Öncelikli olarak yaklaşan 8 Mart dünya kadın emekçiler gününü dünyadaki tüm kadınlara ve bu direniş gününde nasibini almış tüm insanlara kutlu olsun.
Ataerk sistem nedir? Ataerk sistem bin yıllar önce kadının öncülüğünde, anacıl kimliğiyle geliştirdiği ana yanlı toplum özelliklerine el koyarak kadın rengini silmenin adıdır. Çokça söylendiği gibi Ataerk sistem yaklaşık beş bin yıl önce üçlü şeytani ittifak olarak bilinen; şaman yani rahip, askeri şef yani avcı erkek ve anaların yanında ve gölgesinde tecrübe kazanmış ihtiyar erkek yani gerontokratların ortaklaşması ve kadına karşı geliştirdikleri komplolar sonucu ana tanrıçaların geliştirdiği doğa, insan ve toplum endeksli sisteme el konulmasıdır.
Başka bir deyimle insanlığın ilk kez köleleştirilmesinin serüvenidir Ataerk sistem. Kadının köleleştirilmesiyle başlayan süreç esasta insanlığın köleleştirilmesinin de başlangıcıdır. Öyle ki başat olan bir ana tanrıça kültüründen günümüze ulaştığımızda tümden silinmeyle yüz yüze kalmış, zorunda bırakılmış olan bir kültür.
Ataerk sistem kadını katletmekle insanlığı katletmiştir. Öyle ki kadın renginden bir şey bırakmamaya yeminli olan bu sistem en çokta kapitalist sistemle zirve yapmıştır. Kadını belki de en çok değersizleştiren sistemin de adıdır Kapitalizm.
Bunun için kadın rengi aynen eski görkemli günler gibi yaşatılmak isteniyorsa en çokta karşı durulması gereken sistem kapitalist sistemdir. Bu sistemin adı modern de olsa özünde beş bin yıl önce başlayan ve özünde hiçbir şeyi değiştirmeden tam tersine kadını köleleştiren bu Ataerk sistemi her geçen gün daha fazla yaygınlaştıran bu ucube sistemdir. Bunun için kadın duruşu en çokta bu ucube sisteme karşı konacak olan duruşla mümkündür.
Dünyanın her yerinde şöyle ya da böyle kapitalist modernist sisteme karşı bir duruş söz konusudur. Kadın rengi her geçen gün artarak gelişiyor ve gelişecektir de. Ancak bu karşı koyuşlar çok köklü ret ve kabul ölçülerini beraberinde getirmemesi durumunda bu mücadele zayıf kalacaktır.
Ret ve kabuller esasta kapitalist modernist sisteme karşı ret ve kabullerle başlar. Kapitalist modernist sistemin vaat ettiği ne kadar değer varsa bunları kusma temelinde yani ret etme temelindeki bir yaklaşım sergilenmesi durumunda kadın rengi gelişebilecektir.
Kadın rengi ise esasta Ataerk sisteme retle başlar. Yani birilerinin gölgesinde çıkmayı hedefleyen, birilerine bağımlı olmadan, kendi duruşunu sağlayarak yapılabilir. Bu ise kimlikli olmak demektir. Sorun toplumun yarısı olup olmanın çok ötesinde sağlam bir duruşu yakalamakla mümkündür. Yukarıda da belirtildiği gibi gerekirse Ataerk sistemin tümüne yani topuna kafa tutarak yapılabilir.
Dünyanın en geri ve feodal toplumu olarak Kürtler biliniyor. Siz buna tüm İslami değerleri de ekleyin. Ama bugün bu objektif duruma rağmen Kürdistan’da yaşamın, eylemin, siyasetin, düşünmenin, savaşmanın ve tabii ki sosyal etkinliklerin tümünde kadını başat güç olarak görürsünüz. Bugün böyle sözde “geri” kalmış bir toplumun içerisinde on binlerce kadın meydanları dolduruyorsa durup biraz düşünmek gerekir.
Dünyada en güzel 8 Martlar Kürdistan’da kutlanır ve kutlanıyor dersek bazıları alınabilir. Ancak alınmaya hiç gerek yoktur, meydanlara hem nicelik olarak hem de nitelik olarak buna bakmak yeter de artarda. Neredeyse Kürdistan’ın her şehrinde, her kazasında ve köyünde bugün 8 Mart heybetle kutlanıyor. Ve bu kutlamalar sadece 8 Mart günü birkaç kırmızı gül dağıtmakla da sınırlı değildir. Kürdistan’da 8 Mart şubat ayında başlayarak 21 Mart’a kadar uzanan en az 3 haftalık bir etkinlik ve direniş bayramıdır.
Evet, en iyi ve en güzel 8 Martlar Kürdistan’da kutlanır. Nedeni ise Ataerk sisteme karşı en güçlü direnişler ve başkaldırılar Kürdistan’da verildiği için bu böyledir. En büyük Ataerk güç ise devlettir, ordudur ve bu ucubelerin yarattığı ucube erkekliktir.
Bu direnişi kesintisiz sürdürmek için için o zaman ilk elden bu üç ucubeye karşı meydanlara. Meydanlara daha fazla adalet için, daha fazla paylaşımcılık için, daha fazla eşitlik için, daha fazla özgürlük için. Ve tabii ki daha fazla anayanlı bir toplum yaratmak için…
Kasım Engin
- Ayrıntılar
İnsanlık var olduğu günden bu yana hep özgürlüğünü korumak ve geliştirmek için büyük bir çaba, direniş ve mücadele içinde olmuş, bunun için büyük bedeller ödemiştir. En büyük bedeli ise, hiç şüphesiz kadınlar vermiştir. Çünkü özgür yaşama dair ne varsa ilk kadının emeğinde, dilinde, bedeninde, zihninde darbe yemiş ve kadının şahsında bir bütün insanlık yenilgiye uğratılmak istemiştir. Tarih – erkeğin tarihi- bizi ya görmezden gelmiş ya da, bizleri cadı, büyücü, yoldan çıkaran iblis ilân ederek toplum dışı etmek istemiştir. Bizler diri diri yakılmış, sokaklarda dövülmüş, bize ait olamayan namus için toprak altına gömülmüşüzdür. Tanrıların insafına bırakıldığımız an başımıza gelmeyen kalmamıştır. Çünkü bizler tanrıların buyruklarını yerine getirmeyen şeytan olmuş, tanrılarla savaşa tutuşmuşuzdur. Bu savaş binlerce yıldır sürüyor ve ‘’Kadın Eksenli Bir Yaşam’’ yeniden kazanılana kadar da sürecektir.
Bu gün kadınların böylesi bir yaşam gerçekliğine dönük umutları daha da büyümektedir. Kadın her bir adımda daha fazla özgürlüğü, erdemli bir yaşamı yaratmaktadırlar. Kadın mücadelesinde gelinen aşama bunu çok net orta koymaktadır. Özellikle Kürt kadını açısından ele aldığımızda bu her yönüyle kanıtlanmaktadır. Kürt kadını bugün her yerde, her alanda öncü konumunda ve özgür kadın mücadelesinin en ön saflarında yer almaktadır. PKK ile siyasallaşan kadın, Önder APO’nun 8 Mart 1998’de ilân ettiği ‘’Kadın Kurtuluş İdeolojisi’’ ile mücadelesinde bir ivme daha kazanmış, kadının özgün ordulaşması ile bunu taçlandırmıştır. Şimdi Kürt kadının karşısında durabilecek hiçbir güç, hiçbir engel yoktur, yapılması gereken yalnızca mücadeleyi daha fazla -öz-gürleştirmektir. Biz Kürt kadınları şuan tüm dünya kadınlarının umuduyuz, bizler bu savaşta ne kadar başarılı olursak, dünya kadınları ve halkları için demokratik ve âdil bir yaşam o kadar olası olacaktır. Bu mücadele dağlarda, sokaklarda, meydanlarda an be an nefes nefese sürüyor.
