Şeyh Said “isyan’ı” diye bilinen Kürt direnişi tarih olarak 15 Şubat 1925 olarak verilir. Üç ay sonra ise “isyan” Şeyh Said’in bir ihanetle yakalanışı ardından bastırılır. Tek tük direnişler farklı mekânlarda sürdürülürse esasta baş gövdeden kopartıldığı için direniş sonuçsuz kalır. Direniş çökertildikten sonra da Şeyh Said ve ona arkadaşlık yapanlar idam edilir. İdam tarihi olarak, 29 Haziran 1925 verilir.
Şeyh Said direnişinin bastırılmasıyla idam sehpalarında onlarca yurtsever katledilir. Bu esasta Kürdistan’da yeni ve çok trajik bir sürecinin başlatılması demektir. Bu süreç Kürtler açısından çok yıkıcı bir süreç olacaktır. Soykırım uygulanması demek çokta abartı olmayacaktır. 1938 yılına kadar süren bu tarihi kesit, esasta bir halkın topyekûn imhasının hedeflendiği ve önemli oranda da katledildiği tarihi bir kesittir.
Kimdir Şeyh Said?
Şeyh Sait 1865 yılında Erzurum’un ilçesi Hınıs’a bağlı Kolhisar Köyü’nde dünyaya geldi. Babasının adı Şeyh Mahmut Fevzi’dir. Şeyh Sait’in ailesi köklü ve büyük ailelerdendir. Dedesi olan Şeyh Ali, Mevlana Halid’in öğrencilerindendi. Şeyh Ali, Mevlana Halid’in, Şam’daki dergâhında eğitim gören öğrenciler arasında özel olarak ilgilendiği 11 gençten biriydi.
Şeyh Sait Medreselerde eğitim görmüş, dönemin en iyi din eğitiminden geçmiş, Arap-İslam felsefesinin yanında eski Yunan felsefesi ile mantık derslerini okumuştu. Arapçayı Kürtçe kadar iyi konuşuyor, okuyor ve yazıyordu.
Şeyh, genç yaşta çevresinde sivrilmiş, tanınmış bir kişilik olmuş, olgunluk çağında ise bölgede tartışmasız kabul gören saygınlığına, Nakşibendîliğin “Postnişin” ini eklemişti. Şeyh varlıklı sayılırdı.
Özcesi Şeyh Said yaşanabilecek olası gelişmelerde destekleri alınabilirse önemli roller üstlenecek saygın bir kişiliktir. Etrafta sevilendir. Bir de yapıcı olan diliyle de genel olarakta kabul görendir.
1920’li yıllar Ortadoğu’da tüm halkların kendilerine bir yol aradıkları yıllardır. Birinci dünya savaşı bitmiş, Osmanlı yıkılmış, emperyalistler Ortadoğu’yu işgal etmişlerdir. Kendilerince Ortadoğu’ya biçim vermek için kendi aralarında Ortadoğu halklarına karşı hem birleşiyorlar, hem de birbirlerine karşı kavgalıdırlar. Bu esasta çok ciddi hilelerin ve oyunların oynandığı anlamına da gelmektedir.
Örneğin güneyde İngilizler Berzenci’yi yanına alarak kuzey Kürtlerini etkileyerek Türklere karşı çıkmaları için özel baskı uygulamaktadırlar. Ne de olsa eğer Kürtler Türklere karşı direnişe ya da isyana geçerlerse o zaman İngilizler güneyde daha rahat petrol yataklarını ele geçirebileceklerdir. Yine Türklere karşı önemli bir kozu ele geçirmiş olacaklardır. Berzenci bunu kabul etmediği için önce Kürdistan toprakları İngilizlerce bombalanacak ardından da Şeyh Mahmut Berzenci tutsak alınarak Hindistan’a sürgüne gönderilecektir. Bunun için Türkleri-ki bu arada Türkiye’de görkemli bir ulusal kurtuluş savaşı verilmiş, Kürtler ve birçok başka halkta burada bu direnişte yerini almıştır. Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulmuş, Kürtlerde başka birçok halk gibi dediğimiz gibi bu kuruluşta yerini almıştır. Ve asli kurucu üyeler olarak kabul edilmişlerdir. Böyle biraz istikrarı yakalamış bir yapı yukarıda dile getirdiğimiz gibi, İngiliz ve emperyalist emellerinin gerçekleşmemesi ya da zor gerçekleşmesi demektir.
İşte burada İngiliz oyunları devreye girer. Kürtleri Türklere karşı kışkırtmak başlıca plandır. Kaldı ki Kürtler birinci dünya savaşında geç kalmışta olsalar giderek kendi aralarında örgütlenmeye gitmektedirler. Azadi örgütünü kurmuşlardır. Sevr bir İngiliz planı olarak iyi tutmuştur. Türkler korkutulmuşlardır. Yeni kurtarılmış olan vatan yeniden parçalana bilir fobisi iyi hazırlanmıştır. Ve nitekim Lozan’a giden yol esasta Sevr tuzağıdır. Bu tuzağın açık bedeli Kerkük ve Musul’dur. Lozan’da Kürtlerin yok sayılmasıyla Kürtler doğalında rahatsızdırlar. Ve örgütlüklerine daha fazla ağırlık vermişlerdir. Lozan’ı yaratanların da yine İngilizler olduğunu unutmayalım. Berzenci’yi yanlarına alma çabaları, kuzeyde Kürtleri Türklere karşı çıkarma girişimleri bir şekilde Türklere de yansıtılmıştır. Kürtlerin İngiliz destekli bir ayaklanması Türkiye cumhuriyeti devletini tehlikeye sokacaktır. Bunu çok açık bir şekilde İngilizler Türklere hissettirmektedirler. Muhtemelen bu bilgileri vermektedirler.
Sonuç; Lozan’da güneyde bulunan petrol yataklarının tümü İngilizlere bırakılmıştır. Musul ve Kerkük Misakı Milli sınırlarının dışında tutulmuşlardır.
Sonuç; İngiliz destekli olarak Kürtler yok edilme sürecine alınmışlardır. Kürtlerin katledilişlerine sessiz kalınacağının sözü alınmıştır. Kürdistan’ı Türklerin kültürel ve fiziki yayılma alanı olarak kullanılmasına göz yumulmuştur.
Sonuç; dondurucu çıkar ilişkileri Kürdistan’da bir katliam sürecinin başlatılmasına yol açmıştır.
Şeyh isyanı dedikleri isyan bunun için söylendiği gibi bir isyan değildir. Kürtler söylendiği gibi ayaklanmamışlardır. Kürtler çok bilinçli, planlı, sistematik olarak bir katliam sürecine çekilerek inkâr ve imha rejimine tabi tutulmuşlardır. Buna da Kürt isyanları demişlerdir.
Kürtler dediğimiz gibi isyana kalkmamışlardır. Önce Şeyh Said’i çok büyük hinlikler ve hainlik içeren bir komployla tavır almaya zorlamışlardır. Şeyh Sait hazırlıklı olmadığı halde bu tavrı sergileyince bu kez “ayaklandılar” diyerek topyekûn katliam mekanizmasını devreye koymuşlardır. Daha önce de gelişebilecek olası bir direnişte rol alacak Cibranlı Xalıt ile Bitlis Ziya Yusuf gizlice tutuklanmışlardır.
Özcesi yok edilmeye karşı Kürtlerin yaptıkları sadece ve sadece bir direniştir. Kürtlerin 14 yıl boyunca geliştirdikleri direnişlerdir. 29 isyan dedikleri isyanlar incelendiğinde yaşananın sadece ve sadece birer direniş olduğu rahatlıkla görülecektir. Bir nevi varlıkları korumak için direndikleri apaçık gözler önündedir.
Evet, tarihi iyi okumak gerekir. 15 Şubat 1925’te Kürtlere dayatılan bir soykırım sürecidir. Bu soykırım rejimi çok vahşice uygulandı. Bu soykırım rejiminin destekleyicileri belki de planlayıcılarının başında İngiltere emperyalistleri gelmektedir.
