Tokluk uğruna aç toprakları süren biz değil miyiz?
Güzellik uğruna çirkin savaşları veren biz değil miyiz?
Namlular gölgesinde aşkları,
ölümler denizinde dostlukları kuran biz değil miyiz?
Demek ki ölüm
korkutmuyor artık
Demek ki gelecek yakın
Ha bugün ha yarın, varacak olan biz değil miyiz?
Tüm şiirler, romanlar, türküler İstanbul Edebiyat Fakültesi'nden Yaşam Üniversitesi'ne taşınacaktı Gülnaz'ın çantasında ve edebileştirilecekti Bêritan'ın yaşamında.
İlk özgürlük havasını Cudi'de soludu Gülnaz. Bêritanlaşacaktı doruklara yakışırcasına.
Hiç bu kadar yürümemiş, hiç bu kadar yorulmamıştı. Onca yorgunluğa rağmen, yaşadığı duyguları her zamankinden farklıydı. Müthiş bir haz ve rahatlık vardı yüreğinde Bêritan'ın. Coşku ve morali en üst düzeyde yaşıyordu. İnsanlara karşı yaklaşımındaki kazanımcılığı ve sınır tanımayan paylaşımcılığı dikkatlerden kaçmıyordu. Bu özellikler yüreklerde derin bir iz bırakıyordu.
Bu yürek nasıl girdi her bir yoldaşın yüreğine? Neydi yürekte somut bulan ve derin iz bırakan? Gelin birlikte gidelim geçmişe. '92'in karesinde tek tek anılar ve yaşanılanlara geri dönelim birlikte.
Geliye Azadi denilir adına bu toprağın. Özgürlük Vadisi! Özgürlüğe susamış insanların özgürlükle kendini varetme savaşımları ülkenin her toprak parçasında yaşandığı gibi burada da yaşanır.
İlkler bu vadide yaşanır o insanlarca. Yıllar boyu yaşamlarında iz süren ilkler! İlk çelişkiler, ilk paylaşımlar, ilk güzellikler, ilk şaşkınlıklar, ilk kişilik çatışmaları, kendini varetme savaşımları yaşanır bu topraklarda.
İlklerin en güzeli ve en deriniyle burada Bêritan daha bir anlam kazandırır kendisine.
Yeniydi Bêritan da diğer arkadaşlar gibi. Savaşa yabancılığımız hat safhadaydı. Hep yolcu uçakları görmüştük yüksek semalarda uçarken ya da filmlerde izlemiştik birilerinin canına kastederken. O yüzden gariptik böylesinin yaşamımızda yer almasına. Daha yeni emeklemeye başlayan çocuklar misali yürümeye yabancıydık anlayacağınız. Demir pençeli kuşlara karşı nasıl korunacağımız noktasında da belirginleşen bir düşüncemiz yoktu.
'Heval no! Bir şeye ihtiyacınız var mı?
Bêritan'ın bu noktadaki farklılığı şuydu yoldaşlar! Kendisi giriyordu inisiyatiflice işlerin içine. Anladığı, kavradığı düzeyle doğru-yanlışı birbirinden ayırt ederek, öngörüyle mevzilendirmesini yapıyordu arkadaşların. Bir de tek tek dolaşırdı mevzileri. Kulaklar yürekten gelen sesi işitirken, gözler parıldardı:
-"Heval no! Bir şeye ihtiyacınız var mı?"
Çoğu kez 'yeni şervan' deyip sıyırırız kendimizi ya da bizden biraz kıdemli eski arkadaşlardan bekleriz birşeyleri. Bêritan yoldaş, yaklaşımlarıyla bunu kıran bir özelliğe sahipti. 'Uzun yol yürüyüşlerinde zaman zaman zorlandığımızda, yeni şervan olan Bêritan'ın silahlarımızı alıp, elimizden tutarak bizi yürütmeye çalışması ne kadar büyük moral verirdi biz yeni şervanlara.'
Bireyin devrimde karar kılarak kendini katması ve bununla kendini yaratmasının somut örneğini Bêritan yoldaşta görmedik mi tarihimizde? Kendini sonsuz adamışlık düzeyi insanı bu kadar güzelleştiren husus olmuyor mu? Bu kadar kısa ancak dopdolu, capcanlı geçen yaklaşık iki yıllık bu yürüyüşe neler neler sığdırılmamıştı ki, ne güzellikler, yücelikler içine almamıştı ki? Çıkan sonuç, bizler açısından devrime katılım konusundaki kararlılık düzeyinin belirleyiciliği oluyor. Ve bunu en yakıcı kendi duruşuyla gözler önüne seren BÊRİTAN GERÇEĞİ.
Yoldaşlık ruhunun en güzelini O'nun şahsında da gördük. Onda insana yaklaşım son derece yargıdan uzaktı. İncitmeden, zorlamadan ve dıştalamadan geliştirilen ilişkiler, yakalanan derin paylaşımlar, 'kavgalı olduklarıyla bile acı vermeyen bir ilişkiyi yakalayarak, yoldaşlığa yaklaşımın nasıl olmasını pratiğiyle çarpıcı koyuyordu.
Sol anahtarı bulmuştu
Artık kış gelmiş, Özgürlük Vadisi beyaz elbiselerini giymişti. Tüm birlikler eğitim sürecine girmişti. Eğitme noktasında kendisine ve çevresindeki arkadaşlara karşı olan duyarlılığıyla Bêritan arkadaşla başka bir anı karesinde karşılaştık.
Oluşturulan gruplara ders verirken, akşam saatlerinde konuk olduk mangalarına. Küçük fanusun etrafında daire şeklinde, yüzüstü uzanan arkadaşların o anki düşüncelerine tanık olduk, bir de oldukça sabırlı, istekli ve teşfikvari yaklaşımlarıyla Bêritan yoldaşa. Amaç net ve bunun için de karar kesin!
-Eğer okuma-yazmayı öğreneceksek, o halde sistemini oturtmalıyız, derken, kendisini kırmak istemeyen arkadaşların farkındadır. Tabii sıkılan ve bu işi istekle yapmayan arkadaşların tepkilerini de alıyordu. Alttan alta gülüş ve bakışıyla köşede oturan bir arkadaş dikkatini çekiyor, hemen "Ne oldu, sen niye okumuyorsun?" derken arkadaşın sıkıldığını anlamıştı.
Sıkıldığını söylememiş, keyfi yaklaşımlarını da kamufle edememiş, utangaç bir çehre yansıtmıştı ortama. Hemen arkası geldi bunları dağıtmaya yönelik.
-Başkanın bir çözümlemesini okuyorum. Haydi gel, sesli okuyorum, sen de dinlersin, derken, ona okumayı sevdirmenin başka bir yolunu bulduğu için de keyifliydi Bêritan. Çözümsüzlüğü görmedik, hep bir alternatif vardı. Buna karşı yaşam sevgisi güçlü olan bir insan ancak bu kadar kararlı bir yaklaşımın sahibi olabilirdi.
Birçok kez Bêritan'ın tok sesiyle Dersim türküleriyle oduna gittik. Mevzi yaptık, mangalarımızı onardık, dik tepelere vurduk su getirmek için. En çoksevdiği; hep doğallığıyla türkü söylemekti.
Sol anahtarını bulmuştu Bêritan. Yaşamın, sevginin, yoldaşlığın ve paylaşımların sol anahtarıyla söylediği türkü, ne büyük bir ezgili direniş türküsüne dönüşmüştü sonraları.
Günleri, sesleri, dakikaları geçirdik. 'Keşke yapsaydık, keşke tanısaydık' dedik bizler de. Ormanlığın içinde yürürken, en güzel gülüşlü fotoğrafı hayalimizde bir kez daha canlanırken, anılarda belleğimizde yer edindi Bêritan yoldaş.
