Ekonomik üretim, siyasi üretim, estetik üretim, hatta düşünce üretiminin kaynağı savaştır. Benim kadar tedbirli kimse yoktur. Bütün tanrıların kitabında yazılan ne varsa, bütün filozofların, bütün bilim adamlarının kitabında ne varsa, onları değerlendirmeden bir adım atmam. Ayrıca kendimi kırk defa ölçüp biçmeden de bir adım atmam! Benim savaş yaklaşımım böyle. Kendinizinkiyle mukayese edin. En gayrı ciddi tavırları, savaş gibi kutsal bir mesleğin içinde utanmadan, sıkılmadan veya oralı olmadan gösteriyorsunuz. Bana inanılmaz gibi geliyor. Nasıl bunu yapıyorsunuz?
Kaldı ki zor-bela elinize geçen bu işi, yani bu savaş işine hem diyeceksiniz tek iştir, en kutsal iştir, hem de karın doyurur, beyin doyurur, ruh doyurur. Bütün ilgilerinizi azim ve iradenizi ona bağlayacaksınız ve bu sonuç alacak. Bu ülkenin bu tek zorunlu işi sonuç alacak. Siz onunla oynadınız, tanınmaz hale getirdiniz. Bunun nemenem bir iş olduğunu anlayacaksınız. Bu yüzeysellikler, komuta kişiliğindeki bütün düşüşler, oynamalar, bu ucuz kayıplar, bu anlayışlardan ileri geliyor. Nasıl yaptınız gerçekten şaşıyorum, nasıl bunları anlayamıyorsunuz? Geçmişinize bakın, sağınıza-solunuza bakın, her şey size şunu söylüyor; bu sanatın kıymetini iyi, eline geçen bu altın fırsatı kolay kaçırma. Ama nerede? Tembel tembel uyuşmuş, üfürsen kaybolacak cinsten bir yaklaşım.
Dünyada herkes savaşsız durabilir, biz duramayız. Çünkü herkesin savaş yolu dışında da bir çalışma esası vardır, çalışma imkanı vardır. Bizim yok! Sen ülkende bırak fabrika kurmayı, özgürce iki keçi besleyebilir misin? Botan’da bizim komutanlarımız, savaşçılarımız özgürlük temelinde iki keçiyi besleyebilirler mi? Hayır! Oda olsa olsa ancak silahların gölgesinde olur. İki keçiyi bile sana namusuzca besletme imkanını vermiyor bu düşman. Bunlar gerçek, ben icat etmiyorum! Kaldı ki, sorun iki keçi beslemek değil, o kaba midemizi doldurmak değil, onu bütün canlı yaratıklar sağlarlar. O kadar aç kaldığında taşları da kemirirsin, midene indirirsin.
İnsan yalnız bir ilkeden ibaret değil. Bu halkın içine bakın, savaş! Çünkü savaşı esas alan, müthiş düşünür, müthiş örgütlenir. Benim bu örgütlenmem nedendir biliyor musunuz? Sadece ve sadece bu savaşı mümkün kılmak içindir! Bütün bu halkı bağlıyorum, bütün bu örgütü tutuyorum. Sadece ve sadece bu savaş içinde biraz güç vermek için, bütün bozma teşebbüslerinize rağmen, bu büyük örgütle, halkın bağlılığını sürdürüyorum.
Savaşa inanıyorum. Çünkü savaşın, kazandıran tek iş olduğuna inanıyorum! İspatlandı da, şu haliyle bile yürüttüğümüz savaş, en az günde elli bin kişiyi besliyor. Çoğu da tembel aslında, bir ekmek bile vermemek lazım. Ama bizden bedava olsun, besliyoruz. Midesini değil, düşünün bu ülkenin en cesaretli, en bilinçli insanlarını da besliyoruz. Beyni beslemek küçümsenmemeli, ruhu beslemek küçümsenmemeli. Kürt insanının gözünü açtım. Ağlamadık tek bir günü yoktu ve bir de çirkindi. Kimse merhaba bile etmezdi. Ama, şimdi sizler, ruhen de, fikren de yetişkinsiniz. Bu da kendiliğinden değil, bizim bu savaş tedbirimizle üretildi. Cesur olmak basit bir şey değil, düşmana karşı korku telkin etmek, dünyada “ben de varım” demek, basit bir üretim değil. İlk defa bizde gerçekleşti. Bunu benim savaş çabalarım ortaya çıkardı, savaşa yakınlaşma tarzım, yönetim tarzım açıktır. Bu durumu yaratmadım mı?
İlk tabancayı elinize vermekten tutalım bugüne kadar savaş felsefesi üzerine, savaşta moral, savaşta yaklaşım esasları üzerine bin dereden su getirmiyor muyum, bu olmasa kim dayanırdı? Milyonlar besleniyor şimdi bu savaş üzerine, hatta karşı-devrim safları da bu çabadan faydalanıyor. Demek ki, savaş müthiş üretici bir olay! Yaptığın bir işi böyle anladın mı, savaş işini böyle anladın mı, çok büyük oynayacaksın. İşe kuralsız, amaçsız, ciddiyetsiz yaklaşım olabilir mi? Yok, çünkü çok önemli, müthiş kazandırıyor.
Tabii bu iş ordu ister. Bir fabrika bile işçi ordusuyla üretime geçer. Ülkemizin tek yaşam işi, maddiyatından maneviyatına kadar bu iş ordu ister, hem de en sıkı ordu. Çünkü bu iş çok ciddi, bunu yapanlar da çok ciddi olacak. Bu iş tüm bir halkın işidir, onu yapanlar da halkın ordusu olacaktır. Bunlar açık, ben öyle teorik kitaplarda yazdığı gibi halk ordusu üzerinde konuşmayacağım.
Savaşı öyle teorik olarak çok anlattım, ciltler dolusu kitap da yazıldı. Onu da bir tarafa bırakın, size diyorum ki, çok fukarasınız, çok açsınız, işsizsiniz, savaş işi tek elimizde kalan iştir. Kanıtlıyorum bunu ve kazanabilmek için ordulaşmayı bileceksin. Çünkü hepimizin ordulaşması bu işin doğası gereği şarttır! Tüm halkın yaşam kaynağı içindir, tüm halkın ancak ordusal tarzı bu işte kazandırabilir. Bunlar net, bununla oynamak olmaz.
Anlam veremediğim olay şu; yıllardır neden bunu anlamadınız? Bu işin çok ciddi olduğunu, bu işin ordu istediği, bu işin kurallarına, esaslarına altın değerinde anlam vermemiz gerektiğini neden anlayamadınız? Nasıl izah edeceksiniz bu yaklaşımlarınızı? Ordu yasalarına göre hepinizin cezası ağırdır. Değer kaybından ötürü veya bu işin ciddiyetiyle mukayese edildiğinde yaptıklarınızdan ötürü ağır cezalandırılırsınız.
Ben konuya fazla giriş yapmayacağım, değerlendirirsiniz aranızda. Bolca tartışın, coğrafya esastır, halkla ilişkiler esastır, bizzat örgütün iç disiplini esastır, yine taktik esaslar var. Hiç anlam verdiniz mi, ciddiyetine inandınız mı, gereklerine ne kadar karşılık oldunuz? Alay mı edelim bu işle, kendimizle? Tarif gereği, tanım gereği başka bir işe yaramayız. Neden yaramayız? İş yok aramaya, yani bu ülkede metelik kadar değeriniz yok. Durumunuzu size gerçekçi anlatmaya çalışıyorum.
Ermeniler vardır sanattan anlıyorlar, Yahudiler vardır ellerinden çok iş gelir, dünyanın her tarafında kendilerini besleyebilirler. Sizin ne hüneriniz, ne sanatınız var, ne diliniz, ne paranız var. Kendinizi satmaya kalkışsanız, Ortaçağ köleleri kadar kimse size değer vermez. Zaten işsizlik var dünyada. Bunlar açık! Başka hiçbir işe ne bizi alırlar, ne de bizim yeteneğimiz var. Tek iştir bu ülkede mücadele işi, benim gibi birisi kendini bu işe böyle katıyorsa, tek iş bellediği için.
Tekrar söylüyorum; ben daha savaşa adım bile atmadım. Ama sırf bunun hazırlıklarını idare etmek için bile, bu büyük çabaları yürütmekten çekinmiyorum. Bakın benim savaş hazırlıklarıma, onun giyeceğinden tutalım parasına, moralinden tutalım gerekçelerini sıralamaya, bizzat insanları her gün katmaya kadar işi ciddiye aldığım için, kendinizi bununla mukayesede edin; işin neresindesiniz?
Bunun için diyorum, ciddi olacaksınız! İşi anlayacaksınız önce. Anlayan adam ciddi olur, ciddi olmak için gereğini yapar, yani savaşın kurallarına anlam verir, ona göre kendini hazır tutar. Bunu öyle ele alan, taktikte öyle büyük hata yapmaz. Adını gerilla koyuyoruz, adını hiç koymaya da gerek yok, sağına-soluna bak, tarzın odur. Şüphesiz bana göre, bir kişiliğe bakın, bir dağ keçisine bakın, savaş kuralını ortaya çıkarırsınız. Bir gün etrafınıza bakın, mükemmel taktik önder olursunuz. Yeter ki bakmasını bilin.
KASIM 1992
- Ayrıntılar
PKK Kişilikleri yedi suyla yıkayarak, gerekirse ateş üstünden geçirerek pisliklerinden temizliyor ve öyle bir insan yaratmaya çalışıyoruz. Dünya gericiliğinin ve onun en berbat Türk sözcüsünün, karşısında yenildiği insan gerçeği budur.
Şu gerçek ortaya çıkıyor; bir insan gerçeğine en insani temelde yaklaşım ne kadar güçlü olursa, karşısında dünya gericiliği birleşmişte olsa ve barbar bir karşı-devrimci, sömürgeci, faşist yönelim ne kadar güçlü de olsa, sonuç alamayacağını, hatta yenileceğini gösteriyor.
Bu PKK tanımı üzerinde daha da durulabilir. Ama biz, PKK tarihini doğru anlamak isteyenlere, temel ipuçlarını vermek kaydıyla bununla yetinelim diyoruz.
Doğru bir PKK kavrayışı, sadece kendi militanları için değil, onu anlamak isteyen dost ve düşman için de büyük önem taşıyor. Düşman bizi iyi tanırsa, savaşım daha kabul edilebilir sınırlar dâhilinde yürütülebilir. Kendisinin de, içinden çıkılamaz duruma getirdiği savaş kanunlarına uymama durumuna son verebilir. Savaşsın, ama savaş kurallarına riayet etsin diyoruz. PKK tanımından, onun da çıkaracağı sonuçlar var.
Dostlara gelince, hiç şüphesiz daralmış dünyalarına PKK'de çıkış bulmak istiyorlar. Onlar da böylesine bir tanımı doğru özümserlerse, ufuklarını daha geniş, bilgilerini daha güçlü, çıkış çabalarını daha yoğun ve sonuç alıcı kılabilirler. Ama daha çok da militanlar, eğer parti tanımına doğru yaklaşım gücü gösterirlerse, sınırsız bir savaş gücü haline gelebilirler.
Herkes Parti Önderliği' ne soruyor; "bu savaşım gücünü nereden alıyorsunuz?" diyorlar. "Bunu PKK tanımından, ona yön veren ilke ve uygulamalardan alıyorum" diyorum. PKK'nin gelişiminde böylesine somutlaşan ilke kadar, biriken emektir, yaşam tarzımızdır, gücümüzdür diye cevap veriyoruz. Eğer militan da her türlü savaşıma güç getirmek istiyorsa, PKK'nin böylesine güce, kapsamlı, önüne çıkabilecek her soruna yaratıcılıkla cevap verebilecek özüne hakim olsun diyoruz. Bunu başarabilen bir PKK militanı, ister siyasi çalışmayla savaşımı, ister askeri çalışmayla savaşımı için kendisine teori kadar pratik çıkış yollarını, plan kadar günlük çaba için ne lazımsa bulabilir.
Militan, çoğunlukla tıkanmış gerçeği devrimle değiştirmek, özellikle ulusal-toplumsal gerçekliği PKK silahıyla çözümleme ve dönüşüme uğratmadan, neredeyse kendi başına bela oluyor. Buna son vermek için, PKK militanının nasıl olması gerektiğine oldukça açıklık getirmeye çalıştık. Ve şunu söyledik; eğer başarı istiyorsanız, PKK'nin militan tanımına dürüstçe olduğu kadar, yeterli inanç düzeyi ve bilinç düzeyiyle karşılık verebilirsiniz ki, bu savaşımda kazanamayacağınız hiçbir mücadele biçimi yoktur. Demek ki, PKK tarihinin ortaya çıkan en önemli bir dersi de budur. Militan düzeydeki tanım böyle oluyor.
Bu tanıma göre, kendisini biçimlendiren, muhtevayı da bu temelde biçime kavuşturan kazandırabilir. Aksi halde, savaşların en zorunu önüne koymuş PKK'de, bir gün yaşamak bile başa bela olur. Bu temel tanımların kaynaklık edebileceği diğer tanımlamalara da ulaşabiliriz.
Nasıl bir parti yaşam tarzı?
Partide gerçekleşen yaşam tarzından yola çıkarak nasıl bir yeniden toplumsal düzenlenişi, ister adına demokratik toplum diyelim, ister bağımsız ulus diyelim, nasıl bir ulusal biçimleniş? Bunlara rahatlıkla doğru karşılıklar verilebilir. Ve şunu her zaman söyledik. Doğru bir ulus anlayışında, PKK çözüme ulaşmıştır. Kendi için de bunu gerçekleştiriyor. Kendi militanlarında bunu kahraman düzeye yükseltiyor.
Bunun dışında, özellikle Kürt gerçeğinde bir çözümlemeye gidemeyeceğini çok iyi biliyor. Tek çıkış bu olduğu kadar, en görkemlisinin de, vazgeçilmesinin de bu olduğuna emindir. O halde, dirilen bir halk gerçeği, dirilişin ulusal biçimi, siyasi biçimi daha iyi anlaşılabilir. Kürt halkı söz konusu olduğunda, bu geçen yıllarda gerçek bir dirilişine, en kabul edilmez ölümcül yaşam biçimlerinden, hem de yüzyılların o baş aşağı gidişinden, artık insanlığın bile dışında kabul edileninden, en dirilişine tanık olmak, hem en özgür, en demokratik biçimlenişine ulaşma söz konusudur. Onun yolu açılmıştır.
Bir halk nasıl dirilir?
Dirilirken de öz, ileri biçimlenişe bağlanır. PKK'nin önderlik ettiği bu diriliş destanında, bunu çok iyi görüp değerlendirmek, artık imkan dahilindedir. Dirilen Kürt halkı, insanlık için de iyi bir örnek olabilir. En derin umutsuzluktan ve karanlıktan, en görkemli umuda ve aydınlığa; en baskıcı köleci tarzdan, en özgür ve demokratik ifadeye kavuşma; sade ve doğal yaklaşım bu halk gerçeğinde yaşanıyor.
En alttakinin, en üste çıkışına benzer, ama en az sömürüye ve eskiye bulaşmış biçimiyle insanlık karşı karşıyadır. Kendi tarihindeki baskı görme ve sömürüyü yaşama durumu, onu bugün baskıya ve sömürüye karşıt bir konumla cevap verdirmeye götürüyor. En baskıcı, çapulcu, talancı bir rejime karşı, insanlığın en soylu bir karşı koyuş hareketi oluyor. Rejim en anti-demokratiktir, en işkencecidir, en çok insan haklarına karşıdır. Buna, insana en bağlı, insana yapılan işkenceye en çok karşı, ona ve her düzeyde saldırısına karşı bir irade savaşımıyla karşılık verir.
PKK, bir insanlık savaşımının öznesi durumundadır.
Bu anlamda gerici tarihle savaşım kadar, onun bütün çağdaş değer ve ölçülerine karşı da savaş veriyor. İç dayanaklar kadar, dış dayanaklarına karşı da tavır alıyor. Bu anlamda bir insanlık başkaldırısı anlamına ulaşıyor. Demek ki, Kürt gerçeği bu kadar uluslararası ve insanidir. Yeni insan da, bu anlamda baskı ve sömürü düzenine bulaşan, kozmo-politik olma kadar, şovenist özelliklere karşı, ulusal olduğu kadar en genel insani özelliklerin somut ifadesi olarak ortaya çıkıyor. Bu, geçen yılların savaşta kazandırdığı PKK gerçeği oluyor.
Dolayısıyla bununla yetinmiyoruz; kuruluş döneminin somut tahlili, 1970'ler Türkiye'si, Kürdistan'ı nedir; objektif sübjektif düzey nedir? Bununla yetinemeyiz. Bu değerlendirmeler kapsamlı yapılmıştır. "Kürdistan Devrimi'nin Yolu"nda, "Kuruluş Bildirgesi" nde, "Parti Programı" nda ve daha yapılan birçok kapsamlı değerlendirmelerde durumlar ortaya konulmuştur ve bu biraz da yüzeysel, sınırlı bir ortaya koyuş tarzıdır.
Daha sonra örgütleniş, eylem üzerine de değerlendirmeler yapıldı. Özellikle 1980 sonrasının değerlendirmeleri anlamlıdır. Nasıl bir örgütlenme? Nasıl bir kadro tipi ve nasıl bir eylem ve savaş tarzı? Bu konular üzerinde çok duruldu. 1970'lere dayalı PKK değerlendirmeleri, daha çok somut durum değerlendirmeleriyle ilgilidir. Sömürgeciliğin, özellikle Türk sömürgeciliğinin özellikleri, tarihi gelişimi, emperyalizm ve onun tarihteki dayanaklarıyla bağlantıları çok genel düzeyde anlatılmak istenmiştir. Yine Kürdistan gerçeği de bununla bağlantılı tanımlanmaya çalışılmıştır. Nasıl bir Kürdistan söz konusudur, onun tarihi nedir? Değerlendirmelere oldukça konu edilmiş, bazı tespitlere gidilmiştir ve daha da ötesi, temel doğrular bir ideolojik eğilim olarak ilgi duyan çevrelere mal edilmeye çalışılmış, bir ideolojik grup dönemi yaratılmaya çalışılmıştır.
Bildiğiniz gibi, bu grubun 1970'lerdeki çıkışı, çabaları onu resmi politikayla karşı karşıya getirmiş ve kendisini özellikle bir ideolojik savaşın, giderek bir politik savaşım içinde bu iş silaha kadar gidebilmiştir.
Bildiğiniz gibi, 12 Eylül rejimi bu savaşımlara bir tepki olarak gelişiyor. Halen de Türk egemenlik sisteminin en baskıcı ve günümüzdeki ifadesiyle faşist bir türü olarak aşılmaya çalışılıyor. Bilindiği üzere, düzen, daha ideolojik grup aşamasındayken üzerimize gelmişti. Komplolar ve dayandığı provokasyon mantığıyla, grubu boğuntuya götürmek istiyordu. Bildiğimiz ilk şahadetler bu temelde oldu. Ve 1970'ler sonrasında, artık işe devlet resmen, açıkça istihbarat örgütlerini de aşan bir biçimde başladı. Düzen değişikliğine doğru gidildi. Buna grubumuzun verdiği karşılık; PKK'yi 1978'de resmen ilan etmek oldu.
Şüphesiz politik savaşımda daha cesaretli bir adım atma kararlılığı kadar, artan sorumluluk, geleceğe daha çok yönlü hazırlık, yeni bir aşamaya geçiş anlamına geliyordu. Düzenin buna verdiği cevap ise; Maraş katliamı, ardından sıkıyönetim ve önlenemez PKK yükselişi karşısında, 12 Eylül faşist askeri darbesiydi. Buna partimizin verdiği karşılık; silahlı savaşımı bir adım daha ilerletmek, yani politik savaşımdan silahlı savaşıma daha yoğunca yer vermek ve hedef sorularını açmak için mücadeleyi dışarıya taşırmak oldu. Düzenin birinci planda hedefi haline gelmek, hele bunu ordu kökenli bir darbeyle çok açıkça karşılanması, olağanüstü düzene ve yeni taktik çabaya kesin ihtiyaç gösterir. Bu dönemin yaşanılan zorluğu da buradadır.
Mücadeleyi ilerletmek durumunda olanları hazırlıksız yakalamışlardı büyük oranda. Daha çok 1970'ler Türkiye'sinde direkt Kürdistan'a yönelmemiş, biraz uykuda bir devletin daha çok sağ-sol kavgasına göre ayarlamış bir emniyet, istihbarat ve yaklaşımı ve ortamından ve onun açıklarından yararlanarak çıkış yapan, gelişme kaydeden PKK'nin rüşeym halidir. Grupsal oluşum dönemidir. Dolayısıyla çok hazırlıklar isteyen bir örgütlenme, bir eylem biçimi de değildi. Ama özünde eğer ısrarla çizgi devam ettirilirse, ya düzenle karşı karşıya gelinecek, ya düzen hızla ezip fazla kendini örselemeden sonuca gidecek, ya da baş edemeyecek çok köklü hazırlık, yani düzen değişikliğine cevap verme duruma gelecekti. Bu başarılacak devrimle, karşı-devrimin kıyasıyla çekişmesi sürüp gidecekti.
Böylesi bir darboğazın, tabii ki öngörüyle zamanında atılması gereken adımların atılmasıyla, tedbirlerin alınmasıyla karşılık verirsen yaşarsın. Aksi halde, tarihin tozlu sayfalarında bir kez daha kendini bulursun. İşte 1980'lere dayanırken, yaşadığımız bu darboğazı iliklerimize kadar duymamız ve buna böylesine bir öngörüyle karşılık vererek çıkış yolları aramamız, bir yandan silahlı mücadele düzeyini geliştirme, diğer yandan bunu dıştan beslemeye çalışma ve 12 Eylül'ün ilk saldırısını boşa çıkarmaya çalışmıştır.
Partinin bu dönemde yapmak istediği çalışmalar I. Konferans'ta açıklığa kavuşturulmaya çalışıldı. I. Konferans'ta yeni bir durum değerlendirmesi, olası gelişmelerin yönü, verilmesi gereken devrimci karşılık, başarılması gereken görevler ve özellikle döneme yetmeyen kişilik, çalışma tarzı, ağır hatalar, yanlışlıklar, eksiklikler bolca tartışıldı. Mahkum edilmesi gereken hususları mahkum etme, ulaşılması gereken sonuçlara da ulaşmak görev olarak belirlerdi. Tabii ki uygulama ayrı bir meseledir.
Buna II. Kongre'yle daha da netlik kazandırmak istedik. Görüldü ki daha geriye çeken yaklaşımlar var. Objektif olarak ajanlık diyebileceğimiz, partiyle yürümeme, partiyi yürümekten vazgeçirme, direnmekten, ülkeye yönelmekten vazgeçirmenin çabaları söz konusu ve giderek daha da açığa çıkan provokasyonlar ve üzerine gittikçe daha da sırıtan, oldukça da inatçı ve "ülkeye yönelemezsiniz, PKK'yi bundan sonra götüremezsiniz" yaklaşımıydı. Ülke dışında, birçok grubumuzun mültecilik durumuna düşürülmesi ve hatta teslim olması dayatılıyordu. Türk sömürgeciliğine teslim olmuyorsan, emperyalizme teslim, Avrupa'ya teslim ol. Bunun için yapılan biraz düşkünce yaşam ve zor dönemin artan zaaflarıyla oynama ve böylece PKK'yi yürüyemez duruma getirmeydi.
12 Eylül faşizmi dış cepheden vururken, iç cephede de böylesine bir arkadan hançerleme, düşürme çabalarına karşı II. Kongre sonrasının bu yönlü savaşımı söz konusudur. Bu dönemde geliştirilen "Gelişme Sorunları ve Görevlerimiz" broşürü ile "Kişilik Problemi ve Devrimci Militanın Özellikleri" değerlendirmesi vardır. Bu değerlendirmeler de bir anlamda zaaflı kişilik üzerinde provokasyonun geliştirmek istediği tasfiyeciliğe karşı, PKK tanımını sağlam tutma, onun militan ifadesini somutlaştırma ve böylece PKK'yi bu zor yıllarda, sadece yaşatma değil, geliştirme çabaları oluyor.
Diğer yönüyle en önemlisi de, partiyi savaş pratiğine çekme, yeterli bir hazırlık veya asgari düzeyde de olsa ülkeye yönelme iradesini tekrar keskinleştirme, onu ortaya çıkarmakla yetinmeme, ülkemizin doruklarına yönlendirme ve böylesine tarihi bir anlamı imkan dahiline sokma çabaları var. 12 Eylül faşizmine, özelikle onun zindana dayattığı, işkence ve katliamına, içteki provokasyon uzantılarına verilecek en iyi cevap bu olabilirdi. Bildiğiniz gibi, 15 Ağustos Atılımı'na bu temel görevlere bağlılıkla karşılık verilmeye çalışıldı ve tarihimizin görünüşte kimsenin pek fark edemediği, ama ısrarla uygulanırsa çok önemli sonuçlara götürecek adımına ulaşıldı.
15 Ağustos Atılımı, bu anlamda 12 Eylül faşizminin açık darbeleri kadar, onun içteki tasfiyeciliğine de kararlıca karşı koyuşla yetinmeme, PKK'ye yeni dönemde savaşabilir bir konuma ve formasyona kavuşturma, militan tarzını yakalama denemesi de oluyor. Ne kadar yetersiz olursa olsun, bu adımın böylesine bir gerçekleştirilmeyle de yakından bağlantısı var.
Her savaş bir insanın, bir halkın, bir ulusun zayıf yanları kadar, güçlü yanlarını da ortaya çıkarır.
Yaşatacak özellikler kadar öldürecek özellikleri de sergiler.