Aynı ve benzer bir komployu bu kez ikinci kez Ortadoğu’yu kendilerine göre tasarımlamak isterlerken önlerinde engel olarak yine Kürtleri görmüşlerdir. Kürtlerin içerisinde de emperyalistlerin oyunlarını kabul etmeyen, kendi özgürlük çizgisinde ısrar eden Özgür Kürt İradesini görmüşlerdir.
Yeni bir 15 Şubat’a doğru giderken 15 Şubat’a birde bu gözle bakarak, direnişimizin ne kadar derin olması gerektiğinin bilinciyle 15 Şubat’ı yaratanlara karşı tavrımızı daha da büyük bir bilinç ve özveriyle yükseltelim.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Herhalde dünyada bir insanı ya da toplumu yok saymanın en kötü tarzı o bireyin ya da toplumun düşüncede bile olmadığını düşünmektir. Düşünce de bile olmayan birilerine gösterilecek yaklaşım ise umursamazlık olacaktır.
Birilerini ezebilirsiniz, bastırabilirsiniz, olmaması için elime edebilirsiniz, yok edersiniz, sömürebilirsiniz. Daha başka anti insani yaklaşımlarda da bulunabilirsiniz. Ancak bu anti insani duruma karşı bireyler yada toplumlar refleks gösterirler. Kimileri en sert direnişe geçerek, kimileri içine kapanarak, kimileri çocuk doğurmayarak, kimileri intihar ederek, kimileri bu baskıyı, sömürüyü kabul etmediğini başka başka yöntemlerle hissettirerek bunu yapar.
Ancak siz bir bireyi ya da toplumu umursamazsanız orada ortaya çıkacak tablo çok daha kötü bir şekilde tahripkârdır. Zamanında İsmail Beşikçi Hoca bu durumu devletlerarası sömürge statüsü olarak değerlendirdi. Kimisi buna sömürge bile denilmeyecek kadar dıştalamak ve umursamazlık dedi.
Umursanmamışlık belki de dünya da psikolojik özel savaşın en derinidir. Özel savaşların anası gibi bir durumdur. Birilerinin var olduğunu hiç görmemekten gelerek, o “var olanının var olmadığının” hissiyatını yaratarak birilerini hiçleştirmedir.
Hiçlilik psikolojisi korkunç bir durumdur. Bir insanı bitirmek istiyorsanız, bir bireyi ruhsal olarak çökertmek istiyorsanız, bir bireyi kendisiyle kavga eder hale getirmek istiyorsanız, bir bireyi kendisine karşı öz güvensiz kılmak istiyorsanız, bir bireyi hasta ve patolojik kılmak istiyorsanız, öyle bir bireyin olmadığını, öyle bir bireyin bir hiç olduğunun durumunu yaratın, gerisi yukarda dile gelenlerin gelişmesi ve yaşanmasıdır.
Kürdistan’da işgalciler çok bilinçli bir şekilde bir halka karşı umursamazlık politikasını geliştirmişlerdir. Ve bu politikayı da ısrarla sürdürmek istiyorlar. Kürt halkını ne kadar umursamazlarsa o kadar Kürt halkını ruhsal sahada kendilerine bağlı kılacaklarını düşünmektedirler. Yukarıda dile getirdik; umursanmayanların psikolojisi ağırlıklı olarak ilgi beklemeye dönük, çaresizlik psikolojisidir. Bir kere bu yaratıldı mı bu psikolojiyi yaşayanları kendi merkezi ekseninde tutmak zor olmamaktadır.
İlgi bekleyenleri tatmin etmek kolaydır. Kandırmak rahattır. Yönlendirmek basittir. Bir şeylere razı etmek zor değildir.
Aynı biçimde bu kez tersinden umursamayanlar kendilerine son derece güvenirler, rahat olurlar, üstün bir psikolojileri vardır. Yaptıklarını hak görürler. Onlar ilgilenecek olanlardır. Onlar buyurgan olanlardır. Onlar bu toprakların sahibidirler. Onlar efendidirler. Onlar her şeydirler.
İşte bu durumu tersine çevirmek gerekiyor. Özgürlük hareketi tam 30 yıldır bu durumu tersine çevirmek için amansız bir mücadele vermiştir. Bunun için 20 bin gerilla can vermiştir. 20 bine yakın yurtsever insanımız katledilmiştir. 4 bin köyümüz yakılmıştır. Düşman Kürdistan’ın adeta virane çevirmek için her şeyi yapmıştır. Buna rağmen mücadele durdurulamamış ve Kürt halkı kendisini hissettirecek duruma getirmiştir. Kürt halkı artık umursanan hale gelmiştir. Kürt halkı kendi farkına vararak, kendine güvensiz olan ruh halini aşmaya dönük ciddi bir mücadele içerisine girmiştir. Kendi kaderini artık kendi eline almıştır. Artık kendine güvenmektedir. Ve kimsenin ona tepeden bakılmasına izin vermeyecektir. Ve buna kimsenin cüret etmesine de izin vermeyecektir.
Ancak Kürt halkının kendisine bu kadar güvenmesi yeterli değildir. Bu kendisi olma durumu, işgalcilerin Kürdistan’da kendilerini işgalci görmelerine yetecek kadar değildir. Bunun için öncelikli olarak işgalcinin kimyasını bozulması gerekiyor. Umursamazlık psikolojisinin yıkılması gerekiyor. Umursamayanın umursanmadığının hissettirilmesi gerekiyor. Bunun yolu ise Kürdistan’da işgal konumda olan polisine, askerine, öğretmenine, savcısına, memuruna özcesi her türlü devlet görevlisine öyle bir umursamazlık yaklaşımı gösterilmelidir ki, bu işgalci gücün memurları kendilerini bu ülkede yabancı ve işgalci hissetsinler. Bu işgalci memurlara karşı sadece ve sadece kendi dilimizle konuşulmalıdır. Kendi dilimizle konuşmasak bile bu işgalci memurlarla konuşulmamalıdır. İşgalci memurlar, burada bu tavırlarıyla ya yabancı olacaklar ya da sağlıklı bir insan gibi Kürt halkıyla el ele onun özgürlük mücadelesinin yanında yer alarak bu toprakların baş tacı olacaklardır.
Evet, işgalcinin kimyasını bozmak gerekir. Bunu yapacak olan ise yıllardır dimdik ayakta duran onurlu direnişiyle destan yaratan halkımız olacaktır. Onun genci, onu çocuğu, onun anası, onun kadını, onun babası, onun imamı. Özcesi komple Kürt halkı olacaktır.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Öz savunma belki de özgürlük mücadelesi içerisinde en az anlaşılan konuların başında gelmektedir. Adeta olsa da olur olmasa da olur yaklaşımlarını günlük olarak görüyoruz.
ARGK sürecinde öz savunmayı ağırlıklı olarak gerillayı tamamlayan yedek bir güç ya da çalışma olarak ele alıyorduk. O zaman devrimi ağırlıklı olarak gerillaya dayalı olarak yürüteceğimize inanıyorduk. Hiç şüphe yoktur ki halk serhildanları yükseltilecek ve gerillayla el ele devrim gerçekleştirilecekti.
Ne var ki tarih bize gösterdi ki bu yetmeyen bir yaklaşım olmuştur. Hele bir de Türkiye’de devrimin ikinci önemli ayağı gelişmeyince ciddi zorluklar yaşanmıştır. Öz savunma çalışmalarını biz milis örgütlenmesiyle yürüttük. Ve bunlar genelde silahlı milislerdi. Yer yer milis taburlarını da oluşturduk. Ve gerillayla birlikte onlarca milis eylemlere katıldı. Ama dediğimiz gibi bunlar hep gerillanın yedeğinde, yanında, destek güçler olarak ele alındı. Özcesi stratejik bir yaklaşım yerine taktiği bir güç olarak ele alınıyordu. Diğer dünya devrimlerinde öğrendiklerimiz bunlardı. Onlarda böyle yapmıştı.
Ancak dediğimiz gibi tarih ve özgürlük mücadelesi bize gösterdi ki bu yaklaşımımız yetersizdi. Hiç şüphe yoktur ki gerillanın yanında silahlı milisler olacaktır. Yani ateşli silahlar kullanarak gerillanın yanında yer alacak güçler yine olacaktır. Ancak önüne devrimi ve özgürleşmeyi koymuş bir halk ya da hareketin savunma stratejisi bu olamaz.