Yine bir 8 Mart arifesindeyiz, kadının rengi şimdiden her yerde, coşkusuyla, moraliyle, direnişiyle, tüm engellere, barikatlara rağmen yılar önceki mücadele arkadaşlarının ardılları olmayı bilerek, meydanları yeniden zapt ederek ‘’ Vardık, varız, var olacağız’’ sloganlarını atmaktadır. Âdeta sisteme meydan okuyarak, başkaldırısını devam ettirmektedir. Çünkü bin yılların emeği ve savaşımı ile kazanılan değerlerin çok ucuz olmadığını, bu uğurda kadının ter ve kan döktüğünü unutmamaktadır. Kadın artık şunu da çok iyi bilmekte; bir an, yalnızca bir an bu mücadeleye arkasını dönerse, kaybedecek olan yalnız o olmayacak, kadının şahsında bir bütün insanlık ve ahlâkî politik toplum kaybedecek, yaratılan değerler, gün yüzüne çıkarılan gerçek tarih kaybedecektir. Bundan dolayı özgür, eşit ve âdil bir toplum yaratılana dek, kadın bıkmadan, usanmadan savaş vermeli, mücadele etmelidir. Sadece 8 Martlarda değil, tüm günlerde 8 Mart ruhuyla mücadele etmeli, mücadeleyi geliştirmeli ve tüm kadınları bu soluksuz ‘’ Varlığını Kanıtlama’’ mücadelesine katmalıdır.
Evet, kadın ve onun şahsında toplum her zaman yok edilmek istenmektedir. Sistem kendi gelişimi önünde kadını her zaman bir tehdit olarak gördü, görmeye devam etmektedir. Böyle de olmalıdır, kadın her zaman, her an erkek egemen zihniyet karşısında en etkin güç olmayı korumalı, bu uğurda mücadeleyi büyütmeli ve mücadeleyi büyük zorluklarla bugüne kadar getiren binlerce kadına olan borcunu, onların bıraktıkları mirasa sahip çıkarak ödemelidir. Tarih kadından bunu istemektedir ve kadın bunu gerçekleştirmek zorundadır. Çünkü özgür yarınlar kadının yaratmakta olduğu devrimde gizlidir.
Dersim Uğur Kaymaz
- Ayrıntılar
Her kavga için bir sebep aranır. Ama kavgaya girişmeden önce farkına varmak ve kavga sebebine tepki duymak, o sebebe baş kaldırma duygusuna sahip olmak gerekir. Dünyadaki kadınların yüzde kaçı bugün kendi farkında ya da kavga etmek için bir sebep bulmuş ve o sebebe tepki duymuş bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var, o da tüm dünya kadınlarının bir gün başlatacağı kavganın insanlığın kurtuluşu olacağı…
Biz Kürt kadınları olarak farkımıza vardığımızdan, uyandığımızdan bu yana kavga mekanlarını tuttuk. Karşılaştıklarımız, yaşadıklarımız içimizdeki isyan alevini hep körükledi. Bilincimize, ruhumuza tutulan ışığa doğru gitmekten kendimizi alıkoyamadık. Çünkü o ışık bizi kendimizle buluşturuyordu. Kadın olmanın ne kadar onurlu ve güzel bir şey olduğunu söylüyordu bize. Bir zamanlar söylerken bile utana utana söylediğimiz “kadın-ız-ım” sözcüğü, bugün en çok sarıldığımız ve gururla söylediğimiz bir sözcük, bir gerçeklik. Geçen zamana ve atlanan çağlara rağmen Tanrıçalarımızdan bize miras kalan kadın özü, ruhumuzun bir yerlerinde hep saklı kalmıştı. O ruhu açığa çıkaracak ve bizi kendimizle tanıştıracak bir yol göstericisi, bir pusula gerekiyordu bize. O ışık, o yol gösterici ve o pusula, erkek egemenlikli sistemin gerçekliğini çözmüş, kadın özünün insanlığın gerçek özü olduğuna inan, kadının adalet, eşitlik barındıran özünün kapitalist sistemin ayakları altında ezilen, nefessiz bırakılan insanlığa nefes olabileceğine de inanıyordu. O yüzden başlattığı özgürlük mücadelesinin temel ilke ve ölçülerini, felsefesini kadının özgürleştirmesine dayandırdı ve kadını kendisine en sadık yol arkadaşı olarak seçti. Biz Kürt kadınları şahsında tüm dünya kadınlarının üzerinde örgütlenebileceği, mücadele edebileceği Kadın Kurtuluş İdeolojisinin mimarlığını yaptı. Ve kadınca mücadelemizin yol arkadaşı, önderi oldu. Önder Abdullah Öcalan bizlere hep onurluca direnmeyi ve mücadele etmeyi öğretti. İnsanlığın kurtuluşunun kadının kurtuluşundan geçtiği bilincini oluşturarak, dünyanın neresinde olursa olsun insanlığın yaşadığı acılara kayıtsız kalınamayacağını öğretti. Din, dil, renk ayrımı yapmadan tüm insanları kucaklayabileceğimizi ve özgürlük sorunları için mücadele etmemiz gerektiğini…
Öyle ki özgürlük uğruna canları dahi birçok şeyden vazgeçen kadınlar tanıdık. Beritan, Zilan, Sema ve daha niceleri….
Direniş çizgisinden asla taviz vermeyen, direnerek büyüyen, başarı kazanan Özgürlük hareketimiz bugün de Önderliğimiz öncülüğünde, yediden yetmişe Kürt halkıyla, kadınlarıyla, gençleriyle ve dağlı çocuklarıyla büyük bir direniş ve mücadele içerisinde. Önderliğimizin İmralı’da başlattığı direniş dalga dalga Kürdistan’ın dört parçasına yayılıyor. Bu özgürlük direnişinin öncü gücü olan Kürt kadınları da 1 Martla birlikte 8 Mart dünya emekçi kadınlar gününü direniş ve serhildan havalarıyla karşılayıp kutluyor. Bu direniş dalgasının daha da büyüyüp yayılacağı kuşkusuzdur. Çünkü Kürt halkının ve kadınların özgürlüksüz bir tek gün bile geçirmeye tahammüllerinin kalmadığı tepkilerinden de anlaşılmaktır.
Özgürleşen kadının özgürleşen toplum olacağının bilinciyle örgütlenen Kürt kadınları bu çağın üstüne sinmiş adaletsizliği, eşitsizliği mücadeleleriyle çekip alacaklarını ve insanlığın özgürlüğüne giden yolda öncü güç olmayı sürdüreceklerini meydanlardaki ve mücadele alanlarındaki kararlı duruşlarından da görmekteyiz. Erkek egemenlikli gericiliğin kirlettiği bu dünyanın, kadınların elleriyle temizlenip özgürleşeceği kesindir. Buna inanıyor ve bu temelde kadınca mücadelemize sarılıyoruz. Gelecek günlerin hiç kuşkusuz özgürlüklü günler olacağı umuduyla, inancıyla yaşıyoruz ve mücadele ediyoruz. Kadın Kurtuluş İdeolojisine inan ve Önder Apo’nun ideolojik yaklaşımını benimseyen ve buna inanan tüm kadınların bu umudu taşıdıklarını biliyoruz. İdeolojimizin kapsayıcılığı etrafında birleşiyor, sınırları aşıyor ve mücadele için hep el ele oluyoruz. Kürt kadını öncülüğünde kazanacak olan özgürlüğe ve özgürlüklü günlere inanıyoruz ve bu inançla yaşıyoruz. Özgürlüklü günlerde buluşup kucaklaşıncaya denk tüm günlerin direniş ve mücadele günü olması dileğiyle…
Rojbin Golav
- Ayrıntılar
Kürt direnişçiliğinin yazılmayan tarihinin en temel öznesi nedir diye sorulursa hiç düşünmeden analar derim. İnsanlığın ve toplumsallığın o ilk dönemlerinden itibaren yaşananları hafızasında, duygularında, alışkanlıklarında muhafaza eden Kürt kadınları, anaları.
Çağdaş Kürt direnişi PKK’nin oluşumunda, destanlara konu kahramanlıklarında da anaların rolünü görmek, bilmek lazım. Dağlarda yaşamanın, emek harcamanın, doğayla bütünleşmenin, hoşgörü ve sevginin, paylaşımın değerini bilmenin, haksızlığa karşı çıkmanın derslerini öğrendiğimiz analarımız PKK’yi PKK yapan, gerillayı gerilla yapan etkenlerin başında gelir.
Anaların emeğiyle yoğrulan bir halkın çocukları olarak her bir Kürt anasına kendi anamızdan daha fazla değer verişimiz ondandır. Neredeyse hepimizin tek tek anası gitmememizi, dağa çıkmamamızı istemiştir. Kimi açıktan söylemiş, kimi içine atmış ama mutlaka ima etmiştir. Ne de olsa candan bir parça, canın yarısıdır evlat.
