Jîn yüzlerce kez Jîn, milyon kere Jîn, Kürdistan’ın bütün ırmaklarında Jîn, dağlarda, Kürdistanî bütün soluklarda Jîn. Evet bir volkan daha patladı, bir çığlık daha koptu ülkemin kalbinde. Bir kadın daha selamlaştı yıldızlarla. Bir tomurcuk daha Zilan çiçeği açtı. Dünyalar güzeli bir kadın gerilla daha özgürlüğün ölümsüz zılgıtı oldu. Adı Jîn, soyadı yine Jîn. Yaşam gerekçesi Jîn, ölüm gerekçesi Jîn. Savaşın kuşatmasında, ölümün kol gezdiği bir mekanda çocuksu bir gülüşün zamanıydı Jîn. Somurtkan dünyanın en masum tebessümüydü Jîn. Ölümün barınmadığı, ölümün dışında olan… Adı yaşam, yani Jîn olan.
Jîn öyle bir ülkenin çocuğuydu ki, bin yıllardır anaların ağıtıyla yıkandı bu ülke. Belki de bu yüzden bu kadar zılgıt olmayı sevdi. Kadınlığın bütün çığlıklarını ruhunda hissetti. Ve o asla kabul etmedi ruhunun kuşatmaya alınmasını. Belki de bu yüzden özgürlük halayının başını çeken, ülkesinin en nazenin kızlarından olmayı seçti. Jîn, hepimizin yüreğindeki şarkının sözü oldu. Hayalini kurduğumuz özgür ülkenin şiiri oldu.
Ve 5 Ağustos’da Çukurca’da bedenine bağladığı bombalarla fedai eylemi gerçekleştirdi Jîn.
Mücadelemizin katmerleşerek devam ettiği bu süreçte, her zamankinden daha fazla karşımızdaki düşman AKP maskesi ile üç maymunları oynamaya devam ediyor. Bütün bu kahramanlıklara, yiğit Kürt kızlarının zılgıtlarına rağmen görmedim, duymadım ve bilmiyorum pozisyonundan bir adım ileriye gitmemeye yeminli adeta. Bir de herkesi kendisi gibi sanmaz mı? Bu direnişin görkemini, bu yüce ruhun irade ve azmini dış ülkelerin desteğine bağlamaz mı? Kendi yörüngesinin dışına çıkamayan bir fukaralık örneği. Her defasında soluğu Amerika’da alan Türkiye’yi parsel parsel Batı’ya peşkeş çeken bu zihniyet, herkesi kendisi gibi dışa endeksli sanıyor. Oysa Jîn’in dağ kadar yüreği varken, Kürdistanî bir ezgiye sahipken ve yüreğinin öfkesi bugün patlamayı bekliyorken, neden dışa sığınsın ki? Bu militanların bu kadar içsel gerekçeleri varken, dış da neyin nesiymiş? ‘Dış’ AKP’ye ait olan bir kavram. Biz baştan ayağa ‘İç’ olanız. Ülkemizde kuşatmayı, işkenceyi, esareti kabul etmeyen bir özgürlük hareketinin "militanlarıyız. Jîn’in yoldaşlarıyız. Buna rağmen bu fedai ruhu görmezden gelen, duymak istemeyen ve asla bilmek istemeyen bu kof beyniyle asla bilemeyecek olan bir gerçekle karşı karşıyayız. Ama bilinsin isteriz ki, Apocu militanların hiçbir dış güce ihtiyacı olmaksızın ve bir halkın yüreğini fethetmişken, volkan gibi yüreklere sahipken dünyalar yerle bir edilebilir. AKP ve AKP jandarmaları bu öfkeyle, bu isyanla her zaman karşı karşıya geleceklerdir. Onlar görmek istemezse de, bu yüreği baştan ayağa isyan olan halkın çocukları, bu gerçeği onların gözünün içine koyacaktır.
Sıkıysa duymasınlar. Ama biz, yüreğimizdeki çığlığı her gün haykıracağız. Esaret varoldukça, işkenceler sürdükçe, annelerimiz sokaklarda süründürüldükçe varolmaya da devam edeceğiz. Sıkıysa bilmesinler. Kendi ülkelerindeki dehşeti görmeyip Suriye’ye, Mısır’a perspektif versinler. Ama bu hiç bilmezlikten, görmezlikten, duymazlıktan geldikleri bu ateş, en çok da onları yakacaktır. Bu dağlarda kimse canından bezmemiştir. Bu yaşam dolu gençler, bedenlerini paramparça ediyorsa Erdoğan’ın idrak edemeyeceği kadar büyük gerekçeleri vardır. Ve bu savaş devam ettikçe bu diyalektik hep böyle de sürecektir. Hadi diyelim ki bilinmedi, duyulmadı ve görülmek istenmedi, ama insan biraz başını iki eli arasına alır düşünür. Geceleri niye rahat yatamıyorum diye kendine sorar. Dağ yürekli Jîn ve Jîn’in yoldaşları, artık sadece eylem değil, harekat insanlarıdırlar.
15 Ağustos’a sayılı günler kala yola çıktığımız ilk gerekçeyle hala meramımızı anlatmaya çalışıyoruz o çok bahsi geçen ‘dış dünyaya’, bize çok uzak olan dış güçlere. Sormazlar mı adama, bu kadar destekçiyse bu dış olan her şey neden hiç anlamadı şimdiye dek bu gençlerin savaş gerekçesini? Canını hiç çekinmeden feda eden bu yiğit genç kızları? Bütün dünya anlamsızlığa doğru giderken, bir de başımıza ‘dış’tan bir maske musallat ettiler.
Anlamak istemeyen Türkiye iktidar elidi Kürtlere dair Suriye’de olanların Kuzey Kürdistan’a sıçramasının paranoyasını yaşadığı için anlamayan ruh halinden kurtulamıyor bir türlü. O zaman neden paranoya yaşıyor? Neden bu kadar korku? Ve bu korku neden bu kadar içe işlemiş? Hem de bu kadar dış gerekçeleri güçlüyken… İnsanın gücüne gidiyor doğrusu. Adı Amerika uşağı diye bilinen, bir başbakanın bu kadar dıştan bahsetmesi komik kaçıyor. Bu kadar içsel bir korkuya kapılması kafalarda bir sürü soru işareti yaratıyor. Neyse…
Biz içsel olan çığlığımıza dönelim. Yüreğimizde hiç silinmeyecek olan, beynimizde özgürlük yankısı olarak anılacak olan Jîn-imize… En çok bu dağlarda savaşanlar savaşın bitmesini ister. Bunun için hiç kimsenin yapamadığı, yapamayacağı fedakarlıklara katlanır. Jîn bunu en anlamayana, en bilmeyene, en duymayana, en görmeyene de göstermeyi bilmiştir. Sıkıysa kör olun, isterseniz kaçın bilmemek için. Çok başarabiliyorsanız sağır olun. Siz nerede olursanız olun Jîn ve Jîn’in ardılları ülkelerinin içinde, halklarının içlerine işlemiş olan özgürlük çığlığı olmaya devam edecektir.
Medya DOZ
- Ayrıntılar
Kürdistan’da her zamankinden çok ileri düzeyde bir sıcaklık yaşanıyor. Ve bu sıcaklık sadece bir yazın sıcaklığı değildir elbette. Bu sıcaklık 14 Temmuz’dan bizlere bugünlere kalan bir sıcaklık. Öyle ki 30 yıl önce sergilenen direniş bugünlere büyük bir meşale olarak yansıyor. Ve aynen o günlerdeki gibi bizlere umut saçıyor. Boşuna büyük insan ve büyük devrimci militan Mehmet Hayri Durmuş yoldaşımız bu en zor koşullarda “Kürdistan Vietnamlaşıyor duyuyor musunuz?” dememiştir. Ve boşuna büyük militan Kemal Pir yoldaş: “Yaşamı uğruna ölecek kadar seviyoruz” da dememiştir.
Evet, onlar 30 yıl önce Mazlum Doğan yoldaşın çaktığı ilk kibrit ateşini bedenlerini açlıklara vererek devasa bir direniş mirası ekerlerken biliyorlardı ki aynen temmuz aylarında, yine sıcak bir yaz gününde Kürdistan TC faşist devletine mezar olacaktı. Ve onlar biliyorlardı ki 23 Temmuz 2012 gününde bugüne Şemzinan’da başlayan gerilla direniş adım adım, karış karış tüm Kürdistan’a yayılmanın fitili olacaktır. Ve onlar biliyorlardı ki direnişleri “ihanetin göğsüne hançer gibi saplandı” ve saplanacaktı.
Evet, bugünlerde Kürdistan sıcak geçiyor. Ve dediğimiz gibi bu sıcaklık sadece ve sadece yazın sıcaklığı değildir. Gerçi biz Kürtler ve belki de tüm Ortadoğular yazın sıcaklıklarından tez canlı oluruz. Canlanırız. Hareketleniriz. Ve belki de bu hareketlenmeyi buralı insanlar önceden baharla başlarlar. Sonradan bu bahar atikliğini adım adım yaza taşırlar. Ve bir yaz olmayı görsün artık hiç kimse buralı insanların sıcaklığını durduramaz.
Bu sıcaklıklara birde halkların baharını tetikleyen başka halkların özgürlük yürüyüşleri eklensin. Yani Arap baharı gibi, Ortadoğu baharı gibi. Siz artık buralı insanın duracağını düşünüyorsanız büyük hatta işliyorsunuzdur. Ve hele birde Kürt halk önderliğinin yıllar önce hem de çok yıllar önce halkların baharının geleceğini bilerek buralı halkı bu gelecek bahar günleri için nefes nefese hazırladığını da keşke bir bilseniz!
İşte o zaman 2012 yılının bu günlerinde Kürdistan’da yaşanan sıcaklıkları anlardınız. Bu sıcaklıkların dediğimiz gibi sadece mevsimle ilişkili olmadığını da anlardınız. Ve sizler bu sıcaklıkların bir halkın umudunun giderek zirvelere taşıyarak artık köle zincirlerini kabul etmediğini ve giderek kendi yolunu çizmek için daha büyük adımlar atmaya hazır olduğunu da anlardınız. Ve artık bir halkın tümden özgürlük için tırnağını dişine takarak kavganın tam ortasına atıldığını anlardınız.
