Haberlerde okuduğum Doğubeyazıt’taki Gülen cemaati faaliyetlerine ilişkin bir şeyler belirtmek gerekiyor.
Ben de aynı topraklarda doğdum-büyüdüm. Çaresizlikten iki yıl bu cemaatin yurtlarında kaldım. Bilenler bilir. Fatih öğrenci yurdu.
Yaşamımın keşke olmasaydı dediğim yılları.
Şimdi bu cemaat Xani Baba dururken onlara Fetullah Gülen’in fikirlerini benimsetecek. Ahmede Xani kimdir. Ağrılılar, Doğubeyazıt’lılar çok iyi bilirler. Xani Baba adına edilen yemin en büyük yemindir.
Ahmede Xani Kürtlerin bir olmasını öğütlemiş bir alim bir din adamıdır. Hep kendi topraklarında kalmış, onlarca öğrenci yetiştirmiş, onca kitap yazmıştır. Kürtlere varlığına dair en önemli edebi eserlerden biri olan Mem-u-zini yazmıştır. Kendi topraklarında yaşamış, kendi topraklarında insanları eğitmiştir.
Fetullah gülen kimdir. Şimdi nerededir?
Cevabı tek kelimedir
Amerika
Amerika’da kimler tarafından beslendiği, kimler tarafından yönlendirildiği çok açıktır. Kürdistan’da özgürlük tohumlarının yeşerdiği yerlere Amerika ve faşist Türk devletinin öncü birlikler olarak gönderdiği cemaatin lideridir. Şimdi Amed’de Hewler’de yeşeren özgürlük tohumlarını yok etmek için uğraşıyorlar.
Fetullah Gülen 12 eylül darbecilerinin ve Amerikalıların kurduğu sözde kominizmle mücadele derneğinin aktif militanlarındandır. Kominizmle mücadele adına bölge halkını imha ve inkar eden devletin politikalarının bir parçası olmuştur.
Fetullah gülen cemaati kendini Saiti Kurdi’nin takipçileri olarak tanımlarlar. Kendileri Saiti Kurdi’yi Saidi nursi olarak dönüştüren, Saidi Kurdi’nin düşüncelerini dönüştürüp,değiştirip Saidi Kurdi adını kullanıp Saidi Kurdi’nin kitaplarını düşüncelerini bozan, kendi çıkarlarına göre değiştiren cemaattir. Saidi Kurdi’nin asi düşüncelerini sistem içi bir düşünceye çeviren Fetullah Gülendir.
Bu cemaat Doğubeyazıt’ta yurt ve dersane açacakmış. Bu cemaatin dershanelerinde okumuş onların cematine katılmış bölge gençlerinin şimdiki durumuna bakın bazılarını tanıyorum. Kendi halkı ve kendi topraklarından kopmuş, kendisi ve bu cemaat dışında hiçbir toplumsallığı insanlığı kalmamışlardır. Bu dershaneler bölge halkını bölge gençlerinin düşünce gücünü çalıp sistemin çarkları arasında eritmeyi kendisine yabancılaşmasının araçlarıdırlar. İlk başta birilerine iyilik güzellik olarak gelse de bu insanı kandırmak için verilen sahte değerdir.
Ahmedê Xani Doğubeyazıtta öldü. O zamanların bilim merkezi Bağdat’a da gidebilirdi ama gitmedi. Kürdistan’da kendi topraklarında kaldı.
ne yapmalı?
Bu gerçeği herkese anlatmalı. Bu cemaat bu topraklardan çıkmaya mecbur edilmeli. Bu iyi bilinmeli anlatılabilme ki bu cemaatin her kurumu marketi dersanesi yurdu halkı ajanlaştırma, kendi değerlerinden uzaklaştırma araçlarıdır. faşist Devletin farklı bir şeklidir. AKP nin adamlarıdır.
Bunun kurduğu kurumlara alternatif kurumlar örgütlenmeleri yöre öğretmenleri demokrat sendikaları yaratmalı, işletmelidir. Bu belediyenin de görevidir. Gerçek din adamları bu cemaatin gerçeğini teşhir etmelidir.
Serhat gençleri
Xani Baba aşkına!
Bunlara kanmayın. Bunları o kutsal topraklardan söküp atın. Bunun için ne gerekiyorsa kendiniz yapın. Örgütlenin.
Siz Doktor Agit(Nurettin Turan), Mehmet Okçu, Sema Yüce’lerin hemşerisi ardıllarısınız. Siz Ahmedê Xani’nin öğrencileri olun, fetullah gülenin değil.
- Ayrıntılar
Gecikmiş kar’ın her tarafı bembeyaz eden örüntüsü ile güne başladığımızda herkeste sevinç ile şaşkınlık arasında sıkışmış bir duygu coşkunluğu oluşuyordu. Kimse bunu açıkça söylemiyor ve herkes sobaların başına koşarcasına geliyor ama gözlerin hemen hemen hepsinde bu geç kalan kar’a ve ortalığa serilmiş olan bu beyaz görüntüye olan hayranlığı çok çabuk yakalayabiliyor insan.
En çok ayaklarımız üşüyor ve direk sobaya en yakın yerlerde ayaklarımızı ısıtıyor ve ıslanmış ayakkabılarımızı kurutmaya çalışıyoruz ve biraz sonra tekrar ıslanacağını da çok iyi biliyoruz. Bunun yanında mümkün mertebe biraz hacimsel sıkışmalarla bütün canların etrafımıza, sağımıza, solumuza gelmesini isteyerek “gelsene Heval sen de ısıt kendini” diyerek, ısınan ayaklarımızla sıcak sohbetler oluşturuyoruz. Ama eksik kalan bir şey ise zaman geçtikçe daha ağır bir şekilde kendini hissettirmeye başlıyor. Aklıma adını unuttuğum İspanyol yazarın “Sakın Yatağın Altına Bakma” adlı o güzel, güzel olduğu kadar da post-toplumcu olan romanı geliyor birden. Gözlerim ayakkabılarda, paçalarına kadar çekilmiş çoraplarda ve gerçekten diyorum: “bunlar birbirini yer mi, birbirleriyle çeşitli maceralara açılır mı?”
O anda ellerine geçirmiş olduğu kocaman eldivenlerle ve boynundaki şalıyla içeri giren Medya arkadaşın gözlerindeki ışıltıyı çabuk anlıyorum, ki o da ona yöneltilmiş bakışlara yönelik “hadi ne duruyorsunuz, gelin kar topu oynayalım” diyor. Sanki herkesin uzaklardan ve saatlerdir beklediği haber yerine ulaşmış gibi oluyor ve birden bir hareketlilikle herkes, mümkün mertebe üst yamaçlara yöneliyor. Neden mi üst yamaçlar? Biz savaşın içinde kalan ve savaşa aşikar olan tutkulu insanlar için her zaman hakimiyet noktası, yaşamla eş değer olmaktadır. Bunun için de yaşamla o kadar çok iç içe geçmiş olan bu doğal kaideyi uygulamak, bizler açısından içsel bir harekete dönüşmüştür. Bundan dolayı da oyunumuzda bile savaşın gerekliliğine göre hareket ediyoruz ve yukarılara ulaşanlar, başlıyorlar alt kademelerde olanlara ilk atışları yapmaya. Bunlar, yani bu ilk atışlar daha çok yoklama ile taciz arasında oluyor. Bir de safları belirlemek için de bu atışlar geçerli olmaktadır.
Ben o gün günlük görevli olduğum için bu taktiği savaşa, ruhu ise dinmemiş çocukluğa dayanan oyuna katılamıyorum ve oynayan yoldaşları bir parça da olsa izlemeye çalışıyorum. Arada bir beni de bu oyunun içine çekmek için bazı atışlarını bana doğru yapıyorlar. Ama ben çalışmam gerektiğini bildiğim için “tahrik edemezsiniz” diyorum uzaktan ve her ne kadar taciz amaçlı olsa da, yapılan atışlardan kendimi korumaya çalışıyorum. O anda gözlerimle bu coşkunluğu açığa çıkarmış olan Medya arkadaşa bakıyorum, boynunda spazm varmış ve ciddi anlamda belinden rahatsızlıklarıyla boğuşuyormuş, kimin umurunda kocaman eldivenlerinin arasına topladığı karları, aceleci bir şekilde ovuşturuyor ve istediği şekli aldığına kanaat ettiğinde, öncesinden belirlediği hedeflerine yönelik birbiri ardına atıyor kar toplarını. Her atışının sonunda da bakıyor karşısında hedef olarak yer alan arkadaşların canlarının yanmadığına emin olmak istiyor. Çünkü biliyor her ne kadar oyun da olsa bu masumiyet, bir yoldaşın vücudunda hassas olan bir yere bu buzullaşan kar topları değse, onun canı daha çok yanacak…
Ne olduysa bu arada oluyordu. Anlık bir gaflete düşüyordum, öncesinden bu anı kollayan Bermal arkadaş arkamdan kocaman bir kartopunu bana atıyor ve yüksek atış isabetiyle, beni tam istediği şekilde vuruyor. Başımda dondurucu bir soğukluğu hissediyorum, üstüme dağılmış olan kar parçalarını temizlemeye çalışıyorken, dönüp ona baktığımda; bana bakıyor ve gülerek elindeki diğer kartopunu hazırlıyor, ben de saldırır gibi önce arkasından koşturuyor gibi davranıyorum ama en iyi savunmamı bu şekilde yapmış oluyor ve oradan uzaklaşıyorum. Gün boyu kartoplarının böyle havayı yırtarak uçuşmasından sonra, üşüyen ve yorulan arkadaşlar tekrardan toplanıyorlar, taze ve demli çaylarımızla televizyondaki haberleri izlemeye başlıyoruz.