Ama biz, Kürdistan’ın özgürlüğü için yanıp tutuşan çocuklar anamızın gözyaşını tüm anaların gözyaşlarına derman olmak için akıttığımızı biliyorduk. Anaların emeğine ancak savaşarak, mücadele ederek cevap olacağımızı, anaların gözyaşlarını akıtmaktan haz duyan faşist sürüleri ancak bu savaşla defedeceğimizin farkındaydık.
Bu mücadelenin bu anlamıyla analarla bağı güçlüdür. Bu yüzden her bir anayla ayrı bir sözleşme yapılmıştır gönüllerde. Her bir anayla direnişin devam ettirilmesi için sonuna dek mücadele edileceğine dair bir anlaşma yapılmıştır.
Ama sözüm başka şimdi. Sözüm analara, direnişin merkezi, direnişin köprüsü ana kültürüne saldıranların oyunlarına.
Bir zincir gibi birbirine eklenerek ve etkileyerek bugünlere gelen, bugünleri yücelten bu direniş kültürü, direniş geleneği saldırı altındadır. Nasıl ki yarının kuşakları bugünden eritilmek, teslim alınmak, iradesizleştirilmek isteniyorsa bu direniş kültürünün koruyucusu ana kültürü de yok edilmek isteniyor.
Sanıyor musunuz ki Pozantı sadece Pozantı’da var? Sanıyor musunuz ki YİBO’lar sadece Siirt’te öyledir? Sanıyor musunuz ki eğitim diyerek yanıp tutuşanlar genç kızlarımızın geleceği için kaygılanıyor?
Ben, biz, sanmıyoruz. Öyle olmadığını biliyoruz.
Çok açık bir politikadır bu. İğdiş etme. Bir toplumu karılaştırma. Tecavüz kültürünün gölgesinde bir toplum yaratma.
En korkuncu da bunu kanıksatma, buna alıştırma, bir doğallık olarak gösterme çabaları tabii.
Hatırlayalım günümüz iktidarı ve çevresinin sözlerini;
“eylemlere katılacaklarına fuhuş yapsınlar” diyenler,
“Güneydoğudan kadınları kendinize ikinci eş yapın” diyenler,
“benim karım da Siirtli” diyenler,
Siyasi temsilcimize “yaratık” diyenler unutulmadı.
Yarının direniş merkezlerini sokak ortasında kurşunlayan, bombalara tutan, katledenler bunlardı. “Kadın da olsa çocuk da olsa gerekeni yaparız” diyenler yine bunlardı.
Gerekenin ne olduğu iyi anlaşıldı. Siirt’te ve diğer bazı yerlerde genç kızlarımızı tecavüz çetelerinin eline verdiler. Pozantı’da kalbini taş misali elinde taşıyan küçüklerimize ağza alınmayacak hakaretlerde, tacizlerde, tecavüzlerde bulundular.
Böylece yıldıracaklarını düşündüler. Direnişten yüz geri edeceklerini hesap ettiler.
Tablo nedir peki?
Yapabildiler mi? Direnişten vazgeçirebildiler mi? Direniş kültürümüzü yok edebildiler mi?
Tabii ki hayır.
Ama bu, saldırıların durduğu, duracağı anlamına gelmez, gelmiyor. Hedefine ulaşmamış olsa da soykırımda, katliamda kararlı bir siyaset Kürtler etrafında kirli çoraplar örmeye devam ediyor. Direniş geleneğinden uzaklaştırmak için elinden geleni yapıyor.
O zaman durup bir düşünmek lazım gelir. Seni yok etmek isteyen, seni sen yapan değerleri yok etmek isteyen, seni doğuran, direngen kılan, yaşamı öğreten analarımıza katliamı reva gören, varlığını görmezden gelip dilini tanımayan bu sistem içinde daha ne yapacaksın?
Neyi bekliyor, neyin olmasını düşünüyorsun?
Çözüm mü olacak sence? Densizin dediği gibi iklim mi değişecek sanırsın? Birileri gelip özgürlüğünü, refah ve mutluluk dolu bir yaşamı mı sunacak sana? Olmadı, yükselecek mücadeleden, her tarafı saracak savaşın alevlerinden kendini tek başına koruyabileceğini mi düşünüyorsun? Taraf olmamakta, suya sabuna dokunmamakta ısrar mı edeceksin?
Ne dersiniz, kaldı mı bu soruları soracağımız, yönelteceğimiz gafil Kürdistan’da? Var mı böyleleri daha aramızda?
Var ya da yok, o çok önemli değil. Önemli olan sözlerin eyleme dönme zamanının gelip çattığıdır.
Ve herkesin bir şekilde bu eylemde yer alması gerektiği.
Analarımızın, bizi bugünlere getiren direniş kültürünün temsilcilerinin, şehitleri, kahramanları yaratan, büyüten, eğiten, dil ve kültür kazandıran analarımızın en önde olduğu bu kavgada kalkan olmamız gerektiği…
Biz Kürdistan savaşçıları analara söz veriyoruz. O yiğit yoldaşlarımızı, yiğitliklerine neden geleneği koruyacağız. Canımız pahasına da olsa bu baharı özgürlük baharı yapacağız…
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Yeni bir 8 Marta girerken, Ortadoğu da kadın olmanın zorluklarını, acılı trajedisini göz önüne getirmeden 8 Martı değerlendirmek kuşkusuz gerçekçi olmayacaktır. Bu acılı trajedinin bir parçası olan biz Kürt kadınlarının mücadele yürüyüşlerini değerlendirirken de, kadın özgürlüklerine katkılarını, yetersiz kalan yanları ile birlikte ele almak, kadına ait olması gerekenleri daha gerçekçi tespit etmemize götürecektir. Yaşadığımız coğrafyada insanın iliklerine kadar sinen erkek egemen zihniyetinin ortaya çıkardığı tahakkümcü, kadını dışlayan, küçümseyen, cinsel olarak ele alan ve bu eksende belirlenen sınırlarının içine oturtan gerçeklik içerisinde, kadının kendi kimliğini bulma mücadelesini vermesi doğalında ateşten gömlek giymek gibidir. Özgürlük mücadelemiz tarihince Ulusal kimlik arayışımızın ana ekseninde olan kadın özgürlük sorunu, hala ilerleme evrelerini tamamlamış değildir. Nihayetinde özgürlük sürekli aranan, her adımda yeniliklerle gelişen bir olgudur. Durağan ve soyut olan bir kavram değildir. Özgürlük, bilincin gelişimiyle değişen zihniyetlerin, toplumsal yaşam anlayışlarında, ilişkiler düzeninde de kendisini somutlaştırarak yaşamsallaşır. Uygarlıklar tarihinde dönemlerin karakterlerine göre farklı anlamlar yüklenerek ilerlemiş olan bu olgu, her zaman aranan olması itibariyle değişmezliğini korumuştur. Kadın özgürlüğünü aramak ise, kadın olmanın ağır yükü nedeniyle hiçbir zaman tam anlaşılmış değildir. Bu durum bizim mücadelemiz açısından da kendisini yakıcı olarak her zaman ortaya koymuştur. Gerekli görmeme, bu sorunun ağırlığına göre kendini donatmama, mücadele araçlarını yeterli hale getirip zenginleştirememe, gerekli görülse dahi erkeğin çıkarcı yaklaşımlarına takılıp kalması gibi anlayışlar her zaman için var olmuştur. Gerek geleneksel kadın zihniyetinden, gerekse egemen erkek zihniyetinin dışa vurumu olana bu yaklaşımlar kadın özgürlük mücadelemizi zorlasa da, gelişimini durdurmamıştır.