En sıcak zamanlarda bile ateş yakıp, önünde oturduğu, ateşin sevdasını yüreğinde hissettiği başka bir kareye gittik, başka bir arkadaşla. Ateşe karşı duyulan sevgi de farklıydı Bêritan'da. O'nu izlemek ne büyük sabır veriyordu, ne güzelliklere gidiyordu her bir alevin savruluşunda. Kızıl közleri avuçlama istemi doğuyordu yüreğinde. Kırık figürleri tek tek yorumluyordu çevredekilere. Figürlerde gizlenen dans edişlere daha bir anlam yüklüyordu. Renkler yaşamda, sevdada en güzelini çağrıştırıyordu Bêritan'ın beyninde. Kırık figürlerin renk kuşağında, en çok sevdiği eflatun renginde neler görmüştü, neler hissetmişti sizce?
'Özgürlükle nişanlandı'
Yüreğinin dökümlerini yazma istemi gelişince karanlık gecelerde, yardımına çok sevdiği ateş gelmez miydi? Topladığı odunlardan yaktığı ateşin önünde saatlerce yazdığı yazıları, şiirleri kendi sesinden sonrasında yüreğimizi ısıtırcasına dinlemez miydik? Ya da geceye arkadaşlık eden dolunayla paylaşımları, acıları yazmaz mıydı deftere? Ne büyük huzur duyardı ayışığında. Dolaşmak, yazmak, ay ışığıyla, saatlerin, günlerin arkadaşlığı ile ulaşmak derdi Başkan'a.
"Savaştıkça güzelleşir insan be yoldaşlar" diye girdi manganın içerisine neşeyle. Meraklı bakışlar arasında kendisini hazırlamaya başladı gideceği eyleme. Karanlık ve puslu gecelerde, türkü tadında öfkesini dillendireceği silahını aldı. "Temiz!" diye geçirdi içinden. Gözleri ışıl ışıl parlıyordu, yüreğin yansıması misali! Ancak güzel olan sevilir, öyle ya güzelleşmek için çabalayan da.
Eylem dönüşü uzaktan gördük Bêritan Yoldaşı. Yüzünün sarılı oluşunu görünce, bir tuhaf oldu yüzler. Tepeden kendisini arkadaşların yanına bıraktığında, gözlerinden hüzün, umut, mutluluk karışımı aynı anda okunuyordu. Buruk bir ses tonu hakimdi. Buruktu, çünkü geride 44 özgecan yoldaşını bırakmıştı. Ne de coşkulu halay çekmişlerdi eylem öncesi, "ez xelefim" parçasıyla. Ortama bir hüzün çöktü. İlk elden pansuman yapmak için geldiler Bêritan yoldaşın yanına. Kafasını iki yana salladı ve yara alan yanağını çevirip, gülümseyerek,
-"Nasıl güzelleşmişim değil mi?" derken, savaştıkça varolan, savaştıkça güzelleşen, daha çok yüreklere dem vuran özgecanlara götürdü bizleri.
Ta Cudi'den başladık, Geliye Azadi'ye kadar geldik Bêritan Yoldaşla. Coşkusu, özlemi, acıları, kararı, inadı, doğallığı, paylaşımları ve derin yüreği ile türküler tadında yaşamını dinledik yoldaşların ağzından, sevgi yüklü sözcüklerle.
Bazen iç çekişlerle başlayan gözyaşlarına tanık olduk, bazen de O'nu tanımanın gururuyla buruk bir ses tonuna. En temelde onların yüreğinde iz bırakan; yoldaşlarına karşı gösterdiği ilgi ve paylaşımcılığıydı Bêritan yoldaşın.
Özlemle anıyorlardı, EYLEM GÜZELİNİ!
Her bir nota ne kadar da güzelleştirmişti söylenen türküyü. Ustaca kullanılan müzik aletleri ne kadar güçlü bir sesi ortaya çıkarmıştı. Hep kulaklarda çınlayan ve ritmiyle yüreklerde somutluk bulan....
Bütün kalıpların parçalanmışlığını, doğallığın yanısıra ölçülü ve ilkeli bir duruşu görmedik mi O'nun şahsında? Onca geri yaklaşımlara karşı incinse de güzel yüreği, onların karşısındaki inatçı ve iddialı yaklaşımlarını anımsadık yine. Bağımsız duruşuydu aykırı olarak görünen ya da korkuyla yaklaşılan. Hep bastırma istemi yaşıyordu kadının gerilikleri, Bêritan'ı. Kendisi gibi olmaktan uzak, birileri gibi olmaya karşı ne kadar mücadele verdi Bêritan. Acılar yaşansa da yüreğinde, güzellikler hep kamçılıyordu, çirkinliklere ve geriliklere karşı durduğu için. Özgürlüğün gerekleri daha da somutluk bulmuştu bu yaşamda. Başkan'ın kadında yüzyılların köhnemişliğini nasıl atom misali parçalara ayırdığına bu yaşamda tanık olmuştu.
Özgürlükle nişanlanıp sözleşmesini O'nunla yenilemişti toplumun tüm çirkefliklerine inat! Arayış ve özlem dolu yüreğiyle sevdasının yönünü ülkeye çevirmişti.
Günler geçtikçe sevdası daha bir belirginleşti Bêritan'ın düşüncelerinde, akıp giden coşkulu bir nehir oldu yüreğine. 'Yaşamın ve sevdanın nasılı' somutluk kazanmıştı, Munzur'un paklığı ve coşkusu misali!
Bir istem gelişti, kilometrelerce öteye taşındı beyaz sayfanın sırtında.
-"Önderliğin çözümlemelerinden yararlanarak, bir roman denemesi yapmak istiyorum."
Yaşama, insanlığa, özgürlüğe olan ilgisini bir şekilde çözmeye çalışarak ifade edecekti Bêritan Yoldaş. Daha bir anlam kazandıracaktı yaşananlara tarih açısından. Bir belge olarak da günümüze taşırılma amaçlanmıştı belki de, kim bilir?
Bembeyaz doğa geride bırakılırken, baharın açan kaç renginde pratik heyecanı sarmıştı yürekleri. Ne yoğun istekti? Savaşa aktif katılma, komutanlığında yetkin bir duruşu sergileme noktasında iddialı ve kararlıydı Bêritan. Daha düzenlemeler okunmadan, neler yapacağına dair en küçük bir ayrıntıyı bile kafasında netleştirmişti. Savaşın ezgili türküsünü söyleme düşüncesi ile dolup taşıyordu yüreği. Silahla, savaşla daha bir yakınlaşacaktı özgürlüğe.
Düzenlemeler okunduğunda, Bêritan'ın adı basın kurumunaydı. Kaldırmakta çok zorlandı, ama reddetmedi.
- "Örgütün ön gördüğü şekilde katılım sağlayacağım. Gereklerini layıkıyla yerine getirmeye çalışacağım. Fakat savaşa daha aktif katılmayı istiyordum." dedi.
Teslim olacağını sandılar!
Buruktu, çünkü çok uzun süredir birlikte olan yoldaşlarından uzak kalmak, ayrı düşmek zorlamıştı O'nu. Çelişkiyi görmüş, iyi çözümlemişti. Ne yoldaşlarını ne de örgütü zora sokmayacaktı. Yapılmak istenen geriliklere karşı kararlı duruşu sergileyerek, daha bir mana kazandıracaktı Bêritanlığına.
Zaman tünelinde yolculuğumuza devam ediyoruz. Son durak, Ekim 92 dilimi!
Coşkuların en büyüğünü, paylaşımların en derinini, güzelliğin en yücesini, direnişin en şahikada seyredişini duyumsuyoruz.
Özgürlük doruklarında ihanetçilere karşı söylenen türkülere yenileri eklenecekti. Tok sesleri çınlayarak yayılacaktı Lelikan'ın uçurumlarından ülkeye.
