Yıl 1979.
Yer Amed.
Bizler Amed’in en meşhur Lisesi’sinin ortaokul kısmındayız.
Liselerdeki abelerimize göre tıfıl sayılırız.
Okula başladığımızda liseli abeler hemen yanımıza yaklaşıyor.
“Hangi örgüttensin” diye bir soru soruyorlar.
Nasıl bir cevap vereceğimizi bilmiyoruz ki.
Bizler öyle fazla örgüt tanıyacak bilince sahip değiliz ki.
Kürt olduğumuzu biliyoruz o kadar.
Zorunlu olarak abelerimize sorardık “hangi örgüttensin” diye.
Onlar hangi örgütten olduğunu söyleseydiler bizde “hı derdik, bak bizde o örgütteniz” diye.
O çocuk halimizle abelerimizi kandırırdık.
Aslında cin gibiydik.
Neredeyse Kürdistan’ın her tarafındaki okullarda durum, aşağı yukarı benzerdi.
Tüm okullarda ve okulumuzda, devrim rüzgarları esiyordu
Örgütü olmayan hemen hemen yok gibiydi.
Bizim okulumuzun, hemen hemen yüzde doksanı DDKD’liydi.
Diğer kalan kısmı Rızgari, DHKD, KUK ve KAWA örgütüne mensuptu.
PKK’liler beş on öğrenciyi geçmezdi.
Bir gün PKK’liler ile DDKD’liler arasında okulun çıkış kapısında kavga çıktı.
PKK’li olanları saydık topu topu altı arkadaştı.
PKK’li dört arkadaş lisede öğrenciydi, iki arkadaş da dışarıdan gelmişti.
Kavga ve kavga verileceği yer sanki PKK’li arkadaşlar tarafından önce seçilmiş gibiydi.
PKK’liler okulun kapısı ve yola açılan tarafı tutmuşlardı.
DDKD’liler ise okul bahçesine yığılmışlardı.
DDKD’lilerin sayısı bini geçiyordu.
Hemen oracıkta, okulumuzun kapısında kavgaya tutuştular.
Sınıflarda sınavda olan öğrenciler bile sınavı bırakarak, DDKD’lilere yardım etmek için dışarı çıktılar.
Kavga büyüdü.
Bini aşan DDKD’lilere karşı PKK’liler galip çıktılar.
Gerillanın “vur kaç” taktiğini uyguladılar.
Hemen kayboldular.
O kavgayla birlikte PKK’nin namı ve şanı okulumuzda yayıldı.
O günden sonra gel zaman git zaman düşünüyor ve bakıyorum da, diğer örgütlerin yerlerinde yeller esiyor.
PKK’nin 32.kuruluş yıldönümüne girdiğimiz şu günlere bakınca görüyorum ki;
O ‘79’lu yılların tıfıl çocukları olan bizler de PKK gerillaları olmuşuz.
PKK tozu dumana katmış.
Ortadoğu’yu sallıyor.
Türkiyeyi sallıyor.
İran’ın sallıyor.
Suriye’yi sallıyor.
Irak’ı sallıyor.
Avrupa ve dünya siyasetine etkide bulunuyor.
Kürdistan’da kültür ve sanat PKK ile orjin kimliğine kavuşarak büyüyor.
Siyaset öz damarlarında yol alıyor.
Askerlik, PKK’ye has niteliğiyle HPG gerillaları şeklinde yenilmezlik ordusuna dönüşmüş ve dönüşmeye devam ediyor.
1837 yılında Garzan dağlarında Osmanlı ordusuna karşı hançerle savaşan, düşmana esir düşmemek için kendini Botan çayına atan Kürt kadınının, yine 1937-1938 Dersim direnişindeki Bese ve Zarifeler gibi asi ve savaşçı Kürt kadınının direniş geleneğini efsaneleştiren PKK’li kadın gerilla ordusu oluşmuş ve büyümeye devam ediyor.
1937-1938 Dersim direnişinde düşmanın eline geçerek öleceğine kendini ateş atan çocukların direnme tarzı yerine, Türk panzerine ve tankına karşı taşlarla direnen çocuk nesiler doğmuş ve doğuyor.
Asi Kürdistan’ın asi evlatları özüne dönüyor.
Neredeyse tamamına PKK’li nesil diyebileceğimiz bir nesil oluşmuş durumda.
PKK’li ikinci nesil diyebileceğimiz yeni nesilde doğmaya başlamış durumda.
Kürdistan PKK’leşirken Doğu Kürdistan’da, Batı Kürdistan’da, Kuzey Kürdistan ve Güney Kürdistan’da.
Mezara girmeleri yakınlaşan hainlerde son nefeslerine doğru yol alırken, efendileri Faşist ve Irkçı Türk devleti adına kargalar gibi cartlak cartlak en kötü sesler çıkarıyorlar.
Onların kargavari seslerini işittikçe direnişçi yanımız daha da bileniyor.
Biliyoruz ki, en fazla bir iki yıl sonra kargavari seslerde kalmayacak.
Öyle olacak ki, efendilerine ötenlerin çocukları da PKK’li olmayı bir onur payesi olarak göreceklerdir.
Öyle olacak ki, efendilerine göre öten babaları ve annelerini lanetleyecekler.
PKK’nin 32.kuruluş yıldönümü bizlere bu hissiyat ve düşünceyi veriyor.
Böyle hissetmek ve düşünmek bizim en tabii hakkımızdır da.
Çünkü PKK gibi efsane bir partiye, partinin Önderi Önder APO’ya, efsaneleşen şehitlere, efsaneleşen gerillaya, efsaneleşen bir halkın gerillası ile evladı olmak her kese nasip olamaz.
Bu şerefe herkes de nail olamaz.
Bundandır ki, dünyanın en sevinçli ve onurlu insanları olarak kendimizi görüyoruz.
Ey dünyanın en sevinçli ve onurlu gerillaları, halkı, kadınları, gençleri, çocukları hepinizin şanlı 32.kuruluş yıldönümünüz kutlu olsun.
- Ayrıntılar
Bir gerillanın mütevazı ve dolu dolu geçen bir gününü anlatmak belki de; gerillayı tasfiye etmek isteyenlerin başarısızlıklarını(!) anlamalarına ve milyonların desteğine haiz olmuş bu efsanevi gerçekliğe belli bir oranda katkı sunabilir.
Sabahın erken saatlerinde kalkılır. Her şeyden önce bir çevre temizliği yapılır ve sonrasında sabahın ihtiyaçları temelinde hummalı bir koşuşturmayla güne “Merhaba/Roj Baş” denilir. Aslında burada hemen belirtmek istiyorum; sabahıyla ve akşamıyla bu sözünü etmeye çalıştığım günlerin bütün tılsımı ortaklaşa olmasındadır. Yani kimsenin kendi çıkarlarında veya kendi pragmatist bencilliğinde zaman tüketme, kanserleşme gibi asalıklara girmemesi söz konusu olmaktadır.