Önderliğimizin en yaşamsal olarak gördüğü bu sorun karşısındaki mücadelesi, özgürlük arayışımızı ve önderliğimizin kadın sorununu ele alışını her zaman tartışmaya açık tutmuştur. Dokunulması en tehlikeli, en riskli olan bu alana dokunmak egemen zihniyeti, toplumsal değer yargılarını ve kadın etrafında oluşturulan tabuları yıkmak çok ağır bedelleri beraberinde getirecekti. Ve büyük bir cesaret gerektiren bu alana girmek doğalında ciddi tartışmalara, kabullenmemelere, çarpıtmalara ve çatışmalara yol açacaktı. Önderlik bunu bilerek bu alana dokundu. Çünkü bu alanda ki mevcut zincir kırılmadan, toplumsal alanda ciddi bir gelişimin ortaya çıkmasını beklemenin yanlış olacağını ilk günden bilmekteydi. Yine tabiri yerindeyse arı kovanına çomak sokmaktan çekinmedi. Kadının kendisi olabilme mücadelesiyle başlattığı bu kavgada en başta kadının kendisini tanımasını, kendisine güvenmesini, kendi cinsini sevmesini öğretme mücadelesini verdi. Kadının cinsiyetçi toplum bakış açısının derin etkileriyle oluşan zihniyetini, duygu dünyasını, psikolojisini tersine çevirmek, aynı zamanda toplumun derinliklerine işleyen tabulara, erkek zihniyetine meydan okumak demek oluyordu. Bin yıllardır yazılı olmayan, fakat toplumun tamamen kanıksadığı sözlü yasalar, yani toplumun kanunlarını kadın lehine çevirmek her şeyden önce güçlü bir ideolojiyi gerektiriyordu. Uygarlıklar tarihinden günümüze kadar toplumsal dokuları oluşturan bu sözlü yasalar, toplumun ana kaynağını oluşturarak yaşamın düzenlenişini belirlemiştir. Önderlik kadın sorununu ele alırken her şeyden önce tarihsel olarak kadının baş aşağı giden tarihini irdelemiş, bunun Kürt toplumundaki yansımalarını ortaya koymuştur. Kürt kadın gerçekliğini ele alırken de ideolojik, siyasal, sosyolojik ve psikolojik olarak her açıdan değerlendirmiş, Kürt toplumunun iradesizleştirilmesinin ve sindirilmesinin temel kaynağı olarak bu olguyu mücadelenin temeline oturtmuştur.
Kadının bilinç kazanmasında Önderliğin özel bir yaklaşımı her zaman olmuştur. Cins bilincinin gelişmesi için kadının kendisini kendisine yabancılaştıran sınırların neler olduğunu tanıtmıştır. Ki bu sınırların kırılması en başta erkeğin hakim olduğu siyaset ve savaş alanlarında gerçekleşmiştir. Uygarlıkların kendisini var ettiği, savaş ve iktidar ikilisi erkeğin yalancı, zorba ve baskıcı zihniyeti ile kadın üzerindeki baskıyı sistemli şekilde sürdürerek, kadının ve tüm toplumun kanıksamasına götürmüştür. Siyasetin ve savaşın içine giren kadın yabancı olduğu bu alanlarda, iradesini ortaya koymaya çalışırken erkek zihniyetinin çeşitli yönelimleriyle hemen karşılaşmıştır. Çünkü bu alanlar erkeğe aittir, kadın bu alanlarda olacaksa da erkeğin belirlediği sınırlarda ve onun kontrolünde gelişmeliydi. Önderlik ise kadını bu alanlara koyarak kendi kararı ve iradesi ile katılmasını, erkek zihniyeti ile karşı karşıya kalmada cesaretli davranılmasının yol ve yöntemlerini öğretmiştir.
Önderlik en zor alanı seçerken, kadının güçsüzlüğünü, toplumsal bakış açısının yakıcılığını ve acımasızlığını her açıdan tahlil etmiş, fakat kadın bunun ortaya çıkaracağı sonuçlardan çok haberdar değildi. Alışkın olmadığı bu alanlarda kadın kendi gücünü gördükçe, tanıdıkça yapabileceğine dair inancı gelişirdi. Giderek erkeğin hakimiyet sınırlarında delikler açmayı başarabildi. Sorgulayan, düşünen, iradesinin dahil edilmediği durumlarda mücadele etmesini bilen, mücadele araçlarını ortaya çıkaran çabalar Kürt kadınını kendisiyle buluşmasında ciddi gelişimleri sağlamıştır. Binlerce kadın kahraman ağır bedeller verse de özgürlük arayışından vazgeçmemiştir. En son şehit Viyan arkadaşında belirttiği gibi, pasif, zavallı, çaresiz, iddiasız, şikayetçi kadın duruşunu kabul etmemek Önderliğin karşı durduğu ve mücadele ettiği en temel husus olmuştur. Mücadeleleriyle bunu gösteren binlerce kadın kahraman önderliğin bu öğretisini kendisi için ilke olarak benimsemiştir. Viyan arkadaşın kişiliğinde de bu öğretinin belirleyiciliğini görmek mümkündür. Viyan arkadaş özgürlüğe olan tutkusundaki arayışında Önderlikten doğru öğrenmeyi başarabilen örnek arkadaşlardandır. Bağımsız düşünebilen, iradesiyle katılabilen, gerekçeler yaratmayan, zorluklar karşısında umutsuzluğa kapılmayan, yaşama aşk düzeyinde sarılan, cesaretini her yerde ortaya koyan kadın duruşuyla Önderlik ideolojisinin her kadın kişiliğinde açığa çıkabileceğini göstermiştir. Bu yanıyla da bakıldığında Önderlik iradesiz, güvensiz Kürt kadınından, toplumun yaşamını değiştirecek öncü kadın kişiliklerini yaratmayı başarmıştır. Yok sayılan kadından, kadın kimliğiyle ve kişiliğiyle yaşama katılan kadını yaratmak kuşkusuz devrimsel bir değere sahiptir.
Sadece Kürtlerde değil, ulusal mücadele veren birçok halkın, halkların özgürlük mücadelesi süreçlerinde kadınların katılımı olmuştur. Bizim coğrafyamızda kadının savaşa katılmasının anlamı daha farklı ve önemlidir. Feodal değer yargıları, dini inançların katı kuralları, mezhepsel inançların kadını kendi içine hapseden gerçekliği kadın kimliğinin ifade edilememesini daha fazla beslemektedir. Binlerce kural ve kaide ile çevrelenen zihinlerin kadın lehine çevrilmesi, kadının bu gerçekliğin değişebileceğine inanması ile başlayacaktır. Binlerce kadının mücadeleye katılması, kadında ve toplumda bu inancın gelişmesiyle paralel ilerlemiştir. Kadın başarabileceğini gördükçe, amaçlarını, hedeflerini yaşama dair bakış açısını değiştirmiş, iradi gücünü ortaya koymuş, kadın örgütlülüğünün gelişmesine inanarak katılmıştır.
Bugün geldiğimiz aşamada Önderliğimizin en başta kadına güvenmesinin, soruna sürekli stratejik yaklaşmasının, kadın aleyhine olan her türlü gerici yaklaşımı reddetmesinin belirleyici yanı olurken, kadınında tereddütsüz ve cesaretli yaklaşımı mücadeleyi ilerleterek bir aşamaya getirmiştir. Ortaya çıkan sonuçlar yetinilmesi gerekiyor anlamını ifade etmiyor tabi ki. Kadının hem ulusal sorun karşısındaki hem de kadın kimliğinden kaynaklı yerine getirmesi gereken sorumlulukları ve görevleri bulunmaktadır. Kadının köleliği üzerine büyüyen uygarlık, Ortadoğu da statükocu yapılarla kendisini yaşamsallaştırırken, bu yapıların değişmesi, toplumların eşit ve özgür paylaşımına dayalı zihniyetle mümkün olabilir. Kadın özgürlük mücadelemizin Ortadoğu da ki zihniyet değişiminin aktif gücü olduğu, toplumsal alanda ortaya çıkardığı değişimle kendisini ortaya koymuştur. Kürt kadınları bu değişimin süreklileştirilmesinde her şey değildir kuşkusuz. Fakat önemli bir parçasını temsil etmektedir.
Kadın özgürlük hareketlerinin dünyamızdaki ve Orta Doğudaki sistemsel çıkmazların, tıkanıklıkların aşılmasında, barışçıl ve demokratik ortamların yaratılması için mücadele etmesi önemini korumaktadır. Gerek kadın kimliğinin sahiplenilmesi adına, gerekse halkların kimliksel, siyasal ve kültürel iradelerinin oluşmasında kadının özgürlüksel hareketlerinin ortak buluşmalarını yaratmalarına ihtiyaç vardır. Her ne kadar kendi mücadelemizde bir aşamaya gelmiş olsak da, diğer halkların kadınları ile barış ortamını en başta kadının kendi zemininde yaratılması çalışmasını yapamamışızdır. Bu durumdan kadın hareketi olarak bizim Arap, Kürt, Türk, Çerkez, Süryani, Fars vs kadınları arasında ciddi bir iletişimsizlik bulunmaktadır. İlişkiler zaman zaman gelişmiş olsa da, kadınlarla buluşmada geride seyrediş vardır. Diyaloglar ihtiyaca cevap vermenin çok ötesindedir. Kadın kimliği çerçevesinde yaşanan sorunlar birçok açıdan ortak olmasına rağmen, çözümlerin gelişmesinde aynı noktadan çıkışlar olmamakta, olsa dahi bunlar bir araya getirilememektedir.
