Basına ve Kamuoyuna!
1. 1 Kasım günü(bugün) saat 10:30'da Şengal'e bağlı Solak köyünde gerilla güçlerimiz DAİŞ çetelere ait 2 mevziye yönelik saldırı eylemi düzenlemiştir.
- Ayrıntılar
Siyaset, Arapça sözlüklerdeki anlamıyla, bir nesneyi dikkatle gözlemektir. Var olan toplumsal sorunları ise büyük bir öngörülüyle görerek çözmektir. Bu işi yapan siyasiler ise olacakları önceden görerek toplumuna yol göstermektir. Bu bağlamda siyasetçi toplumun öncüsü ve yol göstereni olmaktır.
İtfaiyenin, temel görevi yangın söndürmektir. İtfaiyecilik ise yangın söndürme kuruluşudur. Bu işi yapana ise itfaiyeci deniyor ki görevi, yangın söndürücülüktür.
Hiç şüphesiz siyasetçi ile itfaiyecilik mesleki olarak birbirine yakın görülebilir. Nede olsa her iki meslekte sorun çözücüdürler. Birisi söndürerek toplumu rahatlatırken bir diğeri de yaptıklarıyla toplumu rahatlatıyor.
Belki normal ortamlarda her iki mesleğin birbirine yakın duruşu anlaşılırdır. Ancak eğer bir yerde faşizme yakın şartlar varsa orada bir siyasetçinin görevi itfaiyecilik olamaz. Faşizm doğası gereği bastırmadır, sindirmedir, katletmedir. Faşizme yakın durumlar yaşanıyorsa, halk günlük olarak coplanıyorsa, dilini kullanmak isteyen bir toplumun kendi alnının teriyle oluşturduğu okullar kapatılıyor ve zincirleniyorlarsa, yanı başında katledilmekle yüz yüze kalan bir Kürt Şehri için yola çıkan kapı komşular hem coplanıyor, hem gazlanıyor, hem taranıyor ise orada şartlar normal yürümüyordur. Hele birde bu Kürt Şehri’ne yapılan saldırılara en çokta Kürt Sınır Köylerini boşaltarak DAİŞ örgütüne her türlü lojistik, insan, silah desteği göz göze veriliyorsa orada gerçekten de siyasetçinin görevi itfaiyecilik olamaz. Toplumun sinir uçlarına saldıran bir rejime karşı toplumun kalkışı söndürülemez, dindirilemez. En azından bu halkın “siyasetçisiyim” diyenler bunu yapmamalı.
Kobane’de yaklaşık 25 gündür Kobane ve savaşçıları ayaktadır. Dünyanın en faşizan ve insanlık düşmanı gücü olan uluslararası toplama çete güçleri tüm güçlerini toplayarak Kobane’ye saldırıyor. Bu toplama çete örgütüne akıl verenlerin kesinlikle Türk Askeri Güçleri hatta Özel Savaş Güçleri olduğu açıktır. Bunun böyle olduğunu günlük olarak ekranlara yansıyan çetelerin sınırları geçişleridir, TC Devleti’nin onlara verdikleri silahlardır, cephanedir. Ve de Suruç’ta ayakta olan halkı engellemek için her şeyi yapan bir devlettir.
Gerçekler böyle iken, Kobane kuşatmasını en çok savunan, en çok destekleyen TC Devleti olmasına rağmen, hatta bununla yetinmeyerek Afrin’e saldırı hazırlığı bile yaparken gidip; “Hükümet Kobane’nin düşmesini istemiyor” gibi sözler sarf etmek tek kelimeyle öngörüsüzlüktür. Bunlar yetmediği gibi ikide bir; “TC devleti Kobane’ye silah vermeli, neden ABD DAİŞ’i daha etkili vurmuyor, neden TC Devleti angajman kuralı gereği DAİŞ’i vurmuyor” gibi sözleri sarf etmede benzer bir öngörüsüzlüktür.