Sabahın ihtiyaçları tedarik edildikten sonra, o günün koşulları normalse kahvaltıya geçilir. Kahvaltı da neyin olacağından ziyade nelerin konuşulacağı ve yapılacağı ön plana çıkan bir gerçeklik olmaktadır. Kahvaltı esnasında ve sonrasında o güne dair yapılacaklar üzerine somutlaşan ve görevlendirmelerin netleştiği bir tartışma yaşanır.
Bundan sonrasında eğitim çalışmalarına geçirilir. Burada eğitim çalışmalarını uzun uzun anlatmanın pek bir anlamı olacağını sanmıyorum. Daha çok spor, askeri ve siyasi konular üzerine yürütülen bu eğitimlerin her birinin ayrı bir önemi ve yaşamsal ehemmiyeti vardır. Özellikle spor olarak gerçekleşen eğitim çalışmalarında çoğu zaman moraller en üst seviyede olur. Zorlu Kürdistan coğrafyasında gerillanın yaptığı sporda, ayağında mekapı, belinde şutiği ve raxtı, elinde de vazgeçilmezi olan kleşiyle koşması ve taklalar atması aslında savaşın içinde her zaman hayat kurtaran olgular olmuştur.
Sporun ardından eğer imkanlar ve zaman elverirse günlük basın TV veya Radyo aracılığıyla takip edilir. Gerilla eline geçen her fırsatta hem bölgesel, hem de uluslararası alanda yaşanan birçok gelişmeden önemli sonuçlara ulaşmayı kendisine bir görev bilir. Bundan dolayı da çoğu zaman basını takip etme aksatılmayan bir çalışma olarak günün bu bölümünde işlenir. Gerçi özellikle TC’nin özel savaş basını izlendiğinden yüzlere yayılan tebessümler ve gülüşmeler, haber niteliği olmayan ve toplumu kandıran bu safsatalar karşısında, gerilla da sistem gerçekliği ve kapitalist sistem gerçekliği karşısında insanların düşürüldükleri duruma yönelik bir eleştiri niteliğini de taşımaktadır.
Bu basını takip etmeden sonra pratik çalışmalara katılacakların dışındakiler eğitim çalışmalarına devam ederler. Bu eğitim çalışmalarında askeri dersler veya siyasi dersler şeklinde öncesinden hazırlanmış programlara göre gündem oluşturmak söz konusu olmaktadır. Askeri derslerde daha çok savaşın genel durumu ve bunlar üzerine yürütülen tartışmalar ve dönemsel ihtiyaçlara göre belirlenmiş konular üzerinde durulur ve gerillanın yetersiz kalan yönleri aşması sağlanarak, her daim zaferi kazanan kişiliğe ulaşmasına zemin hazırlanır.
Siyasi derslerde daha çok tarih, felsefe ve toplumlar bilimi-bazı zamanlar beşeri bilimler üzerine yoğun tartışmalar ve araştırmalar yapılır. Bunlar da oluşturulan bu ortak platformda düşünsel anlamda paylaşılır. Öğlen vakti olduğunda günlük görevliler tarafından hazırlanan öğlen yemeği yenilir, çaylar içilir. Sonrasında çeşitli konular üzerine tartışmalar tekrardan alır başını gider. Öğleden sonra sabah ki programa benzer eğitim çalışmaları, bazen tatbikatlarla, bazen araziye yayılan ve gerçeği aratmayan askeri taktikler üzerine yürütülen eğitimlerle devam eder.
Akşam olduğunda ve güneş batıya evrildiğinde gerilla tekrardan hazırlanılan akşam yemeğini yer ve sonrasında o güne dair yapılanlara ve yetersiz kalan noktalara yönelik günün genelini ve katılımı kapsayan bir tartışma platformu oluşturur. Burada yaşanan yetersizlikler üzerine sonuç alıcı tartışmalar ve yapıcı eleştiriler geliştirilir. Bundan sonrasında da akşam haberleri izlenir varsa önemli programlar, belgeseller izlenir. Ondan sonrasında da bireysel kitap okuma, yazma vb çalışmaların oluşturduğu zaman dilimine geçilir. Artık günün sonuna doğru gerilla yeni bir güne kendisini hazırlamaya başlar. Üç aşağı beş yukarı gerilla bir gününü bu şekilde yaşamaktadır. Yaklaşık 32. yıllık mücadele gerçeğini ve gerillanın yenilmezliğini oluşturan bu günlerdir. Açıkçası bu zafere kadar da böyle devam edecek bir gerçektir.
Öyle gerillanın bir gününde maliyet, giderler gibi konular ön plana çıkan olgular değildir. Kendini eğitme, yetkinleştirme ve eksikliklere yönelik mücadele ön plana çıkmaktadır. Bu da gerillanın ve ona yüklenen bu şanlı misyonun gereğini yerine getirme de önemli bir basamak olmaktadır. Gerilla bu günlere, bu mücadeleye başından beri manevi bir temelde katılmaktadır. Bundan dolayı da kimse bu günlere ve gerillaya, maddi temelde yaklaşarak çözüm aramaya çalışmamalıdır. Böyle beyhude yaklaşımların ne öncesinde, ne de sonrasında bir yararı olacağını düşünmek, olsa olsa çok basit bir aymazlıktır!
- Ayrıntılar
Türkiye parlamentosunda yoğun tartışmalar var. Tartışmalar ağırlıklı olarak açılıma dönük yapılıyor. Ve ilginç olan ise işin özüne çok az mebusun dokunmasıdır.
Parlamento yani konuşulan yer. Tartışılan yer. Diyaloglarla var olan sorunların çözüme bağlandığı yer. Türkiye’de bu yere meclis diyorlar. Hatta Büyük Millet Meclisi. Milletin büyük meclisi.
Ve meclislere milletin temsilcileri gönderilir. Milletin sorunlarını çözmek için halk kendi seçimini, kararını başkasına yani mebusuna devreder. Ve o mebus artık milletin ağzıdır, yüreğidir, dilidir.
Böyle olması gerekir. Ama nerede bir yetki devri varsa orada bir suiistimalin yaşandığını yaşam tecrübemizle biliriz. Yetki devri irade devridir. Yani siz iradenizi başkasına teslim etmişinizdir. O kişi ya da kişiler ya da kurum ve kurumlar artık adınıza karar verirler. İradesini teslim edenler çok sürmeden teslim alınırlar. Çünkü sistem böyle işler.
Hâlbuki en doğal ve kutsal hak kendi iradesini yansıta bilme hakkıdır. Kendisiyle ilgili olana, genelle ilgili olana direk dolaysız katılma hakkıdır. Kendisine ilişkin olana karar verme hakkıdır. Kimisi buna doğrudan demokrasi diyor. Doğrudan temsil diyor. Dipten gelen dalga diyor. Köktencilik diyor. Ve ilginçlik o dur ki çağımızda böylesine bir temsili yaşama geçirmenin çok fazladan imkânı var. Kendi iradesini başkasına teslim etmeden, başkasına da teslim olmadan direk kendi çıkarlarını sonuna kadar savunma ve koruma imkânı bu söylediğimiz doğrudan temsilden geçiyor. Kimisi böylesine bir örgütlenme modeline yatay konfederal ilişki ve ilişkilenme diyor.