Kadına ait bir gün değil günler oluşturmanın gereği bütün kadınların ortak birlikteliği etrafında gelişebileceği kesindir. 8 martı kadınların kendisi olabilmesinin, düşüncesi, kimliği ile yeniyi yaratmanın zemini haline getirmek, yeni 8 martlarda kadınların daha bilinçli olabilmesinin, daha ileri gidebilmesinin projelerini oluşturmak olmalıdır. Devletçi, iktidarcı sistemleri, zihniyet yapılanmaları aşabilmenin tek çözüm yolu kadın öncülüğünde gelişecek, tabana dayalı örgütlenmeler ve yapılanmalardır. Sivil inisiyatiflere dayandırılacak bu örgütlenmeler, demokratik sistemin temel taşları durumundadır. Kadın örgütlenmeleri zihniyette ki değişimle gelişebilir. Kadın birliği, örgütlülüğü ihtiyaç olarak görüldükçe 8 Mart mirasına doğru sahip çıkma olabilir. Nihayetinde her dönem kadınların yürüttüğü mücadelenin, sonraki dönemlere bir miras olarak geldiğini unutmamak, bu miraslara sahip çıkarak yeni kazanımlar ekleyerek, geliştirip geleceğe taşırmak, kadın özgürlük kavgasında kadınlara ait bir yaşam yaratmanın yolu olmakta. Kadınların yapacağına inanmak her şeyin başlangıcı olduğu gibi, sonucu da belirleyecektir.
Derya Koçgiri
- Ayrıntılar
Türk özel savaş tam gaz psikolojik savaşını tüm cephelere yayarak sürdürmeye devam ediyor. Doğrusunu söylersek özel savaş sistemi sadece son Türkiye Cumhuriyetine has bir savaş biçimi değildir. Bunun tarihçesi vardır. Tarihçesi Osmanlılara belki de tarihin daha gerilerine Türk egemen sınıfları diye ele alabileceklerimizin neredeyse topunun insanları yönetme yöntemi özel savaş biçimidir.
Örneğin Osmanlının o meşhur taht kavgalarında 18 kardeşi bir günden tasfiye etmeler sadece bu sistemin ne kadar derinden vahşice sürdürüldüğünü gösterir. Ya da yeniçeri ocaklarında adeta tümden belleksizleştirilerek yeniden kendi halkların başına cellat olarak göndermeler neyle izah edilir? Ve tabii başka halkların sıradan insanlarından başlayarak en tepesindekilerini esir aldıklarında oğlancıklar yapmalar, korkunç tecavüz uygulamaların elbette birer politik karşılıkları vardır. O dönemin kral oğullarını alıp oğlan yapmaların herkese vereceği açık mesajlar herhalde vardır.
Özcesi Türk özel savaş sistemi derken siz bu tarihi halen anlı şanlı olarak paylaşanların tümünün kastedildiğini anlayın.
Evet, Türk özel savaş sistemi tam gaz devrededir dedik. Şimdiler de en çok uyguladıkları özel savaş yöntemi özel psikolojik savaştır. Hatırlayanlar bilir dönemin Genelkurmay başkanı şimdinin darbeci tutuklusu İlker Başbuğ özgürlük hareketine karşı en etkili silahlardan bir tanesini özel psikolojik savaş yani psikolojik harp olduğunu dillendirmişti. Ve o gün bugündür inanılmaz ölçüde insan ruhunu rahatsız eden bir kirli savaş devrededir. Belki İlker Başbuğ içeri alındı ancak öyle görülüyor ki Yeşil Türki Faşist iktidar ve cümle cemaat kalemşor ve yandaşları, hazırladıkları yeni yetme Rus mafyacıları gibi aç gözlü ve ahlaki değerlerden tümden uzaklaşarak iftiracılaşan Kürt işbirlikçileri de dahil tümden psikolojik bir savaş yürütüyorlar.
Özel savaşın, psikolojik savaşın en fazla üzerinde durduğu bir konu gerillaya katılımlardır. Gerilla katılımının önünü almak için dünyada akıllara gelmeyen yalanlar uydurularak sözde Kürt gençlerinin gerillaya akmasının önü alınacak.
Öyle ki gerillaya katılanlar cahildir, okul okumamışlardır, işsizdirler, geridirler derken bir sürü başka tespit ve ardından da gerillaya katılanların bilmem yüzde kaçı da çocuk.
Konuya girmeden şunu peşinen söyleyelim: Özgürlük ihtiyacı olanlar dağlara gelir. Özgürlük sorunu olmayanlar, sistemle barışık olanlar, çelişkileri olmayanlar, başka bir dünya istemeyenler, öylede yaşanabilinir diyenler, para pulun ve kariyer peşinde olanlar, verili olanı kendilerine kabul edenler ve birde bu kapitalist modernist kültürün tüm etkileyici ve cezp edici kültürünü yaşamak isteyenler elbette dağlara gelmezler. Gelemezler.
Özgürlük en fazla kime gereklidir?
Özgürlük en fazla horlananlara gereklidir.
En çok itilmiş kakılmışlara gereklidir.
Aç kalanlara gereklidir.
Ezilenlere gereklidir.
Mağdur edilenlere gereklidir.
Susuz olanlara gereklidir.
Hayallerine ulaşmayanlara gereklidir.
Arayışı yüksek olanlara gereklidir.
Başka bir dünyanın olabileceğine ve başka bir dünyanın yaratmasının mümkün olduğuna inanlara gereklidir.
İçi ile dışındaki uyumsuzluktan rahatsızlık duyanlara gereklidir.
Erkeğin her türlü hakaretini kabul etmeyen kadınlara gereklidir.
Ata erk sisteme bayrak kaldıran tüm gençlere gereklidir.
Ve tabi bu listeye daha nice özgürlük ihtiyacı olan çevreleri eklemek mümkündür.
Ama her halükarda ruhu doyurulmamış olanların en fazla ihtiyaç duyduğu şey özgürlüktür. Adalettir. Eşitliktir. Paylaşımcılıktır.
İşte yukarıda sayılanları yeniden bakarsak neden Kürdistan’da gerillaya akmanın önünün alınamadığı görülecektir. Horlanan bir gençlik, itilen bir gençlik, işkence gören bir gençlik ve tabii bunların tümünü yaşayan bir halk ve onun küçücük evlatları.
Küçücük evlatları derken yukarıda dile getirmiştik, özgürlük saflarına yani gerillaya çok çocuk katılıyormuş. Ve neredeyse gerilla ordusunun üçte biri çocukmuş.
Dedik ya kocaman bir psikolojik savaş devrededir. Bu tür karalamaların asıl hedefi özgürlük hareketini uluslar arası arenada küçük düşürmektir. Çocuk suçunu işlediğini söylemeye çalışmaktır. Ne var ki özgürlük hareketi uluslar arası tüm güçleri gerilla kamplarını ziyaret etmeye ve denetlemeye çağırmıştır. Gelirler mi gelmezler mi o onların bilecekleri bir iştir. Ancak dağlarda çocuk yaşta gerillaların bulunduğunu hep söyledik. Ve bunları asla inkar etmedik. Ve çocuk yaşta bulunan yoldaşlarımızı nasıl koruduğumuzu ya da nasıl eğittiğimizi de söyledik.
Ama niçin küçük yaşta çocukların dağlara aktıklarını ve niçin küçük çocukları geri evlerine gönderemediğimizi söylemedik. Şimdi bunları söyleyelim.
Duyarlı bir Türk yazardan aşağıya alıntıladıklarımız Adana Pozantı Cezaevi’nde “taş atan” Kürt çocuklarının yaşadıklarını aranan cevapları fazlasını veriyor.