Evet, Kürdistan’da bu ağustos her yıldan daha fazla sıcak geçiyor. Ve öyle görülüyor ki bu sıcaklar Kürdistan’da bu yıl eylüle ve ardından da ekime sarkacaktır. Çünkü bu sıcaklıklar insan ruhunu ısıtan sıcaklıklardır. Çünkü bu sıcaklıklar umut taşıyan sıcaklıklardır. Ve çünkü bu sıcaklıklar bir halkın kaderini tayin etmenin arifesinde yaşanan sıcaklıklardır.
Bunun için diyoruz ki bu yaz aylarının sıcaklığını daha da arttırmak için her Kürdistanlı, her Türkiyeli demokrat, her sosyalist, her faşizm karşıtı kesim ve kişiler, her bu sistemden rahatsız olan birey ve kurumlar ve tabii her insan olmak için direnen tüm toplumsal kesimler hep bir elden güçleri oranında bu bir şeyler yapmalı. Boşuna zamanında bir şair; “bir şeyler yapmalı” dememiştir.
Evet, bir şeyler yapmak isteyenler, geçmiş yılların eksikliklerini telafi etmek isteyenler, vicdan kirlenmesini aşmak isteyenler, kendilerini kendi vicdanları karşısında af ettirmek isteyenler mutlaka ama mutlaka bu yaz sıcaklıklarına destek sunarak özgürlük savaşçılarının yanında bir halkın özgürlük umudunu pratikleştirmenin tüm çabasını sergilemelidirler.
Ve unutulmasın ki bir halkın umudunu gerçekleştirmek hele bir de bu halkın adı Kürt halkı ise her şeyden önce kendi umudunu ve hayallini gerçekleştirmek olacaktır. Nedeni ise basittir, Kemal Pir yoldaşımız yıllar önce: “Türkiye halklarının kurtuluşu Kürt halkının özgürlüğünde geçmektedir” derken kast ettiği Kürt halkın özgürlüğünün mutlaka ama mutlaka beraberinde bu coğrafyalarda başka halkların özgürlüğünü de getireceğidir.
Ve işte bunun için yeniden diyoruz ki; ağustosun bu sıcağında dağlarla yeniden daha güçlü buluşmak için Türkiyeli, bu coğrafyalı ve tabii ki Kürdistanlı tüm gençleri yanımıza davet ediyoruz. Dağlara davet ediyoruz. Özgürlük dağlarına davet ediyoruz.
Engin Sincer
- Ayrıntılar
Kürdistan’da kıyasıya bir mücadele sürüyor. Ve bu mücadele daha da kapsamlı sürdürülecektir. Artık özgürlük kavgası sadece vur kaç taktiğiyle yürütülmeyecektir. Vur kaçta olacaktır ancak esas olan TC faşist sistemini Kürdistan’da felç etmek olacaktır. Felç kelimesini bilirsiniz, bir şeyi hareketsiz bırakmak manasında kullanıyor. Ve sözün tam manasıyla yeni gelişen devrimci dalga faşist TC devletini tam hareketsiz ve felç etmek olacaktır. Bu ise inanılmaz ölçüde sert bir mücadele süreci demektir. Kavganın dozajı daha da artacaktır. Şimdilik olup biten bir yoldaşımızın yazdığı gibi ve sadece bir lele provasıdır.
Şimdi bunun için diyoruz ki öncelikli olarak tüm Kürt gençleri böylesine bir süreçte TC askerliğine gitmeyin. Hem bize karşı sizi çıkartıyorlar, savaştırıyorlar. Sonra da çıkıp kendi kirli özel savaş televizyonlarında “bakın bir kürdü vurdular” diyerek bize hakaret yağdırıyorlar. Halbuki dünyanın neresine giderseniz gidin işgal edilmiş topraklara karşı verilmesi gerekli olan haklı olarak bir özgürlük direnişi ve kavgasıdır.
Bugün dünya Kürtler için “en büyük nüfuslu olupta devleti olmayan halk” diye söylüyor. Biz bir devlete sahip olmaya çok meraklı değiliz. Ancak anadilimize bu kadar hakaretler yağdırılmışken, kendi ülkemizde köylerimize, çocuklarımıza, şehirlerimize velhasıl ne kadar bu topraklarda halkımızın değerleri olan isimlerimiz yasaklanıyorsa, analarımız coplanıyorsa, kızlarımız YİBO’larda tecavüze ve fuhuşa zorlanıyorlarsa ve ardından da “dağa gideceklerine fuhuş yapsınlar” deniliyorsa, zindanlara attıkları Kürt çocuklarını psikopatlara bilinçlice tecavüz ettirilerek onurlarıyla oynanarak kişilik travmaları yaşatıyorlarsa, siyasetçilerimiz sebepsiz yere yıllarca zindanlara atılıyorsa, Kürt legal sivil toplum örgütlerine her gün ama her gün saldırarak baskılıyorlarsa, Kürtlerin özgür birlikteliğini ve örgütlülüğünü dağıtmak için inanılmaz ölçüde yok etmek için tasfiye ediliyorlarsa, adeta biten biber gazları için yeniden ödenek harcayarak meydanlarda insanlarımız biberleniyorsa, Kürdistan özgürlük gerillasına kimyasal silah dahil her türden katledici silahlar ve teknikler kullanarak yok edilmeleri için her şey ama her şeye yapıyorlarsa ve birde nerede bir Kürt kıpırdaması varsa İspanyol boğası gibi saldırıyorlarsa o zaman bize düşen, tek bir seçenek kalmıştır. Artık “vur kaç”ı terk ederek bir yoldaşın dediği gibi “vur kal” taktiğini uygulamaktır. Birde bize artık sadece ve sadece yukarıda belirttiğimiz bu faşist rejimin tüm nefes borularını felç etmek kalıyor.
Felç etmek öyle sanıldığı gibi kolay gerçekleşecek bir iş olmamaktadır. Felç etmek için büyük bedeller vermeniz gerekir. Nedeni ise felç etmek çok daha büyük bir savaş biçimidir. Bunun için felç etmenin bir bedeli de savaşın sert geçmesi olacaktır. Dozajı çok yüksek bir savaş demektir.
İşte diyoruz ki Kürdistan’da çok sert bir savaş ve özgürlük kavgasına bizler girişmişken öncelikli olarak hiçbir Kürt genci TC askerliğine gitmesin. Gerillaya gelmek isteyenler gerillaya gelsin. Yapamayanlar evini terk etsin ve yakasını bu faşist devletin eline vermesin. Bunu da yapamıyorlarsa vicdani ret hareketlerine katılsınlar. Ama kesinlikle TC devleti için askerliğe gitmesin. Hele hele Kürdistan’da askerlik yapmaya gelmesin. Eli silah almasın. Kürdistan’a TC devleti adına ayağını atmasın.
Evet, aynı şeyi Türkiye gençleri özelde de yoksul ailelerin çocukları için söylüyoruz; lütfen ama lütfen TC devletinin silahını alıp Kürt özgürlük savaşçılarına karşı savaşmayın. Kandırılarak, meydanlarda omuzlardan omuzlara sıçrayarak, bayrakları yükseklere çekerek, militarist ve ırkçı parçalar eşliğinde halaylar çekerek gelmeyin. Burası Kürdistan ve bazılarına göre “buralar herkesin terk ettiği diyarlardır.” Bunun için diyoruz ki, herkesin buraları terk ettiği diyarlara gelmeyin.
Gelmesi gerekenler bellidir. Bu savaşta rant elde edenler gelsin. Çocuklarını Amerikalara okul okutmaya gönderenler gelsin. Irkçı söylemlerle Türkiye toplumunu kışkırtanlar gelsin. Akıl yoksunu ve bir yazarın deyimiyle marangoz hatası olan psikopatların çocukları buralara gelsin.
Evet, bu savaşta çıkar sağlayanlar gelsin. Senin gibi Allahın fakir fukarası, üç aylık acemi er eğitim sürecinde geçmiş halk çocukları gelmesin. Sen gelme. Seni buralara gönderenlerin çocukları gelsin. Sende Kürt gençleri gibi ya özgürlük dağlarına Kürt kardeşlerinle birlikte bu zulüm rejimine karşı savaşmaya gel, ya da gelemiyorsan evini terk, ayrıl oralardan. Ya da sende vicdani ret hareketinin bir üyesi olarak bu savaşı durdurmaya çalışanlara katıl. Çalış ki bu savaş bir an önce bitsin. Bir an evvel kan akması dursun. Ve halklarımızın kardeşliği yeniden pekişsin.
Yeniden söylüyoruz: “KÜRT GENÇLERİ ve TÜRKİYE’NİN YOKSUL ÇOCUKLARI TC ASKERLİĞİNE GİTMEYİN.”
Aksi taktirde Kürdistan’da başınıza geleceklerden sadece ve sadece vebali sizin olacaktır. Arkanızda bıraktığınız ailenizin günahı sizin hanenize yazılacaktır. Onca arkanızda ağıt yakacak anaların feryadı yine sizin vebaliniz olacaktır.
Şıho Dirlik
- Ayrıntılar
Kürtlerde lele meselesi çokça dile getirilen bir meseledir. Lelenin ardından bir de Kürtlerin lolosu vardır. Lele ve loloya ilişkin çok olay ve anekdot anlatılır.