Geçelim bunları. Türkiye’de var olan sistem burjuva demokratik sistemidir. İşleyen bu da değildir. İşleyen otoriter, halktan kopuk, halktan uzak, bildiğini okuyan oligarşik bir sistemdir.
Türkiye’de tartışılıyor dedik. Parlamentosu tartışıyor. Özgürlük dağlarında bu kadar tabiat ananın zor şartlarında söylenenleri çok takip etme imkânımız her zaman olmuyor. Gönül isterdi ki anı anına takip edelim, izleyelim ve görüşlerimizi zamanında ifade edelim.
Ama olmuyor. Bu bir handikap. Özgürlük dağlarında yer yer tüm tekniklerde kopuk olmanın handikapı. Gecikmeli de olsa parlamentoda yapılan tartışmaları izliyoruz. Milletin meclisinde milletin başlıca sorunu Kürt sorunu iken faşist düşüncelerin, cümlelerin sarf edilmesi insanı düşündürtüyor. Bir de sözde halk partisi diye geçinen bir partinin önde geleni tarafından. Tuhaf dedik. Milletin kürsüsünden savaş kışkırt kanlığı yapılıyor. Geçmişte yapılan katliamları onaylayan, bugün de benzer katliamlar yapılmasını isteyen bir ağız milletin meclisinden dillendiriliyor. Kürtlere, Ermenilere, Yunanlara yapılanlar onanıyor. Onanmanın da ötesinde ilham kaynağı olarak gösterilerek benzerinin bugünde yapılması isteniyor. Ve bu dozajda faşizan düşünceleri dile getiren sözde “Onur” ismini taşıyor. İnsanlığa bu kadar “Onur”suzca yaklaşan birinin isminin “Onur” olması insanlık adına bizi utandırıyor.
Daha da tuhafı ve çirkini ise böylesine faşizan ve salyalı sözler “Onur”suzluğu yaşayan birinin ağzından çıkarken katledilen bölgeden gelen birinin bu faşizan sözlere alkış tutmasıdır. Birileri gelecek atalarına zoraki baskı uygulayacak isyana zorlayarak sonradan katliamlar yapacak. 70 binin üzerinde insan katledilecek, Munzur vadisi yıllarca kan kızıl akacak, o bölgenin genç kızları süngülenecek, tecavüzlere uğrayacak ve sen seni katledenin ismini de alarak bugün tecavüze uğramış mazlum bir halkın yeniden katledilmesini isteyen “Onur”suz sözlere alkış tutacaksın… Kendini satmanın pazarlamanın, kaşarlanmış olmanın, onursuz olmanın da bir sınırı var derler. Ama Kemal Kılıçdaroğlu gibilerinde bu sınır yok gibidir.
Çok uzatmayacağız. Bu halkın temsilinin kendisi yapabilmesi için, kendi kararını kendisi vermesi için, doğrudan demokratik bir sistemi hayata geçirmek için Kürdistan’ın özgür dağlarında özgürlük uğruna mücadele eden Gabar ismindeki bir yoldaşımız Gabar’da aynı Dersim’deki gibi katliamlar yapmak isteyen bir faşizan düşmana karşı tüm duyargalarını şahlandırarak meydana kendini atmadan önce söylediği sözler;
“BUGÜN ÖZGÜRLÜK GÜNÜDÜR, O YÜZDEN ÖZGÜRLÜKLE DANS EDECEĞİZ” oluyor.
Evet, özgürlük günlerini yaşıyoruz. Ve biz o yüzden özgürlükle dans ediyoruz. Biz Dersimlerin, Paluların, Zilanların, Ağrıların, Kulpların, güzel genç Kürt kızı Rındaxanların başına gelenlerin bir daha güzel genç Kürt kızlarının başına gelmemesi için özgürlük dağlarında özgürlük için dans ediyoruz. Ermenilerin, Yunanların başına gelenlerin halkımızın başına gelmemesi için dans ediyoruz.
Ve şunu hemen belirtelim: Faşist salyalı zihniyetler hiç sevinmesinler. Özgürlük dağlarında özgürlük için savaşan yürekler oldukça artık geçmişin katliamlarını yapamayacaklar. Yeter ki özgürlük dağlarında özgürlük uğruna yola çıkmış olanların yanında olunsun, yeter ki onlara bağlı kalınsın ve yeter ki özgürlük günüdür diyerek özgürlük için mücadele edilsin.
“Onur”suzluğu yaşayanlar buna inanmıyorlarsa bizatihi kendileri dağlara gelebilirler. Buna yürekleri yetmiyorsa yanlarına odundan yapılı “Kılıç”larını da alsınlar.
- Ayrıntılar
Kürdistan ve Türkiye’de birileri zanneder ki, Taraf Gazetesi liberaldir.
Gerçek bunun tam tersidir.
Dolayısıyla böyle düşünenler liberallik nedir bilmiyorlar.
Eğer böyle düşünenler, kendine demokratım diyorlarsa demek ki, ırkçılık ile özgürlük direnişini birbirinden ayırmayı bilmiyorlar.
Eğer böyle düşünenler, kendine sosyalistim diyorlarsa demek ki, üstün ırk ırkçılığını meşru görüyorlar.
Eğer böyle düşünenler, kendine Kürt yurtseveriyim diyorsa demek ki, işgalci zihniyetin işgaline uğramışlar, demek ki beyinleri dumura uğramış.
Tarafın yayınlarını takip edenler zanneder ki, bu gazetenin yaptığı haberler yenidir.
Özgür ve alternatif medyacılık yapan Kürtlerin medyasını iyi takip edenler bilir ki, malum gazetenin yayınladığı haberleri Kürt medyası yıllarca önce yayınlamış.
Malum gazetenin haberlerine “mal bulmuş mağrip misali” sevinenler, kendini aldatıyorlar.
Böyle sevinenler bilmiyorlar mı, bu gazete CIA ile MİT’in eşgüdümlü olarak çıkardığı bir gazetedir.
Böyle düşünenler bilmiyorlar mı, faşizm medya alanında kendini allayıp pullayarak hem solcu, hem dinci, hem sosyalist, hem demokrat, hem milliyetçi hem de ırkçı yayınlar yapmaktadır.
Doğan medyasına bakın, Önce Vatan gazetesi tam Türk ırkçısı, Hürriyet beyaz Türk ırkçısı, Milliyet liberal Türk ırkçısı, Vatan devşirme Türk ırkçısı, Radikal sol soslu Türk ırkçısı, Posta cinselci Türk ırkçısı çizgisinde yayın yapmaktadır.
AKP ve Fetul-Münafıkçı Türk medyasına bakın, Yeni Şafak gazetesi liberal Türk ırkçısı, Vakit tam provatör Türk Irkçısı, Star ile Sabah soft ile cinselci alaşımlı Türk ırkçısı, Zaman hem İslamo faşist hem de münafık Türk ırkçısı, Türkiye Turanist Türk ırkçısı, Taraf light derin Türk ırkçısı, Aksiyon dergisi Mitçi beyaz Türk ırkçı çizgide yayın yapmaktadır.