Televizyonda o güne denk gelen bir şansızlığı mı, yoksa bin yılların dinmeyen bir acımasızlığı mı olduğu çok da belli olmayan bir haber, dışarıdaki kar toplarından daha soğuk bir şekilde yüzümüze ve hatta tüm ruhumuza çarpıyor. Batmanlı Berivan’ın taş atmış olması ve on beş yıllık hayatına, on üç yıllık cezanın kesilmesi bizi olduğumuz yere mıhlıyordu. Medya eldivenlerini çıkarmış ve üşümüş ellerini ovuşturuyordu, Bermal arkadaş ise kıpkırmızı olan ellerini nefesiyle ısıtmaya çalışıyordu. Hem onların hem de diğer canların gözleri habere kilitlenmişti.
Ben önümdeki yemeğe tuz eklemiş ve karıştırıyorken, kulağıma haberin devamı geliyordu ama gözümün önüne Berivan’ın yüzü ve elleri geliyordu. Taş atmış olmasıyla yaşanan bu zulüm ve baskıların sebebi diye bir gerçeğin bu dünyada olmadığını ve hiçbir zaman olmayacağını çok iyi biliyorum. Ve bu durumun yeni olmadığını, yani “İLK”in yıllar önce kaybolduğunu iyi biliyorduk. Amiyane bir şekilde izan edilmese de tüm arkadaşlar bunun farkındaydı. Birçoğumuz geçmişimizde taş attık, Molotof attık. Yani zamanın statikleştiği bir durum karşısında sadece ve sadece biraz daha öfke biliyoruz.
Bu kadar acizane ve korkak zihniyetin yaratacağı bir geleceğin olmayacağını çok iyi biliyoruz. Bu zulümlerin ve baskıların bizi getirdiği yer burası, ya sizi götürdüğü yer neresi? Siz bakmayın bugün kar topu attığımıza, ellerimiz hem tetiğin ıslaklığına ve hem de pim’in halkasının kudretine alışkındır. Bakmayın ellerimizin üşümüş olmasına, nice Beritan’ın isyanını çok çabuk bir şekilde salarız damarlarımıza ve yapışıveririz kursağınıza…
Toprak Cemgil
- Ayrıntılar
Kara kış çöktü Kürdistan üzerine.
Kara kışın ayaz gecelerinde buz tutuyor, fakirden Kürdün her yanı.
Bizler de, kan donduran soğuklarda zirvelerdeki stargahlarımızda eritiyoruz buzları, ısıtıyoruz yürekleri.
Çünkü biz yarının umutları, şimdinin de jiletten keskin isyancılarıyız.
Jiletten keskinliğimizle yarıp geçiyoruz bentleri birer birer.
Biliyoruz, halkımızın gözleri menzil ufukta bize bakar.
Yakın da olsa, uzak da olsa, gönüllerin duygusu bize meyilli.
Kan aksa da sokaklarında ülkemin,
İti, MİT’i, JİTEM’i, Fetul-Münafıkı, Hizbul-Kontrası yek-vücut olarak Kürde düşman olsa da,
Hepsi çakal sürüleri gibi, keftar-sırtlan- sürüleri gibi ya ALLAH ya ALLAH nidalarıyla saldırı üzerine saldırı düzenlese de,
Fetul-Münafıkçı MİT teşkilatı ile Polis teşkilatı har û har ölümü yaklaşan kuduz köpekler gibi saldırıya geçse de,
Onar onar, yirmişer yirmişer, yüzer yüzer annelerimizin ak û helal sütü gibi pir û pak yurtsever belediye başkanlarını, siyasetçilerini tutuklasa da İslamo-Faşist AKP,
Devşirme Erdoğan’ın, İstanbul’daki belediye karargahında Türklüğü devşirilen Mehdi Eker gibi Beko Evanlar kambur kambur vampirler gibi “Kürtlerin kanını istiyorum, Kürtlerin kanını istiyorum” dese de,
Kazanamayacaklar Putçu Türk Irkçısı Devşirme AKP’liler ile onların perde arkasındaki beyni Fetul-Münafıkçılar.
Hiç biri kazanamayacak, dünyanın en azgın ırkçıları olan bu Putçu Türk Irkçılar.
Fitil fitil burunlarından getireceğiz.
Cizre’de vurdukları 18 aylık bebek Mehmet Uytun’un hesabını verecek bu işgalci Fetul-Münafıkçı polisler, MİT elemanları.
MİT’in bir şubesi şeklinde misyon yüklenen şubeler, Kürtlerce ve dünya insanlığınca yargılanacaklar.
Yine bu şubelerde çalışan her kişinin bir MİT elemanı olarak Kürdistan’da ajan faaliyeti yürütmesinin bedeli olacak herhalde.
Zaman, Star, Bugün, Sabah, Taraf gibi gazetelerdeki apoletli ajanlar yaptıklarının karşılıksız kalmayacağını bilmeyecek kadar bîakıl değildirler herhalde.
AKP’si, Fetul-Münafıkçısı bunların itleri, külli medyası, askeri, polisi savaş davullarını çala çala Kürtleri soykırımın envai türünden geçirirken, buna açılım maçılım demeleri Kürtleri öfkelendirmekte.
Öfkeyi asimana çıkarmakta.
Kürtlerin sabır taşı, ha çatladı ha çatlayacak.
Kıyamet, ha koptu ha kopacak.
Öfke, intikam duygusu kasırgaya, Tsunami eşiğine, ha dayandı ha dayanacak.
Artık AKP ile Fetul-Münafıkçıların qelleşlikleri, fır fır hilekarlıkları, katilkeşlikleri, düzenbazlıkları, hortumculukları, kuduzvari putçu ırkçılıkları tahammül sınırlarını aşmış durumda.
Savaşırken, yiğitçe savaşın diyoruz Ey Faşist AKP’liler, Ey Turancı Fetul-Münafıkçılar.
29 Mart’ın intikamını qalleşçe almaya çalışmanız, hiçbir yiğitliğe sığmaz.
Seçimin intikamı seçimle alınır.
Faşist usullerle alınmaz.
Taşa karşı, kurşunla cevap verilmez.
Taşa karşı, tankla, topla, kimyasal silahla cevap verilmez.
Taşa karşı, kan dökmekle cevap verilmez.
Öldürdükçe kana doymuyorsunuz.
Kürtlerin en nadide insanlarını zindanlara doldurarak, yiğitlik yapılmaz.
Bir bütünen Kürtlere savaş açarak, bunu açılım maçılım manisiyle, safsatasıyla izah etmek yiğitliğe hiçbir şekilde sığmaz.
Savaş davulları çala çala, Kürtlerin kanını dökerken bile sırıtmak, en büyük faşist çılgınlıktır.
Bu durum düşmanlığı bile aşan bir durumdur.
Ahmet Arif’in deyişiyle isterdik düşmanlığınız da erkekçe olsun.
Sadece A.Arif’in “Akşam Erken İner Mapushaneye” şiirindeki bir dörtlüğü bile sizin ciğerinizin kaç para olduğunu anlatmak için yeter de artar da.
Ey Faşist AKP’liler, Ey Turancı Fetul-Münafıkçılar;
Bakın Ozan A.Arif ne diyor:
Vurulsam kaybolsam derim,
Çırılçıplak, bir kavgada,
Erkekçe olsun isterim,
Dostluk da, düşmanlık da.
Zamanı geldiğinde, gerektiği mekan ve zamanda HPG gerillaları düşmanlığın ne olduğunu size gösterecekler Ey Faşist AKP’liler, Ey Turancı Fetul-Münafıkçılar.
Sizler savaş davulları çalarken ve Kürtleri güle güle katlederken, HPG’nin de savaş davullarını çalabileceğini ve Kürt halkını fedaice savunmak için direnişe geçebileceğini size hatırlatırım Ey Faşist AKP’liler, Ey Turancı Fetul-Münafıkçılar.
Özgür Bilge
- Ayrıntılar
Bir dedem vardı.
Yani babamın babası.
Kardeşlerimin de dedesi.
Ne Türklere askerlik yapmıştı ne de bizlerin askerlik yapmasını isterdi.
Bizlerin Türk okullarında okumasını da istemezdi.
Orjinlerini kaybeder Türkleşirler diye bizlerin okula gitmesine karşıydı.
Şimdi ki gibi hatırlıyorum dedemin bu düşüncesi ve davranışlarını.
Ben daha altı yaşındayken ilçemizde bir yatılı okul açılmıştı.
Babam ile amcam beni o Yatılı Bölge İlkokuluna kaydetmişlerdi.
Okula başlayacağım zaman beni köyden alıp okula götürecekleri günü asla unutamıyorum.
Benim yaşamımda bir dönüm noktasıdır o gün.
Babam onlar beni okula götürürken dedem şöyle diyordu:
Çocuğumu nereye götürüyorsunuz?
Kemalistlerin okuluna mı, Atatürk kastederek Atakutık’ın okuluna mı götürüyorsunuz?
Trajik-komik bir şekilde okula gidip yüzbaşı mı olacak diyordu.
Yapmayın etmeyin diyordu.
Bu çocuklar okullara giderek Türkleştirilecekler, özlerini kaybedecekler, devşirme olacaklar diyordu.
Kendi halkına düşman olacaklar diyordu.
Bizleri katledenlerin, cayır cayır yakanların, soykırımdan geçiren Türk ırkçılarının okuluna göndermeyin çocuğumu diyordu.