Partimizin öngördüğü yeni stratejiye ve paradigmaya göre biz tümden halka dayalı özgürleştirme çalışmalarını ele alıyoruz. Yani halka rağmen devrim yerine halkla, halkın yanında yer alan bir gerilla olarak özgürlük mücadelesi yürütülecek. Gerilla olmasa da bu halk kendi özgürlük mücadelesini yürütecek pozisyona gelmelidir. Bu yepyeni bir yaklaşımı gerektirir. Bu komple bir halkın örgütlülüğünü gerektirir. Yeniden bir halkı ana yanlı, neolitik, eşitlikçi, özgürlükçü ve de adaletli olarak ele alarak geliştirmek istiyorsak –ki biz buna politik ahlaki toplum diyoruz-o zaman savunma stratejimizi değiştirmemiz gerekiyor.
Kürt halk önderliği: “Ahlaki ve politik toplumun günümüzde yaşadığı gerçeklik, yani öncelikli sorunu özgürlük, eşitlik ve demokratikleşmenin de öncesinde var oluşsaldır. Varlığı tehlikededir. Modernitenin çok yönlü saldırısı, her şeyden önce varlığını savunmayı öncelikli kılar. Demokratik modernitenin bu saldırıya karşı cevabı, öz savunma anlamında direniştir” demektedir.”
Devamla da; “Öz savunmayla birlikte demokratik siyaset, dönem politikacılığının özüdür. Demokratik siyaset ahlaki ve politik toplumu geliştirirken, öz savunma onu iktidarın kendi varlığına, özgürlüğüne, eşitlikçi ve demokratik yapısına yönelik saldırılarına karşı korur“ demektedir.
Başka bir deyimle, “Öz savunma bir kol olmaktan ziyade, demokratik toplumun ve demokratik konfederalizm örgütlülüğünün esas savunma gücü ve sistemini ifade etmektedir. Meşru Savunma Stratejisinin temel örgütlenme biçimi olmaktadır. Demokratik toplumun bilinç, eğitim ve örgütlülükle kendi kendini savunur bir güç haline gelmesini içermektedir.”
Yani, “öz savunma bir kol değil, demokratik konfederalizm sisteminin temel savunma duruşu, gücü ve örgütlülüğüdür. Tüm halkın öz savunma bilinci, eğitimi ve örgütlülüğüne kavuşturulması ve saldırılar karşısında kendi kendini savunmasını ifade eder öz savunma.”
Gerilla ise bu öz savunmanın sadece ve sadece bir parçasıdır. Ateşli silahları kullanan parçasıdır. Biraz da profesyonel olanıdır, öncüsüdür.
Bu yeni bir durumdur. Gerilla kendi üzerine düşeni yine layıkıyla yerine getirecektir, yükün ağır olanından geri durmayacaktır. Ancak Kürdistan’da meşru savunmanın ya da meşru direnişin temel savunma gücü öz savunmadır.
Öz savunmaya yaklaşım, demokratik toplum örgütlülüğüne, özgür yaşama yaklaşımdır. Öz savunma yaşamın her sahasına taşırılması gereken bir savunma biçimidir. Bir nevi öz savunma toplumun yaşam refleksidir. Atar damarlarıdır. Yaşamasının garantörüdür.
Dikkat edilirse demokratik özerklik tartışmalarında devletin, egemenlerin, cümle cemaat Kürt halkının güç olmasını istemeyen güçlerin rahatsız olduklarını gördük. Her şeyi kabul edebilirler ancak öz savunmada nereden çıktı diye afallanıyorlar. Kabul edemeyeceklerini söylüyorlar.
Ama biz biliyoruz ki kendisini savunmasını bilmeyen bir toplumun elde ettiği tüm hakları bir gün içerisinde yeniden elinden alınabilir. Ama biz her an kendisini savunabilecek bir pozisyonda bulunan bir halka yaklaşımın sıradan olamayacağını da biliyoruz.
Hâlbuki ileri toplumlarda nereye giderseniz gidin, nereye bakarsanız bakın eğer kendilerine dönük tehlikeler ön görüyorlarsa sivil savunma çalışmalarını aralıksız sürdürürler. Aralıksız kendilerini savunmanın eğitimlerini sürekli yaparlar.
Bizim savunmamız ya da öz savunmamız hiç şüphe yoktur ki devletlerinkine benzemiyor. Ne devletlerin elerinde bulunan maddi imkânlarımız vardır ne de devletler gibi kendimizi savunmayı düşünüyoruz.
Bizim yapacağımız her şart altında yaşamımıza yapılacak olan kast etmelere anında cevap vermektir. Çoğu zaman da yaşamımıza kast edilmeden kendimizi savunacak olan mekanizmayı oluşturmaktır.
Öz savunma öncelikli olarak silahsızdır. Silahlı olanları zaten gerilladır. Gerilla da kolay kolay şehre inmez. Gerekmedikçe inmez. Ancak ana gövdesi silahsız olanlardır. Bunların öncüsü kimdir diye soracak olursak, vereceğimiz cevap gençler ve kadınlardır olacaktır.
Öz savunma olmadan Kürt sorununun barışçıl-siyasi çözümü gerçekleşebilir mi? Kürt ulusal varlığını ve demokratik toplum örgütlülüğünü öz savunma olmazsa kim savunacaktır?
Buna verilecek cevap dediğimiz gibi gençliktir. Ve genç kadınlardır. Adeta her alanda mahalle mahalle gençliğin kendisini örgütlenmesi gerekiyor. Hücre hücre kendisini sistem haline getirmesi gerekiyor. Toplumu savunacak temel güç haline kendisini getirmesi gerekiyor. Öyle bir örgütlülük olmalıdır ki kim nerede ne yapıyor yerelde örgütlenmiş gençlik bilsin. Uçan kuştan haberi olsun. Bir yerde bir şey mi olmuş birkaç dakika içerisinde oraya binlerce insanla yığılsın.
Bugün teknik gelişim dikkate alındığında birbirine ulaşmak zor olmamalıdır. Bir sinyalle bir yerde buluşmak zor olmamalıdır. Bu kolay mı belki kolay değildir ancak başarılmak zorundadır. Başka da öz savunma gerçekleşemez.
Evet, öz savunma tümden bir halkı korumanın çalışmasıdır. Öyle ki yarın bir gün hiçbir gerilla olmasa da bu halkı savunacak, koruyacak bir öz savunma gücü oluşturmalıyız.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Gençler, demokratik toplumunun üzerine beton gibi yığılan ulus devlet ve onun araçlarının “demir kafesini” kırıp, toplumu demokratik ve özgür özüyle buluşturmak için mücadele etmiyor diyenlere kızmamak elden değil.
Bu görüşü taşıyanlar, gençlerin mücadelesini nasıl görmezden gelebiliyorlar hayret doğrusu. Eğer gençler mücadelenin içinde yerlerini almıyorlarsa, nasıl oluyor da her gün onlarca genç tutuklanıp ağır hapis cezalarına çarpıtılıyor? Gençlerin iç dünyalarına inersek bu soru sadece küçük bir örnek olur. Sisteme karşı savaşan her gence sorduğumuzda eminim birçok şeyi sıralayacaktır: Tüm riskleri göze alıyorum, hayatımı tehlikeye atıyorum, yeri geliyor ailemi karşıma alıyorum, iş ve okul hayatımdan vazgeçiyorum vs. mücadele için yaptıklarını sıraladıkça sıralar. Haksız mıdırlar? Elbette hayır, bunların hepsi doğru. Peki öyleyse gençlerin bu emeği neden görünür değil ya da küçümseniyor?
Bu sorunun can alıcı cevabı, gençlerin yanlış yerde duruşlarıdır. Yani gençler, yanlış yerde mücadele ettikleri için hak ettikleri büyük sonuçları elde edemiyorlar. Adorno’nun meşhur bir sözü vardır “yanlış hayat doğru yaşanmaz.” Gençlerin durumunu bu söz çerçevesinde inceleyecek olursak, eminim daha aydınlatıcı oluruz. Gençler, yanlış yerde durdukları için doğru sonuçlar elde edemiyorlar. Gençler köy, mahalle, kent gibi küçük yerlerde kaldıkları için büyük başarılar kazanamıyorlar.