Türk ırkçılığı medya alanında Doğan Medya aracılığıyla katı Türk ırkçılığına-Kara Kemalizm-, AKP ve Fetul-Münafıkçı medya aracılığıyla da Türk-İslamcı Türk ırkçılığına-Yeşil Kemalizm- oynamaktadır.
Türk faşizmi-dünyada eşi benzeri olmayan ırkçılık türü- her iki medya koluyla ırkçılığı meşrulaştırmaya çalışmaktadır.
Tabi bunu yaparken tüm gazetelerin ırkçı yayınlarını PKK ile Kürtler deşifre edince, imdatlarına ABD koştu. ABD, bu konuda CIA’ya özel rol verdi. Ve Taraf gazetesini çıkarma kararını uygulamaya soktu.
Gazetenin finansmanını CIA ile Türk MİT’i birlikte yapmaktadır.
Paralar, CIA ajanı Fetullah Gülen’in şirketlerine aktarılmakta, oradan da naylon-çakma-işadamları vasıtasıyla Taraf Gazetesi’nin kasasına aktarılmaktadır.
Sermaye ve arka cephesini böyle sağlama alan ABD ile CIA, Yasemin Çongar ile Ahmet Altan’ı özel olarak görevlendirdi.
Yasemin Çongar, CIA’nın temsilcisi iken, Ahmet Altan ise MİT’in temsilcisidir.
Altanların ailesi atadan Türk istihbaratına çalışmaktadır. Ermeni soykırımı ile Kürt soykırımını örgütleyen Teşkilatı Mahsusa’nın kuruluşundan beri bu aile Türk gladiosunun demirbaş elamanları olmuşlardır.
Sol maskeleri var ama özünde ırkçıdırlar, nano ırkçıdırlar.
Ahmet Altan genetik ırkçılık yaparken, nano ırkçılık yaparken oraya buraya kıvırtıyor.
Oryental gibi raks eylerken, Oryental ırkçılık üzerinden de palazlanmakta.
Utanmadan da kendine barışçı misyonunu yüklenmekte, utanmadan da CIA, MİT ve AKP’nin politikalarını uygulamayı erdem olarak herkese yutturmaya çalışmaktadır.
Politikalarını uyguladığı AKP, üç defa savaş kararı alırken sus pus olan Oryental nano ırkçı Altan’dır.
Nemalandığı AKP, 2006 yılında çıkardığı bir yasayla Kürt çocuklarını öldürmeyi ve zindanlara doldurmayı bir bir yerine getirince sus pus olan ve gizlice alkış tutan yine ırkçı Ahmet Altan’dır.
Nemalandığı AKP, 2007 yılında çeteciliğin-koruculuk-sayısını artırma kararını alırken sus pus olan yine bizim meşhur ırkçımız Ahmet Altan’dır.
Nemalandığı AKP, 2008 yılında kontr-gerillayı meşrulaştırma ve “DTP’yi Bitirme Planını” uygulama yasası ile planını pratikleştirirken bunu alkışlayan aynı Oryental ırkçı Altan’dır.
AKP’nin faşist-ırkçı-yasalarıyla Kürt çocukları katledilirken, gazeteler kapatılırken, AKP’nin çanaklarını yalama şerefine nail oluyordu.
Bu Oryental ırkçı, şimdi kalkmış önce gazetesinde bir haber yapıyor, dünyada özgürlükçü harikalar yaratan PKK’yi, dünyanın en ırkçı partileri olan CHP ile MHP’yle özdeşleştirmeye çalışmakta.
Daha sonrada “Barış Günü, Savaş Günü” diye bir makale yazarak ırkçı Türk devletine karşı dünyanın en haklı direnişini veren PKK ve bizler gibi gerillaları suçlamaya çalışmaktadır.
Vay vay, neymiş de, bilinç altımızda devlet ideolojisi varmış.
Oryental Türk ırkçısı Ahmet Altan, 4.Murad’ın Şeyhülislamı Yahya Efendi’nin rolünü almışa benziyor.
4.Murad’ın çanak yalayıcılığını yapan Yahya Efendi’yi, ünlü Kürt şairi Nefi idamı göze alarak eleştirmiş ve sonuçta idam edilmişti.
Kürdistan özgürlük gerillaları da çağdaş Nefiler olarak, Kürdistan dağlarında dünyanın en ırkçı devleti olan Türk devletine karşı savaşırken, tabi ki Altan’ın suçlamalarına cevap vereceklerdir.
Hele bir bakalım Kürt şairi Nefi 4.Murad’ın çanak yalayıcısı Yahya Efendi’ye ne demişti?
“Bize kâfir demiş müftî efendi
Tutalım ben anca diyem Müselmân
Varılınca yarın Rûz-i Cezâya
İkimiz de çıkarız anda yalan”
Nef’i bu kıtayla Şeyhülislam Yahyâ’ya yanıt verirken açıkça şunu demek istiyor:
"Müftü efendi bana kafir demiş.
Tutalım ben de ona Müslüman diyeyim.
Ama yarın Rûz-i Ceza’da ikimiz de yalancı çıkarız.
Çünkü kafir olan kendisidir."
Bizde aynısını Ahmet Altan’a iade ediyoruz.
Çünkü Oryental nano Türk ırkçısı olan Ahmet Altan’ın ta kendisidir.
- Ayrıntılar
(Elif Ana’nın anısına)
Elif Ana üzerine geçenlerde bir program yapılmış, izleme imkânımız olmadı. İzleyen yoldaşlar anlattılar. Ancak tuhaf olan ise devlet temsilcileri de katılmışlar.
Malum Türk devleti bu ara bolca açılımlar peşindedir. Açılımlar eğer geçmişin yanlış yetersiz yaklaşımlarını gidermek için ise iyidir. Ancak bunun böyle olmadığını da biz yaşadıklarımızla biliyoruz. Ali Cengiz Oyunları bol olan bir devletin ve zihniyetin izdüşümü olan yeni yetme 17 eğilimi içinde barındıran bir hükümetin herhalde ayak oyunları daha bol olacaktır.
Söz Elif Ana’dan açılmışken, Elif Ana’nın bir memleketlisi olarak birkaç söz de biz söyleyelim:
Öncelikle Elif Ana’yı tüm içtenliğimizle anıyoruz. Yeri nur olsun. Evimizde sürekli asılı duran o güzelim yöre kıyafeti ve kafasındaki özgün Kürt kofisiyle hafızalarımıza işlendiğini söylemem abartı olmaz.
Biz biraz Elif Ana’yla, Ali Kute’yle, Salmanipekle, Hemi Tazi’yle büyüdük, onların öyküleriyle gözümüzü dünyaya açtık. Ve kutsallıkları derinliklerimize işledi. Unutulmaları adeta imkânsız. Ek bilgiler olarak: Bir Hemi Tazi’nin “xwede kurde” demesini unutmuş değiliz. Ali Kute’nin her yerde ziyaretlerle anılmasının yanı sıra Pakistan’da katledilen Ali Buto olduğunu da hiç unutmadık.