Yanlış anlaşılmasın bir lele hikayesi bir Laz ile bir kürdün yol arkadaşlığına ilişkin anlatılır. Ve en yaygın lele ve lolo meselesi de bu meseledir. Denilir ki bir Laz ile bir Kürt birlikte yolda giderler. Yol uzundur. Yorulurlar. Ve daha da yorulacaklardır. Bunun üzerine Laz bir öneri getirir. “yol uzundur, sen beni sırtlarsın ben Lazca türkü söylerim bitirse sen Kürtçe türkü söylersin ben seni sırtlarım. Böyle devam eder yolumuzu ilerleriz” der. Ve önce Kürt Laz’ı sırtlar. Ve başlar Lazca birbirinden güzel parçalar söyleme. “uy trabizon trabizon dibi kalay dibi kalaylı kazon” der ve birkaç parçadan sonra repertuarı biter. Sıra Kürt’ün sırta binmesine gelmiştir. Önce elini bir kulağına atar ve başlar söyleme; “le, le, le ,le…” diye. Ama yine “le, le, le...”diye. Ve bu sürdükçe sürer. Saatleri alır. Artık Laz dayanamaz, “oy uşağım bu le le bitmez mu(?)” diye serzenişte bulunur. Kürt ise hiç istifini bozmadan, “bitmez, birde bunun daha lolosu vardır” der ve yine “le, le, le” diye devam eder.
Evet, Şemdinli, Çukurca sadece ve sadece bir leledir. Ve daha bu leleler lolo olmadan çokça sürecektir. Şemdinli ve Çukurca’nın yerine başka Kürdistan kentleri gelecektir. Siz buna emin olabilirsiniz. Ancak dediğimiz gibi Kürdistan’da bunlar olmuşken Foça ve benzer yerlerde adım adım lele repertuarına gireceklerdir.
Dediğimiz gibi bu konuda emin olabilirsiniz. Yollarda, Kürdistan’da cirit atmanıza izin vermeyeceğiz. Rant elde etmek için artık kollunuzu sallayarak iş yapamayacaksanız. Askerleriniz polisleriniz istediği gibi dolaşmayacak. Ülkemizin yer altı ve yer üstü zenginliklerini yine tarihi kültürel mirası yok etmenizi izin vermeyeceğiz. Ve yine Kadimacılık diye bilinen Kürt halkının soykırımını en planlı bir şekilde yürüten AKP yandaşlığı, taraftarlığı, üyeliğine de izin vermeyeceğiz.
Özcesi Kürdistan’da suç teşkil eden, insanlık suçu diye tabir edilen tüm suçları Kürdistan’da yürütülmesine izin vermeyeceğiz. Sadece izin vermemede değil, bu suçları işleyenleri yargılayacağız. Yargılanmanın ilk adım şimdilik Şemzinan ve Çukurca’dır. Ve bu yargılanmalara bilindiği gibi yollarda kimlik kontrolleriyle devam edilmektedir.
Evet, tüm bu olup bitenler Kürtlerin deyimiyle sadece ve sadece leledir. Daha loloya sıra gelmemiştir. Ancak lelelere ekleyeceklerimiz vardır.
Kimse ama hiç kimse çocuklarını TC askerliğine göndermesin. Kürtler zaten göndermeyeceklerdir. Ancak Türklerde çocuklarını TC askerliğine göndermesin.
Kürdistan’a hiç kimse Kürt çocuklarına Türkçe öğretmek için gelmesin.
Kürdistan’a devletin herhangi bir kurumun da çalışmak için gerçekten kimse gelmesin.
Devlet için iş yapacak kim olursa olsun, hangi iş olursa olsun Kürdistan’a lütfen gelmesin.
Evet, yine söylüyoruz Kürdistan’a polislik yapmak için gelmeyin. Güvenlik görevlisi olarak gelmeyin.
Kürdistan’ın zenginliklerini tahrip eden işlere kimse ama kimse gelmesin.
Evet, bunların hepsi leledir. Ve daha lololara gelmeden lelelerimiz uzun bir süre devam da edecektir.
Yeniden belirtelim, kimse Kürdistan’da insanlık suçu işleyenlerin “af edilmediğinin” bilinmediğini bize söylemesin. Ve sadece Kürt olduğu için işlenen suçun dışında tutulacağının da düşünmesin. Kürdistan’da suçun tanımı nettir. Sınırları çizilmiştir. Ve bu sınırları kim çiğnerse çiğnesin halkımızın adaletinin önüne çıkarılacaktır.
Evet, yeniden belirtelim, Şemdinli ve Çukurca sadece ve sadece birer leledir. Ve bu işin lolosu çok güçlü bir şekilde farklı yerlerde gelecektir.
Buna emin olabilirsiniz…
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Birkaç gün sonra 15 Ağustos hamlesinin 28. yılını arkamızda bırakarak 29. yılına gireceğiz. 28 yıl önce ilk kurşun olarak başlayan Kürt diriliş devrimi bu 28 yılda Kürt toplumunda inanılmayacak, kimisine göre mucizevî diye tabir edilen gelişmeler ortaya çıkarmıştır.
İlk kurşun teorisi diye bir teorisi vardır Frantz Fanon ismindeki aslen Cezayirli olupta Fransa’da büyüyen psikologun. Frantz Fanon’a göre sömürge toplumların, özelde de neredeyse tümden sömürgeciler tarafından eritilmiş, ürkütülmüş, kendisi olmaktan çıkartılmış böylesine toplumların çok ciddi öz güven sorunları vardır. Kendilerine karşı, toplumlarına, halklarına ve de insanlığa karşı güvenleri yoktur. Güvenleri derin değildir. Bundandır ki hep korkak, sindirilmiş, ölgün, cansız varsa bir ruhları o da karartılmış bir haldedirler.
İşte böylesine toplumlar kendi kaderlerini ellerine almaya başladıkları anlarda kendileriyle çok ciddi bir kavga içerisine girerler. Aslında ilk başkaldırıları sömürgecilere karşı geliştirilen başkaldırı değildir. Başkaldırıları kendilerine karşı geliştirilen başkaldırıdır. Ve sömürgecilere sıktıkları ilk mermi, sömürgecilere karşı kaldırdıkları ilk yumrukları, sömürgecilere karşı atıkları ilk tokatları yani gerçekleştirdikleri ilk eylemleri esasta kendisine karşı, yani sindirilmiş olan, şuur altına kayıpta tereddütlü kişilik olarak ortaya çıkan kişiliksiz yapısına karşı sıkılan, atılan ve vurulan mermi, yumruk ve tokattır. Frantz Fanon bu durumu “ilk kurşun teorisi” olarak adlandırıyor.
Kürt özgürlük hareketi ilk eylemini hiç şüphe yoktur ki 15 Ağustos 1984 yılında başlatmamıştır. Özgürlük hareketi 1976-77’lerde Kürdistan’ın çeşitli yerlerinde ajan işbirlikçi yapılara karşı ilk eylemini ortaya koymuştur. Ajanlaşmış, feodal komplocu yapılara karşı ise Hilvan-Siverek’te etkili eylemler ortaya koymuştur. Şıkustin direnişinde TC faşizmine karşı ilk görkemli direnişi ortaya koymuştur. Ve en gür eylemliliğini, kapsamlı ve büyük bir plan dahilinde 15 ağustos 1984 yılında Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla daha da resmi bir hale getirerek ortaya koymuştur.
Bunun için kimi demokrat Türkiye aydını 15 ağustos 1984 eylemliliğini “ilk kurşun” teorisi olarak ele almış, kürdün kendi ezilmiş, horlanmış, küçük düşürülmüş, örgütlülükleri dağıtılmış, dumura uğratılmış, sinmiş, mütereddit, özgüvensiz kişiliğine sıkılan bu kurşunla hem kendi kişiliğinde hem de Kürt halkında bilinç yaratmanın en etkili eylemliliği olmuştur diyerek kaleme almıştır.
“İlk kurşun”la başlayan süreç, çok zaman üzerinden geçmeden Kürt toplumunda çok büyük değişimler ve dönüşümler yaratmıştır. Öyle ki bin yıllar içerisinde yapılmayanlar, yapılamayanlar kısa bir tarihi süre zarfında-hem de 28 yıl içerisinde-yapılmış ve bir toplum yeniden yaratılmıştır.
Bunun için 15 ağustos 1984 gerilla hamlesi yani Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla başlayan süreç Kürt halkı açısından sadece sömürge kişiliğine sıkılan bir kurşun olmamıştır. Sadece ve sadece ezilmiş, horlanmış kişilik yapılanmasının aşılması için de sıkılan bir kurşun olmamıştır. 15 ağustos 1984 hamlesi Kürt toplumu açısından aynı zamanda yeniden bir yaratılış destanı rolünü oynamıştır. Kürt toplumunu yeniden tarih sahnesine çıkartmıştır. Kürt toplumunu yeniden kendisine getirerek devasa bir KÜLTÜREL VAR ETME DEVRİMİ ortaya çıkarmıştır.
15 ağustos 1984 öncesi Kürt ile 15 ağustos 1984 sonrası kürdü yan yana getirdiğimizde kişilik ve karakter olarak birbirinden neredeyse 180 derece zıt farklı kişilik özelikleri gösterir. 15 ağustos 1984 hamlesi öncesi Kürt ölgün, ürkütülmüş, sindirilmiş, aile içi kavgalarla birbirine karşı düşmanlaştırılmış, feodal kompradorların uydusu, faşist devletin kültürel ham maddesi, ulusal değerlerden yoksun, oldukça içe kapanmış, aşırı duygusal, kırıcı, sinirli, kendisiyle barışık olmayan, yaşlanmış bir kişilik yapısını sergilerken 15 ağustos 1984 hamlesi ve sonrası süreçte ise kendine güvenen, ulusal değerlerle saygılı, kendisini tanıyan, kendisiyle uyumlu, başkalarının uydusu olmaktan kaçınan hatta bu durumdan utanan, oldukça bilinçlenmiş, demokratik değerlere bağlı, dayanışmacı, birey olarak gelişmiş, politik, inisiyatifli, kişilik olarak başkalarına boyun eğmeyen, haksızlıklara karşı geri adım atmayan ve tabii birde eve kapatılmış, rencide edilmiş, mal düzeyinde bile görülmeyen kadının görkemli bir şekilde aynı ana tanrıça zamanlarında olduğu gibi yeniden tarih sahnesine mucizevî bir şekilde çıkışını yaşamıştır. Öyle ki kadın Kürt toplumunda gelişmenin motoru rolünü üstlenir hale gelmiştir. Öyle ki bugün Kürdistan’da kültürel gelişmenin, siyasal etkinleşmenin, politik gelişmenin ve de toplumu örgütlemenin en dinamik yapısı haline gelmiştir. İşte bu 15 ağustos 1984 hamlesinin yarattığı ruhtur.