“-Nasıl ellerine pimapen parçalarıyla vurulduğunu…
-Copla tehdit edildiklerini…
-Bayrak öptürüldüklerini…
-İp geçirilen boğazlarındaki düğümün ‘gerektiğinde’ nasıl sıkıldıkça sıkıldığını…
-Adli suçlularla aynı koğuşta kalmaya zorlandıklarını…
-O koğuştaki çeşitli ‘mümessiller’ tarafından pantolonlarının indirildiğini…
-O mümessillerin zorla yataklarına sokulduklarını… -Taciz ve tecavüze uğradıklarını… “
Bu dile getirilenler sadece ve sadece bir Eisberg’in küçücük ucu. Ve size Kürt çocuklarının neredeyse tümüne faşist devletin bu uygulamaları yaptığını söylersek elbette şaşıracaksınız. Ancak henüz evvelki yıllarda Siirt’te bağlı bir kazada YİBO’larda küçük kız çocuklarına onlarca öğretmen tarafından taciz ve tecavüz edilmesine ve fuhuşa zoraki zorlandıkları deşifre edildiğinde o dönemin ve muhtemelen halen de oranın valisi olan zat “fuhuş yapmasınlar da dağa mı çıksınlar” benzeri onur kırıcı sözler sarf etmişti. Yine Mardin’de bir Kürt kızına yüzlerce asker tarafından yapılan tecavüz olayında, küçük kızın da gönüllü yani kendi rızasıyla yaptığını belirten Türk mahkemeleri…
Söylemek istediğimiz şudur: Türkiye devletinin neredeyse tüm kurumlarında Kürt çocuklarına dönük bir taciz ve tecavüz kültürü söz konusudur. Ve bu uygulanan ahlak dışı yaklaşımları geçmişte Kemalist devletin uygulamalarıyken şimdilerde bu uygulamaları daha ileri taşıyan sahte bir İslami iktidar ve Yeşil Türki Faşistler var.
Bu gerçekliği bilmeden neden binlerce Kürt gencinin ve onlarca Kürt çocuğunun dağa çıktığını anlayamazsınız. Ve neden dağda yeniden evlerine göndermek istediğimizde geri dönmediklerini de anlayamazsınız.
Ama Kürt çocukları, Kürt gençleri ve özgürlük savaşçıları ve tabii bu çocuk, genç ve özgürlük savaşçılarının aileleri evlatlarının neden dağlara aktıklarını bildikleri için evlatları toprağa düştüğünde ellerine kına çalmaktan da asla geri durmayacaklardır.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Türk özel savaşı gerillayı teşhir ede dursun biz kendi cephemizde gerillayı anlatmaya devam edelim. Ne de olsa “gerçekler çıplak olmayı sever” derler. Biz kendi gerçekliklerimizi söyleyelim, Türk özel savaş sistemi ise bizi karalamaya devam etsin. Hele bunu yaparken de dediğimiz gibi onlarca sahte akademisyen sıfatlı insanı bir araya getirerek saldırılarına devam etsin. Bunlar elbette yetmez, yetmediği için gerillanın ne kadar cahil olduğunu, geri kaldığını, ne kadar amaçsız olduğunu, ne kadar kandırıldığını da yazmaya, çizmeye devam etsinler. Bunlar da yetmediğinde ihanetçi işbirlikçi bir sürü korkak ruhlu, bireyci, egoist ve kendilerini pazarlamaya, paralamaya hazır hain takımı…
Evet, siz kendi cephenizde gerillayı karalamaya devam edin, biz ise sadece ve sadece yürek sahibi olan bu işi yani yürek isteyen bu işi ve bu yürek sahibi kişilikleri anlatmaya devam edeceğiz. Karınca kararınca misali bizde kendimizi anlatacağız.
Bu bağlamda birkaç yıl önce bir yoldaşımızın gerillanın bir özelliğine dönük söylediklerini buraya alarak anlatımlarımıza devam edeceğiz.
“Buralarda ölmek bile bambaşkadır” demişti bizim enternasyonalist devrimci gerillamız Kadir Usta. O: “Çekip gitmek yok aslında, yüreğin çılgın akışı vardır, bazen dur durak bilmez götürür seni gitmek isteğin yere. İstesen de geri alamazsın kendini” derdi.
Biz yüreğimizin çılgın akışını dur durak demeden takip ederken ne ister bu egemen ve emperyal güçler diye hep kendimize sorarız. Neden bu kadar bizi hedeflerler, ne isterler bizden? Bizim gibi yumuşak huylu, nezaket dolu, insan sevdalısı, tüm inançlara saygılı, cinslere-özelde ezilene-hürmetli, büyüğe büyük diyen, küçüğe ise bağrını açan ve hiçbir çıkar gözetmeden gerektiğini insanın en değerli olan varlığını ortaya koyan kelle koltukta insanlara ne diye bu kadar saldırırlar? Tuhaf, bize öyle saldıranlar var ki ne isimlerini duymuşuz, ne onlara bir şeyler yapmışız, ne de yollarına barikat kurmuşuz.
Gerilla bir duruştur. Özgürlük duruşu; boyun eğmez, kötüyle uzlaşmaz, kellede gitse doğrulardan geri atmayan duruştur. Kadir Usta’nın deyimiyle “Herkesin sevgisini kazanmak istiyorsan, kendi doğanda kal, herkes seni olduğun gibi görsün, seni sevenler zaten böyle severler seni” misali gerilla içiyle dışı bir olan kişilik demektir. Bu duruş potansiyel olarak yalan dolanlı bir dünya da tehlike demektir.
Ancak tüm emperyalistlere, sömürgecilere, sınıflı toplum savunucularını, gericileri, eskiden ısrar edenleri tedirgin eden gerilla özelliklerini başka yerlerde aramak gerekir.
Gerillanın üç felsefik ilkesi vardır. Bunlar gerillayı gerilla yapan felsefik bakışlar ve onun akabinde onun duruşunu sağlayan ilkelerdir.
Bu sınıflı, baskıcı, sömürücü, kan emici dünya üç temel direk üzerinde kuruludur. Bunlardan ilki
İnsanın yaşamını tehdit ederek, geri adım attırarak teslim alma girişimdir. Buna gelmeyenleri tasfiye ederek gelecek kuşakları baskılarlar. İkincisi mal-mülktür. Yani maddiyata dayalı yaşamdır. Bununla neredeyse satın alamayacakları kimseyi bırakmazlar, velev ki onlara bir zamanlar karşı durmuş olan bu bireyleri mal mülkle ya teslim alırlar, vaatlerde bulunarak yanlarına çekerek kendi adamları yaparlar, ya da o bireylerin mal mülküne el koyarak, talan ederek hatta onlara yakın duran fertlerinde neyi varsa el koyarak tehdit ederler. Bunlara karşı koyan birey ya teslim olacak ya da vurulup gidecektir. Geri kalanları ise korkunç bir tecrübeyle terbiye edilmiş olacaklar. Üçüncüsü ve belki de en önemlisi ise kadın-erkek ilişkileriyle teslim alamayacakları kimse yok gibidir. Erkekse kadınla, kadınsa erkekle vururlar. Evlilik kurumu diye bilinen köleleştirme kurumuyla adeta tüm insanlığı oldukça kalın ve kırılmaz zincirlerle kendilerine kırk göbekten bağlarlar. Öyle ki buna dayanacak adamlar ve kadınlar zor çıkar. Siz buna özenle geliştirilen cinsel güdünün hortlatmasını da eklerseniz adeta hasta hale getirmedikleri kimseyi bırakmayarak her gün yeniden yeniden köle haline getirirler insanları.
İşte verili-yani sınıflı, iktidarcı, sömürgeci, kan emici-dünya bu üç temel ilke temelinde kuruludur.
—insanı yaşamını tehdit ederek hizaya getirme
—mal mülke satın alarak kendine bağlama
—kadın erkek ilişkileriyle, cinsel güdüyü hortlatarak köleleştirerek kendi sistemlerinin birer çarkları haline getirme
Bu sınıflı ve iktidarcı dünyaya karşı gerillanın felsefik ilkeleri terstendir. Siz bu sınıflı dünyaya karşı mücadele edecekseniz biraz da çubuğu tersten bükeceksiniz. Yani bu egemen ve emperyalistlerin yaptıklarının tersini yapacaksınız.
İşte gerilla biraz bunu yapıyor. Belki bu dünyada ilktir de. Başka yerlerde bireyler bazında istisnai olarak bu yöntemi uygulayan bireylerin var oluşu olasıdır, ancak gerilla bunu yapısal olarak uyguluyor.
Nedir bunlar?