Ben bir Kürdistan gerillası olarak 1991 yılında Pazarcık topraklarına ayak bastığımda ilk ziyaret etmek istediğim kişilerin başında Elif Ana geliyordu. Ne var ki bu şansı yakalamadan yörenin kutsal kişiliği rahmete kavuşmuştu. Ben bir gurup gerillayla Pulyana-daha doğrusu Pulyan’e jereye- gitmek isterken vefatını duymuştum. Çok üzülmüştüm. Anamın bana hep anlattığı ve görmem gerektiğini söylediği Elif Ana’yı o yaşarken görememiştim. Vasiyetler her zaman önemlidir. Vasiyetleri yerine getirmek bağlılıkların derinliğini gösterir. Ben bir ananın vasiyetini yerine getirememiştim.
Pazarcık topraklarında bir gerilla olarak çok uzun bir süre zarfı geçmeden mezarını ziyaret etmiştim. Sonraları birçok kez geceleri -ki bir gerillaya ancak bu ziyaretler geceleri nasip oluyor-, ziyaret etmiştim. Vefatının aynı yılında Elif Ana’nın yeşil bezinden de almıştım. Ve halen cebimde taşırım. Sorun batıl inançlara sahip olmak değildir. Yörenin en saygın olan Anasını anmak için de olsa onun bir parçasını yanında taşımak bir değer biçmedir. Ve biz hep Elif Ana’ya değer biçtik.
Yörede gerilla iken Elif Ana’nın bana hep moral veren bir sözünü Pazarcıklılarla tartışırken hiç dillimden düşürmemişimdir. O da; “EV GENÇ E BAŞARKİN.” Yani bu gençler başarırlar…
Evet, Elif Ana Kürdistan gerillası için “bu gençler başarırlar” demiştir. Ve bu sözünü herkes bilir. Kendim yöre insanıyla tartışırken Elif Ana’ya bağlılıktan söz açıldığında ilk söylediğim cümle “Elif Ana, ev genç e başarkin” diyor sen de ya da siz de Elif Ana’yı sevdiğinizi söylüyorsunuz o zaman sevginizin gereklerini yerine getirin, yani Elif Ana gibi bu gençlere, gerillalara güvenin, inanın” diyerek kendilerini geri çeken, ürken, hatta yer yer pasif duranları eleştirmişimdir. Bu bağlamda Elif Ana’nın maneviyatının bana çok destekleri olmuştur. Yıllar geçse de Elif Anayı unutmak mümkün mü?
Elif Ana gerillaya inanmışken şimdilerde gerillayı imha etmek isteyen, Kürt halkını yok etmekte ısrarcı olan bir devletin faşizan zihniyetli memurlarının gelip Elif Ana’ya ilişkin bir programa katılmaları tek kelimeyle kabul edilemez. Kabul etmememin de ötesinde buna karşı mücadele edilmesi gerekir.
Tekrarlayalım; bir Ana ki gerillaya inanıyor. Bir Ana ki gerillayı seviyor ve bir Ana ki mücadele edilmesinin gerekliliği ifade eden “ev genç e başarkın” sözlerini sarf ediyorsa orada faşist devletin inkârcı imhacı zihniyeti temsil eden ve bundan ısrar eden memurlarını karşılamak dediğimiz gibi tek kelimeyle kabul edilemez.
Kabul edilemez, çünkü Elif Ana’da bu durumu kabul etmezdi. O kendisini ölümüne seven gençleri sevenlerdendi.
O, ölümüne kendilerini bir halkın dertlerine derman olmak için dağların doruklarına en zor şartlarda vurarak yaşamayı tercih edenleri severdi.
O, gelecek güzel ve aydınlık günler için kendilerini feda edenleri severdi.
O, ahlaki ve politik bir toplum yaratmak isteyen gençlerin ölümüne, ahlaksızlığın diz boyu yayıldığı bu toprakları temizlemek için yollara çıkan ve bir hırka bir lokma felsefesiyle yaşayan dervişlerden daha dervişçe yaşayan gençleri severdi.
O, özüyle sözü bir olan, ne söyledikleri değil ama nasıl yaşadıkları daha önemli olan gençlerin sade, ahlaklı, yöre kültürünün yaşaması için binlerce kez ölüme hazır olan gençleri severdi.
Evet, o genç gerillaları severdi. Ve o yeniden Kürt halkını ayağa kaldıracak gençleri severdi.
O gençleri severdi, biz ise onu her zaman sevdik ve sevmeye de devam edeceğiz. Yüreğimizin en derinliklerinde ona yani Elif Ana’mıza bir taht kurduğumuzu da herkes duysun.
Ve onun o tüm gençlere ve gerillalara moral veren sözünü tekrarlayalım; “EV GENÇ E BAŞARKIN.”
Ve diyoruz ki; “ev genç e başarkın” sözü için de olsa dağlara. Kutsal mekânlara…
- Ayrıntılar
Çok hızlı süreçler yaşanıyor. Bu hız tarihi momentumla ilgilidir. Tarihi momentum değişimin ve dönüşümün tüm sancılarını içeren andır. Başka bir tanıdık kavramla dile getirecek olursak; kaos anıdır.
Yaklaşık on gün önce “Barış İçin Dağlara” demiştik. Doğru söylediğimiz birkaç gün içerisinde daha iyi anlaşıldı.
Kürt özgürlük mücadelesi tüm iyi niyet çabaları, ortamı şiddetten uzak tutmak istemesi ve büyük özveriler göstererek ve de kendisini zorlayarak zihnen değişim dönüşümü ısrarla dayatmasına rağmen yürekleri kararmış zihinler her seferinde kanlı ortamı, toplum kırımı, onursuzlaştırmayı bir yöntem olarak karşımıza dikmektedirler. Ve bunların dışında da başka herhangi bir şeyi Kürt halkına reva görmek istememektedirler.
“Barış Elçileri” olarak tanımladığımız bir grup gerilla yoldaşımızla, çok değerli analarımızın, gençlerimizin ve çocuklarımızın da içlerinde bulundukları başka bir gurubu birlikte yeter ki çatışmasız bir ortamın oluşturarak barışa katkı olsun diye gönderdik. Halkımız gönderilen bu Barış Elçilerini gerçekten Tarihi An’a layık bir şekilde karşıladı. Bağrına bastı, sahiplendi. Ve bir halkın yapması gereken ve göstermesi gereken en onurlu davranışı gösterdi; yani barışa susamışlığını.
Yüreği kararmış zihniyet sahipleri bir halkın barışa susamışlığını çok görmüş olmalıdırlar ki her yerde kışkırtıcı, provokatif birçok girişimi tahrik ederek barış ortamı için en büyük özveriyi gösteren bir halka karşı linç girişimlerinde bulundular.
Yüreği kararmışlık esasen insanlığından vazgeçmezlik değilse nedir? Onurlu bir barış ve kanın durması için gelen elçilerin karşılanma törenlerini gerekçe göstererek adeta diz boyu yüreği kararmış olanlar her yerde karşıt gösteriler, tahrikler, kızıştırmalar, derken linçler.