Bunları söylediği zaman yüz yaşın üzerindeydi ömrü.
Gözleri görmeme aşamasına gelmişti.
Ama hafızası yerinde ve bilgisayar gibiydi.
Konuşma yeteneği de yerindeydi.
Sömürgeci Putçu Türk Irkçılarından intikam alınması gerektiğini devamlı bize anlatırdı.
Nice savaşları görmüştü.
Şeyh Said ile Peçar Tenkil hareketlerinde yapılan katliamları birer birer bize anlatırdı.
Bir asırı aşan ömrüyle engin bilgeliği, öfkeli yüreğiyle aşıladı bize Kürt yurtseverliğini.
Düşmana olan kini, nefreti ve intikam duygusunu öğretti bize.
Aslında modernizm diye sunulanın vahşet, soykırım ve katline aşık olma olduğunu ilkin ak sakallı, uzun ince boylu, direngen dağlı dedemden öğrendim.
Düşmana askerlik yapma yerine halkının özgürlük gerillası olma düşüncesini bilincime ilkin kazıyan yine aksakallı, uzun ince boylu, direngen dağlı dedemden öğrendim.
Tabi ki, PKK olmasaydı dedemin bu intikam çığlığını yerine getirmem özgürlük gerillası olmam hayal olurdu herhalde.
Benimle birlikte o yatılı okula başlayan Kürt çocuklarından ikisi PKK gerillası olarak şahadete ulaştı.
Diğerleri ağırlıkta Türkleştiler.
Katiline aşık oldular. Devşirme oldular.
Bazıları cehşleştiler. Kürdistan gerillasına karşı düşman saflarında savaştılar.
Aksakallı ve direngen dağlı dedemin söyledikleri doğru çıktı.
Dedem şunu söylüyordu: Kendi özgür vatanında kendi kimliğinle, kendi anadilinde özgürce okuyup kendini yönetme, kendine asker olma dışındaki tüm okumalar, tüm işler düşmana hizmet etmektir.
Kendine düşman olmadır diyordu.
Dedem her şeyden önce kendin ol, kendi özün ol diyordu.
Dedemin söylediklerini bugün Kürdistan gerillası HPG gerillaları bir bir hakikate dönüştürmüş durumda.
Kürdistan dağlarında kendi anadilinde eğitim görme var.
Gerilla akademilerinde bilimin her türlüsü okutuluyor. Kürdistan adına, özgürlük ve eşitlik adına gerilla ordusu Loristan’dan Xoy’a, Hemedan Amanos ile Toroslara, Bagok’tan Behre Reş’e (Karadeniz) kadar mevzilenmiş vaziyette.
Dedemin intikam çığlığı, hayali bugün Kürdistan dağlarından köylere, köylerden ilçelere, ilçelerden kentlere, kentlerden metropollere yayılıyor ve kök salıyor hem de özgürlük çığlığına dönüşerek.
Türk Özel Savaş Karargahı’nın yeni katilleri AKP ile Fetullahçı generaller, subaylar, emniyet amirleri ile polisler, kapıkulu memurları ile onların münafık Mehmetçik medyası ne yaparlarsa yapsınlar Kürdistan gerillası karşısında yenilmeye mahkumdurlar.
Teslimiyeti ve ihaneti özgürlük diye yutturmaya, meşru savunma direnişçisi gerillayı ve öz savunma direnişini yürüten yiğit Kürdistan halkının en kutsal direnişini provokasyon diyerek etkisiz kılmaya çalışan Türk-İslam sentezcisi şeytani ırkçı AKP ile Fetullahçı kalemşörlere verilecek tek cevap var.
Kürdistan halkının kendi cephesinden serhildanı süreklileştirmesi, genç kız ve erkeklerin gerillaya katılarak AKP ile Fetullahçı Münafıklardan 18 aylık Mehmet Uytunlar ile 12 yaşındaki Xezallarn-Ceylan- intikamını almasıdır.
Mehmetlerin ve Xezalların gerçekleşemeyen çocukluk hayalleri adını gerilla ordusunu 50 bine çıkarmanın tam zamanıdır.
Özgür Bilge
- Ayrıntılar
Kavramlar yüklendikleri anlamlarla anılırlar. Bu bağlamda kavramlar farklı tarihi süreçlerde farklı içerikler kazanabilirler. Sonuçta kavramları dile getirenler insanlardır. İnsanlar bu kavramları tanımlarlar yani oluştururlar. İnşa ederler.
“Kapitalist tekelciliğin ekonomi üzerinde kurduğu hegemonya ancak devlet iktidarının toplum seviyesinde kendini yaymasıyla, örgütlemesiyle mümkündür. Ulus-devlet bu anlamla tanımlanır. Faşizm ise bu devlet biçimini içten ve dıştan ezilen ve sömürülen toplumsal kesimlerle, rekabet halinde olduğu güçlerle savaş haline girdiğinde vardığı aşamadır. Aralarındaki fark barışla savaş süreci arasındaki farka benzer. Her ikisinde de farklı siyasi oluşumlar tasfiye edilir. İktidar toplum gibi homojenleştirilir. Homojenleştirilmiş toplum, homojenleştirilmiş iktidar olarak konsolide edilir.”
Aynılaştırılma bir zihniyetin sonucu olarak gelişen bir süreçtir. Yaşamın kendisi doğası gereği çok renklidir. Ancak çok renkliliği uyum ve Ahenk içerisinde yürütebilmek için güçlü bir ideolojik alt yapıya, kabul edilecek yaşam duruşlarına ve sağlam insan karakterini gerektirir. Başka bir deyimle dürüstlüğü, ahlaki olmayı zorunlu kılar. Bu meziyetler birilerinde ya da bir toplulukta yoksa o birey, bireyler, topluluk toplulukların başvuracağı yol yöntemler farklılaşır.
Yapmak istediklerine-ki biz buna fikirleri, çıkarları diyelim-ulaşmak için yol yöntemler geliştirirler. Bu yol yöntemlerin öncellikle çokluluğu ret edeceği açıktır. İlk ele alacakları, tek tipin yaratılmasıdır. Çünkü tek tip yaratıldıktan sonra yapılmak isteneni daha rahat pratikleşme zemini bulurlar. İkinci elden yapacakları, tek tipi oluştururlarken toplumu sindirmeleri gerekir. Üçüncü olarak, toplulukları yönlendirmeye açık hale getirmek için yalanla doğruları yan yana, iç içe karıştırarak zihinlerin karartılmalarına yol açmak isterler. Dördüncü olarak, söyleme ağır yüklenerek toplulukların hafızaları etkilenmeye çalışırlar. Beşinci olarak, karşıtlıklar temelinde ötekileştirmelerle toplum elden tutulmaya özen gösterilir. Altıncı olarak da, toplumun zihniyet yapısında temel taşlar olarak yerini alan değer yargıları çok kötü kullanarak toplumun duyguları suistimal edilir. Ve böyle sıralayarak sermayenin çıkarlarını sağlama alacak, sömürünün devamı için zemin yaratılmış olacaktır. Ve nitekim yapılan da budur. Büyük bir toplumun aç bırakılması pahasına bir kısım özenle zenginleştiriliyor.
Dikkat edilirse söylenmek istenenin esası çoklu toplumlarda korkanların yaratmak isteyecekleri tekçi zihniyete dayalı topluluk ya da toplumların nasıl yürütüleceğidir.
“Modernitenin ilericilik kisvesi altında en kutsal toplumsal yaşam farklılıklarını yontup un ufak etmesi, tekçi yapılar üretmesi faşizmin kendisidir. Faşizm, toplumsal hakikatin bittiği yerde ortaya çıkan toplumsal patolojidir.
Ulus-devlet iktidarı ve sermaye tekelciliği olmadan asla üremez. Ulus-devletin kutsallaştırmaya çalıştığı sınırlar, vatan, millet, bayrak, marş, yurttaş kavramları gerçek toplumsal kutsallığa ihanet etmeyle bağlantılıdır. Tekçi vatan, millet, yurttaş inşaları tüm çağlar boyunca yaşanmış bir insanlığı kasap gibi doğramakla mümkündür.”
Ve unutulmamalıdır; bu mantığın varacağı yer savaşlardır. İster iç savaş deyin, isterseniz dış savaş deyin. Bu zihniyet, çatışmalar üzerine örüldüğü için şiddete dayalı yaşarlar. Bir arkadaşımızın deyimiyle “kendi kendini kışkırtan kişiliklerin” yapacakları sadece ve sadece gerilmelerdir. Cepheleşmelerdir. Şiddettir. Linçlerdir. Ayrıştırmalardır.
“Faşizmde en olgun halini bulan ulus-devlet toplumu “savaşan toplum” hali olup ikinci en büyük sorun toplumudur. Savaşan toplum, sorunların en vahşisini, soykırımları, toplum-kırımları üreten toplumdur. “
Tekçi zihniyet ve tekçi yapıların DNA kodları adeta böyle örülmüştür. Bu kodlar sürekli çatışma üretir. Öyle ki bakışı, zihin taşları karşıtlık üzerine kurulu olanların bir nevi tutsak oldukları durum da budur. Böylesine kodlarla örülmüş olanlar isteseler de kışkırtmadan, tekleştirmeden, homojenleştirmeden, hakaret edemeden, küçümsemeden, horlamadan edemezler. Bu bir karakterdir. Faşizmin karakteri.
Bu karakter isterse militarist olsun, isterse sivil olsun. Bu karakter ister aydın olsun, isterse filozof olsun. İster hoca olsun, ister milletvekili olsun. İster bakan olsun ister cumhurbaşkanı olsun, isterse başbakan olsun.