Bir kez daha 15 Ağustos Atılımı sonrasında gelişen savaşım deneyiminde bunları gördük. Özellikle parti içinde ve partiye taşırılmış Kürt halk gerçeğinde yaşayan nedir? Yaşanılabilecek mi? Bunu savaş tayin eder. Ölümcüle götüren nedir? Bunu da görmek bu savaşla mümkün oluyor. Gerçek PKK'lileşme nedir? Bu savaşta ancak denenip açığa çıkarılacaktı ve bilindiği üzere bu savaşımın üzerinden daha bir yıl geçer geçmez, daha kapsamlı değerlendirme yapma ihtiyacı ortaya çıktı.
1985'de yaptığımız Kasım talimat çözümlemesi ve perspektifi vardı ve ardından III. Kongre öncesi değerlendirmeler var. Savaş gerçeğiyle oldukça oynayan, onu sabote eden tutumlar, kişilikler ve onların mikroskop altına alınması gereken yaşam süreçleri, değerlendirmeleri yapılırken, bunlar kimdir, nasıl oluşmuşlar tek tek değerlendirildi. Ana doğmadan tutalım nasıl bir terbiye almışlar ve sonuçta bilerek veya bilmeyerek bir ajan, tasfiyeci, provokatif kişiliğe nasıl ulaşmışlar; bir yandan bunu inceliyoruz, diğer yandan yiğitlik nedir, yiğitlik nasıl oluşuyor, buna cevap veriliyor. Kahramanca, yiğitçe direnişler var, onu değerlendirmeye çalışıyoruz. Daha bu ilk savaşım yılında, partinin Agit örneğinde bazı seçkin örnekleri var. Bunu anlamlandırmaya ve gerilla ordusunun temeli haline getirmeye çalışıyoruz. Bu üst aşamaya savaşı tırmandırmanın gerekçesi haline getiren yaklaşım gerekiyor.
Diğer yandan, örgütü düşman saldırılarına bu kadar açık ve içinden çıkılmaz hale getiren tipler kimdir? PKK adı altında, PKK ile nasıl savaşıyorlar? Buna oldukça çözümleyici bir yaklaşım getirilmeye çalışılıyor ve kimi bir anlamda böyle bir savaşın odağı oluyor. Değerlendirmeler biraz daha kapsamlı ve savaşı yaratılan bu darboğazdan çıkarmayı, üst düzeye ulaştırmayı amaçlıyor.
İyice göz önüne getirelim ki, 15 Ağustos Atılımı'ndan en ileri düzeyde sorumlu tutulması gerekenler, daha bir yıl geçmeden, "12 Eylül'den daha ağır bir durumla karşı karşıyayız, fazla yapılacak bir şey kalmamıştır" diyerek, artık kendilerinin bile inanmadığı iddiasız çabalar, belki de onuru kurtarmak için "kendimizi feda ederiz, ama bu geliştirilecek savaşımın da fazla sonucu yoktur" dercesine, partinin merkezinde birbirlerine en ağır kelimelerle yaklaşım gösteriyorlar. Umutsuzluğu yayıyorlar ve bir yargılama süreci içine alınıyorlar.
Biz tekrar partiyi bu gerçekleri dikkate alan bir çözümlemeye tabi tutuyor, zayıflıkları da, eksiklikleri de, saflıkları da görmeye çalışıyoruz. Güçlenme yolları, yöntemleri ne olabilir, onu da çözümlemeye çalışıyor ve sonuçta bildiğiniz gibi 1987'lerden sonra yeni bir hamle yapıyoruz. Bunun çözümlemelere yansıyan ifadeleri vardır. Kürdistan tarihinin en kapsamlı çözümlemeleri bu yıllardan itibaren yapılmaya çalışıldı ve bu çözümlemeler çok ayrıntılıdır. Kişiye dek indirgenmiştir. Diyaloglarla örneklendirmeye çalışılmıştır.
Yine unutmayalım ki, 1982 Kongre sonrasının değerlendirmeleri biraz daha farklıydı. "Zorun Rolü"nde dile getirdiğimiz savaş teorisi, Kürdistan'da nasıl uygulanır veya evrensel savaş teorisi, Kürdistan Devrimi için ne anlama gelir? Bu soruya olumlu karşılık verir ve uluslararası savaş teorisine göre, "Kürdistan'a ulusal kurtuluş savaşımı gereklidir" der. Tek çıkış yoludur, onun dışında kurtuluş mümkün değildir ve gelişim süreci de biraz böyle başlamıştır. "Örgütlenme Üzerine" değerlendirmesi neyi içeriyor? Parti öncülüğü esastır; devrimci parti esastır, parti örgütlenmesi Kürdistan'da şu şekilde vücut bulur. Bu partinin kısa tarihi budur, örgütsel ilkeleri şöyle hayata geçirilir. Kısa PKK tarihçesi ve bundan sonraki doğru örgütsel görevler başarılma yöntemlerini kapsar, ama militan çözümleme fazla yoktur. Yine "Kürdistan'da Zorun Rolü"nde komutan ve savaşçı çözümlemesi yoktur, taktik hususlar fazla yoktur.
Bu işin temsilcileri iyi örgüt kurarlar, yine savaşı esas alanlar iyi savaş ordusu geliştirirler, iyi savaş pratiği ortaya çıkarırlar denilerek, sağduyulara güveniliyor. Her militan bu konuda sorumludur. Yarat kendini, düşünsel veya pratik çabayla yarat deniliyor. Mutlaka gerekeni gereken yerde ve zamanda, hem de başarıyla yapar inancı vardır. Beklenti budur. Bu anlamda militanlarımız biraz sorumlu olsalardı, biraz sağduyulu, biraz günün anlamı ve önemi nedir, tarihi görev nedir, hakkıyla bu sorulara karşılık verselerdi; aslında 1987 sonrası çözümlemelerine gereksinim bile duyulmayacaktı. Biraz daha geriye gidersek, eğer 1980 öncesi manifestonun bile yüklediği sorumluluklar doğru taşınsaydı, bizim zor ve örgütlenme üzerine geliştirilen değerlendirmelerine ihtiyacımız olmazdı. Sorumlu militanın kendisi manifestodan bu sonuçları çıkarabilirdi.
