katledilmiştir. Tüm bu saldırılar karşısında belli tepkiler olmuş, eylemlilikler geliştirilmiş, ancak süreklilik sağlanamamıştır. Bunun için de AKP devleti katletmeye devam etmiştir. Dolayısıyla şimdiye kadar yüzlerce Kürt çocuğu ve genci soykırımcı ve sömürgeci Akp devleti tarafından katledildi. Bu katliamcı zihniyet Şahin Öner’in katledilmesi ile bir kez daha kendini göstermiştir. Bunu hem de sömürgeci Türk devletinin başbakanı, yardımcıları ve uşak basını “şöyle barış”, “ böyle hassasiyet”, “sürece akli selim ve hassas yaklaşmak gerekiyor” dedikleri bir süreçte yapmaktadırlar.
Ne barışı?
Öyle inanıyorum ki, şehirde bir eylem esnasında bir Türk sivil ölmüş olsaydı, Türk basını, medyası kıyameti koparırdı. Ama şimdi kimseden ses yok. Niye? Çünkü devlettir, büyüktür yapar, öldürür. Devletin öldürme hakkı var öyle mi? O zaman da Kürt gençlerinin de kendisini her yer ve zamanda savunma hakkı vardır. Bu öyle bir haktır ki, doğuştan gelen doğal bir haktır!
Ancak Kürt gençleri kendilerini “katiller bulunsun hesap sorulsun” vb. şeylerle boşuna oyalamamalıdırlar. Çünkü Kürdistan’da Türk devleti ve onun hukuku açısından Kürtleri katletmesi Türk devletinin varlığını ve geleceğini garanti altına almanın bir gereği olarak ele alınmaktadır. Kürtleri katletmek, sürgün etmek, işkence etmek, asimile etmek, esaret altına almak, idam etmek, kurşuna dizmek devlet olmanın bir gereği olarak görülmektedir. Dolayısıyla Kürtlere ve Kürt gençlerine düşen kendi hesabını kendi mücadele ve serhıldanlarıyla sormaktır. Bu temelde sitemli bir şekilde geliştirilen bu saldırılara ve katletmelere “EDİ BESE” demelidir. Çünkü Kürdistan’da gün geçmiyor ki faşist Akp devleti tarafından bir Kürt genci ve Kürt çocuğunu katledilmesin. Her geçen gün katletmeler yaygınlık ve yoğunluk kazanmaktadır. Son iki ay içinde biri Amed D- Tipi zindanında olmak üzere üç Kürt genci katledilmiş bulunmaktadır. Bu konuda toplumsal hafızamızı diri tutmak, katliamları unutmamak ve “Artık Yeter” demek gerekmiyor mu? Hesap soruncaya ve intikamları alınıncaya kadar serhıldanlara devam etmek, süreklilik kazandırmak gerekmiyor mu? Böyle yapmadan Akp devletinin katliamlarının önüne geçilemeyeceği bilinciyle Kürt halkı Şahin Öner yoldaşın intikamı eylemlerini ve uluslararası komployu protesto eylemlerini birleştirmelidirler.
Türk sömürgeci devletinin idari, siyasi, askeri, eğitim, hukuk vb. sistemi Kürdistan’da kaldıkça Türk sömürgecileri polis, asker veyahut diğer karanlık güçleri Kürt gençlerini katletmeye devam edeceklerdir. Dolayısıyla Kürtler her yerde ve her alanda sömürgecilerin Kürdistan’dan defolmalarını ve geldikleri yere gitmelerini açıkça ortaya koymalıdırlar. Sömürgeci sistem içinde yer alan, ülkemizi işgal edenler nasıl ki, dağlarımızda elini kolunu sallayarak dolaşamıyorlarsa, şehirlerimizde de, kasaba ve köylerimizde de dolaşamamalıdırlar. Yeterki, “ Eğer burası Kürtlerin anavatanı Kürdistan ve bizler de Kürt ulusu isek, bu konuda bir şüphe yoksa, o zaman sömürgeci Türk devletinin, kurumlarının ve kadrolarının bu topraklarda işi nedir?” sorusunu soralım! Bu soruyu herkese soralım. Önümüze gelene soralım, sokakta, evde, okulda,işyerinde… her yerde ve herkese soralım! Unutulmamalıdır ki, ülkelerindeki Türk sömürgeciliğinin varlığın sorgulayamayanlar, kendi anavatan topraklarına, şehir ve sokaklarına sahip çıkamayanlar, sömürgeciler tarafından horlanmaya, ezilmeye mahkum olmaktan kendilerini kurtaramazlar.
Hergün sömürgeci Türk devleti tarafından, dağda, şehirde, sokakta katledilen Kürt gençlerinin Şahin Öner arkadaşın anısına sahip çıkmanın biricik anlamı budur. Yani Türk sömürgecilerini Kürdistan’dan defetmek amacıyla serhıldanları yükseltmektir. Uluslararası komploya en doğru yanıt ancak böyle verilebilir. Nuri Dersimi’nin Kürt gençliğine hitabesini hatırlayarak ve gereklerini yerine getirmelidirler.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Tarihi 15 Şubat 1999 Uluslararası komplosunun onbeşinci yılına giriliyor. Ondördüncü yıldönümünde komplo, Kürt halkı ve dostları tarafından nefretle kınanıyor. Şubat başından beri Kürtler her tarafta ayakta. Kürt kadınları ve gençleri her yerde 15 Şubat komplosunu protesto ediyor. Komployu devam ettiren İmralı işkence sisteminin tümden yok edilmesini istiyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü talep ediyor.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tam ondört yıldır İmralı işkence sistemi altında tutuluyor. Tarih boyunca bir insana uygulanmış en ağır işkencelerden biri bu. Dile kolay; ondört yıl boyunca Önder Abdullah Öcalan İmralı sisteminin baskı ve işkencesine karşı direniyor. Ondört yıldır üzerinde her türlü psikolojik baskı ve tehdit uygulanıyor. Tam ondokuz aydır avukatlarıyla görüştürülmüyor. Psikolojik baskı yıllardır ağırlaştırılmış tecritle birleştiriliyor.