Olup bitenler elbette bununla sınırlı değildir. Kürtler bu kısa tarih süre zarfında tümden bir sosyal, siyasal, kültürel, ruhsal, eğitsel derken özelde de öz savunma hususunda bir devrim sürecini yaşamışlardır. Bugün Kürt toplumunun en yaşça küçük olan fertlerinden tutunda 80’li yaşları aşan yaşlılarına kadar ki insanlarında ezik, büzük, kendisine özgüvensiz bir yapı göremezsiniz. Boşuna henüz beşikten çıkar çıkmaz Kürt çocukları ellerine taş alarak TC’nin faşist polislerine saldırmıyorlar. Taş atmıyorlar. Halbuki 15 ağustos 1984 öncesi iki tane TC’nin pisik jandarması tümden bir köyü hizaya getirerek falakalarda geçirebiliyordu. Yine 80’li yılları aşan analarımız bugün mahkeme kapılarında hiçbir tereddüt göstermeden, geri adım atmadan, of demeden ve de yüzlerini peçelerin arkasına saklamadan nasıl da kameraların içine bakarak gür sesle konuşuyorlar. Ve nasıl da bugün çınarlık olan mellelerimiz Cuma namazlarında, meydanlarda hiçbir korku işareti göstermeden faşist devletin politikalarına karşı duruyorlar. Ve nasıl da analarımız şehit düşen evlatlarının cenazeleri üzerine giderken ellerine kına alarak, toprağa düşen evlatlarını evlendiriyorcasına ellerine kına sürerek zılgıtlar atıyorlar-ki bu zılgıtlar çaresizliğin zılgıtlar değil-bu zılgıtlar özgürlük isteyen ve bu uğurda bedel veren insanların bilinçli çığlıkları olduğunu unutmayalım.
Ve tabii olup bitenlerin tümü bunlarla da sınırlı değildir. Kürt dil devrimi, Kürt kültür devrimi, Kürt siyasal ve örgütlenme devrimi, Kürt ulusal birlik devrimi, Kürt sosyal devrimi, Kürt kadın devrimi, Kürt direniş devrimi derken böyle onlarca devrimsel gelişmeyi bu kısa tarih süre içerisinde Kürtler yaşamışlardır. Belki de Kürtler için en büyük devrimlerin başından bir tanesi de ihanete ve işbirlikçiliğe karşı gösterilen direniş ve karşı koyuş olmuştur. Kürtleri tarihte hep iç ihanet, dış ihanet ve işbirlikçilik bitirmiştir. Artık ilk kez Kürdistan tarihinde ihanet ve işbirlikçilik, ihanet ve işbirlikçilik olarak Kürt toplumu nezdinde görülmüş ve lanetlenmiştir. Ve bu lanetli durumu Kürt toplumu gördüğü ve bildiği için bugün ihanetçiler, işbirlikçiler ve hainler Kürdistan’da cirit atamıyorlar. İstediklerini elde edemiyorlar. Yoksa bugün TC devleti kadar bu kadar ihanetçiye, işbirlikçiye bu kadar paralar yatıran, bu kadar ön açan bir devlet dünyada belki de yoktur. Posası çıkmış, toplum nezdinde üç kuruşluk değeri kalmamış kişilikler yeniden yeniden boşuna toplum karşısına çıkartılmıyorlar. Nedeni ihanetin ve işbirlikçiliğin artık Kürdistan’da bir karşılıklarının olmayışıdır. Çünkü piyasalarda artık ihanetçi ve işbirlikçiler bulamıyorlar. Ki bu da 15 Ağustos 1984 hamlesiyle ortaya çıkan tarihi önemde bir değerdir.
Elbette 15 ağustos 1984 hamlesi başka değerler de ortaya çıkarmıştır. Bu değerlerden bir tanesi de Kürtlere karşı yapılan suçların mutlaka ama mutlaka ortaya çıkarılarak hak edilen cezanın verilmesidir. Yani Kürt halkına karşı işlenen suçların karşılıksız, cezasız kalmamasıdır. Ki bu da Kürtlerin tarihinde ilk kez yaşanan bir gerçekliktir.
Özcesi 15 ağustos 1984 hamlesi Kürtler ve Kürdistan’da yaşayan tüm toplumlar açısından tümden yeniden bir yaratıl destanıdır. Geçmişten beri birbirine karşı kırdırılan toplumların demokratik ulus temelinde yeniden halkların kardeşliği temelinde, ortakça bir arada yaşamanın da destanıdır. Yeniden kimlik kazanarak, kendisi olan bir halkın ve coğrafyanın da destanıdır.
Evet, 15 ağustos 1984 gerilla hamlesini ele alırken sadece ve sadece ilk kurşunu ele alarak değerlendirmek değil, tam tersine ilk kurşunun ortaya çıkardığı KÜLTÜREL DEVRİMİ görerek, bunun coşkusunu yaşayarak, heyecanına katılarak, yeniden ortaya çıkardığı ruh temelinde yaşama aktif dahil olarak, sömürgeciliğin içimizde kalan son kırıntılarına karşı da daha büyük bir direniş içerisine girerek direniş ve diriliş sürecini kapatarak artık kurtuluş zamanlarını tamamlama zamanıdır.
Evet, artık zaman kurtuluşu tam sağlamanın zamanıdır. Boşuna: “varlığını koruma, özgürlüğünü sağlama” denilmemiştir. Yani artık yeni 15 ağustosları özgürlüğümüzü sağlama olarak anlamalı ve bu uğurda daha büyük özverilerle devrimi zirveleştirmek için tüm gücümüzle 2012 yılına yüklenmeliyiz.
Nitekim bugünlerde hemen yanı başımızda Şıtazin-Oramar’da, Şemzinan’da ve de Çukurca’da olanlar, söylemek istediğimiz kurtuluşun yakın olduğunun sağlam adımlarıdır.
Yeniden ama bu kez daha güçlü bir temelde diyoruz ki:
Yaşasın Kürt halkının 15 ağustos 1984 hamlesi.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
15 Ağustos 1984’te Eruh ve Şemdinli eylemleriyle başlayan çağdaş Kürt direnişi yirmidokuzuncu yılına giriyor. Kürtler direnişte sonuna kadar ısrarlı görünüyor. Bu ısrar özgür yaşam bilinci ve tutkusundan ileri geliyor. Özgürlük arayışında Kürt halkına direnişten başka bir yol bırakılmamış bulunuyor.
Yirmidokuzuncu yıla girerken Kürt direnişinin tarihin en yaygın ve şiddetli boyutuna ulaştığı görülüyor. Geleneksel direniş önce Kürdistan’ın Kuzey parçasında, ardından da Doğu parçasında gelişmişti. Güney parçasında ise zaman zaman kesintiye uğrasa da geleneksel direniş sürekli var olmuştu. Çağdaş Kürt direnişi de önce Kuzey Kürdistan’da başladı. Daha sonra adım adım yayılarak tüm Kürdistan’ı kucakladı. Bugün Kuzey ve Batı Kürdistan’da tüm şiddetiyle süren direnişin tüm Kürdistan parçalarını etkisi altına aldığı görülüyor. Kürdistan Özgürlük Devrimi giderek daha fazla Ortadoğu’daki gelişmelerin seyrini belirliyor.
15 Ağustos 1984 Atılımının yirmisekizinci yıldönümünde direnişin bu kadar yaygınlık kazanmış ve şiddetlenmiş olmasının elbette “Arap baharı” ve Ortadoğu’da yaşanan Üçüncü Dünya Savaşıyla bağı var. Bu süreç 1991’deki Körfez Savaşı ile başlayarak, ABD’nin Afganistan ve Irak savaşlarıyla gelişip devam etti. Şimdi de Arap isyanı ve Suriye savaşı ile sürüyor. Ortadoğu’da sadece Kürtler savaşmıyor, herkes savaşıyor. Sadece bölge güçleri de değil, tüm küresel güçler bu savaşın içinde bulunuyor.
Dolayısıyla Kürtleri kandırmaya çalışan bazı sömürgeci güçlerin yaptığı gibi, “Kürtler niye savaşıyor, bu savaş gereksiz” dememek lazım. Ortadoğu’da yeni bir dünya savaşı yaşanıyor ve Birinci Dünya Savaşının yarattığı statüko yıkılıp yeni bir Ortadoğu sistemi oluşturulurken, yıkılan statükonun inkâr edip soykırım uyguladığı Kürtlerin bu yeni sistemde özgür olmayı ve statü kazanmayı istemesinden daha doğal ne olabilir? Bu özgürlük arayışı için gerekirse silahlı direnişe başvurmasının yadırganacak hangi yönü vardır?
Fakat silahlı Kürt direnişinin bu kadar uzamasını ve günümüzde bu denli yaygınlık ve şiddet kazanmış olmasını sadece Ortadoğu’da yeni bir dünya savaşının yaşanıyor olmasına bağlamak yetersiz kalır. Ondan daha çok Kürdistan üzerindeki inkâr ve imha rejimine bağlamak gerekir. Bu sistem sömürgeci ve soykırımcı bir karaktere sahiptir. Dahası Kürdistan’ı bölüp parçalamış ve adeta herkesi uygulanan Kürt soykırımına ortak etmiştir.
Kürdistan üzerinde uygulanan inkâr ve imha sisteminin temel karakterini şöyle belirlemek mümkündür: Bir veya birkaç devletin işi değil, Birinci Dünya Savaşı ile oluşan küresel kapitalist sistemin işidir. Sadece ekonomik sömürgecilik ve bunu gerçekleştiren siyasal-askeri egemenlik değil, ulusal-kültürel bir soykırımdır. Bu da hem fiziki katliam, hem de asimilasyon yöntemleriyle birlikte yürütülmektedir.