Bir türkü olacaktı direniş, dillerden dillere. Doruklarında boy veren, Bêritanca söylenen. Özgürlük çiçekleri bu türküyle daha bir coşkulu halaya duracaktı, reyhan tadında.
Bir farklı güzelleşmişti Bêritan o gün! Raxtını, silahını kuşanmış, diline doladığı türkünün ezgisiyle koşar adımlarla yaklaşmıştı, tepeye gidecek olanların yanına.
Günlerdir süren çatışmalarda nice özge canı yitirmişti bu yürekler, 44'ler gibi. Onları ve paylaşımlarını düşündükçe, ihanetçilere karşı kini ve öfkesi daha da derinleşiyordu yüreğinde ve beyninde. Mevzide otururken, birden yılların kokuşmuşluğunun tüm çirkinliğini aymazca üzerlerinde taşıyan peşmergeleri gördü. Attığı ilk kurşunla ihanete hedef oldu. Ardı arkası geldi.
Teslim alacaklarını düşündüler utanmazca. Beselerden, Mazlumlardan kalan direniş ruhuydu Bêritanlarda da somutluk bulan. Ülkeye sevdası, en önemlisi de kendini bütünleştirdiği, çözümlediği özgürlüktü Bêritan'ı Bêritan yapan! Attığı her mermide güzelleşen yanları çarpıcı görüyordu, öldürülen çirkinlikleri de. Mermilerinin yavaş yavaş azaldığını farketti.
'Bijî Serok APO'
Peşmergeler yakınlaşıyordu kendisine. Son mermileri de kullandıktan sonra, silahını parçaladı Bêritan. Özgürlükten yana herşey tertemiz kalmalı dercesine.
Şaşırıp kalmıştılar. Böylesi bir direnişle karşılaşacaklarını ummamışlardı.
Son hayaline dururken Bêritan, umut ve sevda yüklü yüreğiyle, özlem duyduğu Özgürlüğe bir kez daha haykırdı:
"BİJİ BAŞKAN APO!" ve zılgıtlarla güzelliğin doruğunda seyretti savaşında da.
Korkmuştu peşmergeler böylesi gidişten. Korktukları kadar etkilenmişlerdi de yiğit Dersim kızının eyleminden. Ve Bêritan utandırmıştı onları kendilerinden.
Ve bugün,
O'na duyduğumuz özlemlerimizin ve sevdamızın simgesi olarak;
Ülkemizin en güzel çiçeklerinden yapılmış bir buket gönderiyoruz Lelikan diyarına, o güzel insana, KOMUTANLAŞAN BÊRİTAN'a.
Ve diyoruz ki,
'Onurumuzun korunağı uçurumlar
BÊRİTAN'ı
İhaneti solumayan solukların havası
BÊRİTAN'ı
Naftalin kokulu geçmişlerin çatlağı
BÊRİTAN'ı
Ölümünde BAHARIN TEK ŞARKISI
BÊRİTAN'ı
SEVİYORUZ!'
- Ayrıntılar
"Alman, Türk, Kürt asıllı Ekim şehitleri, Mizgin (Çiğdem Türkmen), Ronahi (Andrea Wolf-Alman), Meryem, Zeynep, Zinarin, Leyla, Sarya, Rotinda... Bu bileşim insanlığın kurtuluşunu kadının kurtuluşu ekseninde, kadının gerçek özünü açığa çıkaran bir kadın dünyası yaratma ve tüm dünya kadınlarını bu dünyada bütünleştirme hedefindeydi."
Özgürlük Hareketimizde ekim ayı yoğun bir mücadele sürecini ifade ediyor. Bu, öyle bir mücadele ki, destansı ve mitolojik savaşları andırıyor. Ana tanrıçanın tanrılara karşı verdiği mücadeleye benziyor. Komplo ve yalanlar sonucu yaratıcılık kültürünü çalmak isteyen tanrılara karşı, ana tanrıçanın verdiği mücadele misali. Şehitlerimizin büyük yaşam özleminin kaynağı; Verimli Hilal'de, uygarlığın doğuş merkezi olan Zagros silsilelerinde saklıdır. Ekim ayı kavgasınının tanrıçaları kökenini, tarihin şafağında ana tanrıçanın ilk kavgasından aldı. İnsanlık bir kez daha özgürlük mücadelesini bu çağda canlandırıyordu. Bu ay, tarihin şafağında yaratılan yaşam gibiydi. Ortak yaşam için mücadele edilerek yaşam hukuku ve kanunları oluşturulup ana tanrıça kültürü ile uygarlığın yaratılışı ve onurla sürdürülüşünün gerçekleştirilmesi gibi ekim ayının özü de bunu yeniden yaşamsallaştırmaya dönüktür. Ekim ayının özgürlük şehitleri tanrıçalar gibi düşünerek kadın topluluğunu yarattılar. Onlar tüm sınıf ve ırk ayrımlarından arınarak, eşitlik ve özgürlük ekseninde erkeğin ayrım ve farklılıklar gözeten, sınırlar koyan sistemini aşarak, sınırlara kendi sisteminde yer vermeyerek, ana tanrıça kültürünün zirvesinde temsil gerçekleştirdiler. Alman, Türk, Kürt asıllı Ekim şehitleri, Mizgin (Çiğdem Türkmen), Ronahi (Andrea Wolf-Alman), Meryem, Zeynep, Zinarin, Leyla, Sarya, Rotinda... Bu bileşim insanlığın kurtuluşunu kadının kurtuluşu ekseninde, kadının gerçek özünü açığa çıkaran bir kadın dünyası yaratma ve tüm dünya kadınlarını bu dünyada bütünleştirme hedefindeydi. Amaç cinsler arası eşitliği ve özgürlüğü geliştirmek; din, ırk, mesafe ayrılıklarını aşmak; demokratik uygarlığı geliştirmek; insanlar arasında oluşturulan sınırları kaldırmak ve aynı zamanda toplumları kadının düşünüş ve yaşam rengiyle yaratarak, neolitik kültürün çağdaş temsilcileri olarak bu kültürü tarihin yıkıntıları arasından çıkarıp yeniden büyütmektir. Ekim ayı şehitlerinin gerçeği barışla yaşam bulan, özgür yaşam için; egemen zihniyetin, halklar mozaiğine yönelik saldırılarına karşı bir duruştur. Onlar yaşam felsefeleriyle halklar mozaiğinin hayat bulmasının öncülüğünü yaptılar. İnsanlığa barışçıl bir yaşam armağan etmek için tereddütsüz özgürlük mücadelesini büyük bir fedakârlıkla yürüttüler. Onların mücadele istemi insanlığın barışçıl yaşam ihtiyacını gerçekleştirmek içindi. Onlar eşit özgür ve barışçıl yaşamın kadının sade ve arınmış özünde yattığı gerçekliğinden hareketle bu değerleri insanlığa sundular. Bu şehitler enternasyonalist olma gerçekliğinin yanında, evrensel özleriyle özgür geleceğin yaratıcı mimarları da oldular. Farklı halklardan birçok kadının bir araya gelişi, kadın örgütlülüğünün en yalın göstergesidir. Bu örgütlülük, perspektifini Kadın Kurtuluş İdeolojisi'nden alıyor. Bu örgütlülük, ideolojik güç ile pratik dilin güçlülüğünü göstermektedir. Onların eylemleri egemen zihniyetin ihanetçi çizgisine, sömürgeci ve emperyalist özüne bir karşı çıkıştır. Aynı zamanda kadın eksenli uygarlığın felsefesi ve kadın rengiyle yaratılmak istenen cumhuriyet gerçeğine bir örnektir. Bu sistem analık hukukuna dayalı, insan kimliğinin evrensel özünü esas alan bir sistemdir. Halklar arası savaşa yol vermez. İnsan hakları ve iradesine saygı temelinde ortak yaşamı birlikte gerçekleştirir. Bu üslup ve dil ile insanlar arasında yaşanan tüm sorunlara çözüm getirir.