Önder Abdullah Öcalan ondört yıldır işte böyle ağır bir baskı ve işkence gerçeğine karşı direniyor. Sadece direnmekle kalmıyor, insanlığa yol gösteren özgürlük düşüncesini böyle bir ortamda yaratmış bulunuyor. Bu direniş ve üretim defalarca uluslararası komplo gerçeğini başarısız kılmıştır. İmha ve tasfiye planlarını boşa çıkarmış, hükümetleri yenilgiye uğratarak tarihin çöp sepetine atmıştır.
Kısaca ondört yıllık tarihçeyi ve uluslararası komplonun amaçlarını hatırlayalım. Komplonun 9 Ekim 1998’de başlatıldığını ve Önder Abdullah Öcalan’ı imhayı hedeflediğini biliyoruz. Kürt halkını inkar eden ve imhayı öngören soykırım sisteminin tüm gücünü Kürt Halk Önderi’ne yönelttiği ve Önder Abdullah Öcalan’ın imhası temelinde Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye ederek Kürt soykırımını tamamlamayı amaçladığı tüm yönleriyle netleşmiş bulunuyor.
9 Ekim 1998’de başlayan komplonun ondört yıl boyunca gerçekleşmiş çok farklı aşamaları var. İlk dönem Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik amansız uluslararası takipten oluşuyor. Amaç Kürt Halk Önderi’nin imhasıdır. Bu başarılamayınca 15 Şubat 1999’da başlayan ikinci dönem gündeme geliyor. Bu dönemin hedefi de Kürt Halk Önderi’nin yargı yoluyla imhasıdır. Bu da başarısız kılınınca, Ocak 2000’den itibaren başlayan üçüncü dönem devreye konuyor. Bu dönemde İmralı işkence ve tecrit sistemine dayanılarak Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ideolojik ve siyasi imhası hedefleniyor.
Bu temelde yeni bir mücadele alanı olarak İmralı sistemi gündeme geliyor. İki yılı aşan amansız İmralı mücadelesinde başarısız kalan Ecevit hükümeti bir anda yok olup giderken, on yıldır devam eden AKP iktidarının da önü açılıyor. Kasım 2002’den bugüne İmralı sistemi temelinde uluslararası komployu AKP hükümetleri yönetiyor. On yıl boyunca AKP’nin de uluslararası komployu başarıya götürebilmek için çok farklı saldırı yöntemleri geliştirdiği biliniyor.
Bu yöntemlerden birisi, içten PKK’yi parçalayıp tasfiye etmeyi amaçlayan tasfiyeci dayatmadır. Bu yöntem başarısız kılınınca, bu sefer 23 Ağustos 2005 tarihinden itibaren topyekûn savaş konsepti uygulamaya konmuştur. Bu konseptin 2005-2006 yıllarında kirli özel savaş yöntemleriyle uygulanmaya çalışıldığı, 5 Kasım 2007’den itibarense bir uluslararası saldırı planı olarak uygulanmaya konulduğu bilinen bir gerçektir. Bunların boşa çıkarılması 2009 yılındaki sahte “Kürt açılımı”nı gündeme getirmiş, bu planın bozulmasıyla da 12 Haziran 2011 seçimleri ardından “PKK’yi imha ve tasfiye planı” devreye konmuştur.
Bugünkü AKP plan ve politikalarını doğru anlayabilmek için, on yıldır İmralı sistemi temelinde AKP’nin yürüttüğü mücadele gerçeğini iyi bilmek gerekir. Ondört yıllık uluslararası komplo saldırısını, bunun dayandığı tarihsel sistemi, yöntemlerini ve amaçlarını yeterince anlamak gerekir. Komplonun onbeşinci yıl mücadelesi ancak bu temelde doğru öngörülebilir.
Böyle bir tarihsel perspektifle bakıldığında AKP’nin Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmeyi hedeflediği, böylece uluslararası komplonun yürütücüsü olduğu açıkça görülecektir. Bu temelde komplonun yeni bir saldırı dönemini uygulamaya çalıştığı anlaşılacaktır. 9 Ocak Paris katliamı, PKK kurucularından Sakine Cansız ve iki arkadaşının katledilmesi olayı bunu göstermektedir.
Paris katliamı üzerine Fransız Savcılığı tarafından yapılan açıklamalar, zanlı olarak yakalanan Ömer Güney adlı kişinin Ankara bağlantıları bunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu durum, olay ardından AKP yöneticilerinin yaptığı açıklamalar ve AKP yanlısı basının yazdıklarıyla birleşince, Paris katliamının arkasında AKP hükümetinin olduğu ihtimali netleşmiş gibidir.
Açıkça görülüyor ki, AKP hükümeti uluslararası komployu yenilemeye çalışıyor. Ondört yıl önce Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı imha etmek üzere planlanan uluslararası komplo bugün AKP eliyle PKK yöneticilerine yönelik imha planı olarak devreye konmak isteniyor. Ondört yıl önce Önderi imha edilerek tasfiye edilmek istenen Kürdistan Özgürlük Hareketi, bugün yönetimi katledilerek tasfiye edilmeye çalışılıyor.
Burada Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile İmralı’da görüşülüyor olması kimseyi yanıltmamalıdır. Bu durum ifade ettiğimiz görüşe ters görülmemelidir. Bilinmelidir ki, tüm saldırı yöntemleri boşa çıkartılan ve en son “PKK’yi imha ve tasfiye planı” başarısız kılınan AKP hükümeti İmralı’ya gitmek ve Kürt Halk Önderi ile yeniden görüşmek zorunda kalmıştır. Bu görüşmelerin en karmaşık ve zorlu bir mücadele olduğu rahatlıkla anlaşılmaktadır. Böyle bir mücadele ile AKP’nin, PKK ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik olarak İsrail’in FKÖ ve Yaser Arafat’a uyguladığı planı uygulamak istediği değerlendirilebilir. En yakın mücadele arkadaşları bu temelde geliştirilen saldırılarla katledilerek Kürt Halk Önderi’nin yalnız bırakılmaya çalışıldığı düşünülebilir.
Onbeşinci yıla girerken uluslararası komployu yöneten AKP’nin, komployu bu temelde yeniden canlandırmaya ve yeni bir komplo planı uygulamaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Bu da onbeşinci komplo yılının da çok yoğun ve karmaşık bir mücadele yılı olacağını göstermektedir. Başarılı olabilmek için tarafların tüm güçlerini ortaya koyup çok değişik yöntemlere başvuracakları anlaşılmaktadır.