Bu durumun iki temel sonucu vardır: Birincisi, Kürdistan üzerindeki egemenlik herhangi bir sömürgeci egemenlik değil, soykırım uygulayan en faşist, milliyetçi, tekçi bir diktatörlüktür. Bu uygulama Kürtlere yönelik sürekli bir katliam ve savaş hali olmaktadır. İkincisi ise, Kürdistan üzerindeki egemenlik kendi uluslaşmasını Kürt soykırımı üzerine kurduğu için, Kürt uluslaşmasını ve özgürlüğünü kendisinin yok oluşu olarak görmektedir. Bu da Kürt soykırımını yürütmedeki mevcut ısrarı ortaya çıkarmaktadır.
Dikkat edilirse, savaş ve bunda ısrar etme aslında Kürtlerin duruşu değildir. Bu iki karakter aslında Kürdistan üzerindeki sömürgeci-soykırımcı rejime aittir. Kürdistan’ı egemenlik altında tutan güçler, Kürt soykırımını gerçekleştirebilmek için sürekli bir faşist savaş rejimini dayatmaktadır. Kendi varlığını böyle insanlık düşmanı bir savaşa bağladığı için de bu savaşta ısrar etmektedir. Kürtlerin yaptığı ise, buna karşı kendi varlığını koruyup özgürlüğünü kazanabilmek için alternatif geliştirmek olmaktadır. Yani soykırım savaşına ve bunda ısrara karşı özgürlük için direniş ve bunda ısrar yaşanmaktadır.
Bu belirttiklerimizi AKP pratiği birebir doğrulamaktadır. Yirmisekiz yıllık mücadele sonunda AKP hükümetinin ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın geldiği nokta Kenan Evren’in 12 Eylül rejimi olmaktadır. Yani Tayyip Erdoğan Ekim 2009’da söylediğini gerçekleştirmiş, “Başa dönmüş”tür. Yani Tayyip Erdoğan daha çok Evren’leşmiş, daha çok Çiller’leşmiştir. AKP hükümeti de kendinden önceki özel savaş hükümetlerinden biri ve sonuncusu haline gelmiştir.
Aslında tam anlamıyla bir başa dönüş de yoktur. Çünkü baştakinden uzaklaşma özünde hiç olmamıştır. AKP açısından baştaki durum Kürt soykırımını maskeli bir biçimde yürütmeye çalışmaktı. Yalan, hile, ikiyüzlülük ve demagoji ile bunu gerçekleştirmeye çalışıyordu. Şimdi ise takke düştü kel açığa çıktı. AKP’nin yüzündeki maske indirilince altındaki faşist-soykırım rejimi netçe ortaya çıktı. Tayyip Erdoğan’da artık yaptıklarını yalan ve demagoji ile gizlemek yerine açıkça söyler hale geldi. Kendisi gelmedi, bu hale getirildi.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ve AKP yöneticilerinin son dönemde söylediklerine ve yaptıklarına bir bakın! Bunların 15 Ağustos 1984’ten bu yana geçen yirmisekiz yıldır söylenenlerden bir farkı var mı? Kuşku duyanlar, son yirmisekiz yılın gazetelerini açıp iktidarda olanların söylediklerine baksınlar. Noktası ve virgülü ile bugün AKP iktidarının söylediklerini bulacaklardır. Yani AKP hükümeti yirmisekiz yıldır yapılanı yapıyor. Ne söz ne uygulama olarak yeni hiçbir şey yok. Yani Garp cephesinde yeni bir şey yok! Olanların hepsi de özel savaşta derinleşmeyi ifade ediyor.
Peki yirmisekiz yıldır izlenen yöntemleri izleyerek AKP hükümeti PKK’yi nasıl yenecek? Kendinden önceki hükümetlerin yaptığını yaparak Kürt sorunundan nasıl kurtulacak? Eğer bu sözler ve uygulamalar sonuç verseydi, yirmisekiz yıldır verirdi! Tayyip Erdoğan kendine yöneltilen bu soruya şu cevabı veriyor: “Teröre karşı mücadelede çok sağlam bir siyasi irade var”! Yani AKP bununla sonuç alacak!
Belliki Tayyip Erdoğan ve arkadaşları Kürtlere karşı savaşta netleşmiş ve kararlaşmış bulunuyor. Şimdi geldikleri nokta bu. Bununla da sonuç alacaklarını sanıyorlar. Ama bilmiyorlarki kendilerinden önceki hükümetler de böyleydiler ve hep aynı sözleri söylüyorlardı. “Sağlam bir siyasi iradeyle teröre karşı mücadele” ediyorlardı. Yani Tayyip Erdoğan’ın “Yeni” diyerek bulduğu şey en çok eski ve bayatlamış durumda. Yani Tayyip Erdoğan, Kenan Evren ve Tansu Çiller’den dahamı sağlam siyasi iradeye sahip? Böyle olmadığını herkes biliyor.
Kısaca yirmisekiz yıldır bu sözler söylenerek Kürtlere saldırıldı, ancak Kürt direnişi kırılamadığı gibi daha da büyümesi bile engellenemedi. “Tek suçlu o, her şeyi o yapıyor” denerek Önder Abdullah Öcalan’a saldırıldı. Ondört yıldır tarihte örneği olmayan bir baskı sistemi çerçevesinde İmralı’ya kondu. Dikkat edilirse, Kürt direnişini kırmaya ve engellemeye bu da yetmedi. Sadece TC ve Ortadoğu’daki devletler değil, tüm dünya güçleri ve NATO saldırtıldı, Kürt direnişini kırmaya bu saldırganlık da yetmedi.
Bunların ötesinde daha ne yapılabilir ki? Dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ın çıldırırcasına bağırması, hakaret ve tehditte bulunması boştur. Bu tutum hiçbir Kürdü ve başkalarını etkilememektedir. Aslında herkes bunların gülünüp geçilecek şeyler olduğunu biliyor. Fakat yol açtığı acı ve zararlar nedeniyle insanlar gülemiyor. AKP, kendinden önceki hükümetler gibi Türkiye’nin geleceğini Kürt savaşında bitirme çizgisine girmiş bulunuyor. Olan bu. Ve bu da zarar verici. Dolayısıyla bu acı ve zarar verici gidişe izin vermemek lazım.
Peki bu mümkün mü? Elbette mümkün. Biraz demokratik düşünce ve tutum her şeyi tersine çevirip iyi ve güzel yapabilir. Demokratik güçler birleşerek bu gidişe dur diyebilir. Bunlar olmuyorsa bile, en azından “Zararın neresinden dönülürse kârdır”. İstemese bile, yenemediği Kürt direnişini siyaseten kabul etmek gerçekleşebilir. Yoksa Kürdü özgürlük arayışından uzaklaştırmak mümkün değildir. Son ferdine kadar özgürlük için direnişte kararlı olduğu ortadadır. 15 Ağustos’la başlayan yirmisekiz yıllık direniş bunu kanıtlamış, Kürdün ulusal dirilişini gerçekleştirmiştir.
15 Ağustos direnişinin tüm şehitlerini saygıyla anıyor, halkımızın ulusal diriliş bayramını kutluyorum!..
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
14 gündür Şemdili’de ve son 4 gündür de Çelê’de devam eden bir gerilla direnişi var. Direniş diyorum, çünkü Türk devleti bu direnişi medyasını da yanına alarak görmezden geliyor ve çarpıtmaya çalışıyor.
Türk devletinin işgal, asimilasyon ve soykırım politikalarına, en çok da Önderliğimiz üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit koşullarına gerekli cevabı vermek için mevzilenen, onurunu korumaya ve Önderliğinin, halkının özgürlüğünü sağlamaya çalışan gerillalar, Şehit Arjin Garzan ve Şehit Mahir Başkale devrimci harekatının startını verdiler. Son 4 gündür gerillanın denetimi altında olan bölgelere işgalci Türk ordusu hiçbir biçimde müdahale edememektedir. Ağır kayıplar veren ve bu kayıplarını sadece 6 diye kamuoyuna yansıtan faşist, sömürgeci TC devleti ve başbakanı tehdit yağdırmaktan başka bir şey yapamıyor.
Başbakan, onlar silah bırakmayana kadar bu mücadele sürecek diyor. Gerilla da ülkemiz işgal altında oldukça, devlet teröründen kaçıp başka ülkelerde mülteci konumuna mahkum edildikçe, sokak aralarında vurulup öldürüldükçe, kardeşlerimiz çocukluk oyunlarından alınıp cezaevlerine konuldukça ve analarımız yerlerde sürüklenip, dövülüp tutuklandıkça bu kavga sürecek ve silahlar susmayacaktır, bırakılmayacaktır diyor. Silahla yaşama hakkını korumaya mecbur bırakılan bir halkın çocuklarıdır gerilla. Hiç kimse onu halkından ayıramaz. Yapmış olduğu bütün fedakarlıklar, halkının bir gün de olsa özgür yaşayabilmesi içindir. Kendisini halkının özgür geleceğine ve barış içerisinde yaşamasına adayan yürekli yiğit kızlar ve erkeklerdir gerilla.
İnanın hiçbiri canından bezmemiş, hepsi yaşama sıkı sıkı sarılan ve yaşamayı çok seven, yaşamı güzel kılmaya çalışan cesur insanlar. AKP’nin Kürt sorununa çözüm üretmeyen, özgürlük taleplerini terörize etmeye çalışan, tüm barış çabalarına ve emeklerine rağmen Önderliklerini son 1 yıldır ağır tecrit koşulları içerisinde tutan, legal siyasal alanda mücadele yürüten ve özgürlük taleplerini gerçekleştirmek için mücadele eden binlerce Kürt siyasetçisini tutuklayan, Kürt realitesini inkar ve imha etmeye çalışan politikalara isyan eden gerçeğin ta kendisidir gerilla.
Türk halkıyla kardeşçe, barış içerisinde yaşayabilmek için 40 yıla aşkın bir süredir büyük fedakarlıklar göstererek mücadele ettiğini her fırsatta ifade etmeye çalıştı. Kendisi samimiyetsiz ve ikiyüzlü olan AKP gerçekliği, gençlerin kanı üzerinden siyaset yapmaktan başka hiçbir adım atmadı.