Ekleyelim isterse bu zihniyet sahipleri kendilerine sol, solcu, demokrat hatta kimi yerlerde böyleleri kendilerine devrimci de dese bu zihniyeti bu karakteri taşıyanlar faşisttirler. Ve bu zihniyetin, bu DNA kodları taşıyanların yaratacakları sistemde FAŞİZM’dir. Faşizmin sivili askerisi yoktur. Kurumsallaşmış bu özellikler faşizmin kendisidir.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Dışarıda baharı andıran bir güneş olmasına rağmen, biz ara verdiğimiz eğitimimizin fazla zamana sarkmaması için biraz aceleci bir şekilde kamelyaya çay içmeye gidiyoruz.
İçerisi biraz karanlık ve hafif bir nem var havasında. Odun sobasının üstündeki çaydanlık içindeki suyun kaynadığını hepimize söylemek istercesine, yoğun bir şekilde buhar dumanlarını lülesinden, tepesinden püskürtürcesine bırakmakta.
Doldurulan çayların ve atıştırılan yemeklerin eşliğinde gözlerimizi TV’ye aktarıyoruz ve sohbetlerimize o şekilde devam etmeye çalışıyoruz. İşte bu anda bir alt yazı gözlerimize takılıyor; “Sarmaşık gıda bankası illegal bulunmuştur” şeklinde kayıp geçmekte olan yazının, elbette mühim bir şekilde haber niteliği olduğu çok anlaşılır bir husus oluyor.
Düşünsenize, bilmem kaçıncı yüzyılın eşiğinden geçmişiz, genetik mühendislikte çığır açan gelişmeleri yakalamışız, Mars’ta su arıyoruz, Davos’ta ortalığı dağıtıp-kırıp geçiyoruz, CERN’den yapılacak ikinci denemeyle birlikte mikro bing bang’ı yapabilecek miyiz onun merakını yaşıyor ve bazı zamanlarda gökyüzündeki yıldızlardan bir tanesinin Süpernova yapmasını tatlı bir hayal olarak kuruyoruz.
Tüm bunların yanında biz bugün eğitime ara veriyoruz, çay içmek için ve TV’de ki bir yazıya gözlerimizi asılı bırakarak; bir gıda bankasının nasıl illegal olabildiğine ciddi ciddi kafayı yormayı pek gerekli görmüyoruz.
Mevcut durumun; yani kapatılma gerekçesinin temel nedeninin siyasi ve etik dışı bir yaklaşım olduğunu çok iyi anlayabiliyoruz.
Burada gözlerimizle birbirimizi şunu soruyoruz: Mars’ta suyu bulsak, CERN’de yapılacak denemede başarılı bir şekilde mikro bing bang olsa, genetik mühendislikte daha da ileriye gidecek çalışmalar yürütülse ve hepsinden önemlisi Davos’ta Allah’ın her günü birileri külhanbeyi kesilse ne yazar!..
Hani denilir ya; şimşir başa sarık peştamaldir! İnsani yardımlaşmalar için binlerce kilometreyi bırakalım, burnumuzun dibinde yaşananlara bakmak kafi. Tabi bu da biraz cesaret ve onurlu olabileceklerin işi!
Biz burada birbirimize çay sunmak ve yemek hazırlamak için bütün özverilerimizi ve var olan bütün yeteneklerimizi peşi sıra sergilemeye can atarken, oralarda birilerinin insanların gıda ihtiyaçlarını temin etme ve bu şekilde ilişkilenme kanallarını geliştirmenin dışında farklı bir amacı olmadığı halde böylesi bir oluşuma hukuksal safsatalarla karşı çıkılıyor olması; aslında bir yerde bu ülkenin, yani TC gerçekliğinin kalite markası olmaktadır.
Burada çok bariz bir şekilde anlamak gerekiyor; toplumun son kertede maruz kaldığı yaklaşımlarda hukukun gücü, gücün hukuku ortaya çıkmakta. Yani birileri ha bire düdüğü çalmakta!
Elbette insanların bir şekilde ve hatta mümkünse göbekten bağlı olması gerekiyor. Kendilerini güç ve irade yapmalarına izin verilmiyor. Onun için de böylesi basit ve hayati içerikli oluşumlara, yani karın tokluğuna insanlığa dair bir kabullenme olmuyor.
Tabi sonrasında yine basının hem görselinde, hem de yazılı olanında birileri soğuktan Avrupa gibi güya medeniyetin forever olduğu iddia edilen bir coğrafya da caddenin ortasında ya da bir köşe başında donarak ölüyor. Tabi başka haber niteliği taşıyan ve tamamıyla çağın hastalıklarının dışa vurumu olan materyalde ise bir çocuk haliçte yaralı halde bulunuyor, kendi ebeveynleri tarafından dilenciliğe sürüklenmeye çalışıyor.
İnsanlar arası dayanışma köprüleri uçuran bir toplumda ve hepsinden önemlisi; açlığın, yokluğun-yoksulluğun bir yaşam standartizyonu olarak sunulmaya çalışıldığı böylesi bir acımasızlıkta, kapatılmaya çalışılan gıda bankası gibi dayanışmacı oluşumlar tamamen karanlığa mum dikmek oluyor. İşte birileri bunlardan rahatsız oluyor ve mumu yok etmek istiyor.
Bundan dolayı da bu karanlığı aydınlığa çevirmenin gerekliliği bir kez daha yakıcı bir şekilde gözlerimizin önüne çıkıveriyor.
Her ne kadar ekonomik kalkınma, cari açıktaki azalma gibi yatırım kapasitesinin yüzde bilmem kaçlara seyir halinde olduğunu satmaya çalışanlar, hafta sonlarında Çırağanlarda! dünya evine girseler ve bir şekilde balayına çekilseler de yalanları ve riyakar dünyalarında ne donan insanların, ne de Haliç’te yaralanmış çocuklukların her hangi bir değeri yoktur.
Kapatılmaya çalışılan sadece bir gıda bankası değildir, her alanda olduğu gibi insanların birbirleriyle ilişki halinde olması ve dayanışması bu şekilde maskelenmeye çalışılan menfaatler için karanlıkların efendileri tarafından ifşa edilmeye çalışılmaktadır. Bizim eğitimimiz başlamak üzere olduğundan sonuçta şunu söylemek isterim: Yaşamak ve onun anlamına varmak, başta dayanışmakla mümkün olur. Dayanışmanın peşi sıra, yaşamak anlamın süpernovasına ulaşmak oluyor.
- Ayrıntılar
Terörist devlet, tek devlet, tek millet, tek dil, tek bayrak diyerek teklerinde ısrar ediyor. Terörist devlet dünya gericiliği diye tabir ettiğimiz kan emicileri, emek hırsızlarını, halkların başlarına musallat olmuş köhnemiş aileci rejimleri ve de bu dünyayı kendilerince yürütmek isteyen sözde kendilerine demokrat kisvesini yapıştıranların da desteğini alarak özgürlük hareketine yüklenmek istiyor. Kendilerinin deyimiyle tasfiye etmek için her şeyi yapacaklar. Son ferdine kadar imha edecekler. Ve yine kendilerince bitirecekler...
Ve nasıl bitirdiklerinin haberlerini vermeyi de ihmal etmiyorlar. Nasıl ‘teslim’ olmalarının yaşandığını utanmadan yalanlarla veriyorlar. Özgürlük saflarında yıllardır kaçanları, çoluk çocuklara karışmış pili bitmiş olanları, barutu kalmamışları, ihanet edenleri PKK’den nasıl kaçtıklarını pişirerek veriyorlar. Kendi yalanlarına doğrusu kendileri de inanıyorlar.
Ve kimisi ise sözde PKK’ya katılanların ne kadar tahsilsiz olduklarını, işsiz olduklarını, yoksul olduklarını yazarak kendilerince ‘geri kalmışlarla’ mücadele ettiklerini anlatmaya çalışıyorlar. Ve bu sözde terörist devleti haklı çıkaran bir gerekçe oluyor. Bırakın öyle anketler yapsınlar ve bırakın hepimiz geri cahil olalım. Ve bırakın yoksul ve işsiz olalım. Ve böyle olduğumuz için dağa çıktığımızı söylesinler. Yoksulsak, açsak, işsizsek, geri ve cahil kalmışsak ve öyle bırakılmışsak bunun sorumlusu herhalde 85 yaşında aramızdan ayrılan babam, yaşlı anam, çoktandır vefat eden dedem olamaz. Varsa bir sorumlu o da terörist devletin işgalci, sömürgeci zihniyetiyle terörist devletin kendisidir.
Terörist devlet bizi tasfiye etmek için her şeyi yapıyor dedik. Ama unutulan bir şey var; o da bizim irade ve azmimizin gücüdür. Bunu hesaba katmıyorlar. Biz sıfırların altında seyrederken de hep gelecek aydın yarınlar, eşit, özgür ve adaletli bir dünyanın kurulacağına inandık. Ve Kürt halkının mutlaka ama mutlaka bir gün özgürleşeceğine de inandık. Önderliğimiz bu inancı bize ekti.