Böyle bir mücadelede AKP’nin şansı çok zayıf görülmektedir. Zira AKP planları daha şimdiden deşifre olmuş ve boşa çıkmış durumdadır. AKP’nin “PKK Yönetimini yok etme planı” ölü doğmuşa ve Paris katliamıyla boşa çıkmışa benzemektedir. AKP’nin ondört yıl önceki komplo yöntemlerini PKK’ye karşı şimdi de hayata geçirmesi zordur. Yine bu denli sağlam örgütlenmiş PKK’ye karşı “Filistin modeli”ni başarıyla uygulaması imkansızdır. Komplo mücadelesinin onbeşinci yılına girerken AKP’nin planları bozulmuş, İmralı sistemi artık sürdürülemez hale gelmiştir.
Buna karşılık Kürt halkı ve Özgürlük Hareketi onbeşinci yıl mücadelesine çok daha hazırlıklı ve örgütlü durumdadır. Kürt Halk Önderi 15 Şubat’ı “Kürt Soykırım Günü” olarak ilan etmiştir. Kürt halkı şimdiye kadar “Kara Gün” olarak lanetlediği 15 Şubat’ı şimdi de Kürt Soykırım Günü olarak çok daha öfkeli ve bütünlüklü olarak lanetlemektedir. Kürt kadınları ve gençleri bu konuda çok kararlı ve örgütlüdür. AKP’nin yeni komplolarını da başarısız kılarak onbeşinci yılda İmralı sistemini tümden parçalayıp Önderlerini, yani varlık ve özgürlük iradelerini özgür kılmayı başaracaklardır!...
Selahattin ERDEM
Yeni ÖzgürPolitika
- Ayrıntılar
Kürdistan Halk Önderi Abdullah ÖCALAN’IN alçakça planlanmış bir uluslararası komployla esaret altına alınmasının üzerinden 14 yıl geçti. Büyük acılarla, fedakârlıklarla, şehadetlerle, direnişlerle ve mücadele ile geçen 14 yıl… Öncelikle Kürdistan Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 14 yıl boyunca İmralı’da sergilediği eşsiz direnişi saygıyla selamlıyoruz. 9 Ekim Uluslararası komplonun ilk gününden M. Halit Oral yoldaşın fedai eylemiyle başlayan Güneşimizi Karartamazsınız şiarıyla bedenlerini ateşle tutuşturarak komplo karanlığını aydınlatmaya çalışan, komplocuların üzerine bedenlerini meşale yaparak, bomba bağlayarak yürüyen tüm yoldaşları şükran ve minnet duygularıyla anıyoruz. Kürt Halk Önderinin sergilediği eşsiz direnişle bütünleşen bu eylemliliklerin uluslararası komplocu güçlerin açığa çıkarılmasında, deşifre edilmesinde, teşhir edilmesinde ve geriletilmesinde büyük ve belirleyici rolleri vardır. Bu eylemlilikler uluslararası komploya karşı mücadelede ve Önder APO’ya yoldaşlıkta her türlü yetersiz yoldaşlığı aşarak zirveleşen bir ölçü olmuşlardır. Halit Oral, Bager, Kurdê ve Tayhan yoldaşlar şahsında Güneşimizi Karartamazsınız şiarının bu yüce temsilcilerini sonuna dek izlemekte kararlı olduğumuzu ve onların anısına layık olma çabası içinde olacağımızı bir şeref sözü olarak tekrarlamak istiyoruz.
Uluslarası komplonun başını çeken, yardım eden ve destek sunan herkesi olanca nefretimizle bir kez daha lanetleyip protesto ediyoruz. Bu güçler, yani kendisini dünyanın imparatoru sayan ABD, İsrail, AB, Rusya ve yerel işbirlikçiler Kürdistan halkından ve Kürt Halk Önderliğinden özür dilemedikçe, Kürdistan halkının, dostlarının ve ilerici insanlığın laneti sürekli bu güçler üzerinde olacaktır.
ABD Önder APO’nun esareti ile Ortadoğu’ya kapsamlı bir saldırıyı başlatmış ve bu saldırı bugün farklı biçimlerde de olsa sürdürülmektedir. Uluslararası komplo ile Kürdistan Özgürlük Hareketi tasfiye edilmek sureti ile Ortadoğu halkları başta Kürt Ulusu olmak üzere, tüm bölge kapitalist modernite ve statükocu diktatörler arasında boğuntuya getirilerek seçeneksiz bırakılmak istenmiştir. Böylelikle halkların özgürlük eğilimi tasfiye edilmek hedeflenmiştir.
Kürdistan’a ve Kürt Ulusuna karşı ilk uluslararası komplo Lozan anlaşmasıyla başlatılmıştır. Ancak, Önder Apo’nun ortaya çıkışıyla, Lozan ile başlayan Kürdistan’ı parçalama, Kürt Ulusunu tarihten silme stratejisi ölümcül bir darbe almıştır. Lozan’ın darbelenmesi ile Lozan’ın arkasındaki güçler bir kez daha bu antlaşmayı güncellemek ve yenilemek istemişlerdir. Bunda da sömürgeci Türk devletine bir kez daha Lozan’da olduğu gibi Kürt ulusunu yok etme görevi verilmiştir. Nasıl ki Lozan’dan sonra Türk devleti emperyalistlerin bölgedeki jandarması ve koçbaşı rolünü oynadıysa, uluslararası komployla da Türk devleti BOP projesinin mimarlığına, ardından da eş başkanlığına getirilerek, bölgenin uluslar arası sermayenin yeni dönem çıkarlarına göre konumlandırılmak istenmiştir. Bu çerçevede Türk devletine verilen görev, tıpkı Şeyh Sait’e karşı 15 Şubat’ta gerçekleştirilen komplo ve ardından Şeyh Sait ve 47 yoldaşının 29 Haziran’da idam edilmesi suretiyle katledilmesi, gibi Önderliğin tasfiyesiydi.