Tuhaf olan ise sözde demokrat geçinen, demokrasi söylemini dillerinden indirmeyen, barışçı geçinen, “sıfır problem” diye yola çıkanların gösterdikleri hezeyanlardır. Bir içişleri bakanı, bir başbakan, faşizan-ulusalcı ırkçı muhalefetten hiç söz etmiyoruz. Söz ettiklerimiz sözde “AÇILIMCILARDIR.” Açılımcılardır sözde ancak yüreği ve beyinleri kararmışlardır. Yüreği kararmışlık insanlıktan kopmuşluktur. İnsan olmaktan çıkmışlıktır.
Yüreği kararmış olmak kötü bir durumdur. Türkiye iç siyasetinde askerlerin-biz buna Ergenekoncular diyelim-kendilerince muhalif gördüklerini en iğrenç yöntemlerle tasfiye etme planları ve bunların belgeleri çarşaf çarşaf basında işlenmişken ve suçüstü yakalanmışken yüreği kararmışlar Kürt özgürlük hareketine ve onun halkına saldırmaktan vazgeçmiyorlar. Demokrasi ayıbı, insanlık ayıbı, siyasetin ayıbı ve komplo ayıbının üzerine gitmesi gerekenler barışı isteyenlere ısrarla saldırıyorlarsa orada bazı şeylerin görüldüğü gibi olmadığı netleşmiş demektir. Ve orada tarihi momentuma yaraşacak olan tavır ve davranışı göstermenin zamanı gelmiş demektir.
Yüreği kararmışlar bizim tek taraflı eylemsizlik kararımıza rağmen yoldaşlarımıza yönelmeyi kendilerine erdem biliyorlar. Bingöl’de şehit düşen 5 arkadaşımız özgürlük hareketinin her ferdi gibi Önder Apo’nun çağrısına gönüllüce fedaice katılım gösterecek olan gerillalardı. Barış fedaileri…
Ne var ki yüreği kararmışlar barış fedaileri yerine ısrarla savaşı istiyorlar. Eylemsizliğin sürmesini istemiyorlar. Kanın durmasını istemiyorlar. Özgürlük hareketini tasfiye etmek için diyar diyar dolaşarak karşıt projeler yaratmaya çalışıyorlar. “Sıfır Problem” yaklaşımını özgür Kürt’e göstermeyecekleri her fırsatta saldırılarından anlaşılıyor. Özgür Kürt'le barışık olmadıkları özgür kürde olan nefretlerinden görülüyor.
Öyle ki herkesle, herkesimle özgürlük hareketinin tasfiyesi için ittifaklaşmalar geliştiriyorlar. Her ittifaklaşmalarının altında yatan Kürt özgürlük hareketini pazarlamak vardır. Buna da-yani bu pazarlıklara-stratejik derinlik diyorlar. Stratejik derinlik bu bağlamda özgür kürdü yok etmenin, yok saymanın derinliği oluyor.
Onurlu olmak ise bu yok etme projesine karşı sapa sağlam özgürlük uğruna amansızca mücadele etmekten geçer. Kürt halkı bugün çok görkemli bir kalkışı yaşıyor. Ancak Kürt halkının en dinamik, en genç, en atik, en girişken, en arayışları yüksek olan, en her türlü baskıya karşı tahammülsüz olanlar, en kendisi olmak için dimdik ayakta kalmak isteyenler bir an önce dağların zirvelerine tırmanmalıdırlar.
Şehit yoldaşlarımızın defnetme törenlerini izlerken etkilenmeden olmuyor. O kadar yüreği kararmışçasına saldırıya rağmen bir Kürt anası başka bir Kürt anasına “ağlama, ağlayarak düşmanlarımızı sevindiriyorsun” diyerek düşmanın karşısında nasıl durulması gerektiğini herkese gösteriyor. Başka bir ana ise hiç duymadığımız bir cümle kullanarak şehit oğlunun arkasında onu ve onun yoldaşlarını “Tace Zerin” olarak isimlendiriyor. Hem de dik bir duruşla bunu yapıyor. “Tace Zerin” yani Kürdistan özgürlük mücadelecisi gerillayı “Altın Taç” olarak ele alıyor. Ve bu gerillaların nasıl birer “Altın Taç” olduklarını halkımız onları Habur’dan başlayarak karşılamalarında anlıyoruz.
Evet, yarınların özgür günleri için Dağlara. Altın Taç olmak için dağlara.
- Ayrıntılar
Bir Türkiye Cumhurbaşkanı var:
Kafası büyük, yüzü riyakar, bakışları da kemdir.
Ne hindir, bir ben bilirim, bir de Kürt halkı.
Çekirdekten orducudur.
Bilinir ki, babası Hamdi’nin peştemalinde ordu karargahında yetişmiştir.
Hem de Kayseri’deki ordu garnizonunda.
Denilir ki, Sebatayisttir, aslı Yahudidir.
Bunu ben demiyorum, Türklerin kendisi diyor.
Onların nüfus kütüğü böyle diyor.
Eşi Hayrunnisa için de denilir ki, öz be öz Yahudi’dir fakat sonradan Sebatayist olmuş.
Kendisi Sebatayist, eşi Sebatayist olan bu zatı reisi cumhur, gençliğinde kafatasçı ırkçı Necip Fazıl’ın mürididir.
Hakeza bu zat gençliğinde Gladio’nun bir örgütü olan Milli Türk Talebe Birliği’ne de üye idi.
Sadece geçmişi bu mudur bu zatın?
Tabii ki hayır.
Bu reisi cumhur Abdullah, tescilli İngiliz ajanıdır.
İngilizlerin, Ortadoğu ve Kürdistan’a hakimiyet kurmak için ajan yetiştirdiği Exeter Üniversitesi’nde İngilizler tarafından okutulmuştur.
Ona diploma veren de İngiliz istihbaratının başında yer alan Tim Niblock’tur.
AKP’yi Abdullah ile Tayip’e kurdurtan da CIA’nın Ortadoğu şefi Graham Fuller’dir.
Zatı Abdullah’ın İngilizler tarafından özel olarak yetiştirilen yeminli, diplomalı bir Kürt düşmanı olduğu bir gerçektir.
Zaten İngilizler, Sebatayist olmayanlar dışında hiçbir kimseyi alıp eğitmezler.
Türkiye’de Sebatayist ve mason olmayan biri dışında hiçbir kimse, ne dışişleri bakanı, ne de reisi cumhur olabilir.
Türkiye’de dışişleri ve cumhurbaşkanı olup ta Sebatayist ve mason olmayan tek bir kişi yoktur.
Bu makamlara gelen kim varsa, kesin ve kesinkes Kürt düşmanıdır.
Kesin ve kesinkes İngiliz ajanıdır.
Böyle olmazsa İngilizlerin Ortadoğu ve Kürdistan’da oluşturduğu statüko devam etmez.
Kürdistan sömürge olarak kalmaz.
Türkiye’ye verilen jandarmalık rolü devam etmez.
Tüm bunlara bakıldığında Abdullah Gül’ün niye Kürtler, Kürdistan ve PKK ile ilgili her konuda en düşmanca rol oynayarak, Kürde karşı düşmanlıkta nasıl koordinatörlük yaptığı anlaşılır.
Sakın ola ki, kimse bu çok sinsi İngiliz ajanına kanmasın.
Sakın ola ki, kimse bu diplomalı Kürt düşmanına kanmasın.