Bilinmesi için söyleyelim; Önderliğimizin henüz PKK bir umut kıvılcımı iken 1978 yılının 27 Kasım günü söylediklerini buraya alarak irademizin ve inancımızın ne kadar köklü olduğunu yeniden yazalım:
‘Tarihin bu durağında gerçekten toplumun dili olmayabilir. Toplum duyarsız, uykuda olmuş olabilir. Toplum yarı yarıya ölmüş olabilir, onun sesi, dili ve kültürü olmayabilir. Bütün bunlar bizim halkın sorunları karşısında duyarsız olmamızı getirmez. Ayrıca sömürgecilik, milli baskıcı güçler, her bakımdan insafsız olabilir; bunlar en ufacık hak hukuktan anlamaz olabilirler. Halklara en ufacık bir özgürlük vermeyebilirler, halkları en azgınca yok edebilirler. Ama bütün bunlar bizim duyarsız olmamızı, bizim devrimcilere layık bir şekilde hareket etmememizi getirmiyor. Biz ne onların, ne bunların durumunu göz önüne getirerek kendi durumumuzu belirtmeyeceğiz. Çağımızın bütün olumlu öğelerini yan yana getirerek, alaşağı edilmesi gereken güçlerle özgürlüğe kavuşması gereken güçleri kabul edeceğiz ve önderlik yapacağız. Israrla vurguluyorum; bu konuda kararlılığımızı hiçbir zaman elden bırakmayalım. Bu kararlılık, yerimizde bile dursak çok şey değiştirecektir. Bu konudaki inanç, bu konudaki çaba çok şey değiştirecektir. Her şeyden önce düşmanın dünyasını karartacaktır. Ayrıca halka büyük bir umut kapısı açacaktır.
Sayımız ne kadar az olursa olsun, yaşımız, tecrübemiz ne kadar yetersiz olursa olsun, bütün bunlara rağmen tarihin bize yükleyeceği ağır görevler için, bu görevlerin hatırı için yeterli çabayı ve kararlılığı gösterelim. Adeta bir tarağın dişleri gibi eşit olalım; yine bir ordunun neferleri gibi, her an yeni bir rampada atışa yatan bir ekip gibi kendimizi mücadele alanına sürelim; bundan da en ufacık bir kuşku, en ufacık bir korku duymayalım. Böyle bir yapı bizde sürekli oluşsun diyoruz. Bunun mücadelemiz için büyük bir değeri vardır. Bilinçlerimizin tazelendiği açık, ulusal kurtuluş pratiklerinin yeniden gözden geçirileceği açıktır. Soluğumuzu kesen sömürgecilik duvarlarını delerek, dünyanın ilerici kültürüne kendimizi açmak için, kafalarımızı açmak için kendimizi zorlayacağımız açıktır. Yine halkımızın da kapanan canlılık ve duyarlılık yanlarını tekrardan açacağımız, halkla, canlı, ilerici yanlarıyla kendimizi bütünleştireceğimiz açıktır. Ayrıca halkın sosyal, kültürel ve siyasal alanlardaki bütün gelişmelerde soluğunun kesildiğini bilerek, bu alanlarda da halka bir soluk aldırmayı, halkı ayağa kaldırmayı hiçbir zaman unutmayacağız. ‘
Evet, biz inadına kutsal topraklar olan Mezopotamya da yaşayan bu halkı ‘bütün gelişmelerde soluğunun kesildiğini bilerek, bu alanlarda da halka bir soluk aldırmayı, halkı ayağa kaldırmayı hiçbir zaman unutmayacağız.’ Bu söylemler birkaç kişiyken söylenmişti. Şimdilerde on binlerce militan kadro, milyonlarca ayağa kalkmış halk, küçük generaller, Molotoflu gençler, çocuklarının şehit düşerken ellerine kına süren analar, onurlu legal siyasetçiler, 73 yaşında gözleri görmediği halde örgüt üyeliğinden dolayı tutuklanan Ape Hameler varken bırakalım tasfiye edilmeyi biz görkemli direnişimizi daha da görkemli kılarak halkımızın umutlarını daha gür haykıracağız.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Yıl 1948.
Yer Türkiye.
Diğer yer ABD.
Türkiye’den ABD’ye gidiş var.
Gidiş ama ne gidiş.
Türk ordusu içinde seçme baş katiller belirleniyor.
Bu seçme baş katiller Alparslan Türkeş, Ahmet Yıldız, Turgut Sunalp, Daniş Karabelen, Mucip Ataklı, Suphi Karaman, Faruk Ateşdağlı, Refik Tulga ve başka subaylarla birlikte toplam 16 subay idi. Rütbeleri teğmenlik ile albay arasında değişiyordu.
Onlardan önce 5 Ekim 1947’de Türk Genelkurmay Başkanı Orgeneral Salih Omurtak başkanlığındaki bir heyet ABD’ye gitti.
Omurtak’ın gidişinden sonra Türkeş ile birlikte 16 subay tam profesyonel kontrgerillacı baş katiller olmak üzere gönderildi.
İlk baş katiller partisi sabotajdan pusuya, pusudan suikasta kadar her türlü kontrgerilla eğitiminden geçirildiler.
Söz konusu subayların ağırlıklı kesimi Türk-İslam sentezci Türk kafatasçı ırkçılardı.
ABD’nin Kansas Eyaleti’nde eğitimlerini tamamlayan bu subaylar, tam profesyonelleşmiş baş katiller olarak TC Devleti’ne döndüler.
Onlar döndükten sonra TC Devleti, 1952 yılında NATO’ya girdi.
Aynı yıl kontrgerilla merkezi olarak “Seferberlik Tetkik Kurulu” oluşturuldu.
1965’te ismi “Özel Harp Dairesi” oldu.
1992’de ismi “Özel Kuvvetler Komutanlığı” oldu.
İsimler değişmekle birlikte kontrgerillanın katliamları katmerleşerek sürdü.
Kürdistan’ı viraneye döndürdüler.
Köyleri alev alev yaktılar.
İnsanları canlı canlı işkence ede ede, paramparça ede ede gömdüler.
Alev alev yaktıkları köylerde ve kentlerde bazen insanları, bazen hayvanları evlerle birlikte yaktılar.
On binlerce en nadide, en değerli, en pir u pak yurtsever insanımızı cayır cayır yaktılar, katlettiler. Dipsiz kör kuyulara attılar. Taşların altına attılar. Dağlara, bayırlara, nehirlere ve göllere attılar.
Bunlar olurken, Fetul-Münafıkçı medya mensupları, her şehit edilen Kürt yurtseverin şehit edilişini manşetten verirken, “şanlı ordumuz şu kadar terörist avladı” diye yazıyorlardı.
Her manşetleri işgalciliklerinin zafer çığlığıydı.
O dönemdeki Zaman, Türkiye, Yeni Şafak, Sabah ve Star gazeteleri ile Aksiyon dergisine bakılırsa, Fetullahçı basının kontrgerilla cinayetlerini, JİTEM cinayetlerini nasıl övdükleri daha iyi anlaşılır.
Şimdiye kadar Kürtleri katleden hiçbir kontrgerilla mensubu, direkt Kürtleri katletmekten yargılanmazken, Kozmik Oda’ya girildi safsataları ve Ergenekon safsataları ile Kürtlerin aldanacağı hesaplanıyorsa, asıl kendi kendini aldatan AKP ile Fetul-Münafıkçılardır.
Kürtler de bilmeli ki, Cemal Temizöz’ün yargılanmasının esas nedeni Kürtleri katletmesi değildir.
Kayseri’de Alay Komutanı iken, üç Fetullahçı astsubayı sorgulama emrini verdiği için, Fetullahçı savcılar ile hakimler tarafından zindana atılmıştır.
Fetullahçılar bununla şunu söylemek istiyorlar: “Ey Türk subayları istediğiniz kadar Kürdü öldürebilirsiniz. Tüm Kürtleri soykırımdan geçirebilirsiniz. Bizim örgütlememize ne kadar izin verirseniz, biz de o kadar Kürdün katledilmesi için hem size destek oluruz, hem de görmemiş gibi yaparız. Bir de öldürdüğünüz Kürtleri her zaman verdiğimiz şekliyle ‘terörist’ diye medyamızda veririz.
Ama Kayseri’de olduğu gibi bizim eğittiğimiz Fetullahçı subayları sorgularsanız, biz de sizin Kürdistan’daki katliamlarınızı deşifre eder ve zindana girmenize neden oluruz”.
Özcesi AKP ile Fetul-Münafıkçıların, öyle ciddi middi ne bir Ergenekon operasyonu var, ne de Kozmik Oda’daki soykırım belgelerini kamuoyuna açıklama durumu var.
AKP ile Fetullahçıların yaptığı tek şey var:
“Devşirme Ergenekon” yerine “Devşirme Fetul-Ergenekon” örgütleme durumları var.
Nasıl ki, 1948 yılında Türkeş gibi subaylar ABD’de eğitime gönderilerek, TC tam olarak kontrgerilla cumhuriyetine dönüştürüldüyse, aynı şekilde şimdi farklı bir şekilde Fetul-Ergenekon Cumhuriyeti hızlı adımlarla oluşturulmaya çalışılıyor.
Bu amaçla Fetul-Münafıkçıların gazetesi Zaman Gazetesi yazarı ve Polis Akademisi başkanı Zühtü Arslan, Fetul-Münafıkçıların gazetesi Taraf Gazetesi yazarı ve başkomiser Emrullah Uslu, Fetul-Münafıkçıların gazetesi Taraf Gazetesi yazarı Polis Akademisi başkan yardımcısı Önder Aytaç, Fetul-Münafıkçıların gazetesi Zaman Gazetesi yazarı ve Polis Akademisi yöneticilerinden İhsan Bal ve yüzlerce polis ABD’ye gönderilerek 1948 yılındaki gibi kontrgerilla eğitimlerine tabi tutularak geri geldiler.