Hem TC Devleti’nin DAİŞ’i desteklendiği söylenecek hem de onlarda silah istenecek. ABD’nin DAİŞ gibi toplama çete örgütünü yönlendirdiği söylenecek ama günlük olarak ABD’nin DAİŞ’i etkili vurulması istenecek. KDP’in Rojava’nın düşmesini istediği söylenecek ama KDP’den destek istenecek. Bunlar tek kelimeyle kocaman çelişkilerdir. Ya söylenenler yanlıştır, ya da kocaman bir apolitiktik yani politikasızlık vardır.
Sözü uzatmadan belirtelim ki, TC Devleti ilk günden beri Kobane Politikası’nda Rojava Devrimi’nin düşmesi için her şeyi yapmıştır, yapmaktadır, yapacaktır da. O zaman bu gerçekler bilinerek TC Devleti’ne ve onun hükümetine yaklaşım sergilenmelidir. Erdoğan ismindeki kişi DAİŞ ile PKK’nin aynısı olduğunu söylüyor. Taner Yıldız gibi birisi aynısını sarf ediyor. Bülent Arınç gibi birisi daha da ileri giderek, “sözde Kanton kuracaklardı” diyor. Yine siyasi işlerle sorumlu olan Yalçın Akdoğan ise daha düzeysiz ve faşizanca saldırıyor.
Gerçekler böyle iken sanki durum normalmiş, sıradanmış, her şey olağanmış gibi bir hava takınmak Siyasi İtfaiyecilik olduğu görülmek durumundadır. Kürt Özgürlük Hareketi sürecin kendileri için bittiğini söylemekte, Kobane’ye saldırıların TC Devleti tarafından yapıldığını açıklamakta, basın günlük olarak TC Devleti’nin DAİŞ’lere nasıl arka çıktığını belgelemekte, hatta TC Devleti’yle içli dışlı ve sarmaş dolaş olan ABD bile TC’nin ne kadar DAİŞ’e destek sunduğu söylerken, tam tersini içeren açıklamalarda bulunmak, tek kelimeyle gerçekten de öngörüsüzlük olduğu gibi söylenenler ise Siyasi İtfaiyeciliktir.
Kürdistan'da Siyasi İtfaiyecilik hiçbir zaman sonuç alan bir politika olmamıştır. Elbette belki bazı durumlarda bunlarda olabilir. Ama bugün Kobane diz boyu kan ile boğuşurken, halkın ayağa kalkışını açıklamalarla söndürmek, siyaseti okuyamamaktır. Kaldı ki AKP denilen partinin ilk günden başlayarak muazzam bir şekilde oyalama taktiğini uyguladığı biliniyor. Hem de büyük bir ustalıkla bu tarz bir siyaset yürüttüğünü bugün sokakta ki her sıradan insan bile biliyor. Yine söylem ile pratik ya da söylem ile eylem arasında dünyada belki en büyük mesafeyle yaşayan tek rejim, tek siyasi güç AKP’dir. Ve bunun öncülüğü ise Erdoğan’dır.
AKP ve Erdoğan söz ile eylem uyumsuzluğu demektir. Söz ile eylem çelişkisi demektir. Söz ile uygulamanın tersi demektir. Hatta bir ara bir Türk Yazar’ın deyişle, “AKP’nin söylediklerinin tersi doğrudur. AKP neyi söylüyorsa tersini yapandır.”
Evet, gerçekler böyle olmasına rağmen ikide bir Kürdistan Halkı’nın ayaklanışını söndürmek, geriletmek maalesef siyaseten sadece ve sadece Siyasi bir İtfaiyeciliktir. Siyasi İtfaiyecilik ise gerçekten sadece ve sadece Özgürlük Arayışlarına, bir halkın ayağa kalkışına zarar vermektedir.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
İnsan toplumsal bir varlık. Varlığın toplumsallaşması demek en çok ahlaki değerlerle yüklü olması demektir. Ahlak ise toplumsallaşmada önemli oranda özgürlüğüne düşkünlüğü ifade eder. Yani bir toplum ne kadar ahlak değerleriyle yüklüyse o kadar özgürlüğüne dolayısıyla onuruna düşkün demektir. Onuruna düşkünlük bunun için aslında vicdanlı olmak demektir ki, bu ise toplumsal özgürlüğü ifade eder. Bu bağlamda vicdan aynı zamanda özgürlük ahlakıdır.