Bilindiği gibi insanın durduğu yer, onun yeme içmesinden tutalım duygu ve düşünce dünyası, hayalleri, rüyalarına değin yaşamıyla ilgili hemen hemen her alan üzerine büyük etki yapar. Bu da pratiğin sonucunu büyük oranda belirler. Dolayısıyla köy, mahalle, kent gibi küçük yerlerde yaşayanların, hayalleri de pratikleri de sıradan ve küçük olur. Kendi küçük dünyaları içinde yaptıklarını çok büyük görürler ve bu da onları yanılgılı yaşamaya götürür. İşte bunun için savaştıkları düşmanı yeterince tanıyamazlar, mücadelelerinin gerekliliklerini yeterlice yerine getirmezler. Dolayısıyla başarısızlık kaçınılmaz olur. Gençlerin yaşadığı bundan başka bir şey değil. Gençler, büyük devrimciler gibi giyinmekle, siyasi kitaplar okumakla, kafeler de, kahvehanelerde ya da okul bahçelerinde hararetli devrim diliyle her gün onlarca devrimi sohbetlerde gerçekleştirmekle, birbirlerine ateşli devrim mesajları çekmekle, belirli gün ve haftalarda gösterilere katılmak gibi son derece küçük şeyler yaparak, büyük işler yaptıklarını sanırlar. Oysa durdukları yer küçük oldukları için, samimi niyetlerine rağmen yaptıkları büyük olamaz.
Eğer gençler kendilerine en çok yaraşan dağlarda olsalardı, elbette yaptıkları da durdukları dağlar gibi büyük, yüce ve anlamlı olurdu. Yüksek ve özgür dağlarda duyguları, düşünceleri, hayalleri ve yaşamları da özgür, yüksek ve anlamlı olurdu. Eğer gençler dağlarda olsalardı, en kof bir polisten köşe bucak saklanmazlardı, ama kale gibi korunaklı sistemin korkulu rüyası olurlardı. Eğer gençler doğru yerde yani özgür dağlarda olsalardı, her şeyden önce yaşamın her şeyiyle nasıl sarsılmaz bir inanç ve iradeyle bilenip doğru yaşandığını anlayacaklardı ve göreceklerdi ki, bir zamanlar büyük sandıkları çabalarının ne kadar yetersizmiş. Bu yetersizliği bir an önce neden aşamadıklarına hayıflanacaklardı.
Eğer gençler, küçük yerlerde devrime basit, sıradan ve şekilsellikle yaklaşmayıp, devrimin kalbinin attığı yüksek ve özgür dağlarda yerlerini alsalardı devrimi sözde değil özde yaşayacaklardı. Böylece doğru yerde doğru yaşayıp, doğrusunu yapacaklardı.
Gençler yanlış yapıyor olabilir. Ama hiçbir şey için geç değil. Zararın neresinden dönersen kardır derler ya, gençlerde vakit kaybetmeden yanlışlarından vazgeçip hak etikleri ve kendilerine yaraşanı yapıp özgür dağlara çıkmalıdır. Çünkü gençler en çok dağlara yaraşır, dağlar da en çok gençlere yaraşır…
Mem Amed
- Ayrıntılar
Demokratik Özerklik Statüsü Kürtler için artık vazgeçilmez bir talep olarak ortada durmaktadır. Kim ne derse desin tarihin çarkı bir dönmeyi görsün, bu çarkın önünde kimse kendisini tutamaz. Hani var ya şairin dizeleri:
Bu
Ne benim sana,
Tepeden inme bir emrim
Ve ne de
Ayaklarına kapanıp ağladığım
Bir yalvarışımdır
Bu
Eğilmez başların
Bükülmez bileklerin
Yani tarihin
Durdurulmaz emridir” diye. Aynen öyle.
Demokratik Özerklik Projesi, Kürtlerin devletsiz olan çözüm projesidir. Kürtler devletin neme nem bir aygıt olduğunu yaşadıklarıyla gördüler. Bir de Kürtler ulusalar arası konjonktürü de iyi okuyorlar. Uluslar arası konjonktürün başka çözüm seçeneği sunmadığını da biliyorlar. Birde Kürtler politikleşmiş bir toplum olarak ebediyen Türkiye ile savaşmayacaklarını da biliyorlar. Aşiretvari kan davası misali çatışmaya da karşılar. Ve dünya deneylerinden biliyorlar ki her savaşın birde barışı vardır. Barışı olmayan savaşın anlamı da yoktur. Sürgit bir savaşı hiç mi hiç istemiyorlar. 30 yıllık direniş mücadeleleri ise sadece ve sadece kendilerini savunmaya dönük sürdürülen bir meşru savunma direnişiydi. Bu meşru olan direnişin yer yer aşırıya kaçtığını bizatihi özgürlük hareketinin önderliği birçok kez ifade etti. Yapılması gerekenin genelde direniş mücadelesini meşru olan direniş zemininde tutmaktı. Ve bunu Kürt halk önderliği tüm pürüzlere rağmen görkemli başardı. İşte bunun için Kürtler 30 yıllık bir mücadeleyle ortaya çıkarmak istediklerini ortaya çıkardılar. Başka bir deyimle “diriliş tamamlandı sıra kurtuluşta.”
Kürtler bu sorunu çözmek istiyorlar. Ve Kürtlerin çözüm projesi dediğimiz gibi demokratik özerkliktir.
Kürtler siyaseten kendi yönetimlerini oluşturmak istiyorlar.
Kürtler kültürel olarakta doludizgin kendi kültürlerini yaşamak istiyorlar.
Kürtler ekonomik olarakta kendilerine yeten bir ekonomik politika oluşturmak istiyorlar.
Kürtler eğitimlerini kendi dillerinden görmek istiyorlar.
Kürtler sosyal sahada kendilerini güçlü örgütleyerek yeni sosyal, komünal bir toplumu ana tanrıçalarına layık bir şekilde yeniden kurmak istiyorlar.
Kürtler komşu halklarla barış içerisinde yaşamak isterlerken, diğer parçalarda boyunduruk altında yaşayan Kürt halkıyla da sıcak ilişkiler içerisinde olmak istiyorlar.
Kürtler birde her zaman tehlike altında yaşamış, onlarca saldırı görmüş, devlet eliyle fuhuşa zorlanmış, çetelerce hedeflenmiş durumlara karşı da kendilerini savunmak istiyorlar. Özcesi Kürtler kendi kendilerini savunmak istiyorlar. Bu kendi kendilerini savunmaya Kürtler öz savunma diyorlar.
Kimileri polis gücünün var olduğunu, askerin var olduğunu, bunların dışında savunma gücünün olamayacağını, olmaması gerektiğini belirtiyorlar. Kulaklara bu sözler hoş gelse de Kürtler en çok bu sözü geçen polislerden ve askerlerden çekti. Neden bu askere ve polise bir daha güvensin ki?
Bu polis ve bu asker daha 10-15yıl önce Kürdistan’ın birçok ilçe ve il’inde Hizbullahçıları koruyarak Kürtlerin üzerine sürdü. Binlerce Kürt yurtseverini bunların elleriyle katlettiren bizatihi bu polis ve askerlerdir. Hatta bu devlettir.
Kürtler neden bu devlete ve polisini ve askerini güvensin ki?
Evet, neden güvenelim ki? İşte bu güvensizlik durumunun çözümünü Kürtler kendi savunmalarını kendilerinin yapması olarak ele alıyorlar. İşte bu kendi kendine savunmaya herkes öz savunma diyor. Dünyanın neresine giderseniz gidin eğer devlet denen aygıtın güvenlik güçleri sizleri koruma yerine vurulmanız için her şeyi yapıyorsa orada her türlü direniş meşrudur. Orada kendi savunma gücünü oluşturman meşrudur. Kürtlerin de yaptığı ya da yapmak istedikleri budur.