Şimdi bunların hepsi “Devşirme Ergenekon” yerine “Devşirme Fetul-Ergenekon’u”hızlı bir şekilde örgütleme çalışmalarında yer alıyorlar.
Kontrgerillanın karargahı “Özel Kuvvetler Komutanlığı” başta olmak üzere, tüm kontrgerilla kurumları olduğu gibi duruyor. “Kozmik Oda” da olduğu gibi duruyor.
Sadece değiştirilen kadrolardır.
Ayan beyan olarak “Katı Türk Irkçısı” subay ile polislerin yerine Türk-İslamcı sosuyla tatlandırılmış “Fetul-Münafıkçı Katı Türk Irkçısı” subay ile polisler getiriliyor.
“Katı Türk Irkçısı” subay ile polisler tenhalarda ve maskeli yöntemlerle Kürtleri bir bir ve yahut topluca katlederken, “Fetul-Münafıkçı Katı Türk Irkçısı” subay ile polisler, AKP çıkardığı kanunlarla artık çok açık bir şekilde Kürtleri katletmektedirler.
Mevcut durumuyla Devşirme Ergenekon’un yerini alan Devşirme Fetul-Ergenekon bin kat daha tehlikelidir.
Kürtler AKP ile Fetul-Münafıkçıların oluşturduğu yeni Ergenekon örgütlemesi olan “Devşirme Fetul-Ergenekon’un” ne kadar eski Ergenekon’dan bin kat daha tehlikeli olduğunu iyi görmeye başladılar.
Hele Kürt gençliği, bunu daha iyi görmeye başladı.
Kürt gençliği bu “Devşirme Fetul-Ergenekon’u” yenmenin tek yolunun gerillaya katılarak ona karşı savaşma olduğunu da biliyor.
Acaba AKP ile Fetul-Münafıkçılar bunu fark etmişler mi?
- Ayrıntılar
Faşizm gün geçtikçe şahlandırılıyor. Kürt halkına karşı saldırılar gün gittikçe artıyor. Gençlere, kadınlara, çocuklarımıza el atılıyor. Vuruluyorlar. Katledilmeleri kabul görülüyor. Kürtlerin legal sahasındaki siyasetçileri şikane ediliyorlar. Halk tarafından seçilmiş olanlar zindanlara atılıyor. Sözde dokunmazlıkları olanlara açıkça “görüldükleri yerlerde zoraki götürülsün” diye tebligatlar gönderiliyor. Ve bir tutuklama furyasıdır sürüp gidiyor.
Kürdistan sokakları alev alev. Kürt halkının iradesini nefessiz bırakmalara karşı Kürt halkı ayaklanmaya yakın bir pozisyona geçti. Kürdistan sallandı. Kapatılan DTP’nin milletvekilleri parlamentoyu terk etmek üzerelerken Kürt halk önderliği durdurdu. Kürt halk önderliği sadece parlamenterleri parlamentoda kalarak siyaset yapmalarını sağlamadı, Kürt halk önderliği aynı zamanda Kürdistan’da olup bitenlere de el koyarak tansiyonun düşürülmesini istedi. Ve Kürdistan duruldu. Parlamenterler parlamentoda kalacaklarını söylediler.
Söylemeye söylediler ancak ertesi gün onlarca yere faşizan baskınlarla yeni açılan Kürt partisinin üyeleri alıp götürüldüler. Hem de sorgusuz sualsiz. Elleri kolları zamanında Hitler faşizminin Yahudilere yaptığı gibi zincirlere vurularak götürüldüler. Öyle bir manzara ki insanın içini ürpertecek kadar gri.
Kürt halk önderliği Kürdistan’daki tansiyonu düşürmek isterken birden bire bu tansiyonu yükselten el nereden çıktı diye sormadan edemiyor insan? Bu faşizan uygulamaları yaparken kendilerince sözde bir “kozmik” oda da buldular. Ne de olsa bu oda kozmiktir ve daha fazla ilgi topluyor. Bunun içinde Kürdistan’da olup bitene bakan neredeyse yok gibi.
Ama unutmayalım; bugün görmek istemedikleri manzara yarının düzeltilmeyecek tablosudur. Legal siyaseti zincirleyen, kelepçeleyenler sivil toplum çalışmasını aforoz edenler sadece ve sadece dağlara yani bizlere akışa davetiye çıkarıyorlardır. Meydanlarda bir gence af buyurun köpek sürüsü gibi saldıranlar sadece ve sadece Kürt gençlerini dağlara çıkmaya götürürler. Henüz bıyıkları terlememiş gençlerin Molotof ve taşlarla tepkilerini gösterdikleri için yıllarca cezalara çarpıtılmaları sadece ve sadece cezaların olmadığı mekanlara bir akışı sağlar. Ve bu mekanlar bugün Ortadoğu’da sadece ve sadece dağlarda vardır…
Fırtınalı günlere doğru gidiyoruz. Hem de frensiz bir şekilde. Sahte İslamcılar ve onların mangurlatı Kürt halkının idam fermanı yeniden imzalanırken, Kürt gençlerinin ve onların öncü fedaileri olan gerillaların da boş durmayacakları açıktır. Gerilla yaklaşık 8 aydır eylemsizlik kararına harfiyen uymuştur. Misillemeler dışında gerilla tek bir eylem yapmamıştır. O çokça dile getirdikleri Tokat-Reşadiye eylemi dahi bir misillemedir. Halkımıza, Cudi’de şehit düşen gerilla yoldaşlarımıza ve en önemlisi de önderliğimizin nefessiz bırakılmasına karşı ortaya konulan bir öz savunma refleksidir. Ve bu refleksler giderek çoğalacaktır. Ve bu refleksler artık sadece dağlarla da sınırlı kalmayacaktır.
Var olma sorunumuz alenen inkar edilmişken, ince yöntemlerle toplum olma haklarımız reddedilmişken bizlerin yerimizde beklememiz istenmemelidir. Eylemsizlik kararımızı bizi tasfiye etmenin bir planı olarak ele alan zihniyetlerin ne kadar yanıldıklarını yakın süreç gösterecektir.
Bu insanoğlu çok garip bir yarattıktır. Bir kez gözü kararmış olsun artık buğulu görmeyi aşamıyor. Bir kez ihtirasları gelişmiş olsun artık durdurulamıyor. Bir kez iktidarın o kirli kârına bulaşmış olsun o artık bundan vazgeçemiyor. Rantın çekiciliği buradan geliyor herhalde.
Ancak şunu peşinen söyleyelim; fırtınalı günler geliyor. Çünkü tahammül etmenin de sınırları vardır. Tahammüllü olmanın da bir hududu vardır. Bu kadar saldırılara karşı artık gerillanın sessiz kalması beklenmesin. Gerilla giderek bu sürece müdahil olacaktır. Ve gerilla bir harekete geçti mi kimse onu durduramayacaktır. Harekete geçtikten sonra da kimse şikayet de etmesin.
Birileri Kürdistan’da tansiyonu yükseltirken ses seda yok. Birileri Kürdistan’da Hitler faşizmi gibi insanlarımızı kelepçelerle götürürken ses seda yok. Birileri gençlerimizi sokak ortalarında ölümüne dövülürken ses seda yok. Birileri Kürtlerin legal siyasetçilerini içeri tıkatırken ses seda yok. Hatta bir tık bile yok.
Yarın gerillalar olarak bu yapılanlara karşı meşru savunma hakkımızı ve asıl görevimiz olan halkı savunmayı aktifleştirmeye başlarsak kimseden ama kimseden ses seda çıkmamalıdır. Çıkmamalıdır çünkü ses çıkarma hakkınızı çoktan kaybettiniz beyler. Hem de çok fazla ses ve söz hakkınızı kaybettiniz.
- Ayrıntılar
Gerilla Süreci Değerlendiriyor / Röportaj
* İçinden geçtiğimiz süreci ve hazırlık düzeyimizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Stera Semsûr
2009 yılı örgütümüz açısından yıllarca büyük mücadele ve savaşımla ektiği özgür yaşam tohumlarının yavaş yavaş filizlendiği yıldır. Her ne kadar sistem bazı değerlerimizin içini boşaltmaya çalışarak bize engel olmaya çalışsa da başarılı olamayacaktır. Her ne pahasına olursa olsun halkımızı zaferle taçlandıracağız.
Kış eğitimleri gerillada en önemli bulduğum dönemdir. Eğitimde Savunmalar okunup tartışılıyor. Savunmalara sadece teori boyutunda değil bir yaşam tarzı boyutunda yaklaşıyorum. Savunmalar sadece yol gösterici değil, yolun kendisidir. Yaşamın her anında en küçük felsefenin dillendirilmiş halidir. Savunmalardan ne kadar anlıyorsak o kadar yaşamda pratikleştirmeliyiz. Bu bir paragraf hatta bir satır bile olabilir. Yaşamsallaştırdığımız kadarını anlamışızdır. Bence böyle yaklaşılmalıdır.