Ekim ayı aynı zamanda kutsallık ve lanetliliğin savaşımlarına da tanık oldu. Bu savaş kökenini tarihten aldı. Bu ayda Ekim Devrimi kapitalist ve emperyalist sistem karşısında başarı kazandı. Bilinen yetersizliklerine rağmen bu devrim, tarih karşısında önemlidir ve kutsallığını hala yitirmemiştir. Tüm güncel sonuçlarının yanında kadın da bu devrimde aktif rol oynamıştır. Bu ayda lanetlilik kutsallığa karşı bir savaş başlattı. Komplocu güçler özgür yaşamın mimarı ve yaratıcısı Başkan Apo'ya karşı savaş için seferber oldular. Lanetlilik ve komploculuk kutsallık karşısında saldırganlaştı. Karanlık ve aydınlık, kutsallık ve lanetlilik birbirinden ayrıştı...
'92 yılında ihanetçi ve gerici güçler, özgürlük savaşçılarına karşı kapsamlı bir savaş başlattılar. Uygarlığın doğduğu kutsal topraklar tekrar tarihi savaşlara sahne oldu. Medeniyetin ve tarımın geliştiği bu topraklarda, Zagroslar silsilesindeki ana tanrıça ülkesinde zalim, despot, komplocu tanrılar bu görkemli yaşama karşı saldırı ve savaş başlatmışlardı. İlk komplo egemen tanrıların ana tanrıçaya gerçekleştirdikleri komploydu. Bu komployla birlikte egemen sınıf gelişerek kadın ve erkeği tanrının kulları haline getiriyordu. Tarih, aynı dağlarda ve mevzilerde bir kez daha savaşlara, mücadelelere tanık oluyordu. 1992 Güney savaşı sömürgecilik, çetecilik ve ihanete karşı bir savaştı. Bu savaş, kutsal topraklar tarihine ihanete karşı bir savaş olarak yazıldı. Önderliğimiz de Beritan arkadaşın şahadet çizgisine değiniyordu. Şehit Beritan arkadaşın çizgisi iki felsefenin, iki çizginin ve iki ideolojinin savaşıydı: egemenlik ve özgürlük. Mitolojik destanlara konu olacak bir savaş. Bu direniş kahramanca ve ilkeliydi. Bin yılların köleliğine karşı kin ve öfkenin akışıydı. Ana tanrıça mutlulukla, kutsal toprakları üzerinde ana kültürünün yeniden diriltme mücadelesini veren çocuklarını karşılıyordu. Kutsal topraklar, komplocuların ve gerici güçlerin binlerce yıldır üzerinde yürüttükleri egemenliğe karşı öfkeliydiler.
Gülnaz Karataş'ın direnişi de ihanet ve komploculuğa karşıydı. Tarihi bir bilinçle, bir Dersim kadını olarak, Zarifelerin ve Beselerin teslim olmayıp kendilerini uçurumlardan atan gerçekliğinin sembolü oldu. Ana tanrıçanın komploculara teslim olmayan gerçeğinden aldı kaynağını Beritan; onun soyluluğunu taşıyor. O, özgür yaşam çizgisi ve felsefesinin temsilcisidir. Yaşam gerçekliğine net ve keskin bir bakış açısıdır. "Nasıl yaşamalı ve bunun için nasıl mücadele edilmeli?" sorusunun somut yanıtıdır. Mitolojik destanlarda Tiamat'ın küçük oğlu Marduk, Tiamat'a karşı savaş ilan eder. Onun gücü ve yaratımlarını elde etmenin savaşımı içerisine girer. Marduk komplo ve yalanlarla Tiamat'ın silahlarını etkisizleştirerek onu yener. Ardından da Tiamat'ın cesedini parça parça eder. Şehit Beritan bilincini tarihin bu derinliklerinden aldı. Kandırılmadı ve cesedinin komplocuların eline geçmesine bile izin vermedi. Çünkü, ucuz ve özgürlüğü içerisinde barındırmayan bir yaşamı kabul etmedi. O, tanrıça Tiamat'ın yenildiği mevzilerde kahramanca ve büyük bir direnişle savaşarak komplo ve ihaneti, onların çizgi ve felsefesini yenilgiye uğrattı. Kendini, kayalıklardan uçuruma bırakmadan önce, son mermisine kadar savaştı. Mermisi kalmayınca, silahını parçalayarak imha etti. Bu anlamda direnişi ve silahını komploculara bırakmaması, Tiamat'ın yenilgisini, yengiye dönüştürmesinin ifadesi oluyor. Ona karşı savaşan düşmanları, onun yengisinin şahitleridir.
Destanlaşan bu kutsal direniş, onların da kabullendiği bir olgudur. O'na karşı savaşan peşmergelerden biri savaş anında Beritan arkadaşı yaralandığında, yanındaki öbür peşmerge arkadaşına kızarak, bu büyük direnişçiye saygı duyması gerektiğini belirtmiştir. Uçurumun kıyısında efsaneleşen Beritan yoldaşın cansız bedeninin yanına gelen ve onun kahramanlığından etkilenen peşmerge, Beritan yoldaşın belindeki raxtı alarak, bugüne dek Şehrazor'daki evinin başköşesine asmış, büyük direniş karşısındaki saygı ve etkilenişini dilden dile anlatmıştır, hala da anlatmaktadır. '97'de parti olarak haber gönderip ondaki o kutsal anıyı istediğimizde bize "O benim için de kutsal ve anlamlıdır. Kutsal bir anı olarak yanımda tutmak istiyorum." dedi. Beritan yoldaşın gerçekliği böylesine yüce ve düşmanın dahi O'na karşı saygı duyduğu bir gerçekliktir. O, ışığında aydınlanacağımız bir manifestodur. Komploculuğa ve lanetliğe karşı bir mücadele çizgisidir. Tüm geriliklerin ve olumsuzlukların zeminine karşı bir başkaldırıdır.
Meryem Ana'ya gelince; O kutsal bir anadır. Kızına yazdığı günlüğü bana okurdu. Kızının adı Şilan. Benim adaşımdır. Kızı için kaleme aldığı duyguları, denizleri ve okyanusları aşan derinlikte ve kutsallıktaydı. O duygular ki, bir ananın közden yüreği kadar sıcak ve güneşin merkezinden yükselen alevler kadar yakıcıydı. O duygular ki, güneşin yakıcılığı ve canlılığından alırdı kaynağını. Yüreğinin büyüklüğü en yüksek dağları bile aşardı. Bu yürek büyüklüğü karşısında en yüksek ve asi dağlar dahi utançla baş eğerlerdi. Bir ana olarak tarihi görevinin bilincindeydi. Devrim karşısındaki görevi sadece canından çok sevdiği kızı için değil; annesi, babası, katledilen yüzlerce çocuk, yine ülkesinden ayrı, yabancı topraklarda büyüyen çocuklara özgür bir gelecek yaratmak içindi. Özgür bir ülke yaratmak için omuzlamıştı devrim görevini. Özgür ve onurlu bir yaşam içindi her şey. Devrim görevleri ile analık duygusu ve derin istemleri arasında müthiş bir bütünlük oluşturmuştu. Kadın Kurtuluş Hareketi'nde öncü bir misyona sahipti. Orduda komutandı. Derin ideolojik yaklaşımı, cins bilinci ve yoğun birikimiyle ihtiyaç duyulan her yerde hümanist olduğu kadar, örgütsel gereklilikler ve örgütsel işleyişte tavizsizdi. Gerektiğinde güçlü ve cesaretli bir savaşçıydı.