Ancak ilk günden başlayarak Önder APO’nun İmralı’da sergilediği direniş tüm yetersizliklerine rağmen Kürdistan özgürlük hareketinin sergilediği duruş, Kürt halkının bu imha saldırıları karşısında sergilediği duruş ve mücadele, ondördüncü yılında halkların özgürlük seçeneğini bir kez daha gündeme taşımıştır. Önder Apo en amansız İmralı koşullarında ve uluslararası komplocu güçlerin tüm desteklerine rağmen Kürdistan özgürlük gerillası hem de herkesin görebileceği tarzda bu seçeneği ortaya koymayı başarmıştır.
Sömürgeci Türk devleti Ecevit, Yılmaz ve Bahçeli eliyle Kürdistan Halk Önderinin esaretinden fırsat bilerek Kürdistan Halkının son özgürlük umudunu da yerle bir etmek için elinden geleni yapmış, yetmeyince başını Irkçı-faşist Tayyip Erdoğan’ın çektiği AKP devreye girmiştir. AKP sömürgeciliği, münafık Fethullah Gülen’in fetvaları eşliğinde Kürdistan halkını kutsal İslam dini ile oyalama stratejisini uygulamaya başlamıştır. Öyle ki, sömürgeci Türk yönetimi ve medyası “hep bir ağızdan baş gitti sıra gövdede, bu gövde de en fazla altı ay çırpınır, ondan sonra oda biter” diyordu. Sağdan sola sözüm ona “Kürt dostları” PKK’ye “ APO’yu unutun kendinize yeni bir lider belirleyin” diyordu. Diğer taraftan “Türk solundan dostlar” Kürt özgürlük savaşçılarına “APO ve PKK’yi bırakın bizim saflara gelin savaşın” diyorlardı. PKK’ye adeta batan geminin malları hesabı bir yaklaşım söz konusuydu. İçerde ise emperyalistlerin ve sömürgecilerin ihanet çağrılarına koşan çeteci grubun çıkması da gecikmeyecekti.
PKK için artık “işi bitti, toparlanamaz, kendisine gelemez” tespitleri yapılacaktı. Yine “toparlansa bile savaş kararı alamaz, alsa bile bir daha savaşamaz, savaşsa bile başaramaz” hükmü verilmişti. Fakat Önder APO’nun İmralı’da başlattığı yeni paradigma oluşturma süreci ve PKK’nin yeniden yapılanması ve tasfiyeciliğe karşı Nuda, Viyan Adil, Şilan, Kurtay, Ferhatların öncülüğünde başlayan yeni dönem uluslararası komploya önemli bir darbe vurduğu gibi PKK’yi Kürdistan’ın tüm parçalarında ve yurt dışında en büyük Kürdistan özgürlük gücü haline getirmiştir. Bu aynı zamanda uluslararası komplonun de geriletilmesi ve darbelenmesi anlamına gelmektedir.
Bu süreçte, sömürgeci AKP devleti Milli birlik ve kardeşlik projesi adı altında geliştirdiği oyalama ve tasfiye politikası da boşa çıkarılmıştır. Herkes ve tüm dünya Önder APO’nun en amansız koşullardaki eşsiz Liderlik özelliklerini ve gücünü, bununla birlikte PKK’nin yenilmezliğini bir kez daha görmüşlerdir.
Özellikle 2011 yılının Temmuz ayından itibaren Önder APO üzerinde AKP sömürgeci devletinin gerçekleştirdiği ağırlaştırılmış tecrit ve Kürdistan Özgürlük gerillasına dönük Sri Lanka tasfiye modeli de Önder APO’nun İmralı direnişi ve Kürdistan Özgürlük gerillasının ve halkının geliştirdiği Devrimci Halk Savaşı stratejisi ile boşa çıkarılmıştır. Şunu da belirtelim ki, bu konuda eğer kimi yetersizlikler de yaşanmasaydı, bugünkü siyasal-askeri tablo çok daha farklı olabilirdi.
Uluslararası komplonun 14. Yılında Önder APO’nun etkisizleştirilmesi, gözden düşürülmesi ve anlamsızlaştırılması hesapları bugün yerle bir olmuş durumdadır. Dünya çapında önder APO’nun özgürlüğü tartışılmakta ve bunun için bir mücadele yürütülmektedir. Önder APO Kürt sorunun çözümünde gerçek, kalıcı ve onurlu bir barışın sağlanmasında esas muhatap olduğu herkesin hemfikir olduğu ve kabulü haline geldiği bir olgu olmuştur. PKK şanlı tarihinin en görkemli direniş ve mücadele yılını geride bırakmış ve büyük bir zafer sürecine yoğun bir biçimde hazırlanmaktadır. Komplocu güçlerin ve sömürgeci Türk devletinin, parçalama, bölme ve zayıflatma hesapları karşısında birlik ve beraberliğini en ileri düzeyde sağlamış bulunmaktadır. Kürdistan Özgürlük gerillası bir kez daha sömürgeci Türk devletinin Sri Lanka modeli hesabını yerle bir ederek yenilmezliğini herkese kabul ettirmiştir. “ Terörle ve teröristle masaya oturmam” diyen T. Erdoğan ve şürekâsı elçilerini bu sözlerini unutmuşçasına Önder APO’nun ayağına göndermektedirler. Ancak sömürgeci Türk devleti bunu yapmasına rağmen sorunu çözme değil de, varolan krizli durumdan nasıl karlı çıkacağının hesabını yapmaktadır.
Uluslararası komploya ve sömürgeci Türk devletinin hesaplarına en kapsamlı ve en ciddi darbe ise 19 Temmuz Rojava devrimi olmuştur. Aynı zamanda Lozan’a da darbe anlamına gelen Rojava devrimi sömürgeci Türk devletinin inkâr ve imha siyasetine de ağır bir darbe vurmuştur. Çünkü ABD Ortadoğu için köprübaşı, koçbaşı ve jandarma olarak kullanmak istediği sömürgeci Türk devletine neyi yapıp yapmayacağının sınırlarını belirlemiş, haddini bildirmiş ve bildirmeye devam etmektedir.
Dolayısıyla 14. yılını geride bırakıp uluslararası komploya karşı 15. mücadele ve direniş yılına girerken ortaya çıkan gerçeklik şudur. Direnen Önderlik, Birlik ve beraberliğini her zamankinden daha fazla güçlendirmiş PKK, yenilmezliği kesinleşen Kürdistan Özgürlük gerillası, Önder APO’nun özgürlüğünü kendi özgürlüğü olarak kabul eden Kürdistan halk gerçekliğidir.