Hele bakın ne diyor, bu zat.
Dünyanın en hilekar, yalancı, süper aldatmacı adamı kalkıp bize diyor ki, efendi olun.
Asıl efendi olması gereken biri varsa o da sensin sayın zat.
Bizler seni gibi ne İngiliz ajanıyız, ne Arap düşmanıyız, ne de Fars düşmanıyız.
Bizler senin gibi en Türkçü görünüp de, esasında en fazla Türklere düşmanlık yapanlardan değiliz.
Asıl senin gibi zatı muhteremler Efendi olsun.
Sizin gibiler, bir zamanlar uykunuzda bile yırtık pırtık bir askerin siluetini rüyanızda gördüğünüzde kabuslar görürken, nefes nefese kalırken ne hale girdiğinizi iyi biliyoruz.
Ruhunuzu iyi tanıyoruz.
Eğer bugün birazcık bile olsa, orduya bir laf atma durumunuz varsa.
Bunu PKK gerillalarına borçlusunuz.
HPG gerillalarına borçlusunuz.
Ordunun tüm pisliklerini, ruhsuzluğunu açığa çıkaran, rahatlıkla yenilebileceğini ispatlayan HPG’dir.
Zap destanı, Oramar destanı ve onlarca direniş destanı buna örnektir.
Bundan dolayı size diyoruz ki, zatı reisi cumhur Abdullah Gül efendi ol, Kürdistan dağlarındaki gerillaya şükret.
Bunu da iyi bilesin ki, Kürdistan gerillası olmasaydı sen reisi cumhur olamazdın.
Sana o koltuğu vermezlerdi.
Kürtlere düşmanlık temelinde de olsa, eğer sana o koltuk verilmiş ise, yine de sana diyoruz ki, efendi ol, gerillaya şükret.
Şunu da iyi bil ki, gerillaya katılım arttıkça, Kürdistan ve Türkiye’nin demokratikleşmesi de daha da güçlenir.
- Ayrıntılar
Çok öteden beri bu Türkiye devletinin çok tuhaf bir karakter edindiğini yazıp çizmiştik. Yer yer Türklerin karakterinden bahsetmiştik. Tabii ki söylediklerimiz kendilerini Türk halkının ve Türkiye devletinin egemenleri ve sahibi gören kaymak tabakadır.
Barış elçilerini dağlarında renkli görüntülerle gönderdik. Ve giden tüm yoldaşlar kendilerini gönüllü önerenlerdi. Şüphe yok ki kendilerini çok daha fazla sayıda yoldaş da önerdi. Ama kabul görenler gelen yoldaşlar oldu.
Önder Apo Kürt halkının ve onun gerillasının kıblegahıdır. Kürt halkı ve gerillası ondan asla uzaklaşmaz. Uzaklaşmaz çünkü yoktan onu canlı hale getiren, korkakken cesaret veren, sinmişken dik durmasını sağlayan, unutulmuşken herkesin göreceği hale getiren, ölüyken can veren, bitmişken kendisi olan ve tabii ki bugün dünyanın en dinamik toplumu ve topluluğu haline gelmiş olması da Önder Apo’dan aldıkları arasındadır Kürt halkının.
Hal böyle olunca Önder Apo’nun çağrılarına yoldaşlarımız ve halkımız içtenlikle cevap vererek Türkiye’ye gelmişlerdir. Bir de yıllardır var olan bir sorun var, bu sorunun bir şekilde çözümünde taraf olmak için dönmüşlerdir.
Tuhaf işte bu ülke; bu devlet; bu egemenler ve bu cümle cemaat dogmatik siyasetçiler. Onlara göre bir doğru vardır; o da onların doğruları. Ama bu dünya da o kadar sizinkilerden daha farklı doğrular var ki!
Özgürlük doğruları var; ilkeli yaşam doğruları var, onurlu olmanın doğruları var. Ve başı dik, bakışları sert, vakur, direnişçi olmanın doğruları var.
Tuhaf ülke işte.
Bu devlete göre herkes suçlu, herkes pişmanlık içerisindedir, herkes aç susuz, herkes çorbacı, herkes çoluk çocuk peşinde, herkes ev bark kurmak için yaşıyor. Başka da yaşayacak olanlar olamaz. Olmamalıdır.
Yoldaşlarımız döndüler, ama sizin çorbalarınız için dönmediler. Döndüler, ev bark kurmak için değil. Döndüler, sadece ana babaların yanlarına dönmek için değil. Döndüler, suçlu oldukları için değil. Döndüler pişman olmak için değil. Ve döndüler ezik büzük durmak için hiç mi hiç değil.
Yoldaşlarımıza Türk basınında kimi terbiye noksanlığı yaşayan tipler tarafından bulaşıkçı, temizlikçi sıfatı yakıştırıldı.
Evet, yoldaşlarımız temizlikçidir. Kirlenmiş bulaşıklarınızı, elbiselerinizi temizleme zamanı. Türkiye devletini o kadar kirini pasını ancak temiz yerlerde temiz yaşayarak gelenler temizleyebilir. Türk egemenleri, faşist milliyetçi, militarist, şovenist, nazist karakter toplumu çok kirletmiştir. Tabiri caizse toplumun ve halkın kimyasını bozdu, kirletti. Bunların yaptıklarının temizleme zamanı.
Dönüyorlar yoldaşlarımız ama Türkiye’yi temiz bir topluma dönüştürmek için dönüyorlar.
Dönüyorlar yoldaşlarımızı kirlenmiş vicdanları yeniden dönüştürmek ve temizlemek için dönüyorlar.
Dönüyorlar yoldaşlarımız milyonlarca barışa özlemi haykıran sesleri siyasal bir güce dönüştürmek için dönüyorlar.
Dönüyorlar yoldaşlarımız kendisi olmaktan çıkmış, kendisiyle yüzleşmekten kaçan haydutları dönüştürmek için dönüyorlar.
Dönüyorlar yoldaşlarımız geleceğin aydın yarınlarını, kir pastan uzak bir yaşama dönüştürmek için dönüyorlar.
Ve dönüyorlar yoldaşlarımız onuru ayaklar altına alınan halklarının onurlarını yeniden onlara layık bir şekle dönüştürmek için dönüyorlar.
- Ayrıntılar
Kürt özgürlük hareketi tıkanan tarihi bir sürecin önünü açmak için barış elçileri olarak değerlendirdiği bir grup gerilla yoldaşımızı Türkiye’ye görkemli bir şekilde gönderdi. Halkımız tarihi olan çözümün önünü açmaya dönük bu adımı ona yakışırcasına karşıladı.
Şunu hemen peşinen söyleyelim: Önder Apo yaklaşık 16 yıldır savaşın durdurulması için Kürt sorununun çözümüne dönük yoğun ve derinlikli çabalar sergiliyor. Bunun için birçok kez tek taraflı ateşkesler ilan etmiştir. Eylemsizlik kararlarını almıştır. Tek taraflı olarak geri çekilmeler yapmıştır. Ama unutmayalım; tüm bu adımların ortak noktası Kürt sorununu siyasal demokratik yöntemlerle çözme istemidir.
Ancak ne yazık ki biz tüm bu özveri dolu adımlara, girişimlere, eylemlere karşılık hep halkımıza karşı kullanılan şiddet ve faili meçhul katletmeler ile gerillanın başına yağan bombalar olarak aldık. Halkımızın legal siyasetçilerini zindanlara tıkamalar, çocuklarımızın ellerini kollarını kırmalar, ajanlaştırmalar derken insan aklının alamayacağı ahlaki yoksunluklar olarak aldık.
Çok uzaklara gitmeden daha on yıl önce Avrupa ve özgürlük dağlarında Türkiye’ye gönderdiğimiz barış gruplarının nasıl zindanlara atıldıklarını gördük, yaşadık. Hastalanıp şehit düşenleri oldu. Ve halen kimi yoldaşımızın zindanlarda yaşadığını da ekleyelim.
TC’nin bu kadar özveriyi, fedakârlığı adeta kendilerince teslim olmalar olarak ele alıp saldırılarına hız vermelerini hepimiz yaşadık. Gerillanın zayıfladığını, bitmek üzere olduğunu, artık dağda yaşayamayacakları, dağılacakları gibi hiçbir aklın almayacağı mantıktan uzak yaklaşımlar sergilediler.
Bu oldukça sorumsuz, vicdansız, yalan dolan dolu, inkârcı, kararmış, kömürleşmiş zihniyete karşı Kürt özgürlük hareketi olarak müthiş bir direniş sergilendi. Her ne kadar geçmişten beri TC’nin para babaları olan emperyalistler her türlü desteği TC devletine sunmuş olsalar da, en çok yardımı, akıl vermeleri, istihbari bilgileri, teknik öldürme aletlerini bu süreçte TC devletine daha fazla sundular.
Tüm bu olumsuz davranışlarına karşılık Kürt özgürlük hareketi görkemli 1 Haziran hamlesiyle tarihe yaraşır bir direniş sergiledi. Halkımızın siyasal sürece daha etkili katılması için müthiş bir gerilla hamlesi başlattı. Öyle ki Kürt baharlaşması muhteşem olarak yeniden yaşanmaya başlandı. Kürtler daha gür haykırmaya başladılar. Kendi renklerini, türkülerini her yerde söylemeye başladılar.
On yıllardır bir Kürtçe kelimeye tahammül edemeyen faşist tekçi zihniyet ‘Kürtler’ için televizyon açtı, başbakanları Kürtçe selamlama yaptı, ırkçı şoven genelkurmay başkanları Kürt halkıyla konuşur oldu, katledilen Kürt yurtseverlerinin mezarları açılmaya başlandı, Kürtlerin tarihi şahsiyetleri dillerden düşmez oldu.
Evet, tüm bunlar görkemli gerilla mücadelesi ile ayağa kalkan halkımızın serhildanları sonucu gerçekleşti.
10 yıl önce Türkiye’ye gönderilen barış gruplarını zindanlara atan TC devleti bugün gerillaları serbest bırakıyor-hem de gerilla elbiseli gerillaları-,yüz binleri aşan kitlesel gösterilerle halkımız barış elçileri olarak karşılıyor. Ve geçecekleri her yerde halkımız daha coşkulu olarak yüreğine nakşetmeye de devam edecektir.
Söylemek istenen şudur; Kürt özgürlük gerillası özgürlük dağlarında güçlü durdukça, nicel olarak arttıkça, kendisini sağlam tutukça ve de Kürt halkının güçlü savunma gücü oldukça barış ve barışa giden yol daha açık olacaktır.
İşte bunun için diyoruz ki; gençler barış için özgürlük dağlarına.
- Ayrıntılar
Bu ali-cihanda oldum olası pırpırlı pırpırcıklı Türk generalleri kadar atanı görmedim.
Hele bir de yalaka, cücecik, kölecik apoletcik medyanın önüne çıktılar mı görün.
Atıyorlar da atıyorlar.
Onlar attıkça diyorum ki, at general at, baveje general baveje, berde general berde.
Hele bir harita da astılar mı apoletcik medyanın karşısına.
Vallahi de billahi oluveriyorlar sahte haritacı, bilimcicikler.
Çubuk da aldılar mı ellerine, tutana aşk olsun.
Şöylesine haritanın üzerinde gezdirdiler mi, mazallah delilleri de olur amade.
Görmediniz mi apoletcik medya, pırpırcık ve cücecik generalin marifetini afişe ediyordu.
Wiş wiş gördüğümüze bakın.
Pırpırcıklı general, nasıl diziyor yalanları.
Diyor ki, “Xezal’ı -Ceylan- biz öldürmedik”.
Diyor ki, “bize karşı asimetrik yıpratma yapılıyor.”
Diyor ki, “Korxe karakolu ile Tapantepe alayı”, Xezal’ın öldürüldüğü yere 8 km uzaktaymış taa.
Havan menzilinin dışındaymış da.
Söyledikleri havan menzili açısından külli yalan.
Bir defa havanların menzili, kalibresi ve kullanılan havşe sayısına göre 25 km mesafeye kadar olabiliyor.
Pırpırcık generalin söylediğini bu teknik bilgiyle karşılaştırdığımız zaman yalan attığı ortaya çıkıyor.
Bu bir.
İkincisi pırpırcık generalciklere verilen zihniyet yalan zihniyetidir.
Türk devleti onlara diyor ki, Kürt yoktur.
Bu yalana inandırılarak yetiştirildikleri için, ister evde, ister okulda olsun doğalında yalancı oluyorlar.
Bir pırpırcıklı general itiraf ederken şunu söylemişti: “Devamlı bize dendi ki, Kürt yoktur. Dağ Türkleridirler. Ama sonradan öğrendik ki, söylenenler yalandır.”
Üçüncüsü herkes yanlış izahatlerde bulunuyor. Havan bir yere yatay gitmez. Dolayısıyla yatay gitmediği için söylendiği gibi yatay gelip Xezal’ın göğüs bölgesine de isabet etmemiş. O zaman kullanılan silahın başka bir silah olma ihtimali yüksektir.
Pırpırcıklı general hakikati bildiği için, 8 km argümanıyla akıllılık yaptığını zannediyor.
Ama bize yutturamaz, yalancı pırpırcıklı general.
Dördüncüsü, Xezal başka bir silahla vurulmuştur. Büyük bir ihtimalle roket veya füze türü bir silahla vurulmuştur.
Büyük olasılıkla olay bundan ibarettir.
Gerisi düzmecidir.
Asitmetrik yıpratma var diyerek yalan atmakla, çocuk katili olmaktan kurtulamayacaksınız.
Pırpırcıklı generaller.
Bundan sonra ünvanınız tescilli bir şekilde çocuk katilleridir.
Çünkü sizler çocuk katili generallersiniz.
Alnınızdaki böyle bir damgadan kurtulamayacaksınız.
Xezal’in katili generaller.
Siz Xezal’leri füze ile katlettikçe, nice Xezal’ler dağlara çıkacaktır.
Hem de Xezal’in intikamını almak için.
Duy bunu çocuk katili pırpırcıklı general.
- Ayrıntılar