Önderliğin koşullarında yapılan değişiklikler kesinlikle yeni bir oyunun geliştirildiğini göstermektedir. Zaten Önderlik fiziki olarak orada kaldığı sürece ikna edici hiçbir şey yoktur. Devletin yaptığı, halkın ve gerillanın Önderliğe olan duyarlılığını geriletme çabalarıdır. Dönem dönem yapılan baskılar halkta ve gerillada bu durumu normalleştirme ve buna alıştırma çalışmalarıdır. Gelişme diye yapılanlar Önderliğin orada kalmasını meşrulaştırma politikalarıdır. İmralı sürecinin uzatılacağının göstergesidir. Değişim gibi görünenler alttan alta halkı ve gerillayı Önderliğin İmralı sürecinin ömrünün uzatılmasına alıştırma ve hazırlama çalışmalarıdır. Gerilla olarak Önderliksiz Yaşam Asla şiarından yola çıkarak düşmana gereken cevabı vermemiz gerekmektedir. Yeni yılın, yıllardır çalışmalarını sürdürdüğümüz ve olmazsa olmaz dediğimiz Önderliğimizin özgürlük yılı olmasını bekliyorum. Ne pahasına olursa olsun bu gerçekleşecektir. Kaybedecek bir şeyimiz kalmamıştır. Biz savaşa da barışa da hazırız. Artık Önderliğimiz ona bağlı olarak da yıllardır Özgürlüğe susamış olan halkımızın özgürlük yağmuru altında ıslanmayı tadacağı yıldır bu yıl.
* Yeni bir sürece giriyoruz. Bu süreçte güvenliğe yaklaşımımızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Asmin Sason
Kış üstlenme sürecindeyiz. Yeni bir gerilla olarak ele aldığımda büyük bir çaba ve emekle kamplarımızı yapıyoruz. En küçük bir dikkatsizlik ve duyarsızlık bütün emeklerimizin yanında yaşam alanlarımızı da tehlike altına almaktadır. Bu dikkatsizlikler eğitimlerimizi de etkileyecektir. Deşifre olan bir alanda nasıl sağlıklı eğitim görebiliriz ki. Eğer gelişmek, kendimizi düşmanın bütün saldırılarına hazırlamak istiyorsak, gerilla olarak yaşam kurallarımızı özümsemeli ve bu kuralları yaşamımızın bir parçası olarak görmeliyiz. Önümüzdeki kış sürecini iyi değerlendirmeli zamanımızın her anını okuyarak, tartışarak, yoğunlaşarak, kendimizi çözümlemeye çalışarak dolu dolu geçirmeliyiz. Önderliğimizin özgürlüğü, Halkımızın özgürlüğü, insanlığın özgürlüğü için Apocu militanlar olarak bu sorumluluğumuz şimdi her zamankinden daha fazladır. Şimdiden arkadaşların yeni yıllarının yeni umutlarla yeni yaşamı yaratma mücadelesinde başarıyla geçmesini diliyorum.
* Geride bıraktığımız 2009 yılı gerilla olarak bizim için nasıl bir yıldı? Askeri olarak bu yıl içinde kazanımlarımız neydi?
Jinda Sozda
2009 yılını geride bırakıyoruz. Askeri ve siyasi gelişmeler olarak ele aldığımızda, hareket olarak hedeflediğimiz düzeyde olmasa da birçok olumlu gelişmeler sağlandı. Gelişmeler 2008 yılına göre halk ve hareket olarak daha olumluydu. Fakat hareket olarak önümüze koyduğumuz hedefler uzun vadeli ve kapsamlı olduğundan, bu düzeyi aşan bir çalışma ve hazırlığı daha güçlü açığa çıkarmamız gerekiyor. Bu süreçte özellikle halk ve gerillanın birlikteliği güçlü bir şekilde yapılan eylemlerle yansımıştır. Egemen ve gerici zihniyet ve onu temsil eden düşman güçlerine Önderliğimizin Savunmaları çerçevesinde yürüttüğü ideolojik direniş ve mücadele aynı zamanda gerilla ve halkın direnişi imha ve inkar dayatmalarını gereken cevabı vermiştir. Tabi bu imha ve inkar politikaları farklı renklere bürünerek devam etmektedir. Buna karşı halkın örneğin barış gruplarını karşılamadaki görkemliliği gibi halk her zaman gerillasının yanında olduğunu kanıtlamıştır.
11 yılı aşkın bir zamandır Önderliğimiz çok ağır koşullarda İmralı sistemine karşı insan gücünü aşan düzeyde bir direniş sergilemektedir. Önderliğimiz kendi şahsında yarattığı direniş ile bu halkın bir tarihe bir direniş geleneğine bir kültür ve mücadeleye sahip olduğunu kanıtlamıştır.
Yaşanan bu gelişmeler karşısında düşman daha azılı bir saldırıyı esas almaktadır. Çözüm adı altında geliştirilmek istenen politikalar en son kendilerinin de dillendirdiği gibi PKK’yi tasfiye etme planlarıdır. Bu politikalarla sonuç alacaklarını hesaplıyorlar. Gerekirse bir kez daha bu yanlış hesaplarla bir yere varamadıkları gibi içinde bulundukları bataklığa daha da batacaklarını onlara gösterebiliriz.
Önderliğimiz Savunmalarında “Bir Halkı Savunmak” adlı eserini biz gerillalara hediye ettiğini belirtmişti. Bu bizim için mücadele gerekçesidir. En ağır koşullarda büyük zorluklara göğüs gerilerek Özgür bir yaşamın temellerini oluşturan Savunmalar bizler için hazırlanmışsa bizlerin yapması gereken bu hedefle militanlık ölçülerine ulaşmaktır.
Gerilla doğayla uyumlu bir şekilde her dört mevsimi birlikte iç içe yaşıyor. Önderliğimizin “gerilla her yerdedir, hiçbir yerdedir” sözünden yola çıkarak mevsim koşullarıyla birlikte üstlenme çalışmalarımızı yapıyoruz. Derin Gizlilik konusunda bazı şeyler belirtmek istiyorum. İyi bir gözlemci olmak çok önemlidir. Düşmanın tekniğini yok sayamayız ama abartmamalıyız da önemli olan biz ne kadar doğanın ayrıntılarıyla yaklaşıyor ve doğayı kendimize dost görüp ona göre kendimizi konumlandırıyoruz. Arazinin ayrıntılarıyla, dezavantaj gibi görünen her olguyu avantaja nasıl çevireceğimiz üzerine yoğunlaşarak, yüzeysel bir yaklaşımla değil de derinlikli bir yoğunlaşma düzeyiyle yaklaşmalıyız. Derin gizlilik, gerilla hareket tarzıyla bağlantılıdır. Bunun içinde hazırlıklarımız devam ediyor. İleriki aşama bizler açısından bir eğitim süreci olacak, bu eğitim sürecinde Önderliğimizin yeni Paradigması doğrultusunda kendimizi çözümlemeye, aşmaya çalışacağız. Bu birbirimize daha sorumlu yaklaşarak destek sunarak yapacağız. Kendimizi anladıkça mücadelemizi daha iyi anlayacağımıza inanıyorum. Önderliğin Özgürlüğüne her zamankinden daha yakınız. Bunu başarmak için önümüzdeki engeller hangi düzeyde olursa olsun aşmak ve bu temelde mücadele vermek en temel yaşam gerekçemizdir. En büyük umudumuz Önderliğin özgürlüğünü sağlamaktır. Özgür yarınları birlikte karşılamaktır. 2010 yılını da bu temelde karşılıyoruz.
* Önderliğin yerinin değiştirilmesi ve daha olumsuz koşullarla karşı karşıya bırakılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Elif Serhat
Önderliğin durumuna ilişkin son yaşanan durumlar görüşme notlarında da belirtildiği gibi öncekinden daha fazlasıyla İmralı koşulları ağırlaştırılmıştır. Önderliğin yanına bir grup arkadaş da verildi. Ama Türk siyasetçilerinin yansıtmak istediği gibi bir olumluluk yoktur. Tersine yansıtılandan çok daha ağırlaştırılmış bir tecrit durumu söz konusudur. Bunu hareket olarak halk olarak kabul edecek değiliz. Bütün dünyanın da kabul ettiği durum Önderliğin konumu ve durumu Kürt halkının durumu demektir. Kürt sorununun çözümü demek, Önderliğimizin İmralı koşullarından çıkması Özgürlüğüne kavuşmasıdır. Bizim temel hedefimiz ve Kürt halkının temel istemi Önderliğimizin Halkının yanında olmasıdır. Bizler uluslararası komplo sürecini yaşadık ve 11 yılı aşkın bir zamandır Komplocu güçler plan ve politikalarını daha da boyutlandırarak geliştirmekten geri durmadılar. Şu anki yaklaşım da bundan bağımsız değildir. Bu yaklaşım da Önderlik açısından tehlike barındırmaktadır. Buna karşı her süreçten daha duyarlı ve hazırlıklı olmalıyız. Oynanmak istenen oyun kesinlikle boşa çıkartılmalı, aynı zamanda tersine çevrilerek düşmana dönmelidir. Bizim amacımız salt Önderliğin koşullarının değişmesi değil, bir bütün olarak o tecrit ve izolasyon koşullarından çıkartılması ve fiziki özgürlüğüne kavuşmasıdır.
Önderliğimiz “Eğitimlerine çok önem vermeliler, kendilerini geliştirmeliler.” demişti. Bizler de bu temelde bu süreçte gelişecek olan eğitimlere daha kapsamlı bir hazırlıkla cevap olmak istiyoruz. Önderlik savunmalarıyla dünyada mevcut sistemin geldiği aşamayı çözümlemekle kalmadı, alternatifini de sundu. Ufkumuzun sınırlarını genişletti. Baktığımız her olguyu şimdi Önderliğin yeni Paradigması ile yeniden ele alıyor, değerlendiriyoruz. Anlam derinliğine ulaşmaya çalışıyoruz. Bu tarihsel olarak da toplumsal olarak da böyledir. Birey olgusunu daha derinlikli çözümlemeye çalışıyoruz. Sistemin tüketmeye çalıştığı insani değerleri bizler Apocu felsefe ile yeniden güçlü bir şekilde insanlığa armağan ediyoruz. Bunu gerilla yaşamımızla yapıyoruz. Bu nedenle gerilla ortamında yarattığımız her gelişme, değişim dönüşüm olarak sağladığımız her ilerleme, aynı zamanda yeni Paradigmanın yaşamsallaşması anlamına geliyor. Savunmaları okudukça Önderliğe biraz daha yakınlaştığımı hissediyorum. Yeni bir eğitim sürecinin heyecanını da yaşıyoruz. Bu temelde arkadaşların yeni mücadele yılında başarılar diliyorum.