Toplumun en temel birleştiren harcı kesinlikle özgür yaşama arayışı ve ahlakıdır. Toplumu birbirine bağlayan ahlaki öğeler dağıldıktan sonra geriye insandan acaba bir şey kalır mı?
Unutmayalım ki toplumun en temel ahlaki değerlerden bir tanesi kesinlikle onur kavramıdır. Yani: “İnsanın kendine karşı duyduğu saygı, öz saygı, haysiyet, izzetinefis”tir. Ve “erdem, gözü pekliktir.”
Bugün yaşadığımız Ortadoğu coğrafyasında Kürtler büyük bir direniş içerisindedirler. Öyle ki Kürtler birçok yerde soykırımla karşı karşıyadırlar. Sorun bugün sadece Kobane’de olup bitenler değildir. Yine daha önce Şengal’de yapılanlarda değildir. Gerçek manada uluslararası güçlerin besleyip Ortadoğu’da halkların başına bela ettikleri, toplama çete örgütü, Başkan APO’nun deyimiyle “herkesin ortak fahişesi DAİŞ”’in planları daha kapsamlıdır.
Yarın Güney Kürdistan'da Xaneqin, Mendeli ve büyük bir ihtimalle yine Kerkük’e saldırarak halkımızı ve diğer halkları sürmek için ellerinde ne gelecekse yapacaklardır. Yine Güney Kürdistan’ın DAİŞ çete örgütüne sınır olan yerleri de boşaltmak için özel saldırılar gerçekleştireceklerdir. Ve tabii benzer bir şekilde nasıl ki Şengal’de yaptılar ve nasıl ki şimdi Kobane’de yapmak istiyorlar, benzer bir şekilde Rojava’da yaşayan halkımızı, halkları, azınlıkları da sürerek kendilerince sınırlar çizmek isteyeceklerdir.
Kürdistan tarihinde böyle sürmeler, sürgünler, göçler, kırımlar çokça yaşanmıştır. Öyle ki birçok kez toptan Kürt Halkı yerlerinde sökülüp başka topraklara atılmışlardır. Bu tarz bir fiziki kırımla kendilerince dönemin işgalci güçleri Kürt coğrafyasını Kürtlerden arındırmayı hedeflemişlerdir. Ve bugün Kürdistan’ın birçok yerinde Kürtler yaşamıyorlarsa, yine Kürdistan’ın birçok yerinde örneğin Ermeni, Asuri, Êzîdîler yaşamıyorsa bunun tek nedeni bu faşizanca söküp atmalardır.
Şimdi yeniden tarihi kritik ve tehlikeli bir an’dan geçiyoruz. Böylesine tehlikeli bir dönemeci engellemek her Kürt’ün, yurtseverin, demokratın, dostun görevi olduğu açıktır. Unutulmasın ki DAİŞ toplama çete örgütü tarafından Ortadoğu’da halklara dayatılan faşizan zihniyet, kesinlikle Ortadoğu’da halkların karşılıklı kırımının yoluna açacak büyük tehlikeli bir oyun olduğu açıktır. Bunun için herkesin halklara dayatılan bu onursuzluğa karşı durması en temel insani bir görevdir.
Ancak unutulmamalıdır ki halkları kırıma götürecek, özelde de Kürt halkını soykırımla yüz yüze getirecek bu DAİŞ Faşizmine karşı en fazla Kürt Gençliği meydanlara çıkmalıdır. Ve tabi bugün kıyasıya bir mücadele edilirken en ön cepheye, cephelere yine Kürt Gençliği akmalıdır. Kürt Gençliği onuruna düşkün olan bir gençlik olarak, verilen Büyük Onur Savaşına en ön safta katılmalıdır. Nedeni açıktır, eğer kendimize karşı saygı duyuyorsak, öz saygımızı yitirmemiş isek, toplumun değerlerine bağlı ve saygılı isek, o zaman dediğimiz gibi verilen Büyük Onur Savaşı’na en ön safta dediğimiz gibi, tüm varlığımızla katılmalı ve Kürt halkının yanı sıra bu coğrafyanın tüm renkli inanç ve etnisitelerini büyük bir vahşete karşı korumak için, özgürlük mücadelesine, özgürlük dağlarına, özgürlük kentlerine, özgürlük birliklerine akmalıyız.