1997'de bir grup bayan arkadaşla Haftanin ve Metina arasında hainlerin kurduğu bir pusuya düştü. Büyük bir direniş ve kahramanlıkla savaşarak, '97 Ekim ayının tanrıçaları arasında yerini aldı.
Ekim ayında şehit düşen, Çiğdem Türk, Ronahi Alman, Sarya, Gurbetelli Ersöz ve Zinarin yoldaşlar kendi gerçeklikleriyle birlikte özgürlük çizgisinin zirveleşen sembolleri ve özgür insanın kadınla yaratmak istediği yaşamın mimarı oldular. Onlar Ekim ayında lanetliliğe, komploculuğa ve tüm karanlıklara karşı kutsal bir çizgi ve sönmeyen ışık oldular. Zinarin yoldaşın "Sorun cennette melek olmayı başarabilmektir." sözünün güçlü gerçekleştiricileri olmayı başardılar. Ekim şehitleri cennet ülkesinde birer melek oldular. Bu ayın ölümsüz şehitleri şahsında, tüm devrim şehitlerini saygıyla anıyor ve onların çizdiği yolda, yine Beritan yoldaşın çizgi ve felsefesinin takipçileri olacağımızı belirtiyoruz.
Şilan Kobani
- Ayrıntılar
Tarih, bizim toplumsal bilincimiz, belleğimiz olduğu kadarıyla, kim olduğumuzu, nerden geldiğimizi ve nasıl yaşadığımızı ifade eder. Egemenlerin tarihi karşısında kendi öz tarihimizi gün ışığına çıkarmak, anlamlandırmak ve onun üzerinden geleceğe bakmak bizim varlık ve kimlik gerekçemizdir. Güncelliği ise inandığımız değerler uğruna anlam gücüyle yaşamayı ya da o güncellik içersinde, her koşulda bedeller ödemeyi bilmekle tarihe mal ederiz. Bizim gibi özgürlük mücadelesi veren, vermekte olan bir hareket yaşadığı her günü böylesine bir güncellik içersinde karşılamaktadır. Bizler anlamlı bir yaşamı yaratmak kadar acı tecrübelerin yarattığı bedelleri de güçlü karşılamaya, sahiplenmeye çalıştık. Hemen her ayda, zamansız ve ansızın aramızdan ayrılan ve erkenden toprağa düşen yüzlerce, binlerce yoldaşımızı şehitler gerçeği içersinde tarihe mal etmeyi, yarattıkları değerleri korumak kadar büyütebilmeyi ve onların özgürlük ütopyalarını gerçekleştirme mücadelesi içerisinde olmayı en temel görevimiz bildik.
Özgürlük mücadelemiz içersinde Ekim ayında şehit düşen tüm kadın yoldaşlarımızı böylesine tarihsel ve güncellik içersinde yeniden anmak kadar, onların onurlu ve soylu özgürlük çizgisinde karalıklarını kendi kişiliklerimizde oluşturmanın mücadelesini veriyoruz. Onlar, bir halkın acılarını, isyanlarını olduğu kadar umuda, sevgiye ve özgürlüğe olan susamışlığını kendi yüreklerinde taşıyan biricik yoldaşlarımızdı. Onlar, hiçbir zaman köleliğin, zavallılığın bir kader olmadığını tam tersine bunu derinden yaşayan bir halkın ya da bir toplumun kendi öz değerlerine ve tarihine kavuştukça dirileceğini ve özgürlüğe en yakın konuma geleceğinin bilincinde olan yoldaşlardı. Halk olarak köklü ve eski bir tarihimiz olmakla birlikte, en çok katliama, asimilasyona ve şiddetin her türlüsüne maruz kaldık ve bu gerçeğe direnen binlerce evladımızı, yoldaşımızı kaybettik. Acıya karşı direniş, teslimiyete karşı direniş, asimilasyona, kimliksizliğe karşı direniş en önemlisi de mevcut olana alıştırılmaya, değersizleştirilmeye karşı direniş biz de kültür haline geldi. Ekim ayında şehit düşen Beritan (Gülnaz Karataş) yoldaşımız bu direniş kültürün amansız bir takipçisidir. O’nun ihanet ve işbirlikçiliğe teslim olmayıp o genceçik bedenini uçuruma bırakıp, özgürlük çizgisinin bir neferi, bir fedaisi olduğunu bugün yediden yetmişe herkes bilmektedir. Şehitler gerçeğine ve mirasına en çok bağlı olan Önder Apo, Beritan yoldaşımızın direniş çizgisini şu cümleleriyle çok güzel ifade etmiştir: “Beritan bize vasiyettir. O kızı unutabilir miyiz? O mesajdır. O bize çağrıdır. O bizim için bir Jeanne D’Arc’tır. Onun gibi yüzlercesi var. Onu esas alacağız, onurumuzdur. Onun eylemi sevdanın, onurun eylemidir. Biz onun olduğu yerdeyiz. Son ferde kadar savaşacağız. Şeref ve özgürlük için, onur için savaşacağız. Şehit Beritan çizgisi benim için çok önemli. Beritan’ın anısı ve çizgisi diyorum. Şehit Beritan’ın yaşamını çizgileştirmeliyiz.Ben bu çizginin bir neferiyim. Onurlu barış gelene kadar bu çizgiyi sürdürecekler.”
Kadın şehitler ayı olan bu Ekim ayında Zeynep (Gurbetelli Ersöz), Meryem (Meryem Çolak), Helin Çerkez, Rotinda (Aynur Aytemur), Kurde (Selamet Menteşe) ve onların ardılları olan onlarca, yüzlerce kadın yoldaşımız bu çizgiye bağlılığın gereği olarak kendi yaşamlarını ortaya koydular. Savaşın en sıcak döneminde Zeynep ve Meryem yoldaşlar, Önderliğe ve kadının direniş çizgisine olan bağlılığın ve sevginin gereği canlarıyla savaştılar. Önderliğimize çok çirkince ve sinsice geliştirilen uluslar arası 9 Ekim komplosuna karşı en erkenden Midyat Cezaevinde bedenlerini ateşe vererek Önder Apo’ya olan bağlılıklarını eylemleriyle gösteren Rotinda ve Kurde yoldaşlar, Beritan çizgisinin amansız takipçileri oldular. Bizler bu Ekim ayında Beritanca yaşamanın, Beritanca direnmenin ve onurlu bir mücadelenin sahibi olabilmek için şehit yoldaşlarımızı Önderliğimizin deyimiyle toprağa değil, yüreğimize ekiyoruz. Çünkü biliyoruz ki, şahadet gerçeğine bağlılığın gereği, yüreğimizi arındırmak, yüreğimizi büyütmek ve bir halkın özlemlerine cevap olabilmek bununla mümkün.