Kürt halkı hiçbir zaman bir devletim olsun talebinde bulunmadı. Sadece birlikte aynı sınırları paylaştığı halklarla özgür ve eşit bir biçimde yaşamak istedi. Varsa bir direnişi ve mücadelesi bunu yaratmak içindir. Erdoğan’ın mevcut politikaları herkesi düşmanlaştırma politikalarıdır. Türkiye’ye sınır olan Suriye, İran, Irak ve Ortadoğu’daki başka devletleri de ABD güdümlü politikaları sayesinde düşman haline getirdi. Düşmanlaştırılıp karşıt hale getirildiğin bir gerçekliğe karşı ancak savaşırsın. Ki yıllardır Kürt halkının başına getirilenler, kanlı bıçaklı düşmanlığı bile aratacak durumda. Erdoğan “ben düşmanlık da yapabilirim, vurup öldürebilirim de, ama kimse bana başkaldıramaz, herkes bana boyun eğecek ve kulum, kölem olacak” diyor. Ama Kürt halkının tarihin derinliklerinden gelen bir direniş geleneği var. Zalim Dehaqlara bile boyun eğmemiş, oğullar adak etmiş özgürlüğüne. Erdoğan’dan mı, onun düşmanlığından mı korkup sinecek. Elbette bu zalim ve hain düşmana karşı başkaldıracak, direnecek ve bu düşmanı hak yoluna getirecek. Çünkü AKP iktidarı ve onun tüm yöneticileri hak yolundan sapmıştır, hepsi birer münafıktır.
Gördünüz değil mi YJA Star gerillası Jîn’in büyük direnişini? Kendisini özgürlüğe adayan, münafıkları hak yoluna getirmeye çalışan Jîn, özgürlüğe ne denli sevdalı ve tutkulu olduğunu dost düşman herkese gösterdi. İşgalin üstüne üstüne yürüdü. Hiçbir tereddüt ve ikirciklik yaşamadan, özgürlüğe adadı kendisini.
Önder Apo’nun yaşam felsefesine inanan ve bu felsefenin tüm dünyada hayat bulmasına kendisini adayan PKK militan gerçekliği mutlaka halkına, tüm dünyaya ve ezilen tüm halklara özgürlük ışığını ulaştırmayı başaracaktır. Çünkü onlar inanç ve dava insanları…
Rojbin GOLAV
- Ayrıntılar
Kürdistan Halkının Önderi Abdullah ÖCALAN’nın belirlediği strateji ve taktik temelinde 1984 yılının 15 Ağustos’unda Kürdistan özgürlük gerillaları şanlı bir devrimci atılım gerçekleştirdiler. Ölümsüz Komutan ve büyük Kürdistan şehidi Mahsum Korkmaz’ın komutasında gerçekleştirilen bu atılım, Kürdistan’da yeni bir süreci başlatmıştır. Kürdistan özgürlük mücadelesi tarihine ilk kurşun olarak da geçen ve öyle adlandırılan bu atılım, on bini aşkın şehidi, binlerce gazisi, esaret altına alınan binlerce insanıyla, yakılıp-yıkılan köyleriyle ve binlerce faili meçhullü arkasından bırakarak, yeni bir mücadele yılına büyük bir kazanma kararlılığıyla girmektedir. Öncelikle şehit Ağıt başta olmak üzere tüm Kürdistan devrim şehitlerini saygı ve minnetle anıyor, anılarına özgür bir Kürdistan inşa edeceğimiz sözünü yineliyorum. Onların anısı, Kürdistan halkı,gençliği, kadını ve emekçileri için bir intikam ve Özgür Kürdistan yemini olmaktadır.
Agitlerin, Erdalların (Mustafa Yöndem), Cumaların (Yaşar Kahraman) ve Tekin (Bozan Oktayların) sömürgeci Türk devletinin zulmüne ve Kürdistan’daki varlıklarına sıkılan kurşun, aynı zamanda Kürdistan birey ve toplumunda yaratılan korku, kaygı,umutsuzluk ve inançsızlığa da sıkıldığı gibi, özgüven yitimine de sıkılmıştır. Böylelikle Kürdistan toplum ve bireyinde yeniden kendisine kaybettirileni bulma, özüne dönme ve kendine güvenmeyi öğrenmiştir. Bu temelde bir Diriliş süreci başlatılmıştır. Onun için de Kürdistan özgürlük hareketi, bu atılıma Diriliş Bayramı olarak adlandırdı. Gerçekten de Kürdistan’ın karartılan ufuklarına bir güneş gibi doğan 15 Ağustos Atılım, Kürtlerin Newroz’dan sonra en büyük ulusal-toplumsal bayramıdır. Bu bayram, başta Kürdistan halk Önderi Abdullah ÖCALAN’a, PKK’nin tüm militan ve sempatizanlarına, kahramanlık destanları yaratan HPG’nin komuta ve savaşçıların, şehit annelerine ve halkımıza kutlu olsun.
Bugün Kürdistan’ın tüm parçalarında elde edilen ulusal-toplumsal kazanımların temelinde 15 Ağustos Atılımı vardır. En son Batı Kürdistan’da gerçekleşen özgürlük devriminin temelinde de bizzat Önder Apo’nun emeği ve 15 Ağustos Atılımının yarattığı etki vardır. Ve bu etki öyle sıradan bir etki olmayıp bizzat belirleyen, sürükleyen, gerçekleştiren bir etkidir.
15 Ağustos Şanlı atılımı 29.mücadele yılına, bu kez Eruh ve Şemdinli’de vur-kaç tarzını aşan düzeyde, vur-kal veya vur-savun, taktiğini hayata geçirme temelinde yeni bir süreci başlatmış bulunmaktadır. Bu yeni dönemde devrimci halk savaşına yapılmış bir giriş anlamına da gelmektedir. Sömürgeci AKP devleti ve Fethullah Gülen münafık çetesinin Önder Apo’nun hazırladığı demokratik çözüm protokollerini bir kenara fırlatıp, eskisinden daha alçakça ve vahşice Önder Apo’ya tecrit, Gerillaya ve halka saldırılarını artırınca, artık böyle bir mücadelenin yükseltilmesi zorunlu bir onur görevi haline gelmiştir. Sömürgeci Türk devletinin kuruluş felsefesi ve zihniyetinde Kürt ulusunun doğal haklarına, yani halk olmaktan kaynaklanan haklarına hiçbir biçimde yer vermediği-vermeyeceği bir kez daha görülmüş, açığa çıkmıştır. Bir halkı ve ülkesini tarihten silme, adeta hafızalardan kazıma anlamına gelen soykırım sistemi karşısında varlığını ve özgürlüğünü sağlama ve savunmaktan başka hiçbir yolun kalmadığı bir kez daha tüm yakıcılığıyla kendini ortaya koymuştur.
15 Atılım ruhu ve mücadelesi pratikte yaşanan tüm yetersizliklere rağmen, Güney Kürdistan’da bir siyasi statü yaratmıştır. Batı Kürdistan’da ise bu statü kuruluşunu 15 Ağustos ruhu ve bilinciyle gerçekleştirmektedir. Lozan anlaşması temelinde şekillenen sömürgeci Türk devletinin Kürt ulusu için hazırladığı Ölüm fermanını Kürt ulusu bir paçavraya dönüştürmüş, bugün dirilişini gerçekleştirmiş ve artık sıranın kurtuluş ve özgürlükte olduğunu haykırmaktadır. Bundan böyle hiçbir uluslar arası veya bölgesel hegemon sömürgeci güç, Kürdistan halkına köleliği dayatamaz. Dayatanın yitirmekten başka kendisini bekleyen bir geleceğinin olmadığı ise her gün kanıtlanan bir gerçeklik olmaktadır.
Kürdistan Özgürlük gerillası özellikle 19 Haziran 2012 tarihinde Şıtazın, Oramar’da başlattığı, Şemdinli’de derinleştirerek süreklileştirdiği ve en son Eruh ve Çukurca’da zirveye çıkardığı devrimci operasyon eylemleri Kürdistan özgürlük mücadelesinde yeni bir dönemi ifade etmektedir. Sömürgeci Türk devleti öncelikle kayıplarını gizlemeyi, üstünü örtmeyi denedi. Yaşanan devrimci halk savaşını “normal” göstermeye çalıştı. Özellikle son Eruh ve Çukurca eylemleriyle birlikte mızrak çuvala sığmaz misali gerçeklik herkes tarafından görülmeye başlanınca, bu durum karşısında sömürgeci sistemin başbakanı ve medyası bir kez daha Kürt halkını ve öncülerini i tehdit eden bir dil kullanmaya başlamışlardır. 15 Ağustos Atılımının başladığı ilk gün sömürgeci askeri, siyasi ve medya şeflerinin söyledikleri ne ise, bugün söylenenler de aynıdır. Dolayısıyla “it ürür,kervan yürür” deyip geçmek gerekir.
Üzerinde asıl durmak istediğimiz konu daha farklıdır. Diriliş bayramının 28. Yıldönümünde devrimci halk savaşının gerilla cephesi rolünü önemli oranda oynamaktadır. Kendisini tekrarlamıyor. Yerinde saymıyor, ilerliyor. Daha da ilerleyecektir. Ancak gerillanın bu ilerlemesine Kürdistan halkının serhıldanları da eşlik etmek durumundadır. Artık belirli günlerle sınırlanan halk eylemliliklerini ve kutlamalarını aşmak lazım. Yine belli saldırıları protesto ile yetinen düzeyin artık geride bırakılmasının zamanı gelmiştir. Halk olarak bizler de, artık sıradan protestolarla yetinmemeliyiz. Bazı günleri kutlama ve anmalarla sınırlı eylemliliklerle geçirmemeliyiz. Önce köylerimizi, sokaklarımızı, mahallerimizi, şehirlerimizi sömürgecilerin kurumlarının etkilerinden korumalı, ardından da sömürgecilere karşı savunmalıyız. Bunun için her zamankinden daha fazla birlik ve örgütlülük gerekmektedir. Hiçbir sömürgeci sistemin memuru-amiri öyle elini-kolunu istediği gibi sallayarak Kürdistan’da dolaşmamalıdır. Buna izin verilmemelidir. Hiçbir millet veya ulus kendi topraklarında sömürgeci zalimlerin varlığına müsaade etmemiştir. Kürt ulusu da etmemelidir.