1-Siz bir gerillayı tehdit ederek hizaya getiremezsiniz, çünkü gerilla kelle koltukta yürüyen ve yaşayan bir direnişçidir. Onun yaşamına yönelerek onu esir alamazsınız. Onu bu yöntemle etkileyemezsiniz. Çünkü o yaşamını genelin çıkarı için zaten gözden çıkarmıştır.
2-Gerillanın malı mülkü yoktur. En çok nefret ettiği paradır. Gerillada en büyük ayıp paranızın olmasıdır. Burada yaşam komünaldır. Ortakçıdır. Senin benim yoktur, hepimizindir ilkesi esastır. Bir de gerillanın tüm malı mülkü sırtında taşıdığı çantasıdır, onun da içerisinde bir defter, bir kalem, bir kitap ve hareket halindeysen bağlı bulunduğun birimin erzakı vardır. Başka da gerillanın bir şeyi yoktur. Sizin deyiminizle bir derviştir gerilla. Bir hırka bir lokma felsefesi dahi gerillanın mal mülk yaklaşımı yanında geri kalır. Peki, böyle birisine tüm dünyayı önüne serseniz bir sonuç alabilir misiniz?
3-Gerilla kadın-erkek ilişkilerinde verili olanları kabul etmiyor, verili olana yaklaşmıyor. O İslamiyet’te olduğu gibi Hz. Muhammed’in asa beleri üç ay dayanmadılar diye cihatta iken yeni vahiylerle üç ay’ı geçen seferlerde “bulunduğunuz yerlerde ki kadınlarla evlenebilir ve geri dönerken de boşaya bilirsinizi” yapmıyor gerilla. Değil üç ay, 30 yıla varan cihat içerisinde de olsa, ona ilk gündeki cihattın kuralları geçerlidir. Yani temiz kalacaksın, nefsini temiz tutacaksın. Alevilerin deyimiyle “eline, beline ve diline hakim olacaksın” felsefesi esastır. Özcesi sınıflı toplumun ilişkilerinde öcü gibi kaçıyor gerilla. Onlar “ülkelerine sözlü, topraklarına nişanlı ve düştüklerinde nikâhlanırlar” deyişi temelinde yaşarlar.
Bu üç ilkeye göre yaşamak yürek ister, beyin ister, cesaret ister ve tabii ki büyük fedakârlıklar ister. Başka da bu üç ilkeye göğüs germek mümkün değildir. Kürdistan özgürlük mücadelesinin en büyük zorlukları bu üç ilkelerdir. Yoksa “zorlandım, aç kaldım, üşüdüm, dayanamadım, korktum, aradıklarımı bulamadım, çeliştim” sözleri hikâyedir. Boş laflardır, kendini saklamanın ve sözde haklı çıkarmanın çabasıdır.
Şimdi gelelim ilk sorularımıza, neden gerillayı egemenler ve emperyalist güçler bu kadar hedeflerler? Neden gerilla adeta dünyanın en tehlikeli insanları olarak ele alınır ve tasfiyeleri için her şey yapılır?
Vereceğimiz cevap nettir. Gerilla onların teslim alacağı bir insan değildir. Düşünün, gerilla bu özeliklerini dünyaya yaysın, o zaman ne olur bilir misiniz? Sınıflı kapitalist uygarlığın dibine dinamit konulmuş olur. Sorun gerillaların eylemleri değildir. Silaha başvurmayan bir gerilla da olsa-eğer yukarıda söylediğimiz ilkeler temelinde yaşıyorsa-dünyanın neresine giderse gitsin o bir tehlikedir. Tehdittir. Sakıncadır. Dinamittir. Direnişçidir. Ve o yaşadıkça bu sistem tehlikededir. Çünkü böylesine bir gerilla her zaman bir alternatiftir, her zaman sistem karşıtlarına yanına çekerek bir karşı cephe oluşturabilecek bir seçenektir. Güzel ortamlarda, güzel insanlar boy verir misali burada sadece güzel insanlar yetişir ki bu da onlar için büyük bir tehlikedir.”
Gerilla buyken kimin ne kadar kandırıldığının kararı siz gençlere aittir. Karar siz yürekli insanlara aittir. Karar siz dünyanın topuna kafa tutan kadınlara aittir.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Bir gerillanın başka bir gerilla yoldaşına yazdığı mektubunu olduğu gibi buraya alarak gerillanın nasıl bir yürek işi olduğunu yeniden yazalım.
“Yoldaşımızın sevinci bizim sevincimizdir. Yoldaşımızın moralli olması bizim moralimizdir. Yoldaşımızın başarısı bizim başarımızdır. Bunun içindir ki sen giderken o coşkulu ruh haline çok sevinmiştim. Ve o coşkulu ruh halini bana da bırakmıştın.
Genç yoldaşların hemen düşmanın eline geçmemeleri gerekir diye hep düşünürüm.
Olanı bir daha geri çevirme imkânımız yok bunun için geçmiş olsun diyeceğim ama düşmanı sevindirmek için de hayıflanmayacağız.
Biz dağlara gelirken kellimizi koltuğumuza alarak çıktık. Yani en seveceğimiz olan varlığımızı yani canımızı bu halk için vermeye geldik. Bunun için bizim için tüm alanlar direniş alanlarıdır. Tüm alanlar işgalci ve sömürgeci güçlere ve tabii onları kollayan, koruyan, onların ayakta durmaları için her türden yardımı yapan, para sağlayan, ölüm tekniklerini vererek insanlığa karşı suç işleyen bu kapitalist modernistlere karşı direniş alanlarıdır.
Evet, yoldaşım sömürgeci sömürgecidir. İşgalci işgalcidir. İşgalcinin ve sömürgecinin dünya da nerede olursa olsun iyisi kötüsü olmaz. Sömürgeci bunun için sömürgecidir ve bunların topu insanlığa karşı suç işleyen güçlerdir. Bunun için senin bir sömürgeci güç tarafından başka bir sömürgeci gücü teslim edilmeni yadırgamıyoruz. Onlar bizi vurmak için, öldürmek ve yok etmek için uğraşırlar biz ise halkımıza ve halklara verdiğimiz sözler ekseninde direnişimizi kesintisiz sürdürürüz.
Yoldaş, yaşanan şahadetlerden bahsediyorsun. Ve tabii şehit düşen birçok yoldaşı bizatihi tanıyorsun. Birlikte kaldığın yoldaşlardır. Ve birçoğu bize komutanlık ve yöneticilik yapmış yoldaşlardı. Ve gerçekten Rüstem arkadaşın, Çicek'in, Ali Şer’in, Xebat’ın, Ruken’in, Brusk’ün, Simko’nun şahadetleri bize çok ağır gelmiştir. Onlarla bu dağlarda yıllarca yaşayanlar olarak onların bize ektiklerini ancak bir biz bilebiliriz. Yukarıda ismini verdiğim yoldaşların birçoğunu ben şahsen en az 17-18 yıldır tanıyordum. Birçok cephede birlikte aynı alanlarda, sömürgeciliğe karşı mücadele ettik. Evet, gerçekten bu yoldaşların şahadeti ağır geldi. Duygu dünyamızı çok zorladı.
Ancak yoldaşım şunun bilinmesini istiyoruz: Mücadele artık eskisi gibi olmayacak. Ve eskisi gibi de yürümüyor. Biz artık mücadeleyi sonuçlandırmaya söz vermişiz. Yani devrimi başarıyla mutlaka ama mutlaka taçlandırmak için söz vermişiz. Bunun içinde adımlarımız atıyoruz. Yani kavga yani mücadele yani devrim yani özgürlük savaşı artık eskisi gibi yürümüyor ve yürümeyecektir. Özgürlük savaşının boyutu çok çok yükselmiştir. Bunu bilen işgalci güçler ne kadar güçleri varsa, ne kadar dostları varsa, ne kadar öldürücü teknikleri varsa, ne kadar uşaklık edecek para babaları varsa, bize karşı ne kadar uşaklık edecek, işbirlikçilik edecek, ihanet edecek düşkün, düşürülmüş, ruhunu ona buna satmış ne kadar tip varsa hepsini topyekûn harekete geçirerek bir mücadele yürütüyorlar.
Yoldaş, gerçekten artık özgürlük savaşı eskisi gibi yürümeyecektir. Çünkü Kürt halkının düşmanları Kürt halkını soykırımdan geçirmek için yemin etmişlerdir. Kaldı ki Kürt halkını ya soykırımda geçirerek ayakta kalacaklardır ya da geri adım atarak Kürt halkının özgürlüğünü kabul edeceklerdir. İşte kritik eşik budur. Hani Shakspeare diyor ya: “olmak ay da olmamak tüm sorun budur.”