1992 KASIM
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 7 Kasım günü saat 11:00 ile 16:00 arasında Şengal'e bağlı Barê alanında DAİŞ çetelerinin operasyon girişimi sırasında YJAStar gerillalarımız bir suikast eylemi düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 6 Kasım günü saat 15:00 ile 15:30 arasında Hakkari'nin Gever ilçesi sınır hattında bulunan ve işgalci TC ordusunun denetiminde olan Oremar Karakolu insansız hava araçlarının desteğiyle Şehit Gafur Tepesi'ne Tanklarla top atışları gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 5 Kasım günü saat 9:00 ile 15:00 arasında Hakkari'nin Şemzinan ilçesinde işgalci TC ordusu denetiminde bulunan Mamreş tepesinden obüs ve havan toplarıyla güçlerimizin denetiminde olan Mêrgê Tepesinin yamaçlarına bir bombardıman gerçekleşmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 4 Kasım günü saat 17:30 ile 18:30 arasında Şırnak'a bağlı Cudi alanında işgalci TC ordusuna ait savaş uçaklarının hareketliliği gözlemlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 3 Kasım günü saat 17:45 ile 18:30 arasında işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları Medya Savunma Alanlarımızdan Avaşin alanında hareketliliği gözlemlenmiştir.
- Ayrıntılar
TC Devleti insanlık tarihin en karanlık güçlerinden biri olan DAİŞ ile sıkı fıkı ilişki içerisindedir. Hatta yer yer DAİŞ ile ilişkilerinin organik bağlar taşıdığını da çokça söylemiştik.
Yine daha önceleri DAİŞ denen uluslararası toplama çete örgütünün uluslararası güçler tarafından nasıl kullanıldığını ve yönlendirildiğini de belirtmiştik. Kendilerince Ortadoğu’da yürümeyen planlarını gerçekleştirmek için bir müdahale de bulundular. Ve ne zaman ki yapacaklarını yaptırdılar ve Ortadoğu’da birçok gücün burnunu sürterek istedikleri yere getirdiler. Plan dahilinde yürüyen birçok saldırı ardından, aşırı güçlenen DAİŞ’in eskiden planlanmış olanlara göre hareket etmemesi, uluslararası güçleri DAİŞ’e yönelmelerine götürdü. DAİŞ ise daha önce flörtlü olduğu uluslararası güçlerle arasına mesafe açarak, ancak kapitalist modernitenin bir yaratımı olan ulus devletçi hastalığı olan milliyetçilikle, bölgede tam faşizan bir politik yönelim içerisine girerek, bölgede yaşayan birçok halka ve inanç gurubuna temsil ettiği faşizan değerler temelinde büyük insanlık suçları işleyerek yönelimlerini sürdürdü.
Irak ve Güney Kürdistan'da Şebek Kürtlerine, Kakai Kürtlerine, Êzîdî Kürtlerine, Hristiyanlara, Asurilere, Şii Araplarına, Şii Türkmenlere ve Rojava’da tüm Kürtlere, Alevilere ve daha farklı Ortadoğu renklerine karşı nasıl bir kırım içerisine girdiğini, tecavüz, kaçırmalar, gasp, kafa kesmeler, insanlığın hafızasında ne kadar çok kötülük varsa hepsini bir arada temsil ve uygulamasıyla DAİŞ’in yaptıklarını hepimiz birlikte gördük.
İnsanlık tarihinin belki de en karanlık sayfalarından biri olan böylesine faşizan bir yapıyla TC devleti özelde de AKP en ileri düzeyde organik olarak ilişkidedir.
DAİŞ belirttiğimiz gibi birçok halka ve renge yöneldiği bir gerçektir. Ancak en çok yöneldiği yapı Kürtlerdir. Kürtlerin birçok farklı rengine sadece yönelinmiyor. Daha da ileri giderek Kürtlerin en kadim renklerini topraklarından sürüyor. Şebekleri, Êzîdîler, Kakaileri sürmek için neler yaptıkları ortadadır. Yaklaşık 500 binin üzerinde Êzîdî yurtlarında sökülüp atıldı. Benzer durum Şebekler içinde geçerlidir. Yine Rojava’da bir Halep’te Kürtlerin sürülmesi, en son olarkta da Kobane’de 160 bin insanın Kuzey Kürdistan’a nasıl geçtiği de ortadadır.
Daha acı ve trajedik durum ise yarın belki de yarından daha yakın bir zaman içerisinde DAİŞ Güney Kürdistan’ın birçok farklı yerinde Kürtleri sürmeye dönük saldırılar içerisinde olacağıdır. Bir Xaneqin’in, bir Mendeli’ne DAİŞ’in saldırmamasını kim söyle bilir? Yine farklı yerlerde yaşayan Şii Fehlilere yönelmemesini kim söyle bilir? Kerkük’e saldırmamasını kim söyleyebilir? Şengal’de yaşananların orada yaşanmayacağını kim söyle bilir?
Bu söylediklerimize dediğimiz gibi yine Rojava’nın tümünü eklersek, yaşanacakların boydan boya bir Toplum Kırım olacağı açıktır. Kaldı ki bugüne kadar yapılanların tümü bir Kırım’dır. Soykırım’dır. Sürmedir. Göçertmedir.
Kürtler tarihleri boyunca birçok kez böyle köklü kırımlarla yüz yüze geldiğini hepimiz biliyoruz. Kürtlerin ağıtlarını dinlerken, bu kırımların ne kadar köklü yaşandığını görmek mümkündür. Ya da yakın tarihte Kuzey Kürdistan'da boşaltılan 4000 köyü dile getirebiliriz. Yine Güney Kürdistan'da Saddam tarafından Enfal’de yakılan binlerce köyü ve buralarda göçertilen yüzbinlerce Kürdistanlıyı da ifade edebiliriz. Rojava’da Arap Kemeri adı altında uygulanan politikayla ne kadar çok insanın sürüldüğü zaten ortadadır. Ve tabi birde 1981-82 yılında İran’da katledilen binlerce Kürt ve boşaltılan köy ve sürgün edilen yüzbinlerce Kürt’ü de dile getirebiliriz.
Benzer bir anlatımı ise yine 70-80 yıl önce Kuzey Kürdistan'da, Güney Kürdistan'da ve Doğu Kürdistan'da yaşananları da anlatabiliriz. Dersim’in ve diğer Kürdistan şehirlerinin nasıl boşaltıldığını herkes biliyor. Toplu kıyımları, jenositleri ise dediğimiz gibi herkes biliyor.
Özcesi Kürtler hep sürüldüler. Hep göçertildiler. Kıyımlara uğradılar. Şimdi yeni bir tehlikeyle karşı karşıyadır Kürtler. Tehlikeleri yukarıda ifade ettik. Hem Güney Kürdistan'da hem de Rojava’da Kürtlerin sürülme tehlikesi vardır. Ancak yarın aynı tehlikenin Doğu Kürdistan'da ve de Kuzey Kürdistan'da yaşanmayacağını kim söyle bilir ki?
Kürtler bu büyük tehlikeyi yaşarken, bu büyük kıyımlarla yüz yüze gelme ihtimali var iken, Kürtleri böyle büyük bir Kıyıma uğratmak isteyen DAİŞ adındaki toplama çete örgütüyle TC Devleti’nin ve de AKP Hükümeti’nin ilişkilerinin organik olduğu ne anlama gelir? Kürtler Kıyımla karşı karşıya, AKP ise Kürtlerin DAİŞ’e karşı sürdürdükleri sert mücadelelerine karşı ellerinde ne geliyorsa onu yapacak. Yine DAİŞ’e karşı protesto eylemleri içerisinde olan Kürtlerin onlarcasını aynı biçimde AKP ve onlara yakın duranlar katledecek.
Bir yandan Kürtler büyük Fiziki Kırım ve Sürülme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar, diğer yandan ise bu Kırım ve Sürülmeyi gerçekleştiren faşizan yapıya tamamen destek sunan bir AKP ve Devleti var iken Kürtler ne yapacaklardır?
Bir kere önce Kürtler çok acilen ulusal birliklerini sağlamaları gerekiyor. Bunun yolu Ulusal Kongre’dir. Geçmişte ileri sürülen içi boş birçok gerekçeyi bir köşeye atarak bu Ulusal yapıya gitmek gerekiyor. Kürtler yine daha önce Başkan Apo’nun dile getirdiği ortak bir Diplomasi Kurumu oluşturmaları gerekiyor. Ortaya çıktı ki askeri güçlerini ortaklaştırabilirler, yine ortak bir Askeri Komutanlık oluşturmaları gerekiyor. Ve yine bir yönetim mekanizmalarını oluşturmaları da gereke bilir.
Bunlar yeter mi? Yetmez.
Niçin yetmez? Kürtler büyük bir Kıyım ve Sürülmeyle yüz yüzedirler. Onun için öncelikli olarak Kürtler tamamen, tüm parçalarda, Savaşan Halk Gerçekliği ’ne göre kendilerini örgütlemeleri gerekiyor.
Dikkat edelim, DAİŞ Maxmur’a yöneldiği zaman eğer HPG’nin gerillaları yetişmeselerdi, halka güçlü bir moral ve motivasyon sağlamasalardı, Hewler’in boşaltılacağı bile tartışılır hale gelmişti.
Evet, böyle olmaması için tüm Kürtler, hatta Kürdistan'da yaşayan tüm halklar ve hatta Ortadoğu’da yaşayan tüm renkler, inançlar, halklar ve ne kadar böyle azınlık yapılar varsa, bu Savaşan Halk Gerçekliği stratejisiyle örgütlenmeli ve Ortadoğu tarihinde yaşanmış tüm kötülüklerin bir nevi bileşkesi olan DAİŞ faşizan çete yapısına karşı oluşturacakları Öz Savunma’larıyla kendilerini korumaları gerekmektedir. Elbette özelde Kürtler ve Kürdistan'da yaşayan herkes bu olağanüstü duruma göre kendilerini örgütlemeleri daha fazla gerekmektedir.
Bunu yaparken de DAİŞ ile yan yana, kol kola yürüyen, bir AKP’nin ve TC Devleti’nin politikalarına karşı da ortak bir duruş içerisinde olmaları gerektiği de zaten açıktır. AKP’nin Kürtlere karşı Soykırım Politikalarını ısrarla sürdürdüğü gerçeği de dikkate alındığında, Kürtlerin hangi soykırım tehlikesi ve tehdidi altında olacağını da bilerek, olağanüstü bir katılımla, her yerde, hızla, kendimizi örgütlemeli DAİŞ ve AKP faşizmine karşı ortak bir duruş içerisinde olmalıyız.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
İttihat-ı Terakki’nin en tanınmış simalarından biri, Balkanlarda görevliyken çeteci tarzın geliştirilmesinde en çok fazla rol alan Enver Paşa ismindeki kişidir. Süreçle hızla İttihat-ı Terakki içerisinde yükselerek Genel Kurmay Başkanlığı’na kadar terfi etmiştir. Irkçılığın, milliyetçiliğin, önceleri Pan İslamizm ardından ise Pan Turanizmin de yetkin bir temsilcisi ve de Osmanlıyı Birinci Paylaşım Savaşına süren kişidir de.
İttihat-ı Terakki halklara karşı işlediği suçlarla biliniyor ve anılıyor. Yine hukuk dışı-Demirel’in deyimiyle ifade edecek olursak-rutinin dışına en fazla çıkan bir örgütünün de adıdır İttihat-ı Terakki. Önceleri güya halkların ortaklaşmasını, Osmanlıyı kurtarma temelinde yaklaşım sergileme imajı verse de, süreçle bunun böyle olmadığını, tam tersi bir istikamette hareket ederek halklara Hitler Faşizmi’ne örnek olacak kadar bir vahşet pratiği sergileyen bir faşist örgüttür İttihat-ı Terakki.
İttihat-ı Terakki’nin öncüleriyle AKP’nin lider kadro arasında ilginç benzerlikler bulunmaktadır. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi kurulurken Osmanlı’nın kurtarılması için yola çıkmış ancak 1906 yılında-özelde Balkanlar’da-çark ederek tamamen bir milliyetçi, ırkçı çizgiye girilmiş ve adım adım Mezopotamya’nın birçok rengini acımasızca katletmekten geri durmamışlardır.
Dikkat edelim aynı durumunu bizler bugün AKP’nin lider kadrosu için de görüyoruz. Kürt Halkı’nın Türk Halkı’yla kardeş olduğunu söyleyen bir Davutoğlu’ndan, Kürtlere ölüm fermanı veren bir Davutoğlu’na gelmiş bulunuyoruz. “Kobane ile çözüm sürecinin ne alakası var” dan, “Kobane bizim iç işimiz değil” den, “PKK ile IŞİD bizim için aynıdır” söylemlerine gelinmiştir.
İttihatçıların beyin takımında yerini alan Üçlü’ye, yani Üçlü Triumvira denmektedir. Bunlar Enver, Talat ve Cemal ismindeki sözde paşalardır. Bunlardan Dahiliye Nazırı Talat Paşa Ermeni Halkı’nın katliamıyla görevlidir. Cemal Paşa Arapların katliamıyla görevlidir. Ve Enver ise Kürtlerin katledilmesinde görevlidir.
Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın Halep Valisi’ne gönderdiği telgraf metni şöyledir: “Türkiye de yaşamakta olan Ermenilerin ortadan kaldırılması için Cemiyet talimatları uyarınca nihayet alınan karar daha önce size bildirilmişti. Bu karara aykırı bir tutum içinde olanların görevlerinin başında tutulmamaları gerekir. Atacağınız adımlar Ermenilerin sonunu getirici nitelikte kesin ve keskin olmalıdır. Hiçbir şekilde yaşa, vicdana ya da kadın, erkek ayrımına bakmayın” diyerek katledilmelerinin talimatını vermiştir.
Cemal Paşa dediğimiz gibi Arapları katletmekle görevlendirilmiştir. 6 Mayıs 1916 Yılı’nda onlarca Arap Aydın’ı bizatihi Cemal Paşa tarafından idam edilmişlerdir. Halen bugün bile bu gün Araplar içerisinde Şehitler Günü olarak anılmaktadır. Bu planlamanın çok önceleri planlandığını gösteren belgelerin bulunduğunu ve bu belgelerden birinde: “Bazı Arapça kaynaklarda bir grup Arap Subay’nın 1912’de önemli bir belgeyi ele geçirdiği belirtilmektedir. İttihatçı bir liderin üst düzey bir subaya gönderdiği bu mektupta şunlar denmektedir. “Arapları düşman ateşine maruz bırakın ve onlardan kurtulmaya bakın; çünkü onları öldürmek çıkarımızadır. Kürtler ise sağ tutulmalıdır. Çünkü Ermeni Toprakları’nda onlara ihtiyacımız var.” denilmektedir.
Kürt Kıyımı’nda ise dediğimiz gibi Enver Paşa görevlidir. Osmanlı Birinci Dünya Savaşı’nda giderek zayıfladığında,1916 Yılı’nın 1917 Yılı’na bağlayan kışında yüz binlerce Kürt, Kürdistan’dan batıya zoraki sürülmektedir. Bu sürgünlerde kimi belgeye göre 700.000 Kürt yaşamını yitirmiştir. Bunu uygulayan Enver Paşa’dır. Bilindiği gibi Ermeni Kıyımı daha doğrusu Soykırımına İttihatçılar çok erkenden geçmişlerdi. Gerekçeleri ise “savaş esnasında düşmanlarla işbirliği yapma” suçlamasını öne sürerek, 1,5 milyon Ermeni katledilmişti. Ermenilerden sonra sıra Kürtlere gelecekti. 1916 yılında Anadolu’ya sürülen Kürtlere-önceden hazırlanmış bir plan gereğince-, nüfusları yüzde beşten fazla olmayacak, ana dilleri yasak edilecek, aydınları ve büyükleri çocuklarından kopartılacak ve Türkçe öğrenme zorunlu kılınacaktır. O meşhur “Zo gitti, lo kaldı” sözü bu dönemlerden kalma olan bir söz olduğunu unutmayalım. Yani ‘Ermeniler katledildi sıra Kürtlere gelmiştir!’ anlamındaki bu sözün gereklerini daha sonra İttihatçılar yerine getirmişlerdi.
90 bin askerin korkunç kış şartlarında öldüğü Sarıkamış Seferi’nden, yaşananlar tam bir felaketti. 90.000 askerden10.000’in sağ kalabildiği, özellikle de donmaktan ve açlıktan kurtulabildiği bu sefer, sonuçları açısından korkunçtu. Enver Paşa buna rağmen yok yere şu sözleri sarf etmemiştir: “Sarıkamış Çarpışması’na dıştan bakarsak yenildik sayılır. Fakat gerçekten muzafferiz. Çünkü Sarıkamış Ormanlarından Erzurum’a kadar uzanan yollar üzerinde on binlerce Kürt Genci’nin cesedini bıraktık” diyebilecek kadar Kürt Soykırımı’na angaje olmuştur.
Aynı Enver Paşa Sarıkamış Seferi’ne çıkmadan önce: “Planım, Ruslara, hemen iki misli faik iki Kolordu ile arkalarına düşerek ricata mecbur etmek ve bu suretle XI. Kolordu ve Süvari Fırkasıyla takip olunan düşmanı karşılayıp, tamamıyla mahvetmekti. IX. Ve X. Kolordu ve Süvari Fırkasını bekliyorum. Gelir de yetişirse, düşmanı bozacağım. Fakat gelmeden düşman zayıflamış kıtaatımıza taarruz eder ve taarruzda muvaffak olursa o vakit Ordu mahvolmuş demektir” diye yazdığı bilinmektedir.
Davutoğlu’nun halleri tam da Enver Halleri olduğu açıktır. Davutoğlu’nun serzenişleri ile dönemin Enver Paşa serzenişleri benzerdir. Enver büyük bir Turan sevdasıyla, Turan’a yönelmeden önce bu coğrafyada yaşayan –sayısal olarak-en büyük halkı yok etmek için elinden geleni yaparken, bugünde benzer bir şekilde Davutoğlu Kürtleri hedeflemektedir. Hem de tüm Kürtleri. Öyle ki “bir Toma yerine beş Toma alacağız” diyerek bu hedefine ulaşmak istediği dile getirmektedir.
Sözü uzatmadan belirtelim ki yeniden bir İttihatçı zihniyetle karşı karşıyayız. Tarihte nasıl ki Triumvira iş bölümü temelinde halkların kırımına girişmiş ise bugün de benzer bir şekilde bir yönelimin planlamasını yaptıklarını görülüyor. Erdoğan, Akdoğan ve Davutoğlu üçlüsü kendince bir plan dahilinde halklara yönelmektedirler. Bu planda öyle görülüyor ki Kürtler, Davut Enver’e verilmiştir. Enver’in neme nem bir hayalci ve Türk milliyetçisi olduğunu tüm tarihçeler yazıyor. Bunun için, Büyük Turan Ülkesi için Orta Asya’nın Pamir eteklerinde, Çegan tepesinde, Sovyet Kızıl Ordusu’na karşı bir çarpışmada öldüğünü de herkes biliyor.
Şimdi de Davutoğlu ve üçlüsü benzer bir Türkçülük ve Turancılık sevdasıyla yola çıkmışlardır. Bunun için Kürt Halkı’na, Rojava’ya, PKK’ye, Kürt Gençleri’ne derken herkesi hedef tahtasına koyarak saldırmaktadır.
Doğası gereği o zaman sorulması gerekli olan soru: “Enver Paşa Yeniden Mi Hortluyor?” sorusudur.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
2 Kasım günü sabah saatlerinde Şengal’e bağlı Solak köyü,Şehit Karker Tepesi ve DAİŞ çetelerinin bulunduğu bazı dağlık alanlara yönelik gerillalarımız geniş çaplı bir operasyon başlatmıştır.
- Ayrıntılar