Bugün içinden geçtiğimiz süreci göz önünde bulundurursak, kadın şehitler ayının bizlere yüklediği büyük sorumluluklar var. Bizler bu çizgi temelinde mücadelemizi sürdürme kararlığı ve bilinciyle direniş ruhumuzu geliştireceğiz. Özellikle uluslar arası komplonun Önderliğimiz şahsında halkımıza yönelik daha da geliştirilerek sürdürülmesi ve bir halkın öz değerlerinin yok edilmek istenmesi, yediden yetmişe hepimizi süreç karşısında daha sorumlu ve vicdanlı davranmaya itmektedir. Bizler kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi ve nasıl özgür yaşamamız gerektiğini Önderliğimizin ve şehit yoldaşlarımızın sonsuz emek, özveri ve çabalarıyla öğrendik. Onurlu bir yaşamın kendi öz kimliğimizle, varlığımızla mümkün olabileceğini ve bunun için direniş mücadelemizi her yerde ve her zaman güçlü tutarak, gelişecek her türlü saldırılar karşısında nasıl cevap verileceğini kendi özgücümüzle tüm dünyaya gösterdik. Yaptığımız ya da katıldığımız her eylemde Önder Apo’yu sahiplenme, kendimizi sahiplenme en önemlisi de şehitlerimizi ve değerlerimizi sahiplenme olduğunu bilerek hareket ettik. Önder Apo’nun dolayısıyla Kürt halkının kaderini belirleyecek bu tarihsel sürecin Ekim ayında halkımızın, özellikle tüm Kürt kadınlarımızın Beritan çizgisine yaşamlarıyla, eylemleriyle öncülük edeceklerini, Beritan, Zeynep, Meryem, Rotinda, Kurde yoldaşlar şahsında tüm şehit kadın yoldaşlarımızın direniş geleneğini sürdüreceklerini biliyoruz. Ve yine biliyoruz ki, yüreğimizi ve beynimizi büyütmemiz, Önder Apo’nun yolunda yürümekle, başta Kürt halkının en yürekli çocukları olan ve yürekleri ve zihinlerini Önder Apo’nun ışığıyla bilemiş şehitlerimizin yarattığı değerlerle yürümekle gerçekleştirebiliriz.
ROTİNDA ENGİN
- Ayrıntılar
Özgürlük hareketinin demokratik çözüm ve barış için 2009 Nisanın da tek yanlı ilan ettiği eylemsizlik kararından sonra faşist TC devleti ve onun tüccar hükümeti bu iyi niyete karşı her hangi bir adım atmayınca hatta bunu bir fırsat gibi değerlendirerek Önderlik ve halkımız üzerindeki inkar ve imha siyasetini daha ince ve sinsi yöntemlerle devam ettirmek isteyince örgüt 2010 baharından itibaren eylemsizlik kararının anlamını yitirdiğini açıkladı ve demokratik özerkliği ilan etme temelin de meşru savunma hakkının kullanılması için aldığı kararı açıkladı. Bu karar çerçevesinde her yerde olduğu gibi biz de saha ve bölge olarak askeri eylem hazırlıklarına giriştik. Tim ve küçük birimlerle yapılacak eylemlerin yanı sıra kapsamlı eylemler için de karar aldık. Düşmanı sarsacak, burnunu sürtecek ve HPG’nin gücünü ve kararlılığını gösterecek düşmanın kendi basınına ve kamuoyuna uyguladığı ambargoyu kıracak bir eylemin yapılması gerekiyordu. Ayrıca böylesi bir eylem Botan sahası için de gerekliydi. Çünkü botan, silahlı mücadelemizin sembolü durumundaydı. Ve güçlü bir eylemle yeni başlayan dördüncü dönemin ruhu gösterilmeliydi.
Alınan karar çerçevesinde haziran ayının başında itibaren hazırlıklara başlandı. Eylem yapılacak düşman tepesi, Akir tepesiydi. Buranın hedef alınmasının sebepleri vardı. Pek çok tepe ve karakol üzerinde yapılan keşifler sonuncunda en uygun hedef bu tepeydi. Ayrıca Bestanın ortasında duran bir işgal abidesi gibiydi. Ve sökülüp atılması gerekiyordu.
Bir ay boyunca eylem için hazırlıklar yapıldı. Tepe her taraftan en ince ayrıntısına kadar keşfedildi. Gündüz keşiflerinin yanı sıra gece keşifleri de yapıldı. Saha koordinesindeki arkadaşlar başta olmak üzere eyleme katılacak gücün büyük bir kısmı bu keşiflerde yerini aldı. Keşif hazırlıklarında en fazla emek ve çaba harcayan arkadaş Kahraman arkadaştı. Alanı biraz tanıyordu. Gurupların sağlam geliş- gidişleri için bu fedakârlığı yapıyordu. Sadece gündüz keşifleri değil, gece keşiflerini de o yapıyordu.
Kahraman arkadaş küçük yaşlarında gerilla saflarına katılmış ilk şekillenmesini askeri ve gerilla terbiyesini Agitlerin yurdu Gabar da almıştı. Uzun bir süre hareketin yönetimindeki arkadaşların yanında kalmıştı. Ve uzun bir süre Özel kuvvetlerin içindeydi. 2007 yılında sonra ismini Erdal olarak değiştirmişti. Hem Şehit Erdal (Engin Sincer) arkadaşın adını almak istemişti. Fakat arkadaşlar ona genelde Kahraman diyordu. Özellikle de eski arkadaşlar Kahraman ismi ona daha çok yakıştırıyordu. İsmiyle uyuşan o kadar çok özelliği vardı ki.
Kahraman arkadaşı ilk defa 2001 yıllında Dola Êyşe de görmüştüm. O zaman Başkanlık Konseyinin güvenlik sorumlusuydu. PKK 6. Konferansı için toplanmıştık, o zaman bende çok havalı kendisini çok beğenen bir izlenim bırakmıştı. Ondan sonra bir birimizi görmedik ta ki 2009 da Kato Jirka da görüşene kadar bu sefer gördüğüm kahraman bambaşkaydı. Son derece mütevazı alçak gönüllü, hoş sohbetleriyle çekici, dürüst ve temiz bir arkadaştı. Yıllar öncesinde üzerimde kalan bu izlenimi keşiften sonra Zorava sırlarından Derye Kaçe ye doğru giderken Kahraman arkadaşa söylediğimde kahkahalarla güldü ve ‘ aynı şeyleri bende sende görmüştüm’ dedi. Çünkü çok yüzeysel bakıp geçmiştik. Oysa yoldaşlığı derinden tanımlamak apayrı bir bakış gerektiriyordu.
Keşifte bizim grubumuzun da öncüsü Kahraman arkadaştı. İki gün boyunca gece ve gündüz keşfi çalışmamızı yaptık. Bu keşifte arkadaşın isteği ve kararlılığı hat safhadaydı. Eylemin başarısı hakkında en ufak bir tereddüdü yoktu, hatta yaptığı esprilerle keşfimize renk katıyordu. Tankı ele geçirmemiz halinde nasıl kullanacağımız gibisinden esprilerdi. Bestanın o kavurucu havasında bu şakalarla zamanımızı doldurduk.
Keşif ve diğer hazırlıklarımız bitince eyleme katılacak güçleri topladık. Bazı tartışmalardan sonra, tepenin küçük toprak maketi üzerinde planlamayı ve eylemin nasıl yapılacağını tartıştık bu maketi de kahraman arkadaşla beraber yapmıştık. Maketimiz küçük bir Akir tepesi gibiydi ve maketimizdeki en ilginç görüntüler tank ve panzer sembolleriydi. Onları andıran bir şey bulamayınca yan tarafımız da kurulmuş bulunan katır artıklarını kullanmıştık. Kahraman arkadaş ‘bu tankın bir pislik olduğunu arkadaşlara gösterelim’ diyordu. Namlu yerine de boş bir BİC kalemi kullanarak tankı tepe ye indirdik. Düzenlemeler eylem planlamasının aktarılmasından sonra arkadaşlara okundu. Büyük bir merakla ve heyecanla dinlenen düzenlemeler arkadaşların simalarında direk rengini gösteriyordu. Bir çok arkadaşın ilk defa katılacağı böylesi bir eylemde özelikle saldırı gruplarında yerini alacak olanlarda büyük bir sevinç vardı. İsmi uzak gruplarda okunan arkadaşlarda ise burukluk ve yüz ekşimesi vardı. Yaklaşık yüz arkadaşın katılacağı Akir eyleminin toplantısı bittikten sonra, özgürlük şarkılarımızla sevinç ve başarı halayımızı tuttuk.