“Toplumun doğal duruşu politik ve ahlakidir. Dolayısıyla politik ve ahlaki toplumun da kendini savunma durumu gelişebilecek tüm saldırılar karşısında gündeme gelecektir. Bu politik ve ahlaki toplumun kendini savunmasına da öz savunma savaşı diyoruz. Demek ki öz savunma savaşı ve Meşru Savunma savaşı, savaşın karşıtı olarak gündeme geliyor. Gasp ve talan amaçlı geliştirilen şiddete, saldırıya karşı doğal toplumun, politik ve ahlaki toplumun kendini savunma durumu da bir direnmeyi, savaşı ifade ediyor. Saldırı ve imha savaşına karşı kendini, değerlerini sahiplenme ve koruma amaçlı bir savaş durumu gündeme geliyor. Buna da öz savunma savaşı deniliyor.“
Evet, Kürtler her türden saldırıya karşı kendi savunma haklarını kullanacaklardır. Bu savunmanın önceliği çok güçlü bir örgütlülüktür. Adeta örgütsüz tek bir Kürt ferdi kalmayacaktır. Öz savunma sadece silahlı gücü ifade etmiyor. Kürtlerin silahlı gücü zaten vardır. Buna HPG diyorlar. Gerilladır. Ancak halkın içerisindeki öz savunma güçleri silahlı olmayan güçlerdir. Kim bunlara ne derse desin, kendisini son derece güçlü örgütlemiş, refleksleri gelişkin, halkı için kendisini gerekirse feda edecek, öz verili, cesaretli, dinamik bir yapıdır. Önemli ölçü burada halka karşı duyarlı ve sorumlu olmasıdır. Kendisini öyle örgütlemiş ki örneğin bir yerde bir şey mi olmuş oraya birkaç dakika içerisinde binlerce gençle yığılabilecek bir örgütlülüğe kendisini kavuşturmuştur. Yine örneğin devlet halka ya da Kürt halkının değerlerine mi saldırmış orada hiç kimseden emir almadan, direktif almadan hızla kendisini örgütleyerek gereken misillemeyi demokratik ölçüler içerisinde vermesini bilen bir güçtür. Yine Kürt halkına ve onun değerlerine saldırılanlara karşı da son derece duyarlı bir duruşu vardır. Dediğimiz gibi bu güç kimseden emir almaz. Bu gücün emir mercii Kürt halkına karşı gösterilen yaklaşımlardır.
Yukarıda dile getirdiğimiz esasta komple bir halkın direnme duruşudur. Savunma duruşudur. Öz savunma duruşudur. Bu öz savunma duruşu ise meşru olan bir var olma hakkıdır. Kimse Kürtleri bu haktan mahrum tutamaz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Yeni bir yıla girdik. Adettendir her bir yeni yıla girerken geçmiş bir yılın muhasebesi yapılarak, yeni yılın yol haritası belirlenir.
Geçmiş yıla, özgürlük hareketi sözün tam manasıyla damgasını vurduğunu söylememiz abartı sayılmaz. Özgürlük yoluna giren Kürt halkı farklı kampanyalarla gündemi hep sıcak tutarak dikkate alınması gereken bir aktör olduğunu da herkese hissettirdi. Kürt özgürlük hareketinin gerillası kısa süreli sürdürdüğü 4 stratejik dönem hamlesi çerçevesinde, inkârcı ve imhacı rejimi sözün tam manasıyla felç etti. Kaldı ki biz gerillalar biliyoruz ki bu eylemlilik süreci sadece ve sadece gerillamızın çok düşük bir potansiyelinin kullanılmasıydı. Bu kısıtlı potansiyel kullanımına rağmen Türkiye sarsıldı. İskenderun Deniz Kuvvetleri baskını, Dörtyol ve Samsun’daki polis pusuları, gerillanın açılım sahalarına sadece bir iki küçük örnek teşkil etmiştir. Bunların yanına Pervari ilçe baskını, Gediktepe-Hantepe süpürme hareketleri gibi birkaç eylemi de koyarsanız, gerillanın ne yapabileceğini rahatlıkla görülebilir.
Unutulmamalıdır ki; bir, bunların hepsi iki buçuk aylık bir zaman dilimini içerisinde yapıldı, birde gerilla tüm gücünü dediğimiz gibi ortaya koymadı.
Önemli bir gelişme de alenen Türkiye ortamında Kürt Halk Önderliğiyle yapılan görüşmelerin ifade edilmesi olmuştur. 17 yıldır yaşanan muhatapsızlık sorunu kısmen de olsa giderilmesi, Kürt sorunun geldiği düzeyi göstermek açısından da önemli olmuştur.
Tüm bunlar yaşanırken gerillalar olarak 2010 yılını ağırlıklı olarak eylemsizlik süreciyle geçirdik. Eller tetikte ancak çatışmalara fırsat vermemek içinde hep dağların zirvelerinde bekledik. Buna rağmen inkârcı, imhacı faşist zihniyet onlarca öldürücü saldırı gerçekleştirdi. Bu saldırılarda çok sayıda yoldaşımız şehit düştü. Bu kadar Provokatif saldırılara karşı sadece ve sadece misilleme hakkımızı kullandık. Başka da eylemsizlik kararına harfiyen uyduk. Felsefik-Siyasal bir hareket olarak aldığımız kararlara uymak için elimizde gelen her şeyi yapmamız adettendir. Geleneğimizdendir. Kaldı ki Kürt halk önderliğinin aldığı her karar, biz gerillaları için bir emirdir. Bunun içinde olsa Kürt halk önderliğinin söyledikleriyle çelişmemek için büyük özenler gösterdik.
Geri baktığımızda büyük gelişmelerin yanı sıra inkârcı, imhacı ve faşist zihniyetli yapının gerillayı ve özgürlük hareketi taraftarlarına dönük imhacı anlayıştan vazgeçtiğini söylemek çok zordur. Gever’de bir genci gündüzün ortasında kurşuna dizmeleri bu faşist zihniyetin sadece ve sadece bir tasavvurudur. Yine Kürt halkının iki dilli yaşama dönük gösterdiği duyarlılığa karşı gösterilen tahammülsüzlük bu faşist zihniyettin geldiği düzeydir. Hele hele halkımızın kendisini yöneteceğine dönük düşünce beyan etmesi nasılda saldırılarla yüz yüze kaldığı ibretliktir.
Dünyanın neresine gidersek gidelim hiç kimse ama hiç kimse insanların diline ket vuramaz. Dillerin serbest gelişimi için her şey yapılır. Yine dünya giderek yerellere kayarak bu kadar hastalıklı merkeziyetçi yaklaşımlarla, Kürt halkını boğmaya kalkmak inanılmaz bir şeydir. En ufak bir beyin tartışmasını böyle saldırılarla ipotek altına almaya kalkışmak korkunç bir derin faşizanlıktır.
Kaldı ki Kürt halkı nasıl, kiminle yaşar onun kararını verecek olanda Kürt halkıdır. Onun adına başkası Kürt halkına ağızlık olamaz. Kürt halkı adına konuşmaya kalkışmak tarihe karışmış bir hastalıktır. Kürtleri yok sayarak onlar adına konuşmaya kalkışmak, çoktan Kürtler nezdinden aşılmış bir ruh halidir.
Kürtlerin de dünyadaki tüm halklar gibi kendi kaderini tayin etme hakkı vardır. Bu kendi kaderini tayin hakkı Kürtlere aittir. Başkaları Kürtleri kendi boyunduruklarına davet edemezler buna hakları da yoktur. Başka halklar için haklar neyse Kürt halkının da hakları onlardır. Ne az ne de fazla.
Ancak öyle görülüyor kendileri için demokrat olanlar Kürt halkı için faşistleşiyor. Kendisi için özgürlükçü olanlar Kürt halkı için sömürgecileşiyor. Kendisi için hümanist olanlar Kürt halk için sadistleşiyor. Kendisi için duygu yüklü olanlar Kürt halkı söz konusu olduğunda yılan gibi soğuk oluyor. Evet, kendileri için insan olanlar biz Kürtler söz konusu oldu mu insanlıktan çıkıyor.