Eğer bizler: “Ahlakı toplumun politik hafızası olarak da yargılamak mümkündür. Ahlaken aşılmış veya ahlaktan yoksun kalmış toplumlar politik hafızasını, dolayısıyla geleneksel kurum ve kural gücünü zayıflatmış ve yitirmiş demektir. Bu da bir toplum için öz savunmadan yoksun, her tür iç ve dış tahakkümcü, sömürgen ve asimilasyonist uygulamalara açık hale düşürülmektir” diyorsak o zaman, bir an önce ahlaki değerlerimizi korumak için mücadelenin en yumuşağından en sertine kadar geniş olan bir yelpazede sürdürülen direnişe katılmalıyız.
Unutmayalım ki: “Kendi ahlakını güçlü yaşayan bir toplum, iktidara ve açık sömürüye kolay boyun eğmez. Ahlakın en olumsuz, geri, ilkel hali bile iktidar ve devletlerin en ileri hukukların, yönetimlerinden bir toplum için daha değerlidir. Ahlaki ve politik toplumun yaşandığı yerde iktidar ve hukuk gereksiz olmaktan öteye tahammül edilmesi güç bir yüktür. Bir toplum ne kadar ahlaki ve politik kılınırsa o denli demokratik, özgür ve eşitçi kılınır; dolayısıyla iktidar eliti ve sermaye tekellerinin istismarına kapalı ve direngen kılınır.” Bizlerde Kürdistan ve Türkiye’nin özgür yaşama sevdalı olan gençliği, iktidar odaklarının hedefi olmamak, kolay kolay sömürülecek hale gelmemek için, onur kırıcı yönelimlerine karşı kesinlikle durmasını bilmemiz kadar, halklarımızı, inançları da savunacak bir pozisyona kendimizi getirmesini bilmeliyiz.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 31 Ekim günü(bugün) sabah saatlerinde Şengal’e bağlı Solak köyünde gerillalarımız tarafından 2 suikast eylemi gerçekleştirilmiştir. Bu eylemlerde 2 DAİŞ çetesi öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 30 Ekim günü saat 22:00'de Şengal'e bağlı Sinunê köyünde DAİŞ çetelerinin bulunduğu bir binaya Gerillalarımız ve YBŞ güçleri baskın eylemi düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 28 Ekim günü saat 8:00'de işgalci TC ordusu Haftanin sınır hattında bulunan Tepe Maymun'da daha önce Tankların geçişi için yaptığı yol çalışmasına yeniden başlamıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 27 Ekim günü saat 13:00'de işgalci TC ordusu Şırnak'ın Cudi Dağı'ndaki Bilika alanında bir operasyon başlatılmıştır. TC ordusu halkı bir kalkan gibi kullanarak Kobra tipi helikopterlerle ve insansız hava araçlarının desteğiyle Boxaze Helawê alanına kadar ilerlemiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 27 Ekim günü sabah saatlerinde Şengal'e bağlı Barê köyünde DAİŞ çetelerinin bulunduğu tepeye gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 26 Ekim günü saat 11:00 ile 12:00 arası Hakkari'nin Gever ilçesi sınır hattında bulunan ve işgalci TC ordusunun denetiminde bulunan Oremar Karakolu Sümbül alanına bağlı Bervarê Bazê, Boxaza Bazê ve Gırê Berxa alanlarını obüs ve havan toplarıyla bir bombardıman gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Hatırlayanlar bilir birkaç yıl önce Polislere dönük birçok yazı yazı yazılmıştı. Bu yazılarımızda Polisin ve Polis Teşkilatının devlet yapıları için ne anlama geldiğini anlatılmaya çalışılmıştı. Polisin ne olup olmadığını, devlet içerisindeki rolünün ne olduğunu da anlatmaya çalışan o yazılarda bir Japon Atasözünde Polise ilişkin yazılanlar da vardı.
Yazı aynen şöyleydi:
“Hırsızlık yapanı bağışlayabilirim,
Irza geçeni bağışlayabilirim,
Adam öldüreni bağışlayabilirim,
İmparatoruma kılıç çekeni bile bağışlayabilirim, Ama polisime el kaldıranı asla!”
Burada dikkat edilirse her kim ne yaparsa yapsın af edilebilir, hatta Japonlar için Tanrı olan İmparatora kılıç çeken bile af edilebilir, ancak “Polisimi” vuran değil, polise el kaldırana bile tahammül edilemeyeceği, af edilemeyeceği çok açık bir dille ifade ediliyor.
Neden “polisime el kaldıranı asla” af edilemeyeceğini bunun için iyi irdelemek gerekiyor.
Yıllar önce o yazılarda genişçe bu durumu irdelenmiş ve gerekli olan uzunca anlatılmıştı. O yazıların birinde şöyle ifade edilmişti.
“Hepimiz toplumu baskılayan gücün askeri güç olduğunu düşünürüz. Ne de olsa Türkiye Tarihi’nde sistem karşıtlarını hep karşılayanlar son tahlilde askerler yani ordu olmuştur. Asker yetişen, yetiştiren bir toplumda bu algının oluşması belki de anlaşılırdır. Ordular savaşçı iktidarcı tahakkümcü güçlerin en örgütlü gücü olarak elbette günahsız bir kategoriye konulamaz.
Ordu nedir? Savaşın en örgütlü kullanımın örgütüne ordu deniliyor. Askeri örgütlenme deniyor. Ordular da savaşı iki alana yöneltiyorlar. Bir; ordunun denetlediği sınırlar içerisindeki topluma yönelttiği şiddet yani iç savaş süreçlerinde. İki; ordunun sınırları dışında kalan özgür topluluklara ve devletlere yönelttiği saldırı, şiddet kullanımı oluyor. Buna da dış savaş deniliyor.
Yani ordu normal durumlarda egemen, iktidarcı savaş güçlerinin çıkarlarını koruyan bir güçtür. Ancak bu güç her zaman devrede görülmez. Ordu, Türkiye’de yukarıda söylediğimiz karakterinden dolayı farklılıklar içerse de özü iç savaş dönemlerinde müdahil olan ve de dış tehlikelerde ya da dış güçlere karşı tehdit unsuru olarak kullanıldığında devreye girmesinde görülür.
Lakin iktidarcı savaş güçleri tahakkümlerinde bulundurdukları toplumu ya da toplumları ilk elden polis güçleriyle rapt u zapt altına almaya çalışırlar. Daha doğrusu iktidarcı savaş güçleri toplumu kontrol altında tutmaları için kullandıkları temel güç polistir. Bunun içindir ki polis kutsanır. Bunun içindir ki emperyal güçlerde polislerin her zaman özel bir yeri vardır. Onlara en özel yer verilir. Çünkü sistemi ayakta tutan, kollayan, koruyan, muhalifleri hizaya getiren, farklı düşünceleri baskılayan güçlerin başında hep polis gelir.”
Polisi sözlüklerde bizler: “Şehirde kamu düzenini, huzur ve güvenliği sağlayan kuruluş, kolluk, zabıta” olarak ele alındığını görürüz. Huzuru sağlayanlar elbette çok fazla önemli olurlar. Bir yerde huzur yoksa oraya kapitalizmin sermayesi gitmez, çünkü doğası gereği sermaye huzuru olan yerleri tercih eder. Sormak gerekmez mi kimin huzurunu sağlamak? Yukarıda ifade etmiştik devletçi, iktidarcı yapılar esasen hırsızlık üzerine kuruludurlar. Devlet kendisi özü itibariyle ilk kuruluşundan başlayarak bugüne kadar halkların tüm değerlerini çalmak üzerine kuruludur.”