Kürdistan halkı artık hiçbir biçimde sömürgeci Türk devletinin kurumlarını, eğitim,hukuk,maliye, ekonomi, polis-ordu vb. ve AKP’nin Kürdistan’daki varlığını meşru, normal ve kabul edilir görmemelidir. Evet, bu kurumlar bizi biz olmaktan çıkarmak üzere oluşturulmuş, sürdürülmüş ve halen de devam ettirilmek istenen kurumlardır.
Eğer kendi Kürtlüğümüzden kuşkumuz yok ve eğer üzerinde yaşadığımız toprakların ana-ata toprağı Kürdistan olduğu gerçekliği konusunda hiçbir kuşkumuz yok ise, o zaman durup, şu soruyu sormak lazım: Peki Türk sömürgecilerinin bu topraklarda işi nedir? Ne hakla burada bulunmaktadırlar? Bu ülkede zulüm,zindan, işkence, idam, sürgün, katliam-soykırım, açlık,yoksulluktan başka ne yapmışlardır? Dilimizi-kültürümüzü yasaklamaktan ve bizleri kendimize, tarihimize, halkımıza karşı yabancılaştırmaktan başka ne yapmışlardır? Onlardan bunun hesabını sormanın, burunlarından fitil fitil getirmenin zamanı gelmedi mi? Daha ne kadar bekleyeceğiz?
Unutmayalım ki, sömürgeciler isten iktidar, isterse muhalefet adına yapsınlar, ne yapıyorlarsa, ister ekonomik, ister siyasi, ister sosyal, ister hukuki vb. ne yapıyorlarsa yapsınlar hepsinde ortak amaç Kürtlüğü ve Kürdistan’ı tarihten, hafızalardan silmektir.
İşte en son Adana’da 11 yaşındaki Küçük Mazlum’un katledilişi ortadadır. Kürdistan halkının haklı olarak Önder Apo için yaptığı en sıradan eylemlilik başta olmak üzere, en sıradan bir demokratik-ulusal talep karşısında dahi nasıl kudurganca saldırdıkları, katlettikleri hepimizin hemen hemen hergün şahit olduğu bir gerçekliktir.
Yine Siirt belediye başkanının görevden alınması, açıkça Siirt halkının iradesini hiçe saymak ve Kürdistan halkına hakarettir. “Siz kendinizi yönetemezsiniz, biz sizi yönetiriz” demek istemektedirler. Bundan daha küçümseyici bir yaklaşım ve hakaret olabilir mi? İşte Şemdinli de köyler yeniden boşaltılmaya başlamıştır. Daha bir çok sömürgeci zalimce uygulamalardan bahsetmek mümkündür. Şimdi bir kez daha Kürdistan halkı köylerin boşaltılması karşısında eski eylemlilikleri, serhıldanları aşan bir karşılık verilmeyecek mi?
15 Ağustos ruhuyla, Agitlerin sömürgecilere sıktığı ilk kurşunun cesareti ve fedakarlığıyla sömürgeciliğe, onun Kürdistan’daki her türlü varlığına “ÊDİ BESE” diyerek serhıldanları yükseltmenin zamanıdır. Yani artık halk olarakta Agitçe“ÊDİ BESE” diyelim. Önder Apo’nun özgürlüğü ve Batı Kürdistan devrimini korumanın ve savunmanın yolu da serhıldanların böyle bir düzeye yükseltilmesinden geçer.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
2010 yılından bu yana Devrimci Halk Savaşından bahsediyoruz. Devrimci Halk Savaşını geçmiş savaşlardan farklı olarak çok daha fazla kapsamlı bir savaş biçimi olarak tanımlamıştık.
“Gerillanın mutlak olarak bir tane taktiği vardır. O da “vur-kaç” taktiğidir. Bu taktiği, küçük, zayıf güç olmasından kaynaklanıyor. Düşmanı büyük, kendisi zayıftır. Ancak öyle bir düşmana vurma ve varlığını koruma bu taktikle mümkün olduğu için savaşta bunu esas alıyor. Onun dışında öyle mutlak olan bir şey yoktur. “Vur-kaç” diye tanımlanan taktik eylemliliği içinde de bazı eylem biçimlerini kullanıyor. Pusu atıyor, baskın yapıyor, sabotaj, suikast ve sızma yapıyor. Farklı silahları kullanıyor. Bunları iç içe kullanıyor.”
Ancak Devrimci Halk Savaşın niceliği de niteliği de farklıdır. İçeriği ve muhtevası da farklıdır. Bir yoldaşımız:
“Savaşla yapmak istediğimiz nedir? Adım adım, parça parça bütün bu alanlarda sömürgeci olanı, soykırımcı olanı yıkmak, onun yerine demokratik olanı kurmak, inşa etmektir. Bunu niye savaşla yapıyoruz? Çünkü gerici olan var ve doludur. Onun yıkılması lazım. Bunu da ancak savaş yıkar. Siyasetle anlaşamamış, geri çekmemişsen, var olanı ancak savaşla yıkabilirsin. Yerine inşa ettiğin bir şeyi, öbürü yıkmak ister. Savunman lazım. Savunmazsan yaptığın inşanın bir anlamı olmaz. O halde savunmak için -savunmak da askeri bir eylemdir- dolayısıyla inşa ettiğin demokratik toplum örgütlülüğünü, yaşamını koruyacaksın, savunacaksın, güvenliğini sağlayacaksın. Güvenliğini sağlayabildiğin, koruyabildiğin kadar inşa edeceksin. Koruyabildiğin ayakta kalır. Başkasını inşa etsen de, karşı taraf da vurur seni yıkar ve tekrar ele geçirir. Savunabilir, koruyabilirsen vermezsin ama onu yaşatırsın. İşte Devrimci Halk Savaşı böyle bir mücadele oluyor” diye tanımlamıştı Devrimci Halk Savaşını.
Şimdi Yeşil Türkçü Faşistler dikkat edersek parça parça Kürt toplumunun tüm örgütlü yapılarını hedefleyerek tasfiye etmeyi amaçlıyor ve ediyorlar. Öyle ki Kürtler nerede örgütlüyse oraya yönelerek bitirmek istiyorlar. Sorun sadece gerilla güçlerine karşı geliştirdiği faşizan yönelimler değildir. Bir bütünen topyekun Kürtlerin ne kadar kazandığı değerler varsa hepsine yöneliyorlar. Dediğimiz gibi bitirmek istiyorlar. Bu bir yönü.
İkinci yönü ise Kürtleri uzun süre oyalamaları olmuştur. Sözde askeri vesayeti kaldırıyorum, buna yardımcı olun, şans verin derken özcesi zaman istemeleri iktidarda bulundukları sürece sürekli olmuştur. Nitekim bunun için özgürlük hareketi tam 5 kez yeşil Türkçü faşistler zamanında tek taraflı ateşkesler ilan ederek bu şansı bunlara vermiştir. Ancak en son 2009 yerel seçimleri ardından görüldü ki tek amaçları vardır o da: Kürtleri tasfiye etmek.
İşte o gün bugündür Kürt özgürlük hareketi diyalogun yolunu kesmese bile kendi açısından tedbirlerini almaya başlamıştır. Kendisini gelebilecek son bir savaşa, -Hıristiyanlıkta buna Armegeddon diyorlar-hazırlamıştır. Bu savaşa Kürtler 4 Stratejik Mücadele dönemi dediler. Başka bir kavramlaştırmayla Kürtler bu yeni sürece Devrimci Halk Savaşı dediler.
Ve şimdi Şemzinan’dan olup bitenler sadece ve sadece Devrimci Halk Savaşının küçük bir provasıdır. Bir müddet önce Oramar ve Stazan’da da bu yapıldı. Bir nevi düşmanı felç eden eylem biçimi ve sürekliliği oluyor bu savaşın özü.
Ve elbette savaş sadece Şemzinan’da olmuyor. Şemzinanla bağlantılı olarak Karadeniz’den Akdeniz’e, Serhat’tan Mardin’e, Botan’dan Dersim’e ve tabii ki en kısa zamanda da hedef Türkiye içleri olacaktır.
Özcesi adım adım Devrimci Halk Savaşının ilk adımları daha kararlı bir şekilde atılmaya başlandı. Bunun için Şemzinan’da olup bitenleri anlamak isteyenler öncelikli olarak Yeşil Türkçü Faşizminin hiç hukuk ve ahlak tanımayan fütursuzca saldırılarına bakmaları gerekiyor. Yine 8000 Kürt siyasetçisi, yazarı, basıncısı, tıpçısı, eğitimcisi, seçilmişi, sivil toplumcusu derken, çocuklar, kızlar, yetmişlik ana ve babalarımız her gün içeriye atılıyorlar. Ve birilerinin söylediği gibi hiçte iyi şeyler olmuyor.
İşte bu iyi şeyler olmuyor yaklaşımına karşı gerillan yeni dönemde geliştirdiği devrimci direnişin adı Devrimci Halk Savaşıdır. Başka bir isimlendirmeyle Şehit Rubar Mardin ve Şehit Rozerin Piran harekâtıdır.
Bu harekât devam eder mi, belli olmaz. Ancak bundan böyle başta Kürdistan olmak üzere Türkiye’nin birçok yerinde böyle harekâtlar yapacağımızın haberini şimdiden verelim.
Gün direnişi aşan bir mücadele dönemidir. Gün artık kendi demokratik özerklik projesini hayata geçirme zamanıdır. Ve şimdi gerçekten tüm Kürdistanlı gençlerin dağlara akma zamanıdır. “Varlığını koruma ve özgürlüğünü kazanma” direniş günlerine akma günleridir.