* Önderliğimize yönelik koşullarının iyileştirilmesi adına yapılanları nasıl değerlendiriyorsunuz? Yeni bir mücadele yılını karşılarken yapmamız gerekenleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şahin Argeş
Önderlik bizim stratejimizdir, bizim amacımızdır, bizim hedefimizdir. Önderliğe karşı olan her hangi bir yaklaşım bizim savaş gerekçemizdir. Önderliğimize yönelik her türlü yaklaşım bizleri etkiliyor. Önderliğimiz 11 yıldır dört duvar arasında her türlü baskıya her türlü işkenceye karşı direniyor. Gelinen aşamada Önderliğimizin hareketin ve halkımızın belli bir çabası var. Önderliğin durumunu artık halk da, hareket de kaldırmıyor. Hareketimiz 2008 yılında 10. Kongresini de yaptı. PKK 10. Kongresi’nde alınan karar Önderliğin Özgürlüğüdür.
Bunun dışında hiçbir şey, istemleri karşılamayacaktır. Bu temelde olası gelişmelere hazırlıklı olmalı ve Önderliğin fiziki özgürlüğünü sağlayacak mücadelemizi daha da güçlendirmeliyiz.
Önderliğimize yönelik fiziki saldırılar oldu. Aynı zamanda en doğal bir hak olarak haber alma, görüşme hakkı dahi tanınmıyor. Bu koşullar dünyanın hiçbir yerinde bu düzeyde yaşanmamaktadır. İmralı bir sistemdir. Bu sistemi iyi anlamalı ve bu sistemin geliştirdiği politikaları iyi görmeliyiz. Önderliğe yönelik her yaklaşım Kürt halkı üzerinde uygulanmak istenen siyasettir. Ki bunun inkar ve imha politikasına dayandığını bunun üzerinden sonuç almak istediklerini her geçen gün daha net bir şekilde görüyoruz.
Savunmalara yaklaşımımız Önderliğe yaklaşımımız anlamına geliyor. Önderliğimizin her savunması bir öncekini tamamlıyor. Önderliğin Savunmalarını anlamak demek kendi kişiliğinde vicdan ve zihniyet devrimini yaratmak ve bu doğrultuda yaşamak anlamına geliyor. Düşmanın her türlü yönelimine karşı da her zamankinden daha güçlü ve keskin cevap vermemiz gerekmektedir.
* Yeni bir arkadaş olarak yeni bir yıla giriyoruz. Bu konuda düşünce ve duygularını alabilir miyiz?
Cudi arkadaş
Geçen yıl bizler açısından yoğunluklu bir eğitim süreciyle geçti. Bundan sonrası açısından da kendi eğitimimizi daha da kapsamlı olarak devam edeceğiz. İdeolojik ve askeri olarak gelişme sağlamamız Önderliğimizin özgürlüğünü ve halkımızın özgürlüğünü beraberinde getirecektir. 2009 yılında oluşan boşlukları yeterince dolduramadık. Bu eksiklik ve yetersizlikleri bu eğitim süreciyle değerlendirip aşmak ve sürece cevap olmak önümüzdeki görevlerimiz arasındadır. Özgür dağlarda gerilla olmak, özgür yaşamı yaratma sanatını en güzel işlemektir. Bunun heyecanı ve coşkusuyla, yaşama sevinciyle yaşama katılmak mücadele etmektir. Yaşam; mücadelenin diliyle ifadeye kavuştuğunda güzeldir. Anlamlı olana doğru yol almak, bir militan için bir devrimci için vazgeçilmez olandır. Buna ulaşmada karşılaşılacak her türlü zorluğu aşmak anlamlı olana ulaşmanın ilk adımıdır. Yeni bir yıla girerken başta Önderliğimizin, halkımızın ve tüm yoldaşların yeni mücadele yıllarında başarılar diliyorum.
* Şu an içinden geçtiğimiz siyasi ve askeri süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ferman arkadaş
2009 yılı içerisinde Önderliğimizin eylemsizlik kararıyla başlayan süreç düşmanın yönelimleri ve operasyonları devam etse de bizim açımızdan bu karara uyularak devam ettirildi. Fazla çatışmalı bir yıl değildi. Meşru savunma anlayışı çerçevesinde verilen karara uyuldu. Yapılan bazı eylemleri de düşman kendi politikaları doğrultusunda kullandı. Devletin Kürt açılımı adıyla başlattığı süreç, Önderliğin açıklaması doğrultusunda Barış Gruplarının gitmesiyle netleşerek niyetleri anlaşıldı. Devletin niyetini böylece netleştirdik. Hareketimizin geliştirdiği politikalar devleti zorladı. Devletin gerçek anlamda olumlu bir adım geliştirmeye niyeti yok bu çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Mecliste Onur Öymen’in katliam yapılabilir sözü hem CHP gerçekliğini gözler önüne sermiş oldu hem de bu zihniyetin gerçekliğini bir kez daha kanıtladı.
Devletin içinde de bazı görüş farklılıkları görülüyor. Ve en önemlisi de bu süreci başlatan Önderlik olmuştur. Devlet içinde ki kesimler kabul etmeseler de Önderliğin perspektifleri doğrultusunda hareket etmeye zorunlulardır. Çünkü tıkanan siyaseti ve sistem gerçekliğini en çarpıcı bir şekilde tahlil eden ve çözüm geliştiren Önderliktir bunu kendileri de biliyorlar. Tabi bunu kendi amaçları doğrultusunda kullanıyorlar buna engel olmak ve Önderliğimizin projelerini hayata geçirmek bizlerin temel hedefidir.
Hareketimizin eylemsizlik kararı açıklandığı günden beri bizler büyük bir özenle süreci geliştirmek için çaba sarf ettik. Bu nedenle geliştirilen her adım büyük bir eylemdir, büyük bir askeri darbedir. Gerilla güçleri olarak kendimizi güçlü konumlandırmamız ve mevzilendirmemiz dahi düşmana vurulan bir darbedir. Her sürecin bedelleri olduğu gibi bu sürecin de bedelleri oldu. 2009 yılı bizler açısından önemli sonuçları olan bir yıldı. Bu yıl yaşanan gelişmelerle devleti zorladık. Askeri anlamda da operasyonların sonuç vermemesi, hava saldırılarından tutalım Özel savaş yöntemine kadar sonuç alamamaları bizler açısından önemlidir. Fakat bu bizler için başlangıçtır, biz bunu yeterli göremeyiz, kendimizi rehavete bırakamayız. Bu yaşananlar daha kapsamlı planların devlet tarafından geliştirilmek istendiğini göstermektedir. Buna hazırlıklı olmak ve bu temelde konumlanmak, taktik açılımlar hedeflemek bizler açısından temel olandır.
* 2010 yılına giriyoruz. Bizlere kısaca geçen yılı değerlendirebilir misiniz?
Serhıldan Ararat
2010 yılına Önderliğe Özgürlük şiarıyla gireceğiz. Yoğunluklu geçen bir süreci geride bırakıyoruz. Hareketimiz açısından hem askeri hem de siyasi olarak hamlesel bir yıldı. Askeri olarak verilen eylemsizlik kararı temelinde süreç ilerledi. Siyasi olarak da yine bu temelde biz üzerimize düşen sorumluluğu gösterdik. Karşıt güçlerin yapılanması daha da netleştirildi. Bu halkımız açısından da Türk kamuoyu açısından da olumlu oldu. Artık devlet gizlemeye çalıştığı politik tutumunu daha fazla ileriye götüremez. Kimin savaş yanlısı olduğu kimin barış yanlısı olduğu genel kamuoyunda açığa çıktı. Devlet içindeki AKP başta olmak üzere siyasi partilerin katliam ve imhada ısrar eden politikaları anlaşılmaktadır. Hatta İzmir’de yaşanan olaylar yine yaşanan katliamlar bunun daha kapsamlı şekilde planlandığını göstermektedir. Eylemsizlik kararımıza rağmen halkın üzerinde imha ve işkence politikaları devam etmektedir. Egemen ve gerici güçler yeni senaryolarla iş başındadır. Halkın ve hareketimizin ulaştığı düzeyden korkmaktadırlar. Bunu tersine çevirmek ve kendi lehlerine kullanmak için demagoji sanatını iyi kullanıp halkı etkilemek istiyorlar ama halkımızın ulaştığı düzey bunların hepsine cevap vermektedir. Bizlerin de Halkın savunma güçleri olarak halkı savunma konumumuz daha da genişlemiştir. Bir ananın barış yönlü ifade ettiği her sözcük gerici zihniyete vurulan en büyük darbedir. Onurlu duruşun ve anlamlı yaşamın ifadesidir. Yaşanan serhıldanlar Kürt halkının iradesinin Önderliğimiz ve PKK olduğunu kanıtladı. Önderliğimizin yeni Paradigması ışığında halkımızdan aldığımız güçle bu sürece daha güçlü ve keskin cevap olacağımızı belirtebiliriz.
- Ayrıntılar