Ancak özgürlük yoluna giren bu halk sergilenecek tavır ne olursa olsun kendi yolunu çizecektir. Kimsenin lamı cimi yapmadan, oraya buraya çekmeden bu halkın kendi kaderini tayin etme hakkına yapacakları sadece ve sadece saygı duymalarıdır. Kabul etmeseler de, hazmetmeseler de saygı duyacaklardır. Nasıl ki biz Kürtler tüm halklara bu saygıyı kusursuz sergiliyorsak başkaları da Kürt halkına bunu gösterecektir. Bunun başka da yolu yoktur.
Evet, yeni bir yıla girerken kendimize daha fazla güveniyoruz, daha fazla umut doluyuz. Tarihin yürü ya kulum dediği bir anla karşı karşıyayız. Böylesine tarihi bir anı yaşarken tüm Kürdistanlı gençleri başta olmak üzere tüm demokrat, ilerici yurtsever gençleri özgürlük dağlarına davet ediyoruz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Düşünce özgürlüğü ya da ifade özgürlüğü demokrasinin olmazsa olmazlarından kabul edilir. Düşüncenin kendisini açıkça ifade edememesi durumunda orada, çokta uzun zamana sarkmadan rahatsızlıkların yaşandığını göreceksiniz. Düşünceler hür ifade edildikçe de her türlü tehlikenin önü alınmış olur.
Düşüncelerden korkan çok sayıda rejim türleri vardır. Bunlardan en belirgini kendine güvenmeyen otokratik rejimlerdir. Yine oligarşik yapıları da bunların arasına katmak gerekir. Babadan oğula geçen iktidar yapılarında da bu korku yaşanır. Birilerine dayanarak iktidar da kalan her ne rejim varsa düşüncelerde korkar. Tabiatı gereği bu böyledir. Kendi gücüne dayanmayan, başkalarına dayanarak var olan, iktidarın sunduğu nimetlerden yararlanarak ayakta kalan, ekonomik güç, polis ve askeri gücü kendisine kalkan edenlerin tümü düşüncelerden korkarlar.
Korkarlar, çünkü bu tür yapılar birilerinin icazetiyle ayakta kalırlar. Onlara bağlanan oksijen tüpüyle nefes alıp verirler. Bunun için bu yapılar hep tedirgindirler. İkilidirler. Mütereddüttürler. Güvensizdirler. Böyle olunca da söylenecekler onları rahatsız eder. Onlar, onların istediklerine izin verirler. Verili olanı severler. Onları okşayan sözlere kulak kabartırlar.
Evet, otokratik yapılar onları rahatsız eden düşünceleri sevmezler. Bunun için ilk yapacakları ve bugüne kadar da yaptıkları onları rahatsız eden düşünceleri yasaklamaktır. Bu düşüncelerin yayılmasına ket vurmaktır. Düşüncelerin yayılmasını engelleyemezseler ilk elden bu düşünceleri yayanlara yönelirler. Tutuklarlar. Kodese tıkarlar. Teşhir ederler. Hakaret ederler. Yapabilirlerse onlar için tehlikeli olan düşüncelerin bir daha yeryüzüne çıkmaması için her şeyi yaparlar.
Evet, otokratik yapılar, rejimler ve tabii ki bireyler düşünce özgürlüğünü de sevmezler. Onlar aslında her türlü özgürlüğü sevmezler. Onların sevdiği ve sevebilecekleri sadece ve sadece onlara riayet eden düşüncelerdir, sözlerdir. Onlar hep karşılarında emir eri beklerler. El pençe duruşları severler. Onlara methiye yağdıranları seçerler. Başka da hiçbir düşünceye izin vermezler.
AKP’nin ajitatörü ve gladyatörü iktidara doğru giderken, en çok kullandığı argümanlardan bir tanesi düşünce özgürlüğüydü. Ne de olsa o da güya düşüncelerinden hatta bir şiir okuduğu için zindana düşmüştü. Onun da kızı kafasını örtündüğü için okullara alınmamıştı. Özcesi düşüncelerinden dolayı çok çekmişti. Çok acılar yaşamıştı. En azından AKP’nin gladyatörü bize kendisinin böyle olduğunu söylüyor. Öyle olmasa da öyle olduğuna bizi inandırmak istiyor. Ve milyonlarca insanı inandırdığını da hemen ekleyelim.
Yıllarca ne kadar mağdur edildiklerinin propagandasını yaparak neredeyse tastamam bir rejim kurdular. Kemalist devletin neredeyse tüm kurumlarını ele geçirdiler. Ele geçirilemeyen Kemalist kurumları ise hizaya getirdiler. Paçavraya çevirdiler. Bir kedinin bir fareyle oynaması misali öldürmeden önce doyasıya oynayarak halden düşürerek bunu yapmaya devam ediyorlar. Ve yeşil Kemalizmlerini de kurmaya da ramak kaldığını biz ekleyelim.
Evet, düşüncelere özgürlük diye gelenler bugün en küçük düşünce özgürlüğüne tahammül göstermiyorlar. Kendilerine itiraz eden öğrencileri faşistlikle, teröristlikle, illegal yapılarda yer almakla suçluyorlar. Onları eleştiren medyaya inanılmaz hakaretler yağdırıyorlar, muhalif olanlara ise alayın ötesinde yaklaşımlar sergiliyorlar. Taraf olmayan bertaraf olur ilkesiyle onlarla olmayanları bertaraf ediyorlar.
Evet, bunların tümü otokratik yapıların, duruşların, bireylerin ve yaşam tarzlarının ortaya çıkaracakları sonuçlardır. Daha da ileri götürürsek bu karakter yapısı faşizmin inşasına götüren karakterdir. Faşizm karakteri gereği hiçbir düşünceye tahammül göstermez, gösteremez.
Daha da somuta indirgeyecek olursak; Kürtlerin iki dilli yaşama ve kendilerini yönetecek pozisyona götürecek demokratik özerklik düşüncelerini dile getirmeleri karşısında AKP’nin gladyatörü, ne kadar düşünce özgürlüğüne saygılı olduğunu meclis kürsünde haykırdı. Teröristlikle, eşkıyalıkla, birilerinin ekmeğine yağ sürmekle derken ne kadar tekçi olduklarını alenen herkesin gözlerinin önünde yeniden haykırdı. Ve bunları yaparken de ilginçtir ama ne kadar laf salatası varsa hepsini yan yana dizerek yapmaktan da çekinmedi. Gladyatörün bakanlarından biri olan Zafer Çağlayan “hepsini yaratan Allah olduğu için, insanları hiçbir ayrım yapmaksızın seviyoruz. Bu önemli bir hadisedir. Bayrağımızın tekliği, ana dilimizin Türkçe olması, bunlar asla tartışılmayacak şeylerdir” diye de aynen gladyatörü gibi konuşabilmektedir. Bu zat insanları hem de hepsini hiçbir ayrım yapmadan seviyor, lakin bayraklarının tekliği, ana dillerinin Türkçe olmasını da asla tartışmasına izin vermeyeceğini de söylüyor. Dediğimiz gibi aynen gladyatörün kendisi gibi; gladyatör Türkçülüğe ve Kürtçülüğe de karşıdır ancak tek millet, tek dil, tek vatan ve tek bayrakçıdır. Tek milletçilik, tek dilcilik, tek vatancılık ve tek bayrakçılık sade bir kavramla Türkçülükte değil bunun ötesinde olan faşizmdir. Kaldı ki bu tekçiliğin bir halkın değerlerini yok sayarak savunulan bir tekçilik olduğunu da unutmayalım.
Evet, biz düşüncelerimizi daha fazla dile getireceğiz. Her fırsatta konuşacağız. Herkese meramımızı anlatmak için her ortamda düşüncelerimizi haykıracağız. Artık gladyatör ve onun sahte İslamcı yeşil Kemalist partisi mağduriyet tezinin arkasına saklanamıyor. Bunun için saldırganlaşıyor, saldırganlaşıyorlar. Bunun için bu sahte yeşil faşist yapıyı daha fazla deşifre etmek için en güçlü silah; düşünce özgürlüğüne yüklenmektedir.