Ancak tüm bu gerçekliklerle rağmen Önder APO’nun hala esaret altında olması tüm Kürtlerin kanayan yarası olmaya devam etmektedir. Kürdistan halkı ve özgürlük savaşçıları için Önder APO’nun halen esaret altında tutulması bir utançtır. Kürdistan halkı bu utanç altında yaşamaya devam etmemeye kararlıdır.
Yıllar önce, Kürdistan Halk Önderi Abdullah Öcalan, Kürdistan Devriminin Yolu adlı eşsiz Kürdistan Özgürlük Manifestosunu kaleme alırken, 70’li yıllarda Kürdistan ve Kürt ulusunun içinde bulunduğu durumu kastederek, “ Bundan utanç duyuyoruz. Yine, bugün bu halkın düşmanlarının, bu halkın yurdunu kendi öz çiftlikleri gibi kullanmaları ve buna karşı "çaresiz" duruşumuz, bu utanç duygumuzu yüz kat daha artırıyor. Bütün bunlar neye yarar? Hıncımızı artırmaya ve halkımızın direnme tarihinin temelinde ve bilimsel sosyalizmin kılavuzluğunda gerçek kurtuluş yolumuzu çizmeye yarar.” diye yazıyordu. Ve bu utançlı duruma son vermek için de en amansız koşullarda Özgürlük yürüyüşünü başlattı ve halkımızı özgürlüğün eşiğine getirdi.
Evet, bizim için de bugün Önder Apo’nun hala esaret altında olması utanç duygumuzu yüz kat daha artırıyor. Bütün bunlar neye yarar? Kürdistan toprakları üzerinde tek bir sömürgeci kalıncaya dek, hıncımızı arttırmaya, bilincimizi geliştirmeye, örgütlülüğümüzü derinleştirmeye ve serhıldanları daha örgütlü bir biçimde geliştirip süreklileştirmeye yarar.
Ve Önder Apo’yu Kürdistan’ın özgür topraklarında karşılayıncaya kadar, bu utançlı halden asla kurtulmayacağımızı bilerek, sömürgeci AKP devletinin bir özel savaş operasyonu biçiminde geliştirdiği oyalama taktiklerine kapılmadan, gevşemeden dönemin görevlerine büyük bir azim-kararlılıkla yüklenmek gerekmektedir.
Şu bilinmelidir ki, Önder Apo’nun ve Kürdistan’ın özgürlüğü kelimenin gerçek anlamıyla ancak ve ancak örgütlenen, süreklileşen ve radikalleşen halk serhıldanlarıyla mümkündür!
Yani ne kadar serhıldan o kadar uluslar arası komplonun boşa çıkarılması!
Barış=Ne kadar serhıldan o kadar Önder Apo’nun ve Kürdistan’ın özgürlüğü!
Oyalamalara ve özel savaş medyasının yaratmaya çalıştığı havanın tersine, ne kadar serhıldan o kadar barış!
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Gerillaya katılımlar her zaman olmuş olacaktır da. Bu kadar haksızlık dünyanın neresinde yaşanırsa orada bir dakika bile olsa insanlar eğer bir yerlere çıkarak gür haykırma zemini bulacaklarsa mutlaka çıkarlar ve mutlaka o haksızlıklara karşı direnirler.
İnsan varlığı tabiatı gereği boyun eğdirmelere hep tepkilidir. Siz bakmayın öyle birçoğunun sus pus durduğuna. O sus pus duranların ruh dünyasına bir girebilseydiniz oralarda hangi fırtınaların estiğini görebilirdiniz.
Evet, insan tabiatı gereği her zaman eşitliğe özlem duyar. Özgürlüğü özlem duyar. Ve de paylaşımcılığa özlem duyar. Ve bu özlemleri olan biri bir yerde baskı ile karşılaşmış ise orada o baskılayanlara karşı mutlaka bir refleks gösterir. Ve dedik ki eğer refleksini ifade edebilecek bir mekan bulur ise orada hemen o mekana doğru da akar.
Yüz yıllarca farklı mekanlarda, farklı ortamlarda haksızlığa ve zulme başkaldırmanın hatta en sert olan başkaldırmanın yolu olan dağlara çıkmayı başka nasıl izah edeceğiz?
Gerilla haksızlığa karşı bir başkaldırma eylemidir dedik. Hani denilir ya küçük çaplı savaş diye. Siz bu küçük çaplı savaşı; ezilenin, az olanın ezene ve çok olana karşı direnişi olarak ele alın. Böyle olunca aslında her haksızlığa kafa tutanın aslında yeri gerilladır.
Dediğimiz gibi zulüm ve baskı var oldukça gerilla olacak, gerilla oldukça da gerillaya akış devam edecektir. Gerillaya akış devam ettikçe de zulme ve zalimlere karşı özgürlüğün sesi olabilmek için başı dik, onurlu ve kolay kolay boyun eğmezler her zaman direnişlerine ve de kavgalarına devam edeceklerdir.
Özcesi insanın ruhunu yaralayan, insanın kişiliğini zedeleyen, insanı insan olarak görmeyen, küçümseyen hatta horlayanlar oldukça-ki bunlar her zaman her yerde vardı ve öyle görülüyor ki var da olacaklardır-o zaman da gerillaya akış asla durmayacaktır. Bu bugün Kürdistan’da böyledir yarın başka bir yerde böyle olacaktır. Her halükarda zulüm kalelerine karşı direniş kesintisiz devam edecektir.
Çünkü kapitalist kültür yani başkasının sırtında geçinmek isteyen bezirgan kültürü öyle kolay kolay sökülüp atılacak bir kültür ve hastalık değildir.
Başkasının emeği üzerine zırnık bir emek sarf etmeden yaşama istemi öyle sanıldığı gibi az değildir. Özelde de toplumların değerlerini çalmak isteyenler bu insan vicdanını kirleten özeliklerinden hemen arınmayacaklardır. Hele hele başkalarının dillerine, kültürlerine ve de tarihlerine hakaret etmekten böyleleri kolay kolay vazgeçmeyeceklerdir.