“Bütün dünya birleşip üzerimize gelse de meşru haklarımızdan asla vazgeçmeyeceğiz” günlerinde yeniden tüm Kürdistanlı ve devrimci demokrat Türkiye gençliğini dağlara davet ediyoruz.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Batı Kürdistan’da Kürtler uzun yıllara dayalı mücadelelerinin neticesinde özgürlüklerine kavuştular. Kürdistan Halk Önderi Abdullah ÖCALAN’ın dünya görüşü ve felsefesinden etkilenen PYD’nin öncülüğünde gelişen devrim ve diğer Kürt partileriyle oluşturulan birlik Batı Kürdistan devriminin başarısı ve geleceği için önemli bir adım olmuştur. Yüksek Kürt Konseyi biçiminde oluşan Batı Kürdistan yönetiminin giderek kendini sistemleştirmesi yaşamı tüm boyutlarıyla örgütlemede kararlı olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.
Rojava devrimini sadece son bir yıllık süre içinde Suriye’de yaşanan çalkantı ve boşlukla izah etmek yanlıştır. Tamamen Türk özel savaşın uydurma ve iftirasıdır. Kürtleri küçümsemek hor görmek ve sömürgeci Suriye rejimi ile ilişkilendirmek ise gerçekleri ters yüz etmektir.
Öncesi de olmakla birlikte Batı Kürdistan devriminin esas gövdesini oluşturan yapı esas olarak ‘80’li yıllarla birlikte Kürdistan Halk Önderi Abdullah ÖCALAN’ın Rojava Kürdistan’ındaki çalışmalarıyla oluşturulmaya başlanmıştır. O günden bu güne en az 3500- 4000 civarında Kürdistan devrimine şehit veren bir halk gerçekliği vardır. PYD ve DEV-DEM acılı, zorlu ve mücadeleyle yüklü böyle bir sürecin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. PYD ve DEV-DEM ne sırtını AKP’ye, ABD’ye ve AB’ye dayanan Suriye muhalefetiyle hareket etmiş ne de mevcut rejimle hareket etmiştir. Üçüncü ve alternatif bir güç olarak Kürt, Arap, Dürzü, Alevi, Ermeni ve Süryanilerle halkların kültürleri, inançları, özgürlük eğilimlerini temsil etme temelinde bir siyaset izlemiş ve kazanmıştır. Dolayısıyla kazanan ve başaran sadece Batı Kürdistan’da yaşayan Kürt Ulusu değil bölgede yaşayan ve bölge mozaiğini oluşturan özgürlüğe muhtaç tüm halklardır.
Bu devrimin diğer bir özelliği de, Kürdü yoksayan, Kürdistanı parçalayan Lozan antlaşmasına ölümcül bir darbe vurulmasıdır. Lozan vurulan her darbe aynı zamanda, sömürgeci Türk devletinin kuruluş ve varoluş zihniyetine de vurulmuş bir darbedir. Unutulmamalıdır ki, Lozan anlaşması 24 Temmuz 1923 yılında gerçekleştirildi. Kürdün ölüm fermanı olan sömürgeci Türk devletinin kuruluşunun ilanı da 29 Ekim 1923 yılında gerçekleştirildi. Aradaki zaman farkı, Türk sömürgeciliğinin neyin üzerinde kendisini yaşattığını ortaya koymaktadır. Bu nedenle de Lozan’a vurulan veya onu anlamsızlaştıran, tartışılır kılan her darbe, Kürdistanın özgürlüğüne giden yolda bir kilometre taşıdır.
Şimdi sömürgeci AKP hükümeti birliklerini oluşturan, kendi öz yönetimlerini oluşturarak kendi bayrakları altında Arap halkıyla eşit ve özgürce yaşamak isteyen Kürt halkının bu kazanımları karşısında büyük bir ırkçı, inkârcı ruhla saldırmaktadır. “Bir oldubittiyi kabul etmeyiz.”, “Güvenliğimizi tehdit edecek bir terör oluşumuna izin vermeyiz” ve “müdahale ederiz” türünden tehditler savurmaya başlamışlardır. Bunun içinde günlerce toplantı üstüne toplantı yaptıktan sonra sömürgeci rejimin dışişleri bakanını Güney Kürdistan’a göndermişlerdir.( bu yazı görüşmeden önce yazılmıştır.) Sömürgeci Türk devleri açıkça ve alenen herkese göstere göstere Kürtlerin ve Kürdistan’ın içişlerine müdahale etmektedir. Ve kendi sömürgeci politikasını dayatmak istemektedir. Ancak bunun Türk devleti lehine bir sonuç yaratmayacağı uzun vadede Kürt ulusunun birliği ve örgütlü gücünün kazanacağı açıktır.
Sömürgeci Türk devleti bir taraftan Kürtlerin özgürlüklerini kazanmalarını engellemek için harekete geçerken diğer taraftan son birkaç gün içerisinde Türk metropollerinden İstanbul Ayazağa ve Bursa’da Kürtlere karşı azgınlaştırdıkları ırkçı faşist kesimleri harekete geçirmişlerdir. Kürdistan’da ise Malatya’nın Sürgü beldesinde Türkleşen bazı işbirlikçi kesimleri Alevi halkımıza karşı harekete geçirmişlerdir. Alevi ve Kürtleri hedefleyen bu saldırıların hem de kutsal Ramazan ayında gelişmesi AKP devletinin özünde ırkçı ve faşist olduğu fakat İslam dinini bir örtü olarak kullandığı gerçeğini gözler önüne sermiştir.
Daha öncede Dörtyol, İnegöl, Erdemli vb yerlerde Kürtlere karşı saldırılar gerçekleştirilmişti. Daha birçok yerde Kürt gençleri linç edilmek istenmiş, hakaret uğramıştır. Bu saldırıların bazılarında yurtseverler şehit edilmiştir. Fakat Kürtler bu saldırıların amacını gerçek anlamda anlayarak bunlara karşı gerekli tavrı göstermede yetersiz kalmıştır. Öncelikle bu saldırılarla metropole zorla göçertilen Kürtler korkutularak, sindirilmek ve örgütsüzleştirilerek kimliğinden ve özgürlük hareketinden vazgeçirilip Türkleştirilmeye yönlendirilmek istenmektedir. Bu yüzyıllık bir projedir ve bugün de sürdürülmek istenmektedir.
Ancak önemli bir kesim bu soykırım planı gerçeğini yeterince anlamış olmaktan uzaktır. Bunu nereden anlıyoruz. Başta metropolde yaşayan halkımız olmak üzere tüm halkımızın bu saldırılar karşısında gösterdikleri tutumu sadece basın açıklamalarıyla sınırlı tutmalarından anlıyoruz. Ulusal refleksler son derece zayıf ve etkisiz kalmaktadır. Hala “milliyetçi damgası” yenilmekten mi çekiniliyor bilemiyoruz. Unutulmamalıdır ki biz bir halkız ve her halk gibi nerede olursa olsun kendimizi savunma hakkımız vardır. Şüphesiz halkaların kardeşliği arzumuzdur. Ancak bu ırkçı ve bizi yok etmek isteyenler ile kardeşlikten bahsetmiyoruz. Biz Kemallerin, Hakilerin, Denizlerin ve Mahirlerin gerçek kardeşliğinden bahsediyoruz. Gerçek eşit özgür kardeşliğin yolu da Kürt halkı olarak varlığımızı ve özgürlüğümüzü savunmaktan geçer. Varlığınız yok olduktan sonra kimse ile kardeşlik yapacak durumda da olamazsınız. Başka halklarla eşit özgür kardeş olabilmek için öncelikle topraklarımızda özgürce ve özgür kimliğimizle yaşamamız gerekiyor. Başka türlü ne özgürlük ne de kardeşlik olur. Hele hele ırkçı ve faşist bir ruhla kışkırtılmış kesimler karşısında sessiz kalmakla ya da yeterince ve gerektiği kadar ulusal demokratik refleksle hareket etmemekle de sadece bu kesimler azdırılmış olur.
Gerek İstanbul ve Bursa gerekse Malatya’da Kürtlere ve Alevilere karşı sergilenen ırkçı ve faşist saldırılara karşı hala da kimse ciddi bir tepki ortaya koymuş değildir. Sadece Pir Sultan Abdal Derneği Genel Başkanı Kemal Bülbül’ün “ bizi Zülfikar kuşanmaya zorlamayın” sözü ve kimi grupların sınırlı gösterileri dışında ciddi bir refleks açığa çıkmış değildir. Neden? Ne zamana kadar?
Kürtlerin ve Alevilerin Maraş, Malatya ve en son Madımak katliamlarından ciddi dersler çıkarmaları gerekir. Yapılan tehditleri ve saldırı pratiklerini küçümsememek gerekir. Hele hele atılan tokattan sonra öbür yanağını da çevirmek gafletinde hiç olmamak gerekir. Irkçı, faşist, Kürt ve Alevi düşmanları olan bu kesimler kardeş Türk halkını asla temsil etmiyorlar. Bu kesimlere karşı savunma hakkımızı kullanmak, atılan tokat karşısında diğer yanağımızı çevirme yerine onları bir daha tokat atamaz duruma getirmek esas alınmalıdır. Gerçek kardeşlerimizle kardeşleşmek o zaman mümkün ve anlam kazanmış olacaktır.
Unutmayalım ki Rojava’daki Kürdistan devrimini tehditler savurarak tasfiye etmek için harekete geçen ırkçı AKP hükümeti ile Kürt ve Alevi halkımıza saldıran zihniyetin beslendiği kaynak bir ve aynıdır. Bu nedenle bu saldırıları birbirinden ayrı ele almamak gerekir. Rojava’daki Kürtlerin devrimini ve kazanımlarını savunmak bu ırkçı saldırılara karşı serhıldanları yükseltmekten geçer.
Şıtazın ve Oremar Devrimci operasyonundan sonra Şemzinan’da 23 Temmuz 2012 tarihinde başlayan yeni devrimci operasyonu aynı zamanda halk olarak serhıldanlarımızı daha fazla örgütlü ve sürekli kılmaya çağrı anlamına gelmektedir.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar