Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan avukatları ile 27 Temmuz 2011 tarihinden bu yana görüşemiyor. Bir yıldır Kürt Halk Önderi üzerinde AKP hükümeti tarafından görüş yasağı uygulanıyor. Bu bir yıllık süre içinde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bir kez kardeşi Mehmet Öcalan ile görüşebildi, bir kez de avukatlarına faks gönderebildi. Son bir yıldır bunlar dışında Önder Abdullah Öcalan’dan bilgi alınabilmiş değil. En son gönderdiği fakstan bu yana geçen yaklaşık yedi aydır da herhangi bir bilgi dahi alınamıyor. Dolayısıyla da başta yakınları olmak üzere tüm Kürt halkı ve demokratik çevreler Önder Abdullah Öcalan’ın sağlığından ve yaşamından endişe ediyor.
Geçen bir yıl içinde bu konuda çok şey söylendi ve yazıldı. AKP hükümetinin Kürt Halk Önderi üzerinde bir yıldır uyguladığı dünyada eşi bulunmayan mutlak tecrit eleştirildi ve protesto edildi. Yine bir yıldır Önder Abdullah Öcalan’ın mutlak yalnızlığa karşı geliştirdiği büyük direniş anlaşılmaya ve izlenmeye çalışıldı. İmralı mücadelesi geçen bir yılda Türkiye ve Kürdistan’daki tüm gelişmelere ve çekişmelere damgasını vurdu.
Şimdi de aynı tartışma ve mücadele devam ediyor. Son avukat görüşünün yapıldığı 27 Temmuz 2011’in birinci yıldönümü nedeniyle herkes İmralı’da uygulanan mutlak tecridi tartışıyor. Geçen bir yıl içinde yaşanan olayların dökümü yapılıyor ve bunların İmralı tecridi ile bağlantısı ortaya konmaya çalışılıyor. İmralı sistemini ve Kürt Halk Önderi üzerinde uygulanan mutlak tecridi protesto eylemleri dünyanın dörtbir yanında ortaya çıkıyor.
Kürt halkı yediden yetmişe ve dünyanın dörtbir yanında ayakta. Başta gençler ve kadınlar olmak üzere tüm Kürt toplumu İmralı sistemini ve Önder Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak tecridi protesto ediyor. Başta Kuzey ve Batı Kürdistan olmak üzere dört parçada ve yurtdışında halk Önder Abdullah Öcalan’a sahip çıkıyor. Her yerde mitingler, gösteriler, kınama açıklamaları ve protesto eylemleri yapılıyor. Kürt toplumu neredeyse öfkenin doruğuna ulaşmış durumda. Eğer bu soruna çözüm bulunmazsa yakın gelecekte Kürtlerin büyük bir öfke patlaması yaşanabilir. 14 Temmuz Amed protestosunu çok çok aşan kitle hareketleri sert bir biçimde gelişebilir.
Kuşkusuz tarih boyunca bireylere ve topluluklara yönelik çok vahşi baskı, işkence ve katliam uygulamaları sözkonusu. İnsan kellesiyle duvarlar örüldüğü biliniyor. İnsanların diri diri derilerinin yüzülmüş olduğu anlatılıyor. Etkisiz kılınmış insanların sıra sıra asıldığı yerlere siyaset meydanları deniyor. İnsanlara yönelik onur kırıcı her türlü sözlü hakaretten dışkı yedirmeye kadar çok çeşitli maddi saldırının yapıldığı biliniyor.
Bunların hepsine çok yakın geçmişte bizler de tanık olduk. Bu temelde baskı yöntemlerinin en ağırının psikolojik alanda yapılanı olduğunu yaşayarak öğrendik. “Yalnız bırakma” insanın insana yaptığı baskı uygulamasının herhalde en ağırı ve acımasızı. Tarih boyunca insanlar yalnız bırakılarak teslim alınmak isteniyor. Kuyu gibi zindanlar bunun için yapılmış bulunuyor. Böylesi zindanlarda sonuna kadar direnerek teslim olmayan kişiler özgür insanlığın kahramanları olarak hep saygıyla anılıyor.
Yakın tarihimizde en ağır baskı ve işkenceyi 12 Eylül faşist-askeri rejiminin uyguladığını herkes biliyor. Özellikle Diyarbakır zindanında yapılanlar halâ belleklerde taptaze ve kolay silineceğe de benzemiyor. Bu insanlık dışı uygulamaların en ağırlarından birinin “yalnız bırakma” olduğunu yaşayan herkes anlatıyor. Özellikle 35. Koğuşun tek kişilik hücreleri insan öldürme yerleri olarak anılıyor. Zindan Direniş Önderi Mazlum Doğan’ın tek başına kaldığı böyle bir hücrede Nirvana’ya erdiği biliniyor.
Şimdi AKP hükümeti tarafından da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik benzer uygulamalar yapılıyor. Ondört yıldır İmralı tecrit ve işkence sistemi içinde tek başına tutulduğu yetmiyormuş gibi, bir yıldır da “Mutlak tecrit” uygulanıyor. Önder Abdullah Öcalan bir yıldır “Mutlak yalnızlık” içinde tutuluyor. Bu biçimde Kürt Halk Önderi ve halkına karşı şantaj yapılıyor. Mutlak yalnızlığın ifade ettiği psikolojik baskı ile Kürt Halk Önderi ve halkı teslim alınmak isteniyor.
Görülüyor ki, kendini “İleri demokrasi” olarak takdim eden AKP yönetiminin 12 Eylül faşist-askeri rejiminden fazla bir farkı yok. Yaşananlara Kürtlerin penceresinden bakınca durum böyle. Yine baskı, terör, tutuklama ve işkence var. Yine şiddet, katliam ve kırım var. Yine yalnız bırakma, tek kişilik hücre, psikolojik baskı var. Hem de öyle birkaç ay ya da yıl da değil. Tam ondört yıllık bir süre boyunca İmralı’da bu sistem uygulanıyor. Tarihin tanık olduğu en ağır ve uzun süreli yalnızlaştırma işkencesi uygulanıyor.
Elbette AKP hükümeti Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik uygulamaları ile ne yaptığını çok iyi biliyor. Öyle bilinçsiz ve tesadüfen olan pek bir şey yok. Her şey son derece bilinçli ve planlı bir tarzda yapılıyor. AKP hükümeti ondört yıllık İmralı işkencesiyle Kürt halkına yönelik nasıl onur kırıcı hakaret uyguladığının çok iyi farkında. İmralı işkencesi altında tutulanın bir kişi değil, bir halk olduğunu, Kürt halkının onur ve iradesini baskı altında tutuğunu çok iyi biliyor. Bu nedenle de Kürt halkı bu onur kırıcı işkence sistemine karşı hangi yöntemle dirense hakkı oluyor.
Tabiki bu direnişin öncülüğünü de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan yapıyor. Ondört yıllık yalnızlık ve psikolojik baskıya karşı direnmek dile kolay! Bir yıllık mutlak tecrit ve mutlak yalnızlığa karşı direnmek dile kolay! “Yalnız bırakma” bir insana yönelik uygulanacak en ağır baskı biçimi olduğuna göre, İmralı sistemi altında Kürt Halk Önderi’ne yönelik en ağır baskı ve işkence türü uygulanıyor. Tüm bu uygulamalara karşı da İmralı’da Önder Abdullah Öcalan tarafından tarihin en büyük direnişlerinden biri sergileniyor.
İmralı direnişi Eyûp ve Nesimi duruşunun günümüze taşınması oluyor. Amed’teki Mazlum direnişçiliğinin İmralı’ya taşınmasını ifade ediyor. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direniş ruhunu İmralı’da zirveleştiriyor. Tüm bunların birleştirilmesi olarak Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın İmralı direnişi, en ağır baskı biçimi olan mutlak yalnızlığın yenilmesi anlamına geliyor. Yalnızlığı yenmek, her türlü baskı ve işkenceyi yenerek mutlak hakikata ulaşmak demektir. Kürt Halk Önderi mevcut bilinç ve duruşuyla mutlak özgürlük hakikatına ulaşmayı temsil ediyor.
Yoksa ondört yıldır İmralı tecridi altında yaşamı yaratmak mümkün mü? Bir yıldır İmralı’daki mutlak tecride karşı direnmek mümkün mü? Burada yalnızlığı yenmeyi ifade eden yüksek bir bilinç düzeyi olmasa böyle bir direniş yürütülebilir mi?
Şimdi herkes çok daha açık bir biçimde görüyor ki, İmralı’da Kürt Halk Önderi şahsında insanlık ve özgür yaşam katlediliyor. İmralı işkencesi sürdükçe barış ve Kürt sorununun çözümü mümkün değil. Bu da Türkiye ve Ortadoğu için önlenemez bir felâket demek. Yalnızlığı yenerek Kürt Halk Önderi, kendini barışın, demokratik çözümün ve özgür yaşamın simgesi haline getirmiş durumda. Olacaksa bir barış ve özgür yaşam, o ancak Kürt Halk Önderi ile birlikte olur.
Bu nedenledir ki Kürt halkı “Önderliksiz Yaşam Olmaz!” diyor. Bu nedenledir ki yüzbinler Amed sokaklarını doldurarak “Öcalan’a Özgürlük” istiyor. AKP hükümeti kendi küfür düzenini görüp de mevcut hakaret rejiminden vazgeçmedikçe, Kürt halkının daha büyük bir öfkeyle “Önder Apo’ya Özgürlük” isteyeceği anlaşılıyor. 27 Temmuz’un birinci yıldönümünde yaşananlar bunu gösteriyor. İkinci yılda ise Kürt halkının “Önder Abdullah Öcalan’a Özgürlük ve Kürdistan’a Statü” hedefini mutlaka başaracağı ortaya çıkıyor.
Selahattin ERDEM
Yeni Özgür Politika
- Ayrıntılar
Kış boyunca hava şartlarını fırsat bilip dünyanın en gelişmiş tekniklerini yanlarına alarak, ahlaki olarak da en dibe vurmuş kimyasal silahları kullanarak gerillamıza karşı inanılmaz ölçüde vahşi ve faşizan saldırıyı yürütülür. Bunun sonucunda 50’in üzerinde çok değerli yoldaşımız en ağır şartlarda katledildiler. Özelde Garzan’da 15 kadın yoldaşımıza hunharca saldırarak acımasızca katledildiler.
Dünyanın neresine giderseniz gidin bir savaş hukuku vardır. Eskilerde çok çok eskilerde belki bir savaş hukuku yoktu. Ya da çok cılızdı. Bunun için amansız savaşlar ve acımasız sonuçlar ortaya çıkabiliyordu.
Ancak biz biliyoruz yine de insanların manevi dünyada aldıkları bir vicdanları vardı. Sonsuz vahşet uygulamalar sınırlıydı. Ne var ki faşist tc devleti ve yeni yetme Müslümanlığı kendilerine kılıf yaparak özünde zındık diyebileceğimiz, manevi dünyayla ilişkilerini kesmiş, sadece ve sadece maddiyata düşkün bu Yeşil Türkçü Faşistler hiçbir toplumsal değeri tanımayarak saldırdıkça saldırmışlardır. Hava tekniklerin, en büyük ölümcül teknikleri kullanarak metrelerce karın içinde yaşayan yoldaşlarımıza bombalar yağdırmışlardır. Kendilerince bu faşizm bile diyemiyeceğimiz yönelimin bir mantığı vardı: kürt halkının iradesini kıracaklardı. Gerillasını bitirerek, dize getirerek kürt halkını teslim alacaklardı. Bunun için bu yeşil Türkçü faşistler kışın geçmemesi için, karların erimemesi için her geceyi adeta dua ederek geçirmişlerdir.
Ancak bahar geldi, karlar eridi, Kürdistan coğrafyası yeniden açıldı. Gerilla her yerde her şartına uygun olarak harekete geçti. Ve baharı geçerek bugünlere yani yazacıktık.
Biz her zamanınkinden bu yazın farklı geçeceğini söylemiştik. Ve daha gerilla kapasitesini tam harekete geçirmemiştir. Buna rağmen tc devletinin faşist guruhları birçok yerde şimdiden felç olmuşlardır.
Korkunun ecele faydası yoktur derler. İsterseniz korkun, isterseniz korkmayın artık sıra gerillada. Özgürlük gerillasında. Faşizan yönelimlerinizin hesabını tek tek sorma sırası bizde. Garzan’da metrelerce karlar içinde katlettiğiniz güzel insan Arjin’in, dünya sevdalısı Berfin’in, Erivan’ın ve Berivanların hesabını sorma sırası bizde. Her bir yoldaşımıza yapılan saldırının bedelini misliyle ödeyeceğmizin faturasını keseceğimizi söylemiştik.
Ve şimdi dediğimiz gibi sıra bizde sıra gerillada. Oramar Statazan’da görüldü. Yine dün evvelsi ki gün yine aynı yerde görüldü. Artık erzaklarınızı uçarbirliklerinizle taşıyacaksınız. Ama bunlara da her yerde fırsat vermeyeceğiz. Artık “geceden yararlanarak” kaçacak, “geceden yararlanarak” erzak alabileceksiniz. Başkasına bundan sonra birçok yerde yer vermeyeceğiz.
Sadece buralarda böyle yapmayacağız. Kürt halkının kanı üzerinde palazlananaların da hesabını düreceğiz. Halkımızın kanı üzerinde tc ile işbirliği yaparak kan emmicilik ve tefecilik yapanları ülkemizde def etme artık bir namus meselesidir. Ülkemizin o kadar güzelliğini tahrip edenlere bugüne kadar yaptığımız gibi sadece iş aletleri tahrip etmeyeceğiz. Hayır bu kesimler tc faşizmine arka çıkararak, parasal yardım ederek yoldaşlarımızın kanına girmişlerdir. Bunun da faturası kesilecek. Yollarda artık elinizi kollunuzu sallayarak gitmeyeceksiniz. Hele hele işbirlikçiyseniz asla. Hele hele özgürlük mücadelesine dil uzatıyorsanız asla. Hele hele tc’nin kadiması olan Akepe’ye oy veriyorsanız, bu guruh oy veriyorsanız hele birde yöneticilik yapıyorsanız artık ülkemizde kalmayacak ve ülkemizi kirli nefes ve nefsinizle kirletmeyeceksiniz.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Süreç sözün tam manasıyla kaosun tüm belirtilerini göstermektedir. Neyin ne zaman olacağı, kimin kiminle yan yana yada karşı karşıya geleceğinin giderek daha zor tespit edildiği bir süreçten geçmekteyiz.
Suriye’de olup bitenler esasta kaosun tüm özelliklerini göstermektedir. Öyle ki daha öncede tespit ettiğimiz gibi Suriye bir nevi Ortadoğu’nun nirengi noktası haline gelmiştir. Hiç şüphe yoktur ki bu durum Suriye’nin tarihsel toplumsal gerçekliği ile bağlantısı olsa da güncelle de yakından bağı bulunmaktadır.
Suriye üç farklı bakışın tam mücadelesinin ortasında yerini almaktadır. Emperyal kamp Türkiye’nin koçbaşçılığı öncülüğünde kendi sistem çıkarları için bir an önce müdahale ederek çıkarlarını esas almak isterken, Suriye ve geçmişte beri onunla yakın ilişkide olan İran başta olmak üzere Rusya ve Çin ise var olan statüye bazı değişiklerle birlikte koruma çabası içerisindedirler. Bu iki güç odağının yanında ise bir de halkların seçeneği durmaktadır. Halklar seçeneğinin öncülüğünü ise özgürlüğe susamış Kürtler ve hareketleri yapmaktadır.
Suriye’nin başkenti Şam’a yapılan saldırıyla birlikte düğmeye basılmıştır. Şam’ın gitmesi için artık emperyal kamp daha ısrarcı davranacaktır. Ancak birçok gücün beklemediği özgürlükçü duruşu sahibi olan Kürtlerin adım adım kendi demokratik özerkliklerini ilan etmeleridir. Bu gelişme tüm diğer planları şimdilik alt üst etmiş bulunmaktadır.
Şunu peşinen belirtelim: Rojava’daki gelişmeleri korumamız durumunda Kürdistan devrimi tüm cephelerde çok daha fazla hızlanacaktır. İvmeli bir yürüyüş her yerde başlayacaktır. Onlarca yılın birikimleri rojavadaki gelişmelerle tetiklenecek ve bu parça parça tüm cephelere yayılacaktır.
Bu durumu bilen emperyal blok cephesi hem ilişki arayacak hem de KDP üzerinde yeniden parçalayıcı arayışlar içerisinde olacaktır. Boşuna TC faşizminin başında bulunan kişi “eyvallah mı diyeceğiz” dememektedir.
Birkaç hafta önce Hewler’deki Kürtlerin tüm güçlerini-bunların kimisi tabela partisi ya da fraksiyonları olsa bile-bir araya getirilmiş olmalarının avantajları ileride daha fazla açığa çıkacaktır. Tarihimizin hiçbir döneminde birlik, beraberlik arayışları ve çabaları bu kadar önem kazanmamıştır. Tarihin bu kesitinde mutlaka anlamda birlik çağrıları temelinde tüm çalışmaların yürütülmesinin ne kadar doğru bir strateji olduğu rojava da ortaya çıkan sonuçlarıyla kanıtlanmıştır.
Ancak dediğimiz gibi karşıt cephe boş durmayacaktır. Parçalamak için çok daha büyük bir arayışlar içerisine girecektir. Maddi, manevi derken tehdit unsurlarını da dahil ederek bu birlikteliği parçalamaya çalışacaktır. Bizim bu birlikteliği korumanın en iyi yolu kesinlikle kuzeyde sergileyeceğimiz büyük direnişten geçmektedir.
Bizce, nasıl ki tarih bize mutlaka birlik çalışmalar için dayatmalarda bulunuyorsa aynı ölçüde bu denli görkemli bir direnişi bizden istemesi de bir o kadar dayatıcı ve bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Bazılarının dediği gibi “silahların miadı dolmuştur”tan öteye gerçekten çok daha güçlü bir gerilla direnişi şarttır. Biz Kürtler rojavadaki kazanımları ancak iki yöntemle koruyabiliriz. Bir, Kürdistan’ın tüm cephelerinde çok güçlü bir halk desteğiyle, iki ise, kuzeyde çok güçlü bir gerilla direnişiyle. İkisi birlikte olursa elbette daha güçlü bir koruma ve savunma geliştirilecekken, tek kalması durumunda ise tarihimizin en büyük gerilla direnişini tüm cephelerde geliştirmemiz gerekmektedir.
Bu bağlamda rojavadaki gelişmeler bizim için ivmeli bir yürüyüşün önünü açacakken, bu ivmeli yürüyüşümüzün önünü açmak için ise rojavadaki değerleri koruyacak çok yüksek dozajlı bir direnişi sergilememiz kaçınılmazdır. Bu direniş ile hem Kürtlerin birliği korunacak, hem de tüm bölme ve parçalama girişimleri boşa çıkacaktır.
Aksi taktirde böylesine kaoslu ortamlarda her an her ilişkinin, ittifakın değişebileceğini bilerek, var olan durumun tersine dönüşebileceğini de gözeterek her zamankinden daha fazla Kürtlerin duyarlı olmaları gerekmektedir.
Kürtler tarihin bu hassas ve kritik sürecinde geçerlerken hem birlik olacaklar, hem birlikteliğin önünü alacak ne kadar zarar verici unsur varsa aşacaklar, hem de işgalcilerin yanına geçerek yamuk ağızla duran işbirlikçilere karşı da duyarlı olacaklardır.
Ve elbette ki Kürtlerin ivmeli direnişi için ise Kürtlerin özgürlükçü Kürtlerin gençleri dağların doruklarına çıkarak bu ivmeli yürüyüşün en ön saflarında yerini almasını bileceklerdir.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Türkiye’nin Hitler’i yine konuştu. Yine ağzında çıkanı kulakları duymuyor. Yine ölüm saçıyor. Yine Kürt düşmanlığı.
Bizler Türkiye başbakanını bir faşist olarak nitelediğimizde bazı çevreler çok rahatsız oluyorlar. Ama diyorlar; “Türkiye için bu kadar demokratik adımlar attı. Bu kadar askeri vesayeti geriletirdi. Bir sürü açılım yaptı” gibi bir sürü kendilerine göre haklı veriler öne sürüyorlar.
Ama biz yorulmadan bir iki soru sorarak başbakanın ne kadar faşist olduğunu söylemeye devam edeceğiz. Tekçi zihniyet nedir? Tekçi zihniyet dünyanın her yerinde faşizm değil midir? Bir halkın ana diline gem vurma, ana dil eğitimine yasak getirme, izin vermeme nedir? Faşizm başka halkları eksik görme değil midir? Eğer faşizm kendi ırkını büyük görüp başkalarını küçümseme hastalığıysa o zaman başka bir halkın diline yasaklama, gem vurma, ana dilde eğitim yapmalarına izni vermeme tek kelimeyle faşizmdir.
Faşizm başkalarının siyasal örgütlenmesine izin vermeme olarak bilinir. Erdoğan ise Kürtlerin siyasal oluşumlarına, kendi kendilerini yönetmeye “rüyalarında görürler” diyerek faşizmin en alası söylemiş oluyor. Hatırlayanlar bilir 1930’larda Nazi hayranı Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt da: “Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır. Türklere hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı.” Erdoğan ismindeki kişi bunları böyle söylemese de pratik uygulamaları aynı kapıya yukarıda verdiklerimizle çıkıyor.
Biz Erdoğan’ın despot, tekçi, otoriter, kaprisli, dinci, milliyetçi, maddiyatçı, çıkarcı ve kan akıtılmasında adeta zevk alan yönlerini hiç dile getirmiyoruz. Yukarıda dile getirdiğimiz bir iki husus bile faşizmini ispatlamaya yeter de artarda.
Tam bir sömürge valisi edasıyla: “Suriye’nin kuzeyinde oluşacak yapılanma bir terör yapılanmasıdır, buna ‘eyvallah’ edecek halimiz yok” diyerek kimin terörist kimin ise demokrat olduğunu söyleyerek kendisini turnusol kağıdı rolüne koyuyor. Adeta ;İspanya’daki boğalar nasıl ki kırmız bir parça görüp saldırıyorlarsa aynen Erdoğan’da nerede bir Kürt oluşumu varsa İspanyol boğazı gibi saldırıyor. Suriye’de Kürtler kendi özerk bölgelerini hazırlama çabalarına: “Dışişleri Bakanıma verdiğim talimatla en geç çarşamba günü Kuzey Irak’a gidip oradaki yerel yönetimin idarecileriyle bu konuları paylaşıp, bu konudaki kararlılığımız, hassasiyetimiz kendilerine de iletilecektir. Ondan sonra da böyle bir sorumluluğun bizden çıktığını bilmelerini istiyoruz” diyerek hem müdahale hazırlığında hem de alttan alta tehdit etmektedir. Ve tabii :“Bakın bu noktada size karşı güven duygularımız zedelenmesin. Güvenimiz var ama burada yanlış adımların atılmasına sizler de vesile olmayın. Tam aksine bir dayanışma içinde buradaki yanlışı düzeltelim. Bu yanlışı düzeltmede adımı beraber atalım. Ama aksi takdirde burada kendilerine göre Kuzey Irak’taki PKK-PYD dayanışmasının oraya koymuş olduğu hayali haritalara eyvallah etmeyiz” diyerek tam bir boğa tavrını takınıyor.
Yanlış dediği Kürtlerin en doğal hakkı olan kendi alanlarını yönetme hakkıdır. Hayalli harita dediği ise Kürdistan gerçekliğidir.
Bre adam, sen on tane Türkiye cumhuriyeti devletinin hamiliğine soyunuyorsun, Azerbaycan için iki devlet bir halk diyorsun başkalarına gelince de “yanlış adımların atılmasına sizler de vesile olmayın” diyeceksin.
Faşizm işte budur. Şimdi Akepe ve başbakanın yanında duran o tüm kalburüstü Kürtler, Akepe’nin ve Erdoğan’ın sunduğu maddi imkanlardan yararlanan o takla atanlar ve birde sözde iyi şeyler yaptığına inanan Kürtler ne yapacaklardır? Yine KDP ne yapacaktır? Kardeşim Erdoğan diyen Sayın Talabani ne yapacaktır? Böylesine faşist zihniyetli olan bir adamla kardeşliğe devam ederek, Kürt halkının ulusal çıkarlarının karşısında mı duracak yoksa Kürtlerin yanında yerini alarak bu faşist zihniyete karşı mı duracak?
Şimdi Akepe’nin yanında yer alanlar “buna ‘eyvallah’ edecek halimiz yok” diyen bir faşist zihniyete eyvallah mı diyecekler yoksa namusluca bu faşizan söylemlere karşı m ı duracaklar?
Akepe’nin yanında yer alan işbirlikçi, inanmış saf Kürtler, temiz ama saf aydın ve sanatçılar, kandırılmış olan Kürtler ne derse desinler biz özgürlük cephesinde yer alan Kürtler olarak Erdoğan ve Akepe’sine:
Eyvallah deyip dememen kimin uğrunda diyerek topyekün direnişimizi kesintisiz daha da yükselterek rojava Kürtlerinin yanında olacağız.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
14 Temmuz 2012 günü Kürdistan’ın başkenti olarak bilinen Amed’de TC devleti yeniden kapsamlı bir işgal hareketine girişmiştir. Binlerce asker ve polisini yığarak Kürt halkına buraların kime ait olduğunu göstermek için tam bir çıkartma yapmıştır. Kimisi böyle çıkartmaları halklar için cehenneme benzetiyor ve buna inferno diyorlar. Kimisi ise tam manasını karşılayan occupation, invasion yani işgal diyor.
Kürtler 14 Temmuz günü ne yapmak istemişlerdi: Kürtler Kürt halk önderliğin özgürlüğü için direnişe davet ederek Kürtlerin doğal hakkı olan bir buluşmayı Amed’de gerçekleştirmek istemişlerdi. Ancak buna izin verilmedi. İzin verilmemesinin de ötesinde Amed’e kendi deyimleriyle tam on üç ilde polis getirmişlerdi. Özcesi Amed’i İşgal etmişlerdi. Ve nitekim 14 Temmuz görüntülerinin tümü, işgalci bir gücün işgal edilen topraklara karşı göstereceği tüm şiddet sahneleri içeriyordu.
Özcesi Amed işgal edildi. Bir sömürgeci gücün ne kadar göstereceği marifet varsa hepsini TC devleti 14 Temmuz’da sergiledi. Sergilemesinin de ötesinde tam bir sömürgeci psikolojisiyle işgal edilen seçilmişleri başta olmak üzere halkın tümüne biber gazları, şiddet araçları, tazyikli su derken göz altılarla halkı sindirmeyi esas aldılar.
Bu faşizmi uygulayan bir rejim ise Ortadoğu’da güya halkların lehine siyaset yaptığını söylüyor. Güya Ortadoğu’daki otokratik ve despotik güçlere karşı olduğunu söyleyerek halklara yapılan bu zulme güya karşı çıkarak bölgede her gün savaş çıkartılığında da vazgeçmemektedir.
Bu yukarıda dile getirilmiş olanlar tuhaf gelebilir ama gerçeklik budur. Kürdistan’da tam bir faşizm uygulayan bu sömürgeci güç başka halkların hamiliğine soyunuyor. Başka halkların savunuculuğunu yaptığını iddia ediyor.
Tuhaf dedik ancak tuhaflık bunlarla elbette sınırlı sayılmaz, bir halkın üzerine uçaklarla saldıracaksın 34 gencini katledeceksin, 7000-8000 seçilmişini, siyasetçisini, gazetecisini, kültürcüsünü, tıpçısını derken sivil toplumcusunu içeriye atacaksın, dillini yasaklayarak mahkemelerde anlaşılmayan bir dil diyerek hakaret ettikten sonra da medeni bir dil olmadığını söyleyeceksin, kızlarına YİBO’larda tecavüze zorladıktan sonra “dağa gideceklerine fuhuş yapsınlar” diye alay edeceksin, genç ve çocuk yaştaki erkeklerine bu kez başka zindanlarda rejime taş atıkları için psikopatların ellerine vererek tecavüz ettireceksin, bu halkın tüm demokratik ve meşru olan gösterilerine rekor düzeyde biber gazla saldıracaksın, gerillasına kimyasal gazlar kullanarak katledeceksin ardından da bölgenin en demokrat, en insani, özgürlükçü devleti diye havanı atıktan sonra da Amed’i işgal edeceksin.
Evet, bu kadar tuhaflıklar ve garabetler ancak bu ülkede bu faşist rejimler altında yaşanabilir. Önceleri bu faşizmin adı beyaz Türkçü Kemalizm iken şimdilerde ise bu faşizmin adı Yeşil Türkçü faşizmdir. İsmi ve cismi farklı olsa da faşizm faşizmdir. Birisi beyaz birisi yeşil, her ikisi de insanların ve de halkların haklarını tanımadıktan sonra renkleri ne olursa olsun faşizmdir. Her ikisi de Kürdistan’ı işgal etmekten zevk duyuyor.
Biz faşizmin neden faşistlik yaptığından şikayetçi değiliz. Ne de olsa faşizmin görevi faşistliktir. İnsana karşı suç işlemektir faşistlik. Faşistlik başka halkları tanımamaktır. Faşizm ırkçılıktır. Faşizm irrasyonelliktir. Faşizm fetişçiliktir, kendi fetişçiliğini yapmaktır. Faşizm tek renkliliktir o da sadece kendi rengini bir kendini rengini tüm renklere egemen kılmak istemi ve eylemidir.
Durum buyken birde Amed işgal edilmişken o zaman bu faşizme karşı yapılması gerekli olan tek bir önlem vardır oda; bu işgale karşı direnişe geçmektir. İşgal tanım olarak bir toprakları ele geçirmedir. O zaman işgale karşı yapılması gerekli olan bu toprakları bu işgal güçlerinden kurtarmaktır, azade etmektir. Ve bunun da adı uluslar arası literatürde nettir: Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı.
Artık Kürdistan’da yeni bir dönem başlamıştır bu yeni dönemin adı da adım adım bu işgalci gücü Kürdistan’da def etme dönemidir. Bu ise kendi yolunu kendi halk gücüne dayanarak çizmedir. Kaderini kendi elline alarak işgalci güce ve güçlere karşı topyekün direnişe geçmedir.
Evet, yeniden belirtelim artık bir işgal vardır. İşgale karşı verilecek cevap ise tam “demokratik birleşik müreffeh bir Kürdistan”’dır.
Kimse söylediklerimizi oraya buraya çekmesin, bu rejimle, bu devletle artık yaşanılacağına inanmanın zamanı geçmiştir. Bu kadar açıkça herkesin gözünün içine baka baka faşistlik yapan bir devlete, bir rejime karşı sömürge eden devletin halkı buna karşı durmuyorsa, sokaklara dökülmüyorsa ve halen yer yer bu faşistliği destekliyorsa burada artık dananın kuyruğu kopmuştur. Artık mücadele sadece demokrasinin geliştirilmesi için verilecek bir mücadeleyi aşmıştır. Artık mücadele işgalci güce karşı tüm cephelerde karşı durarak onu bu topraklarda def etme mücadelesi olarak karşımıza çıkmıştır.
Bize düşen ise bu görevi; “ser seran ser çavan” diyerek üzerimize düşeni gerillalar olarak kabul ederek mücadelenin tam ortasına atılmaktır.
Rojhat Bluzeri
- Ayrıntılar
Bilinir “çamur at tutmazsa izi kalır” derler. Ama birde bu çamur atmaların karşısında; “güneş balçıkla sıvanmaz” diye de bir söz vardır.
Türk özel savaşı dünyanın herhalde en çapsızı ve ahlaksızca yürütülenidir. Biz dünyanın birçok yerinde özel savaş rejimlerini okumuşuz. Halkları hangi hile ve kandırmalarla yürütmeye çalıştıklarını, yanıltarak yani manipüle ederek yönlendirmeye çalıştıklarını da biliriz.
Ancak dünyanın hiçbir yerinde özel savaş sistemine bu kadar ağırlık verildiğini biz en fazla TC devletinde görüyoruz. Öyle ki çok özel, özelinde ilerisinde adeta süper özel mi diyelim uğraşlarla halkların bellekleri karartılmaya çalışılarak insanların hafızalarıyla oynanmaya çalışılıyor.
Biz özel savaşı ele aldığımızda bu savaşın en kirli ayağı olarak karşımıza psikolojik savaş hep çıkıyor. Psikolojik savaşın ise üç temel ayağı olduğunu söylüyorlar: kara, gri ve beyaz propaganda.
Kara propagandayı tümden yalan üzerine üretileni olarak ele alıyorlar. Gri ise hem doğru hem de yalanları iç içe ele alarak, bir doğru varsa yanında on tane yalanı da çaktırmadan yediriyorlar. Beyaz ise sözde doğruları söyleyerek yani verileri doğru ancak sonuç çıkarsamalar hep yanlış ve yalanlar üzerine kurarak insanların bellekleri aldatılmaya çalışılır.
TC özel savaş sistemi hepsini iç içe zaten kullanıyor. Ancak daha büyük marifetleri ise yalanı, dolanı, manipüle etmeyi sözde ön ekleri “prof” olan, “doktor” olan, “uzman” olan, “danışman” olan ve hatta yer aldıkları kurumlarının başına yada sonuna “araştırma merkezi”, “araştırma inisiyatifi”, özcesi mutlaka bir tane “araştırma” ekini takarak bilimsel bir hava verilmeye çalışıyorlar.
Dediğimiz gibi dünyanın her yerinde bizler özel savaşın özel ele alınarak, buna birde psikolojik savaşı da ekleyerek insanların zihinlerini dolanarak fethetmeye çalıştıklarını biliyoruz. Ancak bu kadar pervasızı, bu kadar ahlaksızını ve bu kadar dibe vurmuş olanı biz bir bu Türk özel ve psikolojik savaşçılarında görüyoruz.
Örneğin en son Lice’de 1700 polisle esrar tarlalarına yapılan kapsamlı operasyona polisçik, askercik, eskilerde bunlara Mehmetçik basın derlerdi götürerek, saniye saniye görüntüleyerek güya özgürlük hareketinin ekonomik kaynaklarına darbe vurmuş oldular.
Bunlar az görülmüş olmalı ki böyle prof ve araştırma merkezi uzmanlarından olan bir zat: “PKK-uyuşturucu bağlantısını tüm dünya otoriteleri açıkça ifade ederken” diyerekten yalanların en sunturlusunu atmış oluyor. Daha birkaç gün önce Avrupa’da PKK’yi ilk terörist eden Alman devletinin Anayasa Koruma Örgütü'nün” PKK'nin örgütlü yapısının uyuşturucu ticaretiyle bağlantısı olduğuna dair hiç bir delil yok" açıklamasını tabii ki görmüyorlar.
Bir bu. İkinci durum ise TC devleti gibi herkesi sınır dışında bile BGE evleri gibi izlerken hemen burnunun dibinde kendi deyimleriyle birkaç bin dönümlük esrar ekimini görmüyorlar mı? Hani her yer BGE’ydi? Hani insanların rüyalarını bile telefonlarınızla dinliyordunuz? Baykal’ın odasına kadar sızabilmişken, yanı başınızda karakolların yanında bulunan binlerce dönümlük esrarı nasıl da oldu da görmediniz?
Yine PKK Medya Savunma alanları -ki bu Medya Savunma alanları birkaç tane Kıbrıs eder -tümden PKK’nin elinde bulunmaktadır. Buraların tüm kontrolleri gerilladadır. Böyle olmasına rağmen PKK gelir BGE gibi izlediğiniz yerde mi böyle zehirleri eker, eğer zehri ekse?
Yine bu baharın HPG güçlerinin yaptığı açıklamalar vardı. Esrar ekimini yasaklayan ve bunu dikkate almayanların uyarı amaçlı soruşturmak için götürüldüklerini ve gerekli işlemler yapıldıktan sonra bırakıldıkları.
Ancak bu prof ve araştırma merkezlerinde çalışan Narkozlanmış Narko Kişilikler tabii bununla da sınırlı tutmuyorlar söylediklerini ve çizdiklerini. Ne de olsa belki de Nasreddin Hoca misali ya tutarsa. Tutmazsa bile izi kalır ne de olsa…
Güya dağlarda lüks içinde yaşıyor gerilla bu uyuşturucu gelirleri sonucu. Hiç uzatmadan siz o prof unvanlılar, siz o bilmem nerenin araştırma merkezi başkanları, gelin dağlara gerillanın yaşam standartlarını görün. Güya ayda her bir gerillanın 70-80 binde dolarlık da masrafı oluyormuş. Birde güya gerillanın yüzde 80’i de çocuk.
Dediğimiz gibi sözü uzatmadan; gelin dağlara ve dağın hangi yerine gitmek istiyorsanız aynen CPT gibi haber vermeksizin girin ve gerillanın -özelde de -gerilla komutanların yaşam standartlarına bakın.
Ve biz bu çağrıyı sadece bu özel savaşın en dibe vurmuş ahlaksız ve narkozlanmış kişilikleri için söylemiyoruz, kendilerince öyle olabilme ihtimalini düşünebilen demokrat, aydın, sanatçı, sıradan yurttaşların tümü için bu çağırıyı yapıyoruz.
Kapımız herkese açık.
K. Nuda
- Ayrıntılar
Herşey Önder Apo’nun ve Kürdistan’ın Özgürlüğü İçin!
Önder Apo’nun uluslar arası komplo sonucunda esaret altına alınmasının üzerinden 13 buçuk yıl geçti. Komplo içinde komplo anlamına gelen ağırlaştırılmış tecrit uygulamasının üzerinden ise bir yıl geçmektedir. Daha doğrusu üç gün sonra tamı tamına bir yıl geçmiş olacaktır. Bir halkın, ülkenin Önderliğine, liderliğine karşı gösterilen bu alçakça saldırı ve vahşi uygulama karşısında Kürdistan halkı sessiz kalmamıştır ve kalmayacaktır. Önder Apo üzerindeki tecriti ve esaret karşısında Önderliğin özgürlüğünü sürekli bir biçimde gündemde tutmaya çalışmıştır. En barışçıl eylemden, kendini yakma ve fedai tarzı eylemlerden tutalım, en çarpıcı gerilla eylemlerinden, en kitlesel eylemlere kadar bugüne kadar denenmeyen eylem, yapılmayan çağrı kalmamıştır. Bununla ancak ve ancak Önder Apo’nun özgürlüğünü tüm Kürdistanlıların, Türk sömürgecilerin ve uluslar arası kamuoyunun gündemine taşırmayı ve gündemde tutmayı başarmıştır. Fakat tüm eylem biçimleri, çağrılar Önderliğin tecritini kırmayı ve Önder Apo’nun özgürlüğünü sağlamaya yetmemiştir.
Sömürgeci, soykırımcı AKP devleti gerçekten çok mu güçlü? Sömürgeci Türk devletine geri adım attırılamaz mı? Peki bundan sonra ne yapılmalı, nasıl yapılmalı?
Rejimler, devletler güçlerini öncelikle meşruiyetlerinden alırlar. Meşruiyet ise, devletin ve rejimlerin kabul edilme düzeylerini açığa çıkarır. Muhatabı, toplum veya halk ilgili devlet veya rejimi ne kadar kabul ediyorsa, devlet o kadar güçlüdür. Bir devletin, rejimin varlığı, meşruiyeti tartışılmaya başlamışsa orda, sonun başlangıcı yaşanıyor demektir. Yani o devlet ve rejim için “yolun sonu” görünüyor.
Sömürgeci Türk devletinin, onun siyasal temsilcisi AKP’nin Kürdistan’daki varlığı, meşruluğu öncelikle bir avuç Kürdistanlı genç tarafından tartışılmış, bugün ise bu artık milyonlarca Kürdistanlı tarafından tartışılmaktadır. Ve bu tartışma hergeçen gün derinleşerek, daha fazla kapsam kazanarak sürmektedir. Sorulan soru şudur: Türk devletinin Kürdistan’da ne işi var? Bir hakkı var mı? Bu sorulara verilen cevaplar, “ hiçbir işi yok”, “hiçbir hakkı yok ve defolup gitmelidir” biçiminde ve çığ gibi gelişmektedir.
Türk sömürgeci devleti herkesin de bildiği gibi, Kürt halkının inkarı ve imhası üzerinde inşa edilmiş bir devlettir. İlk kuruluş gününden tutalım bugüne kadar esas olarak bir Türkleştirme politikası uygulamıştır ve bunu kendisi için bir hak olarak kabul etmiş, tıpki diğer sömürgeci güçler gibi, yaptığı katliam, soykırım, sürgün ve asimlasyon için “ vahşilere uygarlık götürüyorum” diyerek yaptıklarını meşrulaştırmaya çalışmıştır. Her kürdün, Kürdistanlının ve kendisine demokrat ve Kürt dostuyum, devrimciyim, demokratım diyen herkesin de bu gerçekliği görmesi gerekir.
Önder Apo öncülüğünde gelişen Kürdistan özgürlük mücadelesi, Türk sömürgeciliğinin Kürdistan’daki varlığını meşrulaştırmaya çalışan tüm ideolojik argumanları ve siyasi mülahazaları yerle bir etmiştir. Türk sömürgeciliği artık çıplak bir zor ve zulüm aygıtından başka bir şey değildir. Dolayısıyla Türk sömürgecilerinin Kürdistan’daki varlıkları ciddi bir biçimde tartışılmaktadır. Bunun anlamı ise şudur: Türk sömürgeciliği, tüm kurum ve kuruluşlarıyla Kürdistan’da yabancı-işgalci bir güç olarak görülmektedir. Dolayısıyla istenmemektedir. AKP devletinin saldırganlaşmasının anlamı bundan başka bir şey değildir.
Sömürgeci AKP devleti Kürt siyasi kurumlarının 14 Temmuz’da Önder Apo’nun özgürlüğü için Amed ‘de yapmak istedikleri mitingi engellemek için yürüttüğü vahşi saldırıların gündemdeki yerini koruduğu bir zamanda Batı Kürdistan’da bir devrim patlamıştır. Sömürgeci AKP devleti Kuzey Kürdistan’da saldırganlaşmaya devam ede dursun, Amed’de çeşitli yerlere verilen Kürt isimlerini tabelelardan silmeye, Kürt çocuklarını ana kucağından alarak asimîle etmeye çalışsın, Kürtleri özel savaş Kürtçe yayın yapan kanallarıyla oyalamaya dursun, Batı Kürdistan’da özgür bir Kürdistan doğuyor! Batı Kürdistan’da Önder Apo’nun ektiği özgürlük tohumları birer birer patlamakta ve şehirlerin kontrolü birer birer özgür Kürt iradesinin eline geçmektedir. Devrim dalgası tüm görkemiyle Batı Kürdistan’da yükselmeye devam etmektedir.
Başaran batı Kürdistan devrimi, Kürdistan ve Kürt ulusunun parçalanması ve yok edilmesi anlamına gelen Lozan anlaşmasının parçalanması anlamına geldiği gibi, bu anlaşmaya dayalı olarak kurulan sömürgeci Türk devletinin de sonunu müjdeleyen bir devrim olacaktır. Doksanıncı yıldönümünde Lozan anlaşmasına vurulan darbe, Türk sömürgeciliğinin inkarcı kuruluş esaslarına da vurulmuş bir darbe olmaktadır. Sömürgeci AKP devletinin tüm hırsı, öfkesi ve telaşı bundandır. Ama bunları hiçbir biçimde Türk sömürgeciliğinin sürüklendiği akibetten kurtarmaya yetmeyecektir. Bu durum bir de Türk sömürgecilinin Kürdistan daki varlığını ve meşruluğunu daha fazla tartışmaya açacak ve tartışmayı derinleştirecektir. Bu aynı zamanda Önder Apo’nun özgürlüğüne giden yolda da önemli bir adım olmaktadır.
Bu durum, ilk sorunun cevabı olmaktadır. Türk sömürgeciliğinin saldırısı gücünden değil, ayağının altındaki toprağın kaymasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla sömürgeci AKP devleti tarihinin en zayıf dönemlerinden birisini yaşamaktadır.
Şimdi de ikinci sorunun cevabını vermeye çalışalım: madem meşruluğu kalmamış, madem varlığı-yokluğu Kürdistan’da tartışılmaya başlanmış ve Kürdistanlılar artık Sömürgeci Türk devletinin olmadığı bir Kürdistanı düşünmeye başlamışlarsa, artık Türk devletine geri adım attırılma şurda kalsın, Kürdistan’da izleri bile silinebilir bir zemin yaratılmıştır, demektir.
Peki bundan sonra ne yapılmalı, nasıl yapılmalı? Kürdistan’da varlığı-meşruluğu bu kadar tartışılmaya başlanan bir güce yapılacak olan ne ise o yapılmalıdır. Öncelikle Kürdistanlılar bir kez daha “ Kahrolsun Türk sömürgeciliği” demelidirler ve kahretmek için de harekete geçmelidirler. Önder Apo üzerinde uygulanan tecritin birinci yılında, Kahrolsun Türk sömürgeciliği, Serok Apo’ya özgürlük şiarıyla tam bir kendine özgüven ve kararlılıkla harekete geçilmelidir.
Biraz geriye dönük düşünelim. Eğer 14 Temmuz’da Amed’de daha zengin ve güçlü bir örgütlülük ile hareket edilseydi ve bu hareketlilik süreklileştirilseydi, Botan ve Serhat başta olmak üzere Dersim, Urfa, Antep destek verseydi acaba bugün neyi konuşuyor olacaktık? Kürdistan özgürlük gerillasının uluslar arası komplocu güçlerin tüm askeri teknik-malzeme ve istihbarat desteklerine rağmen, sömürgeci işgal birliklerine hemen hemen hergün ölümcül darbeler vurduğu bir durumda bunu yapmak çok mu zor? Kendi topraklarımızda bu işgalci it sürülerinin gezip, kuduran köpekler gibi insanlarımıza saldırmasına daha ne kadar katlanacağız? Gerçekten de türk sömürgecileri Kürdistan’da ne hakla bulunuyorlar?
27 Temmuz’da, Önder Apo’nun üzerinde işkenceye dönüşen ağır tecrite ve Önderliğin esaretine karşı Amed’de, 14 Temmuz’da yaşanan yetersizlikleri aşma temelinde daha örgütlü, daha bilinçli ve daha zengin bir serhıldan geliştirilmeli ve süreklileştirilmelidir. “Herşey Önder Apo’nun ve Kürdistan’ın Özgürlüğü İçin” demeliyiz.
Bilinmelidir ki, Önderliğini özgürleştiremeyen hiçbir halk, kendisini de özgürleştiremez. Bir halkı yok oluşun eşiğinden bugünlere, özgürlük devrimi aşamasına getiren, bunun için tüm dünya gericiliğinin, emperyalistlerinin hedefi haline gelen Önder Apo’nun özgürlüğü olmadan, ASLA! demek gerekir. Halkımızın Önder Apo’nun üzerinde sömürgeci AKP devletinin uyguladığı tecritin yıldönümünü böyle bir perspektif ve ruhla karşılamak gerekir.
Kürdistan gençliği, kadını, emekçisi, köylüsü, esnafının, sanatkarı ve aydınından beklenti budur!
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Onur’u, ”İnsanın kendine karşı duyduğu saygı, öz saygı, haysiyet, izzetinefis ya da Başkalarının gösterdiği saygının dayandığı kişisel değer, gurur, şeref” olarak tanımlamak mümkündür.
Başka bir deyimle bireyi birey yapan kimliklerin tümünün birleşimi de demek mümkündür. Bu bağlamda onuru kırmak demek bireyin öz benliğini kırmakla eş değer anlamını taşır. Bireyin öz benliğini kırmak demek bireyin kendisine karşı saygısını yitirmesinin yanı sıra kendisine karşı olan güveninin de kırılması demektir.
Siyasetle uğraşanlar bilir ki bir birey kendisine karşı güvensiz hale getirilmiş ise o birey üzerinde her türden oyun oynanabilir ve bu duruma getirilmiş bireyler artık yönlendirilmeye açık olmanın da ötesinde kişilik olarakta bitirilmiş, sindirilmiş, güdük, ezik, kendi içine kapanık, ürkek, hastalıklı yapılara sahip olmuşlardır da demektir.
Yukarıda ifade edilen gerçekliği esas itibariyle en çok egemenler bilirler. Çünkü onlar insanlığın şafak vaktinden başlayarak toplumların ellerinde bulunan değerleri çalmak için bin bir dereden su getirmenin uğraşı içerisinde olmuşlardır. Onlar, toplumların değerlerini çalabilmek için dediğimiz gibi insanın aklını çelecek, insanı ne kadar zayıf düşürecek yol yöntem var ise hepsini keşif edip uygulamaya koymaya çalışmışlardır.
Evet, egemenler yaklaşık 5000 yıllık iktidar geleneklerinden bireylerin, toplumların, halkların nasıl yönlendirileceklerini iyi bilince çıkartmışlardır. Bunun için yaptıkları en önemli işlerin başında bireyi, toplumu, halkı ya da halkları kişiliksizleştirmeye çalışmaları olmuştur. Bunun yolu ise yukarıda da ifade edildiği gibi insanların, toplumların ve de halkların onurlarıyla oynamaktan geçtiğinin de bilinciyle halkları onursuzlaştırmaya çalışmışlardır.
Bugün Türk faşizmi diye tabir ettiğimiz yeni yetme, Rus tipi mafyacı örgüt ya da parti olan Akepe’nin tümden izlediği siyaset bireyin ve de toplumun onurunu kırma üzerine kuruludur. Çünkü bu yeni yetme faşistler biliyorlar ki bir bireyi ve de toplumu teslim almak istiyorsanız önce onu şah damarından vuracaksınız. Bu şahdamarı dediğimiz gibi insanın onurudur, toplumun toplumların onurudur.
Onur’u, ”İnsanın kendine karşı duyduğu saygı, öz saygı, haysiyet, izzetinefis ya da Başkalarının gösterdiği saygının dayandığı kişisel değer, gurur, şeref” olarak tanımlamıştık. Yani insanı insan yapan değerlerin tümüne onur dedik.
Bu değerlerin içerisinde bireyin içerisine doğduğu kültür kesinlikle başat bir yer alır.
İnsanın inandığı değerler başat bir yer alır.
İnsanın içine doğduğu dil başat bir yer alır.
İnsanın düşünsel inancı başat bir yer alır.
İnsanın içine doğduğu coğrafya başat bir yer alır.
Böyle insanın asla ama asla vazgeçmeyeceği, vazgeçemeyeceği ve vazgeçmesi durumunda onursuzlaşacağı değerleri vardır. Ve dediğimiz gibi bunlardan vazgeçmesi durumunda kendisinden vazgeçmesi anlamı taşıdığından kendine ihanet etmişlik gibi oldukça insanı rencide eden bir durum ortaya çıkmış olacak ki bu da bu duruma maruz kalanları korkunç derecede kıracaktır.
İşte bunun için onurlu olmak bu insanın içine doğduğu dünyanın, toplumun, siyasal atmosferin, dini inançların, ailenin değerlerini korumasını bilmek gerekir. Bunu yapan kendisine karşı duyarlı ve onurunu korumuş olacaktır. Bunu yapmayan birey ya da toplumlar ise kendilerine karşı güvenlerini, kendilerine karşı olan saygıyı yitirerek hiçleşeceklerdir.
İşte bu durumu bilen egemenler özelde de yeni yetme faşistler bireylerin ve toplumların onurlarını kırarak bireylere ve toplumlara hakim olma siyasetini güdüyorlar.
Ancak kendileri olmak isteyenler, onurlu kalmak ve onurlu yaşamak isteyenlerin de söyleyecekleri elbette olacaktır. Bu ise mutlaka ama mutlaka bu onursuzlaştırma siyasetine karşı köklü direnişe geçmek olacaktır. Köklü ve güçlü bir direniş bu onuru kırma siyasetini kırarak bireyin ve toplumların yeniden normal gelişme seyrine girebilecekleridir.
Engin Sincer
- Ayrıntılar
Faşizm neydi? Faşizm öncelikli olarak halkların iradesine saldırıydı. Faşizm halkların kimliklerini tanımamaydı. Faşizm halkların doğuştan gelen haklarını yok sayarak ezmeydi, sindirmeydi. Faşizm halkların kültürel değerlerini bastırarak kendi egemen kültürünü hakim kılmaydı.
Özcesi faşizm kötü bir şeydi. Ve kötü bir şey olarak bugünde halkların başında bir bela olarak adeta demokles kılıcı gibi sallanıyor.
14 Temmuz 2012 günü Kürt halkı Diyarbakır yani Amed’de “Barış İçin Abdullah Öcalan’a Özgürlük Mitingi” hazırlıklarına haftalarca önce girişmişti. Kürdistan’ın her alanında Kürtler Amed’e akacak ve burada Sayın Abdullah Öcalan’a özgürlük isteyeceklerdi.
Öcalan’a özgürlük esasta Kürdistan’a özgürlük ve Kürdistan’da barış demek olduğunu az çok siyasetle uğraşan herkes bilir. Türkiye’de 30 yıllık savaşın durmasını, durdurulmasını isteyenler öncelikli olarak Kürt halk önderi olan Öcalan’ı özgürlüğünü istemeleri gerektiğini bilirler. Bunun için savaşın durmasını isteyenler Amed’de milyonların bir araya geleceği özgürlük mitingini düzenlediler.
Ancak faşizm ezelden beri faşizmdir. Faşizm ezelden beri farklı seslere, farklı renklere tahammülsüzlüktür. Ve faşizm ezelden beri saldırganlıktır. Şiddettir. Bastırmadır. Yok, etme istemidir.
İşte 14 Temmuz 2012 günü Amed’de kitlelere karşı uygulanan sadece ve sadece faşizmin ruhsal tezahüründen başka bir şey değildir. Faşizmin dışa vurumundan başka bir şey değildir.
Evet, birçok kişi Akepe’nin başı olan kişiden umutlu olduklarını söylediler. Kimisi ise bas bas bağırarak tek şansın bu zat ı kerem olduğunu söylediler. Ve kimisi de bu faşizan tipe destek amaçlı bildirilere imza attılar.
Evet, şimdi sormanın tam zamanıdır, iyi şeyler mi oluyor, yoksa kötü şeyler mi oluyor?
Erdoğan bir umut mudur yoksa bir umutsuzluk ve kabus mudur?
Erdoğan’a güvenmeli mi yoksa Erdoğan’ı alaşağı etmek için halkların saflarında yer mi alınmalıdır?
Erdoğan barış mı istiyor yoksa savaş mı?
Erdoğan bir diktatör mü yoksa barış elçisi mi?
Erdoğan halkların güvenecekleri bir kişi mi yoksa halkların karşı durması gerekli olan bir faşist mi?
Şimdi yeniden yeniden bu faşizmi destekleyenlere bu aynı soruları bu kez sürekli üst üste soracağız.
Evet, Amed’de olup bitenleri nereye koyacaksınız? Nereye yerleştireceksiniz?
Her halkın, topluluğun miting yapma hakkı yok mudur? Birileri de sözde Ali Cengiz Oyunu misali “vali yasaklamamalı ama madem vali yasaklamış o zaman BDP’liler de sokağa dökülmemeli” diyerek tarafsız bir pozisyona geçiriyor kendisini.
Bre adam mitingi yasaklayan senin milletvekili olduğunun hükümettir, iç işleri bakanlığındır, başbakanındır. Ve sen ve senin gibilerinin tek görevi apaçık olan bu faşizmi kapatmak için göz boyamaktan başka bir iş yapmamaktır. Siz ve sizin gibilerin tek görevi yağlama görevidir. Şiddetin daha fazla meşrulaştırılmasının yağdanlıklarısınız. Başka da bir şey değilsiniz.
Özcesi Amed mitingi yeniden göstermiştir ki faşizm çok daha ileri boyutta kendisini örgütlemeye çalışmaktadır. Ve kimilerinin söyledikleri gibi iyi şeyler olmamaktadır. İyi şeyler de bu şekilde ortaya çıkmayacaktır. Ve kimilerinin dediği gibi bu faşist diktatöre umut bağlanamaz.
Nedeni ise olup bitenlerle gün yüzü gibi ortadadır. Her şey gözler önündedir. Faşizme bel bağlayanlar, faşizmin borazanlığına soyunanlar bu kez Amed’de olup bitenlere bakarak yeniden kendilerini gözden geçirmeleri gerekir. Aksi taktirde tarih asla ama asla bu gafleti, ısrar edilirse bu ihaneti af etmeyecektir.
Amed mitinginin açığa çıkardığı bu gerçek ışığında herkes kendini yeniden konumlandırmak durumundadır dediğimiz gibi aksi taktirde tarih bu gaflet ve ihanet durumlarını af etmeyecektir.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Kürdistan’da öyle görülüyor ki birilerinin paçaları tutuşmuştur. Faşist devletin planları artık yürümemektedir. Kürdistan’ın her yerinde faşist devlete darbe üstüne darbe vurulmaktadır. Bundandır ki Akepe birçok çevreyi harekete geçirerek günlük olarak yedikleri darbelerin önünü almak istemektedir. Bunun için günlük olarak foyaları meydanlara çıkmış olanlar yeniden pudralanarak piyasalara sürülmektedir.
Ancak “geçti borun pazarı” diye bir atasözü vardır. Artık hiçbir güç siz faşist güçleri Kürdistan gerillasının elinde kurtaramayacaktır. Bugüne kadar onlarca kez herkesi kandırabildiniz. Hilelerle aldatabildiniz. Oyalayabildiniz. Yapılması gerekenlerin önüne geçebildiniz. Ancak artık geçti tüm bu oyunlar ve numaraların zamanı.
Artık Kürdistan’da hiçbir kişi size yaklaşmayacak. Hiçbir Kürt sizin faşist partinizde yer almayacaktır. Bundan böyle Akepe’de yer alanları bizler aynen Kadima partisine üye olmuş olanların Filistinlerin yaklaştığı gibi ele alacağız. Yani Akepe’ye yakın duranları, Akepe’ye üye olanları özcesi Akepe’ye destek sunanların tümünü Kadimacı olarak ele alarak halkımızın önüne getireceğiz. Halkımızın vereceği kararlar doğrultusunda yargılayacağız. Halkımız bu ihanetçilere, bu işbirlikçilere, bu Kadimacılara hangi cezayı keserse biz de bu cezayı bunlara vereceğiz.
Elbette bizler artık sadece Akepelilere karşı böyle bir duruş içerisinde olmayacağız. Açıkça belirtiyoruz; artık Kürdistan’da kim ki Akepelilerle, TC’nin kan emmeci ordusuyla, polisleriyle, valileriyle, derken ne kadar devlet endeksli kurum ve kuruluş varsa bunlarla çalışıyorsa bu çalışmalara izin vermeyeceğimiz gibi bu çalışmalarda yer alanları da sorgulayacağız. Öyle artık eskisi gibi gidip orduya karakol malzemesi taşıyacak, karakol yapacak, karakollarla ilişki içerisinde olunacak bunlara yer ve yol verilmeyecektir. Böylelerine yöneleceğimiz alenen belirtiyoruz.
Artık Kürdistan’da TC devletinin yanında Kürdistan coğrafyasına zarar verenlere, Kürdistan’ın kültürel mirasına saldıranlara, kültürel mirasının yok edilmesi için barajlarda çalışanlara, baraj yapımında ihalede de bulunanlara, bu kültürel mirasın yok edilmesi için yol yapanlara, bunların korunması için çalışanlara yol verilmeyecektir. Böylelerine Kürdistan’da yargılayacağız. Bunun herkes tarafında bilinmesi gerekir.
Bu arada dediğimiz gibi birileri sıkışık. Birileri çağrı üzerine çağrı yapıyor. Silahlı mücadelenin durdurulması için avazları çıktıkça bağırmaktadırlar. Biz böylelerine “geçti borun pazarı” demeyi yine gerekli görüyoruz. Dün kışın ortasında bu devlet bu kadar gerillaya faşizanca yönelerek katlederken sizler neredeydiniz? Neredeydiniz günlük olarak Kürdistan’ın her alanına gerilla cenazeleri giderken? Neredeydiniz Kürdistan gerillasına karşı bu faşist devlet kimyasal silah kullanırken? Neredeydiniz binlerce Kürt siyasetçi zindanlara atılırken?
Evet, neredeydiniz diye soruyoruz. Dün sessiz kalmışsanız artık sizlerin tek söyleyeceğiniz bir söz kalmamıştır. Söz söyleme hakkınız sizden alınmıştır. Katliamlara karşı sessiz kalmanızdan dolayı artık size katliamlara karşı cevap verilirken söz hakkı kalmamıştır. Söz söyleme hakkınızı kendiniz yok ettiğiniz halde ısrar ederseniz sizleri Kürt halkına karşı ihanet içerisinde olduğunuzu söyleyerek sizleri halkımızın vicdanına havale ederiz.
Israr ederseniz sizlere lütfen Kürdistan’ı terk edin deriz?
Israr ederseniz sizleri Akepe paralelinde çalışan devlet ajanları olduğunuzu söyler gençlerimize ve halkımıza havale ederiz.
Açıkça ve alenen söylüyoruz; artık Kürdistan’da istediğiniz gibi devletin borazanlığını yapmaya izin vermeyeceğiz.
Şıho Dirlik
- Ayrıntılar