Yılların geleneği olan gerilla ‘govendi ‘ eylem öncesinin, başarası ve intikam haykırısı gibidir. Özgürlük, yiğitlik ve intikam türkülerinin söylendiği bu govendler büyük hesaplaşmalar öncesinde özgürlük savaşçılarının son sözleşmeleri ve yeminleri gibidir. Eyleme katılacak her arkadaşın bu halayda yeminini haykırması gerekir. Tüm arkadaşlar bu iddia ile govende girdi. El ele tutuşan özgürlük savaşçılarının intikam çığlıkları Katoların tarih görmüş kayalarına çarparak göğe yükseliyordu. Bir yeraltı şehrini andıran mağaramızın duvarlarına çarpan bu çığlıkları da başarı iddiası hat safhadaydı.
Eylem, Zilan arkadaşın şahadet yıl dönümü olan 30 Haziran da ‘Botan Şehitlerinin intikamı’ adı ile saat 23 00 de başlayacaktı. İki gün öncesinden ayrılan gruplar bu saatte eylemdeki yerlerinde hazır olacaktı. İçin de iki yüz askerin bulunduğu tepe ye imha amaçlı yöneliyorduk. 5 saldırı ve 3 saldırı- savunma grubunun yanı sıra ağır silah grupları ve uzak savunma grupları da vardı. Eylem saati yaklaştıkça heyecanımız ve merakımız artıyordu. Bu eylemde tek kaygımız vardı. O da grupların yerini almadan önce görüntü vermeleri ve düşmanın bizden önce harekete geçmesiydi. Korktuğumuz şeyde başımıza geldi eylemi başlatacak olan birinci savunma grubu yerini almadan görüntü verdi ve düşman grubu vurdu. Grup mevzilendirmesini yapmadan, düşman vurunca sistemleri biraz dağıldı. Ayrıca ilk tank atışı ile Sılav arkadaş şehit düşünce yeniden mevzilenemediler. Diğer iki savunma grubu yerini almıştı. Ve onlara düşmanı vurma talimatı verildi. Özelikle kahraman arkadaşın sorumlusu olduğu savunma grubu, düşmanın 20 çadırı ve iki nizamiyesine çok yakın bir yerde mevzilenmişti. Bu grup çok etkili bir şekilde çadırlardaki düşmanı vurdu. Bu vuruşlarda tepe komutanı da öldüğü için tepeleri koordinesiz kalmıştı. Kendi cihazlarındaki muhabere adeta Osyan’a yalvararak yardım istiyorlardı. Eylem planlama saatinden yarım saat önce başladığı için saldırı grupları yerini alamamıştı. 5 saldırı grubundan sadece en son harekete geçecek olan grup yerini almıştı. 4 grup uzaktı ve kısa bir süre içerisinde yerlerini alamayacaklarını söyleyince gruplara geri çekilme talimatı verildi. Bu eylemde zorlama yaratan bir meselede bağlantı sorunuydu. Cihaza çıkan arkadaşlar yerlerini almadığını söylüyordu. Yerlerini alan arkadaşlarda cihaza çıkmıyorlardı. Kahraman arkadaşın cihazında bir sorun çıktığı için, eylem başladıktan ancak 13 dakika sonra konuşabildik. Büyük bir coşku için de gelen tekmilinde yoğun bir şekilde çadırları vurduğunu söylüyordu. Cihazları dinleyen bütün arkadaşlara moral veren kahraman arkadaşın bu sözleri, duyacağımız son sözleriydi. Çünkü mevziden mevziiye koşan kahraman arkadaş, düşmanın korku ve panik içerisindeki rast gele kurşunlarına denk gelmişti. Onun cihazını alan arkadaşlar kahraman arkadaşın yaralandığını söyleyince hemen oraya Dr.arkadaşı gönderdik. Meğerse birkaç dakika sonra şehit düşmüştü. Genel arkadaşlar etkilenmesin diye cihaz da söylenmemişti. Ertesi gün şehit düştüğünü öğrendik, tepe de süren çatışmada iki arkadaş şehit düşmüştü. Düşmanın ise 24’e yakın kaybı vardı. Gece yarısı Osyandan yardıma gelen çeteler de vuruldu ve 3 korucu öldürülmüştü. Ayrıca takviye getiren helikopterler de doçkalarla vuruldu. Ve geri dönmek zorunda kalmışlardı. Eylem sabote olmuş olmasına rağmen, düşman felç olmuştu ve neye uğradığını şaşırmışlardı. Böylesi bir eylemi hiç beklememişlerdi. Eylemden sonraki havamız sabaha kadar farklıydı. Ta ki düşman kendi basının da ondan fazla kaybımızdan bahsedene kadar oysa akşam bir şehidimiz ve bir yaralımız vardı. Bu haberlerden sonra tekrardan gruplarla bağlantı kurmak istedik. Görüntü veren grupların sorumlusu arkadaşlar 8 arkadaşın kopuk olduğunu söyleyince adeta şok olduk ve sözlerimiz kursağımız da kaldı. Eylem gecesi tüm gruplar yerinden çıkıncaya kadar bağlantımız vardı. Ve kimse böyle bir tekmil vermemişti. Bir grubun kaldığı söylenseydi. Tepenin etrafını bırakmayacaktık ‘nasıl olsa onlarda gelir’ denilerek cihazlara yansıtılmak istenmişti. Fakat grup tepenin altında, düşmanın denetiminde bir yerde sabahlayınca çıkamamışlardı. Düşmanda sabah erkenden aldığı darbenin hıncı ile grubu kuşatmaya almıştı. Büyük ihtimalle kimyevi maddelerin kullanıldığı bu çatışma da 8 arkadaş şehit düşmüştü. Cenazeleri yanmış, parçalanmış olması ve iki arkadaş dışında cenazelerin toplu gömülmesi kendi vahşetlerinin göstergesiydi.
Bazen öyle anlar olur ki: tebessüm mat olur, sevinç donar ve sözler boğazda düğümlenir. Sadece gözler konuşur ve sesiz bir diyalog başlar gözlerin dili arasında, bu bakışlarda geri de kalan birkaç gün öncesine ait diyaloglar, görüntüler ve anılar dolaşır. Yeminler, haykırışlar ve o anda orada hazır olmayanlar hatırlanır. Daha birkaç gün öncesinin coşkusu, morali ve gidenlerin intikam yeminleri dillenir bu sözsüz diyaloglarda, bir hesaplaşma yöntemimiz ve ‘keşke’lerin hüküm sürdüğü bir vicdan sorgulamasıdır. Militanca bağlılık, yoldaşlık dediğimiz duygu ve bilinç bu sözsüz diyalogun en ince derinliğidir. Sanık sandalyesinde pişmanlıklarımızı yargıladığımız lal olmuş diyaloglarda.
Niçin oradan çıkmadıklarını sadece kendilerinin bildiği 8 arkadaş orada şehit düşmüştü. Yıllarca savaş ortamlarında kalmış Havin Çırav arkadaş, 2009 yıllında büyük bir moralle Botana geçen Herekol Kemal, Ali ve Mahsun arkadaşlar iki üç yıldır. Sahadaki çalışmalara aktif katılan Azad, Hebun ve Şahin arkadaşlar orada şehit düşmüşlerdi. Neydi onları orada düşman kontrolünde bırakan sebep? Yorgunluk muydu acaba? Yoksa eylemin sabote olmasını mı? Gururlarına yedirmemişlerdi? Bu şahadetler kadar tüm arkadaşları üzen başka bir konuda bu cevapsız sorulardı işte,
Büyük bir coşku ile başlayan Akir eyleminde böylesi talihsiz ve hak edilmemiş şahadetler tüm arkadaşlar üzdü. Örgütü ve halkı zorladı. Hatta büyük bir darbe yemiş düşmanın kayıplarını bile görmezden geldik. Genelkurmay başkanı ve tüm kuvvet komutanlarıyla, devşirme Kılıçdaroğlunun ertesi gün tepeyi ziyaret etmeleri de yediği darbenin göstergesiydi. Düşman gerçekten de şok olmuştu. Böylesi bir saldırıyı Besta da beklemiyordu.
Tüm talihsizliklere rağmen düşmana intikam alma ve hesap sorulacağı mesajı verilmişti. Bu alandaki gerilla tasfiyeci ruhun artıkları değildi. Kendilerine en fazla güvendikleri, kendilerini taburlarla, tanklarla korudukları yerde baskın uğratacak bir gerilla vardı karşılarında, sonuna kadar savaşarak son kurşununu kendisine sıkarak ve bombasını kendisinde patlatacak yürekler vardı artık Besta da, intikam yeminlerini, özgürlük umutlarını ve davaya bağlılıklarını namluların ucu ile faşistler karşısında kusan KAHRAMANLAR vardı.
İntikam yeminlerimiz, geride kalan yoldaşlarımızın da intikam yeminleri olacak, aylarcadır, yoldaşlarımız tarafından yapılan intikam eylemleri hep sizlerin anısına yapılıyor. Bundan sonra da bu yeminler tutulacaktır.
Yoldaşlığınız, anılarınız ve siluetleriniz her zaman yüreklerimizin zirvelerinde olacaktır.
Haci Gever
- Ayrıntılar
İnsanlığın yeşerdiği topraklardan kilometrelerce uzakta bir göçmen olarak dünyaya açtığı gözlerinde hiçbir zaman umudu eksik etmedi. Bir göçmenin yaşadığı zorluklara birde kültürel, siyasal ve ulusal sömürünün tavan yaptığı bir kimlik eklenince, insan olarak ayakta kalabilmek için tutunacağı tek dal bu umudun bakışıydı.
Tüm zorluklara, tüm baskılara karşı direnerek, onu topraklarından ayıran sisteme ve sistemin güncel temsilcilerine cevap verecekti. Çünkü bu umutla harlanmış alev gözler ona bu arayışı zorunlu kılmıştı. Belki de hakikat arayışçılığı, fikri, zikri ve fiili militanlığındaki bütünsellik bu şekilde en güzel anlamına kavuşacaktı.
Uzun yıllar yabancı olarak yaşadığı İsviçre’de kirliliğe, çalıntı yaşamlara, sömürü ocaklarına, kısacası insana dair tüm güzelliklerden uzaklaşmış bu insanlık canavarı Avrupa sistemine “yabancı” olarak kalmaya başarmıştı.
Gözlerindeki umut ateşini ve kirliliğe yabancılığı katıp çantasına doğduğu topraklara gittikçe yakınlaşmak için yola koyulmuştu. Bu yolculuğun, bu militan arayışın diğer bir durağı da İstanbul olacaktı.
O İstanbul ki hem modernite canavarının larvalarını çoğalttığı, her an, her saniye damla damla kanserleşen hücreleriyle hastalıklı bireyler yaratan hem de bu kirlilikle yaşanılamayacağını anlayıp mücadele militanları yaratan, metropol-getto, gökdelen-gecekondu vs. bileşimi bir de dualiteydi.
Bu ikilem ve karşıtlık içinde seçtiği yol onu bir dergâha ulaştıracaktı. Adı gibi ulaşacağı dergâh da Derviş’ane olacaktı ve o seçimini “hiçbir yasa, özgürlük yasasının üstünde bir güce sahip değildir” den yana yapıp “Özgür” olmayı seçecekti.
“Derviş” i olduğu İstanbul onun kahramanlıklarına da tanıklık etmişti. “Özgür” olmaya doğru yürüdüğü yolun ilk etaplarını bu dualite de aşarak bu şehire onlarca anı bırakmıştı. Bu anılar dilden dile dolaşarak canlılığını korumaya devam ediyor. Faşizme indirdiği yumruklar, yağdırdığı taşlar ve Molotoflar halen cesaret imgesi, kampüslerde yankılanan “ya özgürlük hareketinin yanında olursunuz, yada katil devletin yanında”, “sizin asker-polisiniz varsa,bizimde dağlarımız var” sözleri halen mücadele gerekçesi ve yöntemidir.
İstanbul Üniversitesi Avcılar Kampüsü daha öncesinde de nice özgürlük kahramanlarına tanıklık etmişti. Güney batıda kahramanlaşan Ş.Hüseyin (Bülent Doğan), Kelareş’te ölümsüzleşen Ş. Cumali (Salih) ve Besta da çığlık olan Ş.Ekin(Esra Bulut) ve onlarcasının izinde yürümek için yönünü dağlara vermişti. O da biliyordu ki “tarihte umut arayışları hep hakim sistemlerin kıyılarında, dağların ve çöllerin kuytularına sığınmış topluluklarda aranır”’daki gibi olması gerekiyordu.
Bu DERVİŞ’ane arayış, bu umut onu “özgür”leştirmişti artık. Kirliliğe, zulme, ihanete, insanlığın gün gün yitimine karşı seçimini dağlardan yana, hakikat arayışçılığının fikri-zikri-fiili militan bütünselliğinden yana yapmıştı.
Onun ve ondan önceki kahramanların okul arkadaşı ve mücadele arkadaşı olarak bizimde seçimimizin “dağlar” olması gerekiyordu. Onun mücadeleye bağlılığı, bu mücadeleye bağlılığın gereği olan mücadele biçimi ve seçimi bize de tek yol bırakıyordu: bu yaşam abidelerine “yoldaş” olmak, “heval” olmak.
Bu, amaçla yönümüzü “özgür”lüğe, tüm yaşam biçimlerine alternatif olan İmralı Güneşinin yaratımı dağlara verdik.
Söz verdiğimiz halde buluşma mümkün olmadı. Onu tanıma, görme şansını yakalamış olan yoldaşlarla yapılan tüm sohbetlerde onunla buluşamamanın eksikliğini gidermeye çalıştım. Bu şansı yakalamış olan yoldaşların gözlerinde onun gözlerindeki umut ateşinin etkisini okuyabilmek hiç zor olmadı.
2 Eylül 2008 günü Tezvan karakolunda Bingöl şehitlerinin intikamı ve Önderliğe yapılan saldırılara cevap olmak için, yıldırım gibi çaktığı kampüslerdeki gibi faşist-ordu sürülerine ağır darbe vurarak 36 düşman askerini öldürüp, onlarcasını yaralayarak 3 arkadaşıyla birlikte ölümsüzlük tacını giyen Özgür Roni Arkadaş, günlerce düşman gündemini sarsarak, gençliğin nasıl “intikam” gücü olduğunu kahramanlaşarak göstermişti. Eylemden sonra tüm güçlerini bu bölgeden çekip kaçan düşman, halen bile Tezvan’dan geçemiyor. Yaşamına layık şahadetiyle, özgürlük saflarına katılan onlarca gencin “Özgür”, “Roni”, “Derviş” ismini almasına ilham kaynağı olarak ölümsüzleşen Özgür Roni arkadaş, şahadetiyle bile düşmanı çıldırtmaya devam edecektir.
Gözlerindeki umutla “Özgür” lük, yaşamı ve mücadelesi ile tüm karanlıklara “Roni” olan Dervişimizle hakikat arayışçılığında buluşup O’nu görme, O’nu yaşama, O olabilme umuduyla anısına bağlılık sözümüzü yineliyoruz.
Amed Adıl
- Ayrıntılar
Apocu Ruh Ve Keskin Vuruş Tarzıyla Düşürülemiyecek Düşman Hedefi Yoktur
Güvenlik tepesine yapılan eylemin mekanı,zamanı,gelişimi sonuçları ve yaşanan yetersizlikleri,hataları ve yanlışlarını değerlendirmek hem sürec açısından hemde taktik,tarz, komuta ve bizim açımızdan önemli ve sonuç çıkarılması gereken bir deneyim olmaktadır.
- Ayrıntılar