Nedeni ise açıktır, bunlar seçilmiş olanlardır. Bunlar özel yaşamayı kendilerine hak bilenler ve de kendilerine başkaları tarafında verildiğine inananlardır. Böyle olunca da yukarıdan bakan, horlayan, küçümseyen ve de aşağılayan karakter yapıları bırakalım giderilmiş olsun bizatihi daha da tetiklenerek bu insanlık dışı yaklaşımlarını sürdüreceklerdir.
İşte diyoruz ki bunlar var oldukça da gerilla var olacak. Gerilla var oldukça da gerillaya katılımlar olacak. Gerillaya katılımlar oldukça da özgürlük türküleri ve özgürlük umutları dinmeyecek ve dindirilemeyecektir.
Ne diyordu Che:
““Ölüm, nereden ve nasıl gelirse gelsin, silahlarımız elden ele geçecekse, savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa ve başkaları savaş ve zafer naralarıyla ve de makineli tüfek sesleriyle cenazelerimize ağıt yakacaksa, hoş geldi, safa geldi”
Bizde Che’nin söylediklerine ek olarak, ruhlarımızın daraltılmasını aştırarak bizlere, halklara, insanlığa daha fazla eşitlik, daha fazla adalet daha fazla paylaşımcılık ve daha fazla özgürlük ortaya çıkaracaksa direnişimiz, hoş gelir sefa gelir bu ölüm diyoruz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Herkes gibi sıradan bir yaşam dururken neden gençler, özelde de Kürt gençleri zorlukları seçer. Neden işin ucunda ölüm olsa da ısrarla ama ısrarla Kürt gençleri bu yolu seçer.
Kürt gençleri derken siz tüm parçalardaki Kürt gençlerini anlayın. Bununla yetinmeyin hatta Avrupa’da yaşayan, Kafkasyalarda ve biraz daha uzaklara ta Ortaasya'larda yaşayanları da katın.
Neden Kürt gençleri herkesin seçtiği yola girmez de, illa da zor olanı seçerler.
Denilebilir ki Kürt gençleri yerinde durmuyorlar, biraz da huyu bozukturlar. Bu da mümkündür ona bir şey demiyoruz. Ama nerede bir Kürt genç varsa zor olanı yönünü veriyorsa başkalarının da düşünmesi gerekmez mi?
Neden ta Avustralya’da gençler dağlara gelir? Avrupa’da neden gençler dağlara gelir? Dünyanın diğer ucunda yaşayan Özbekistan’dan, Kırgızistan’dan, Kazakistan’dan derken daha ötelerde neden Kürt gençleri dağlara gelir ah gelir.
Birde dediğimiz gibi işin ucunda ölüm olduğunu bile bile gelirler.
Demek ki uzaktan büyük laf etmemek gerekiyor. Durup bu gençler neden dağlara akıyor diye adam akıllı birkaç soru sormak gerekiyor.
Türkiye’de dağlara gelen gençleri anladık. Haydi, faşist bir devlet yapısı var, dil yasak, isim yasak, benlik yasak, kimlik yasak ve yasak ha yasak. Burada yasakları delmek için dağlara gelişleri anlarız.
Peki, Doğu Kürdistanlı gençlere ne demeli! İran baskısı, devlet baskısı, özgürlüklerin kısıtlanması derken insana nefes aldırmayan uygulamalar mı diyelim?
Ya Rojava'da gelenler!
Ya büyük güneyden gelenler! Hem de yerel Kürdistan hükümeti oluşmuşken?
Demek ki dağlara akışın başka nedenleri vardır. Temel neden dağlara gelenler özelde Kürt halkına karşı yapılan haksız uygulamalara kafa tutmak için geliyorlar.
Zulme baş kaldırmak için geliyorlar. Ve tabi birde bir yerlerde duydukları o eşitlikçi, adaletçi, özgürlükçü yaşam için geliyorlar. Gelipte bu yaşamın içerisinde nefes alıp vermek istiyorlar. Burada temiz özgürlükçü havayı solumak istiyorlar.
Dünyada nefesleri haksızlıklara karşı en erkenden daralan, en erkenden hava alamayanlar gençlerdir. Bunun için eğer o kadar uzaklarda Kürdistan dağlarına inadına akış sürüyorsa, inadına geliş devam ediyorsa, inadına direniş için yürekler bilinip kılıçlar kuşanıyorsa bir nedeni vardır işte. O da doyasıya özgürce nefes alıp vermek içindir. Bu özgürce nefes alıp vermeyi yaparken de tüm Kürdistanlılara özgür bir nefes aldırmak içindir.
Bir şairin yazdığı gibi:
“Ben eskiden inanırdım ki dağların heybeti, görkemi heybet ve görkem katar bizlere. Ama anladım ki o ulviyet bakışlı çocuklar yücelik kattılar, heybetini tazelediler dağların. O direnenler olduğu için bu dağlar o kadar heybetli bir o kadar geçilemez
Kendini kaybeden dağları da kaybeder; kendi kendisini kaybeden herkesi de kaybeder.”
İşte bunun için kimse ama kimse dağlara akışı durduramıyor, durduramıyor çünkü Kürt halkının nefes alış verişi özgürce değildir.
Nefesler özgürce alıp vermedikçe de dağlara nefes açmak için çıkacak gençler her zaman olacaklardır.
K. Nuda
- Ayrıntılar
Sömürgeci TC devletinin kurucu partisi CHP’nin milletvekili ırkçı-faşist Birgül Ayman Güler Türkler ile Kürtlerin eşit olmadığını, kimsenin de bunu kendisine kabul ettiremeyeceğini açıkça söyledi. Ve savundu da. Arka çıkanlar, karşı çıkanlar oldu.
Bu söz bize yabancı gelmedi. Milletvekilin söylediği 30’lu yıllarda sömürgeci Türk devletinin adalet bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un sözlerinin güncellenmesi oldu. Şöyle demişti M. Esat Bozkurt:1 Eylül 1930’da, “[Kürtler] Hayatlarında acımanın manasını öğrenmemişlerdir. Hunhar, atılgan, vahşi ve yırtıcıdırlar. Çok alçaktırlar. Yakaladıkları takdirde sizi bir kurşunla öldürmezler. Gözünüzü oyarlar, burnunuzu keserler, tırnaklarınızı sökerler ve öyle öldürürler! (...) Kadınları da kendileri gibi imiş...” 18 Eylül 1930’da “Benim fikrim, kanaatim şudur ki, bu memleketin kendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmak, köle olmaktır” (Ayşe HÜR’ün yazısından)
Her iki söz arasında fark var mı? Türk ve Kürdü eşit görmez ve aralarında bir hiyerarşi oluşturursanız, bu mantık silsilesi bu sözü de söylenmiş olmayı varsayar. Ardından da sömürgeci sistemin kaşarlanmış kişiliklerinden Deniz Baykal başta olmak üzere birçok CHP milletvekili de bu sözün arkasında durdu. Sömürgeci partinin genelbaşkanı Kılıçdaroğlu ise, uzatmadan söyleyeyim, “herşey her yerde söylenmez” manasına gelen sözler söyledi.
CHP, sömürgeci TC devletinin kurucu partisidir. Kürdistan’da uygulanan fiziki ve kültürel soykırımdan sorumludur. Kökü, beyni, yüreği,ağzı, dişleri ve elleri Kürt kanına girmiş bir partidir. Şeyh Saitlerin, Seyit Rızaların ve yüzbinlerce Kürdün katliamında, sürgün edilmesinde, işkence ve tecavüz edilmesinde onların sorumluluğu vardır. Yoksulluğunda, işsizliğinde onların sorumluluğu esastır. Bugün Kürt ulusunun statüsüz bırakılmasından kurumsal olarak CHP sorumludur.
Kürtler ve Kürdistan özgürlük hareketi CHP ile köklü bir hesaplaşmayı gerçekleştirdi. Deyim yerindeyse ipliğini pazara çıkardı. Artık katliamcı ve soykırımcı kimlikleri Kürt ulusunun gözünde açık ve nettir.
Bunun içinde çok fazla CHP üzerinde durmayacağız. Asıl üzerinde durmak istediğimiz parti, Kürtleri kutsal İslam diniyle oyalamak isteyen ve CHP’ye “ Kürtler artık eskisi gibi laiklik söylemle köle olarak tutulamaz, onun için İslamla ancak Kürtleri tutabiliriz” diyen AKP’dir.
Sömürgeci AKP devleti, Kürt ulusunun inkarını ve yok etme stratejisini adım adım uygularken öte yandan Birgül Ayman denilen ırkçı faşistin Kürt ulusuna dönük saldırgan, hakaret dolu sözleri üzerinden sanki gerçekten de Kürt ulusunu tanıyor ve haklarına saygı gösteriyormuş gibi rol kesen T. Erdoğan ve çeteleri üzerinde durmak istiyoruz.
Soykırımcı Türk devletinin başbakanı T. Erdoğan hemen her fırsatta biz inkârı kaldırdık demektedir. Ve bununla hem dünya kamuoyunu hem de Kürt ulusunu ve özgürlük hareketini kandırmak ve oyalamak istemektedir. Bu çok açık!
Sömürgeci AKP devletinin Başbakanı, sanki her konuşmasında “tek vatan, tek millet, tek kültür, tek dil, tek bayrak” dememiş gibi konuşuyor. Sanki “Kürt sorunu yoktur, Kürt kökenli kardeşlerimin sorunları vardır” diyen kendisi değil. Sanki “ kadında olsa, çocukta olsa güvenlik güçlerimiz gereğini yapacaktır” diyerek onlarca yüzlerce Kürt çocuğunun katliam fermanını kendisi vermemiş! Sanki Uğurların, Ceylanların, Enezlerin ve daha yüzlercesinin kanları kendi ellerinde değilmiş gibi… Sanki Roboski’ de çoğu çocuk 36 Kürt gencinin katili kendisi değilmiş gibi konuşuyor. “Sanki tek vatan, tek millet…” sözü, Kürdün inkârı anlamına gelmiyor gibi konuşuyor!” ve herkesin de bu sahte sözlerine aldanacağını sanıyor!
Bununla Kürtlere, CHP’yi kastederek “ bakın bunlar size ne yapmış, ellerine fırsat geçerse, daha beterini yaparlar. Onun için, benim kıymetimi bilin” mesajını veriyor. “İyisi mi siz yine de AKP’yi izleyin” demeye getiriyor. Yani Kürtleri CHP ile korkutarak, kendi etrafında toplamaya çalışıyor.
Sömürgeci Türk devletinin başbakanı T. Erdoğan, kendisini gelmiş geçmiş en büyük lider, en akılı adam ve herkesi de akılsız, az akıllı veya ahmak yerine koymaktadır. Öyle ki herkesin gözünün içine baka baka Kürt halkını Türk-İslam senteziyle tarihten silmek için bir programı adım adım hayata geçirirken, öte yandan tam bir demagoji ile “ Kürtlerin inkarını kaldırdığını ” savunabilmekte ve böyle bir algı yaratabilmek için çalışmaktadır. Tam bir ikiyüzlülük, tam bir münafıklık! Tam bir iflah olmazlık!
Bu söylemlerini de, “TRT 6, Kürtçenin ilkokuldan sonra haftada iki saat seçmeli ders vb.” temellendirmeye çalışmaktadır. Samanaltından su yürütmek buna derler işte! Görüntü bu, ancak öte yandan “4+4+4” formülü Kürtlük adına ne varsa hepsini tarihten silmeyi önüne koymaktadır. Yine “baba beni okula gönder”, “haydi kızlar okula” kampanyaları ile Mustafa Kemal-İsmet İnönü’nün Sıdıka Avar’da sembolleşen Kürt çocuklarını asimilasyon ile tarihten silmeyi önüne koyduğu çok açık.. Hala “Kürtçe ana dil ile eğitim olmaz, bu ülkeyi böler” sanki kendisi değilmiş gibi konuşuyor. Sanki hem de Hakkâri’ de ve daha birçok yerde “ tek millet dedik, tek vatan dedik, tek bayrak dedik, tek dil dedik… Bunları kabul etmeyen çeksin gitsin” diyen kendisi değilmiş gibi… Peki, bu söylemin MHP “ya sev ya terket” söyleminden ne farkı vardır? Demek ki, Kürt ve Kürdistan söz konusu olduğunda hepsi bir tespihin taneleri gibi yan yana dizilebiliyorlar. Hepsi de Kürt ulusunu tarihten silmek, Türkleştirme programı olan Şark Islahat Planını başarıyla pratikleştirmeye çalışan soy zincirinin birer halkasıdırlar.