Başka bir söylemle: “Polisin ya da polis teşkilatının ilk görevinin yaratılan bu haksız, hırsız, baskıcı, kan emici, tahakkümcü ve anti insanı düzenin korumakla hatta ayakta tutmakla görevli olduğu aşikârdır. Huzur dedikleri bu haksız olupta insanlık karşıtı sitemi ayakta tutanların huzuru kast ediliyor. Güvenlik ise yine bu küçük bir azınlık ile bu sistemde çıkarlarını olanların güvenliğidir. Kamu düzeni dedikleri ise dediğimiz gibi kurulan ve toplumları zulüm cenderesine alan bu baskı rejimidir.”
Yukarıda ifade edilenlerden polisin hangi görevleri üstlendiğini net görebilmek mümkündür. Polis yapılarının halklara karşıtlık temelinde kuruldukları, kollandıkları, korundukları, örgütlendiklerini belki de en çok Türkiye Cumhuriyeti Devleti denilen yapının kendisinde görebiliriz. Dünyanın her yerinde polisler halklara karşıtlık temelinde örgütlendiklerini ifade etmiştik. Münhasıran Türkiye’de hem Türkiye Sol-Sosyalist Harekete hem de Demokratik yapılara karşı Polislerin nasıl pervasızca, hiçbir ölçü tanımadan saldırdığını herkes günlük olarak görebilir. Lakin bu saldırıların Kürdistan'da, Kürtlerin; gençlerine, kızlarına, analarına, çocuklarına, ihtiyarlarına, melelerine, sanatçılarına, aydınlarına, sivil toplumcularına derken toplumun ne kadar böyle tabaka ve kesimleri varsa, faşizanca yöneldiğini de herkes görmektedir.
Nedeni açıktır;
Polis eşittir Sömürgecilik,
Polis eşittir Devlet,
Polis eşittir İşgal ve İşgalcilik.
Böyle olunca Kürdistan'da polise uzatılan eller devlet tarafından en sert yönelimlerle karşılık buluyor.
Dikkat edelim Polisler söz konusu oldu mu, kararlar dünyanın her yerinde en erken alınan kararlar olmaktadır. Ve tüm alınan kararlar ağırlıklı olarak polisi koruma ve kollama üzerine olmaktadır. Çünkü devletler hele bir de bu devletler sömürge devletler ise Polislere toz kondurtmazlar. Çünkü polise toz kondurtulduğunda orada artık devletin, sömürgeci devletin varlığı tartışılır hale gelir. Bunun olmaması için en küçük bir durumda polise yapılana karşı en sert tavır alınır.
Evet, polis devlettir, ancak Kürdistan'da polis sömürgeci ve derin devletin ta kendisidir. Gerçeklik budur. O zaman bizim Kürdistan'da yapmamız gereken ilk iş Polisin Kürdistan'da çıkartılmasıdır. Polisin Kürdista
n'da nefes alıp vermesine son verilmesidir. Kürdistan'da uzaklaştırılmasıdır. Özcesi Kürdistan'da polislerin gölgesinin bile kalmamasıdır.
Peki, gerçeklik bu mudur? Hayır. Tüm tutuklamaları, gazlamaları, mermilemeleri, yakıp-yıkmaları polis yapmaktadır. Gençlerin üstüne TOMA’ları sürenler, su sıkanlar, kelepçe takanlar yine bu Polislerdir.
Durum bu ise yapılması gerekli ilk iş, kesinlikle bulunduğumuz her alanda polise yönelmektedir, hem de gençlik ruhuyla yönelmektir. Hem toplu yerlerde, hem kıyıda-köşede, hem mahallede, hem evlerinde, hem lojmanlarında, hem araçlarında derken karakollarında da bunların rahat görmemesi gerekiyor.
En zengin yöntemlerle Polisi polis olmaktan çıkartmak için her Kürdistanlı ve Sol-Sosyalist ve Demokrat gencin üstüne düşen görevi yapmalıdır.
Hayri Engin
- Ayrıntılar