Evet, otokratik yapıları aşmanın tek bir yolu vardır o da özgürce hiç çekinmeden düşünceleri ifade etmektir. Çünkü böyle baskıcı, tekçi, otokratik, hoşgörüsüz ve faşist yapıların en çok korktukları şey düşüncelerdir. Bunun için inadına düşüncelerimizi alenen her yerde daha gür ifade edelim. Düşüncelerin akmasına yol verelim.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Demokratik Özerkliliğin, ülke gündemine bomba gibi düşmesiyle birlikte herkes konuyu tartışmaya başladı. Fakat dikkatimizi çeken en önemli noktaların biri Kürt Gençlik Hareketinin başta olmak üzere gençlerin bu tartışmalara ve dolayısıyla sürece istenilen oranda katılmamasıdır.
Elbette kimsenin gençlikten TV ekranlarına çıkıp gürültü kirliliği yapma beklentisi yok. Öncelikle kültürel katliamlara maruz kalmış Kürt gençleri olmak üzere tüm devrimci gençlerin Demokratik Özerklik inşa sürecinde aktif çalışmalı, eylemleriyle katılmalı ve öncülük yapmalıdır. Çünkü toplumu kapitalist modernitenin “demir kafesinden” kurtarıp demokratik özüne kavuşturacak demokratik ve özgür toplumun yolu Demokratik Özerklikten geçmektedir. Bunun içinde toplumun motor gücü olan gençlerin omuzlarına tarihi görevler düşmektedir.
Fakat üzülerek belirtmekteyiz ki, Gençlik bu süreçte pasif kalarak, toplumu oy sevdalıları olan siyasetçilerin insafına bırakmaktadır. Elbette biliyoruz, Gençlik her gün siyasi kırımlarla karşı karşıya kalmakta ve binlerce çalışanı bu kırımların sonucunda zindanlarda esir tutulmaktadır. Ancak Gençliğin muazzam dinamizmi ve potansiyeli düşünüldüğünde söz konusu tutuklamalar ve baskılar mazeret olamaz. Öyleyse buna rağmen gençlik neden rolünü oynayamıyor? Neden pratiğiyle gündem belirlemesi gerekirken gençler, gündeme müdahil bile olamıyor?
Bu soruların ve nedenlerin listesini uzatmayı gerek görmüyoruz. Fakat gençliğin başarısızlığın temelinde Önder APO’nun gerektiği kadar okunmaması ve özümsenmemesinin yattığını düşünmekteyiz. Neredeyse her fırsatta “Gençlik APO’nun fedaisidir” diyen ve her gençlik çalışanının ya da sempatizanın başköşesinde Önder APO’nun kitaplarının bulunmalarına hatta bundan dolayı cezalandırılmalarına rağmen gençliğin Önderliği istenilen oranda okumaması ve pratikleştirememesi temel bir çelişkidir. Bu da başarısızlığı getirmektedir. Gençliğin bu esas ışıktan kendini mahrum bırakması, gençleri karanlığa sürüklemekte, bu da başta yöntem sorunları olmak üzere rolünü oynayamama, gündemin temel aktörü değil de seyirci kalmaya, takvim ve slogan devrimciliğiyle marjinalleşmeye ve en önemlisi de koruyucusu olması gereken demokratik topluma karşı borçlu olmasına yol açmaktadır. Örneğin son günlerde yoğunlaşan Demokratik Özerklik inşasına baktığımızda başta anadil, öz savunma, toplumun eğitim ve örgütlemesinde öncü olması gereken gençler maalesef sadece birkaç ilçede sınırlı eylemlerle yetinmektedir ki bu eylemlerin çoğu da gençliğin örgütlülüğün sonucu değil, yurtsever reaksiyonların sonucudur. Oysa eğer gençlik, Önder Apo’yu sözde değil özde kavramış olsaydı ve gerekenleri yerine getirmiş olsaydı bugün ne Kürtçe sömürgecilerin kayıtlarına “bilinmeyen dil” olarak geçerdi ne de ağzını açan her sömürgeci, Kürt halkını tehdit edebilirdi. Eğer 21. yüzyılda da işgalciler, Kürt halkını bu kadar aşağılama cesaretini kendilerinde buluyorlarsa, şüphesiz cesaretlerini gençlerin suskunluğundan almaktadırlar. Eğer başta Kürt gençleri olmak üzere devrimci geçinen her genç, Önder APO’nun yol göstericiliğinde sürece hakim olabilselerdi, “bilinmeyen dilin” çocuklarının neler yapabileceğini herkese gösterirlerdi ve eylemleri ve mücadeleleriyle “bilinmeyen dilin” çocuklarını varlıklarını tanımayan işgalcilere kendilerini tanıtırlardı.
Gençlik, günümüzde gündemi sürüklemesi gerekirken söz konusu yetmezlikleriyle gündem tarafından sürüklenmektedir. Fakat gençliğin, işgal prangalarını kırıp demokratik toplumu kurtarma ve korumaları için yeteri kadar enerjilerinin, kaynaklarının, tecrübelerinin olduğuna inanıyoruz. Belirtmek istediğimiz gençliğin bir an evvel Önder APO’nun fikirlerine sarılarak, insanlığın kurtuluş reçetesi olan bu ışığı pratikleştirmesi gereğidir. Aksi takdirde toplum ve onun şahsında insanlık, koltuk sevdalıların insafına terk edilmiş olur. Bu da toplum tahribatını derinleştirir ve telafisi zor yaralara yol açar. Böylesi bir toplumda ise bir avuç egemen dışında, başta gençler olmak üzere toplumun tüm kesimleri ağır zararlar görür ve insanlık katledilmeye devam edilir. Bunda da en ağır vebal rolünü oynayamayan, zamana yanıt olamayan gençliğin olur.
Mem Amed
- Ayrıntılar
2010 yılına Yeşil Türk Irkçısı AKP rahat mı rahat girdi.
AKP’nin rahat olmasının bir nedeni vardı.
HPG, eylemsizlik sürecindeydi. AKP ise saldırı sürecindeydi. Belediye başkanlarından belediye meclis üyelerine, il başkanlarından il genel meclis başkanlarından tutun, BDP’in aktif çalışanlarından kim varsa tutukluyordu. Sadece tutuklamalarla kalmıyor, tutukladıklarını zindana atıyordu.
AKP’nin direktifleriyle Kürdistan HPG gerillalarına yönelik operasyonlarda azalma değil artış yaşandı.
Şehirlerde Kürt çocuklarına karşı Fetullahçı polis teşkilatının terörü tavan yaptı.
AKP şehirde, köyde ve kırsalda yaptığı saldırı üzerine saldırılarla Kürt Özgürlük Hareketi ile Kürtleri bastırabileceğini ve böylece marjinalize edip sınırlandıracağını hesapladı.
Bunları yaparken HPG gerillasının öfkesini ve intikam kılıcını üzerine çekeceğini hesaplayamadı.
Hesaplasa bile, T.C’nin kimsayasını dağıtacak düzeyde enine ve boyuna Kürdistan ve Anadolu’nun her tarafında eylem koyacak düzeye gelebilen bir gerilla gücünü tasavvur edemedi.
HPG, ilk kılıcını 31 Mayıs’ta İskender’un eylemiyle vurdu.Türkiye bu eylemle şoka uğradı.
Gerillanın bu derecede etkili vuruşunu, ne Türk ordusu ne de AKP hükümeti kabullenmediği için oraya buraya bağlamaya çalıştı. Gerilla karşısındaki uğradığı yenilgiyi kaldıramadığı için hayali yardımcılar yaratmaya çalıştı.
Gare eyleminde de dumura uğradılar.
Bilican eyleminde ise iyice dağıttılar. Ne Türk ordusu, ne AKP, ne Türk kamuoyu, ne de dış komuoyu Kürdistan gerillasının bu kadar çok planlı, geniş coğrafya da yoğun bir düzeyde çok ani vuruşlarla eylem yapabilecek niteliğe ulaştığını düşünemedi.
Hele o Gare Karakol tepesinde çekilen bir fotoğraf varya – Erdoğan, Başbuğ ile Gürbüz Kaya- o fotoğraf işgalci Türk devletinin halet-i ruhiyesini gösteriyordu.
Karşımızda ki fotoğraf, gerilla karşısında diz çökmüş bir devletinin fotoğrafıydı.
Yüzlerdeki ifade de yenilen Türk devletinin moralsizliğinin yüz ifadesiydi.
1 Haziran atılımı T.C’yi öyle bir noktaya getirdi ki, Önder APO ile görüşmek zorunda kaldı.
1 Haziran atılımı AKP’yi öyle bir noktaya getirdi ki, AKP’nin başındaki Erdoğan’ın maskesini düşürdü.
O’nun nasıl Yeşil Bir Türk Irkıçısı olduğunu dünya alem gördü.
1 Haziran atılımı dünyayı öyle bir noktaya getirdi ki, HPG gerillasının yenilmezliği yeniden onandı.
1 Haziran atılımı Kürtleri öyle bi noktaya getirdi ki, gerillanın “Kürtlerin varlığını koruma ve özgürlüğünü kazanmada” yegana güç olduğu tartışmasız bir şekilde yeniden açığa çıktı.
2010 yılında Kürdistan gerillası esas şunu ispatladı, 2011 yılında gelişebilecek bir “Devrimci Halk Savaşı’nda” rolünü gereken bir şekilde yerine getireceğinin işaretini verdi.
HPG gerillaları, çıkabilecek bir “Devrimci Halk Savaşı’na” amadedir.
Eğer tek tek tüm Kürt gençleri ihtimal dahilinde olabilecek bir “Devrimci Halk Savaşı’na” amade ise Özgür ve Özerk Kürdistan’ın kuruluşu hiç uzak olmayacak.
Bunu herkes bilsin.
Özgür Bilge
- Ayrıntılar
Fikirlerimize güveniyorsak ruhsal davranışlarımız rahat olur. Oraya buraya höt demeyiz. Söyleyeceklerimizi sakin bir şekilde ifade edebiliriz. Fikirlerine güvenmeyeler ise hoşgörülü ve tahammülkar olamazlar.
Fikir zafiyeti yaşayanların ortak ruh halleri genelde agresif oluşlarından fark edilir. Düşünce olarak gelişkin olmayanların başvuracakları ilk yol ya da yöntem pazuları olur. Ve tabii biz biliyoruz ki pazularının dışında imkânları olanlar daha farklı araçlarda devreye koyarlar. “Sinirlidir, tabiatı böyledir” sözleri lafı güzaftır. Sinirli olmak ruhi sıkışmışlığın, duygusallığın, tepkiselliğin emareleridir ki bunların temel kaynağı ise düşünsel yetersizliklerden ileri gelir.
Özcesi düşüncesi gelişkin olanın kızmaya, daralmaya, oraya buraya laf atmaya ihtiyacı olmaz. O zaten kendisine güvenendir. Bu öz güvenden kaynaklı da sabırlıdır, tahammüllüdür. Erken rayından çıkarılamaz.
Düşünce olarak gelişkin olanlar düşüncelerin dışında araçlara başvurmazlar mı? Elbette düşünsel olarak gelişkin olanlar da, kendine güvenenlerde başka araçlara -hatta silahlara da -başvurabilirler, ancak bu ne zaman başvurulacak bir yol ya da yöntem olabilir diye sorarsak; ancak ve ancak düşüncelerimizi açıklamaya izin verilmediğinde, bizi imha etmek amaçlı saldırı geliştiğinde, var oluşumuza cebren bir kasıt hedeflendiğinde bu yola başvurulabilir. Özcesi bize ve görüşlerimize yaşam hakkı tanınmadığında kavganın en sertine de kalkışabiliriz. Buna insanlık: direnme hakkı diyor.
Özgürlük hareketi ilk günden başlayarak düşünceleriyle meydana çıktı, ancak kısa bir süre sonra bu düşünceler tehlikeli bulundu ve özgürlük hareketinin liderlerinden yani öncülerinden olan Haki Karer yoldaş, çirkin bir komployla katledildi. Ve düşüncelerimize tahammül gösterilmeyeceğini o zaman öğrendik. Ve işte o günden itibaren de düşüncelerimizi yayabilmek için silahta dahil her türlü savunma aracına başvurulmuştur. Özü öz savunma olmuştur. Meşru müdafaa olmuştur.
Biliyoruz kimisi diyecek ki devasa özgürlük savaşı sadece meşru savunma ekseninde mi gelişti? Evet devasa mücadele sadece ve sadece meşru savunma ekseninde gelişti. Maksadını aşan durumlar hiç mi yaşanmadı? Maksadını aşan durumlar yaşandığında da Kürt Halk Önderliği en sert tavrını koyarak, soruşturmalar açarak bu durumu yaşayanların bir daha bu durumları yaşamamaları için her türlü tedbiri almaya çalıştı. Islah olmayanlara karşı ise ideolojik politik mücadelesini aralıksız sürdürmüştür. Ve kimi zaman ise bu bireyleri partinin mahkemelerinde yargılayarak partinin dışına atmıştır.
Evet, PKK ilk günden başlayarak her zaman düşüncelerini yaymak için bunun ortamının yaratılması için mücadele etmiştir. Ancak buna her zaman fırsat verilmediği için direnme hakkını kullanmıştır.
Bugünlerde herkes düşünce özgürlüğünden bahsediyor. Bizde düşünce özgürlüğünden dem vuruyoruz. Bırakın düşüncelerimizi özgürce ifade edelim, bırakın düşüncelerimizi alenen herkesle paylaşalım. Bırakın da düşüncelerimizin yanlışlığına ya da doğruluğuna halk karar versin. Kamuoyu karar versin.
Madem çok özgürlükçüsünüz, madem buraya kadar düşüncelerle geldiniz, bırakın bizde görüşlerimizi herkese iletelim. Bu yasakçı zihniyeti terk edin. Ve iki de bir faşist bir ortamda oluşturulan, meşru olmayan bir anayasayı karşımıza çıkarmayın. İkide bir anayasanın ilk üç yasasının değiştirilemez olduğunu önümüze koymayın. Dikta bir süreçte oluşturulan yasaların halkların vicdanında yeri olamaz. Kaldı ki bu anayasa maddeleri Kuranı Kerimin ayetleri değildir ki değişmezsin! Hani düşünce özgürlüğü vardı, bırakın bizde görüşlerimizi ifade edelim. Senin anayasan senin olsun, madem çok sağlam temellerde ve ilerici insanlık için hizmet ediyorlar, o zaman kimse zaten onlara dokunamaz. Çünkü o zaman bu anayasa maddeleri halkların vicdanında yer bulmuştur. Yok, eğer bu anayasan ve anayasa maddelerin halkların vicdanında yer almamışsa değiştirilir. Kaldı ki hiçbir belge -bu hukuk bir belge de olsa-bir insanın toplumsal var oluş haklarını, kültürel haklarını, insan olma hakkını sınırlama ve yasaklama hakkına sahip olamaz. Varsa böyle anayasalar sadece ve sadece çiğnenmek için vardırlar. İnsan olmanın erdemi direnme hakkını köklü kullanmaktan geçer.
Tekrar ifade edelim: fikirlerinize güveniyorsanız bırakın özgürlük hareketi de fikirlerini alenen tartışsın. Fikirlerimizi daha ifade etmeden savcılarınızı harekete geçirmeyin. Yargıçlarınızı devreye koymayın, polislerinizi üzerimize salmayın, asker potinlerinizle topraklarımıza basmayın.
Evet, düşüncelerinize ve de haklılığınıza güveniyorsanız bırakın biraz tartışalım. Ama her şeyi tartışalım. Her şeyi ifade edelim ve tabii sizde ifade edin. Ne de olsa devasa bir medyanız var. O kadar hünerli bir medyadır ki yirmi yalanı bir doğruya çevirebiliyor.
Evet, yirmi yalanı bir doğru yapacak kadar maharetli olan medyanıza rağmen, dil konusunda usta hitabetçi olan başbakanınıza rağmen bırakın sadece fikirler kavga etsin. Kan akmasın. Kavgalar çıkmasın.
Evet, var mısınız fikirler kavgasına?
Hayri Engin
- Ayrıntılar