Kürt inkarına son verdiğini söyleyen AKP hükümetine her Kürdün, Kürdistanlı’nın ve vicdanlı Türkiyeli devrimci-demokrat ve aydınlarının şu soruları sormaları gerekir ve cevabını da mutlaka alması gerekir:
Sen Kuzey Kürdistan’da, ordunla, polisinle, idari, hukuki, eğitim vb. sisteminle Kürdistan’da ne arıyorsun? Kürdistan’dan çekilecek misin? Çekilmeyecek misin?
Kürt ulusuna cumhuriyetin kuruluşundan itibaren yaptığın katliam, sürgün, soykırım, asimilasyon, geri bıraktırma, yoksullaştırma vb. için özür dileyecek misin? Biz Kürtlere “bu kadar kötülük yaptık, onun için özür diliyoruz ve bunun için de Kürdistan’dan çekiliyoruz. Kürt ulusu artık kendi varlığını, özgürlüğünü kendi iradesiyle belirleyebilir. İsterse özgür-eşit birlikte yaşarız, isterse kendi kaderini tayin edebilir, biz buna saygılıyız,” diyor mu veya diyecek mi?
Kürtleri ulus olarak, Kürdistan’ı da Kürtlerin anavatanı olarak kabul edip, anayasa da yer verecek mi, vermeyecek mi?
Kürtlerin siyasi iradesini, bayrağını, sembollerini, parlamentosunu, idari yapılanmasını ve savunma güçlerini tanıyor mu, tanımıyor mu?
Yani özetle, Kürt ulusunun ulus olmaktan kaynaklanan tüm haklarını anayasal güvenceye alacak mı almayacak mı?
Kürdistan halkının Önderi Sayın Abdullah ÖCALAN’I ve bütün özgürlük savaşçılarını ve siyasetçilerinin esaretine son verecek mi, yoksa daha fazla Kürdü esaret altına almaya mı çalışacak ?
Gerilla, Kürdistan halkının en meşru ve doğal savunma gücü olarak tanınacak mı, yoksa imha operasyonlarıyla “ tek bir terörist kalıncaya kadar mücadeleye devam edeceğiz.” nakaratı tekrarlanacak mı?
Kürdistan’da karakol inşaatları duracak mı, sürecek mi?
Kürdistan’da gerillayı tasfiye amaçlı barajlara devam edilecek mi?
Kürdistan ekonomik anlamda talan edilerek, Kürt ulusu, açlığa, yoksulluğa ve işsizliğe mahkum edilmeye devam edilecek mi, edilmeyecek mi?
Bir taraftan kutsal barış kavramı üzerinden tüm medyanızı ve gücünüzü kullanarak demagoji yaparken öte yandan yeni yeni korucu kadroları oluşturma ve operasyon hazırlıkları yapmaktan vazgeçilecek mi vazgeçilmeyecek mi?
Başta AKP olmak üzere, diğer sömürgeci partiler Kürdistan’ da örgütlenmekten ve Kürt ulusunu bölüp-parçalamaktan vazgeçecek mi, vazgeçmeyecek mi?
Rojava Kürdistan’da Kürt ulusunun büyük bir sabır ve direnişle 19 Temmuz devrimiyle kendi elde ettiği Kürt demokratik kazanımlarını tasfiye etmek için paralı çeteleri örgütlemekten ve Kürt kanını dökmekten vazgeçecek misiniz, vazgeçmeyecek misiniz?
Hele hele her sabah milyonlarca Kürt çocuklarına ve gençlerine sabahları “Türküm, doğruyum… Varlığım Türk varlığın armağan olsun…” inkârcı-ırkçı, asimilasyoncu Türk andını okutmaktan vazgeçecek mi, yoksa devam mı ettirilecek?
Sömürgeci Türk devleti, tüm bunları ne hakla Kürdistan’da, Kürt halkına yapıyor ? Ne hakla Kürdistan’da bulunuyor? Bir de bu soruya cevap verilmeli.
Bu sorulara sömürgeci AKP devleti ve şefi Erdoğan’ın cevapları bellidir! Olumsuz! O zaman nerde kaldı senin inkârcılığı kaldırdığın diye sormazlar mı?
O zaman peki CHP’li ırkçının söylemleri üzerinden, bu kadar demagoji yapmasının anlamı nedir? Kürtleri CHP ile korkutarak, AKP’nin sahte söylemleriyle avlamak! Tam bir tuzak!
Ama artık bu tuzağınız deşifre olmuştur. Tuzağı kurduğunuz anda Kürtler farketmiştir! Yeni tuzaklar kurmaya çalışın! Ama boşuna! Böylesi kişilikler için Aşık İhsani: “Çabalama bay düzenbaz!” diyordu. Çünkü artık kendi kurduğu tuzaklara dolanmaktan kurtulamayacak! Debelendikçe, debelenmektedir kendi tuzağında.
Kürtler artık ikinizin de ne mal olduğunu biliyor. Kürtlerin gözünde artık ikiniz siyam ikizlerisiniz. Yok, birbirinizden farkınız! Kürtlerin çoğunluğu işkencelerden, cezaevlerinden geçtiği için, iyi polis-kötü polis oyununu iyi bilirler! İkinizin de aynı şubenin işkenceci polisi olduğu Kürtler artık iyi biliyor!
Onun için Kürtler gözündeki durumunuz şudur: Yek taştê bibe yek fıravine! Herdu ji zike pişte hev herin! İnşallah.
Onun için de Kürtler, sömürgeci AKP devletinin oyalamalarına, T. Erdoğan’ın demagojilerine ve o demagojilerini allayıp-pullayarak Kürtlere ve demokratik kamuoyuna servis eden entegre imha konseptinin medyasının yarattığı sanal “süreç,barış” sözlerine aldırış etmeden, Kürdistan halk önderi üzerinde gerçekleştirilen uluslar arası komploya karşı serhıldanlarıyla nasıl sonuç alacaklarına bakmalıdırlar.
Gerisi laf u güzaf!
Herdem serhıldan
- Ayrıntılar