Evet ya özgürlüğümüzü kabul edeceklerdir ya da saldırılarına devam edeceklerdir. Bu söylenenler sıradan bir durumun yaşanmadığını göstermektedir. Eskilerde bu olağanüstü süreçlere devrim anları derlerdi. İşte Kürdistan’da şimdi tümden bir devrim anını yaşıyoruz. Devrim anlarının kazanımları da büyük olur kayıpları da. Önemli olan kayıplarını zafere götürecek bayrak haline getirmesini bilmektir.
İşte biz Rüstem yoldaşlarımızın şahadetini Kürdistan’da demokratik özerkliği inşa etme temelinde köklü bir mücadeleye dönüştürerek başlattığımız lakin yarım bıraktığımız Devrimci Halk Savaşımızı çok ileri düzeyde tırmandırarak tarihin bu sürecinde başarıyla çıkacağımıza sonuna kadar inanıyoruz.
Yoldaşım işte bu yukarıda söylenenler ışığında Rüstemlerin, Çiçeklerin, Ali Şerlerin ve Xebatların ve 2011 yılında şehit düşen nice yoldaşımızın şahadetlerini böyle anlamlandırırsak bu şahadetleri kesintisiz direnişe vesile yaparken bu yoldaşlarımızın şahadetine değer biçmiş oluruz ve de onlara sahip çıkmış oluruz.
Mektubumu sonlandırırken, öncelikli olarak Önder Apo’ya veripte yerine getiremediğimiz, eksik yerine getirdiğimiz sözlerini bu yıl telafi etme temelinde mücadeleye yüklenerek başta önderliğimize, şehitlerimize, halkımıza ve siz yoldaşlara söz veriyoruz.”
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Bir süredir genelkurmayın Kürt gerillalarıyla çıkan çatışmalar sonrası literatürlerini değiştirdiğini görüyoruz. Eskiden öldürdük sözleri yerine şimdi “şu kadar teröristi etkisizleştirdik” diye kamuoyunu hem de böbürlenerek bilgilendirdiklerine tanık oluyoruz. Doğrusu “medeni” olmanın bir sonucu mu Türk genelkurmayının artık öldürdük demeyip etkisizleştirdik demesi insanı çok düşündürüyor. Etkisizleşmenin ne anlama geldiği gerçek etkisizleşmenin özünde ne olduğunu anlamaya kavramaya çalışmak lazım. Bir taraf için “etkisiz denilenin” bir diğer kesim için ne kadar değerli etkili olduğunu görebiliriz.
Tarihe baktığımızda eğer bir halkı soykırımdan geçirme temelinde yürütülen savaş ve saldırılara karşı direnip en azından halkın bir kesiminin genelkurmayın deyimiyle “etkisizleşmeseler” idi bir halkın yaşama imkânının olamayacağı aşikârdır. TC’nin yıllarca inkâr ve imha politikası temelinde bir halkı nasıl etkisizleştirmek istediğine tanığız, okuyor, öğreniyor ve görüyoruz. Ve eğer Kürt halkı yüzyıllarca bir biçimde direnmeseydi, bedeller vermeseydi bugün tarihten silinmişte olabilirdi. Demek ki bu kelimeyi kullananların ne kadar tarihsel bilinç sosyoloji ve psikoloji biliminden uzak oldukları anlaşılmaktadır. Ne kadar gafil ve içi boş oldukları görülmektedir. TC Tarihte bu yöntemi çok yoğun kullanarak direnenleri “etkisizleştirerek” bir halkı, Kürt halkını tarihten silmek istedi. Bunun yakın tarihi örneklerini Seyit Rıza’ların şeyh Sait’lerin darağacına çıkarılıp idam etmekle, güya Silmek istendi. Özünde, onların şahsında Kürt halkını da etkisizleştirmek istediklerini bilmekteyiz. Bunlar tarihsel belleklerimizden silinmedi ve silinmeyecek.
Bu gün de aynı soykırım zihniyeti, Sayın Öcalan’ı da İmralı’ya hapsedip etkisizleştirmek istemedi mi? Peki ne oldu? Sayın Öcalan Her geçen gün daha da güçlenerek eğer önce bir ırmak idiyse simdi bir deryaya dönüştü. Kendisi, gerek ideolojik -felsefik düzeyde gerekse örgütsel etkinlik düzeyi sonucu milyonlarca kitleyi nasıl da fedaileştirerek coşkuyla özgürlük hareketine katığına tanık oluyoruz.
Köleler etkisizdir işte Kürt halkını köle durumundan kurtarıp özgürlüğün arifesine getiren Sayın Öcalan’ı ve bir halkın özgürlük savaşçılarına nasıl “etkisizleştirdik” diyebilirsiniz? Zilan’a ( Zeynep Kınacı) kemal pir’e Agit’e (Mahsum Korkmaz) Beritan’a (Gülnaz Karataş) Rüstem Cudi, Sımkolara siz “etkisiz” mi diyorsunuz? Yada “etkisizleştirdik” mi diyorsunuz? Kürdistan dağları şahittir ki onlar bu toprağın fedai gençleri olarak bu halkın yüreğinde gerçek yerlerini aldılar, tarihi görevlerini yerine getirmenin huzuru içinde şimdi uyuyorlar. Ve onların bu direnişlerinin etkileri bir halkı etkili kılmıştır.
PKK çıkışı ile şu tarihi tespit yapıldı eğer Kürt halkı gerektiği kadar Kürt vatanı için yine genelkurmayın deyimiyle “etkisizleşenler” vermeseydi asla varlığını koruyamaz ve özgürleşemeyecekti. Bu tespitle yola çıkıp bu güne kadar bu vatan için on binleri bulan Kürt genci kız erkek toprağa düştü. Tabi ki işte size göre bunlar “etkisizleşti.”
Bre gafiller hâlbuki bunlar gerçekten etkisizleşmeyle yüz yüze kalan Kürt halkını yeniden diriltti, ona özgürlük ruh, cesaret, irade, bilinç ve örgüt kazandırarak etkili kıldı ve bu gün de Ortadoğu halkları arasında onurlu bir halk olarak yerini almasına vesile oldu.
Her bir toprağa düşen o gençlerin, Kürtlerin ulusal birliği ve demokratik uluslaşmasında nasıl bir rol oynadığını biliyor musunuz? Daha otuz yıl öncesine kadar Kirmanşah ile Dersim, Afrin ile Ranya birbirlerini tanımazken bu gün ulusal birliğin çimentosu onların kanı ile yoğruldu ve bu gün her dört parçada eğer büyük bir uyanış özgürlüğe yürüyüş varsa kuşkusuz onların sayesinde oldu. İşte sizin “etkisizleştirdik” dediğiniz bu gençler ulusal onurun özgürlüğün abideleri oldular efsaneleşip, kutsallaşıp, ölümsüzleştiler. Amed’in, Colemerg’in, Geverin, Elih’in Muşun, Van’ın özcesi en büyük Kürdistan parçasının otuz yıl öncesi ile mukayesesi yapıla bilir mi? Kürdistan’daki bu direnişi ve bu Şehirlerin birer devrim merkezi haline geldiklerini görmüyor musunuz? Kör müsünüz? Etkisizleştirdiğinizi düşündüklerinizi morga gönderip daha sonra morgdan alınırken bu gençlerin yüz binler tarafından nasıl da coşku ile karşılandığını görmüyor musunuz? Bu halkın en yüce değerlerine “etkisiz” dediğinizin farkında mısınız?
Sizin ne kadar insani özelliklerden mahrum, cellat kafası ile sorunlara yaklaştığınızı görmemek mümkün değil. Maneviyattan ne kadara uzak olduğunuz anlaşılmaktadır. Anlaşılıyor ki,” öldürdük” kelimesi yerine “etkisizleştirdik” demeyle cellatlığınızı kamufle etmeyi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.
Yakın tarihe göz gezdirdiğimizde şimdi ki Necdet Özel-Erdoğan güruhu gibi, Çiller-Doğan Güreş çetesi de bu halkın çocuklarını “etkisizleştirerek” bu halkı bitirmeye çalışmadılar mı? Hatırlıyoruz Çiller üstüne basa basa “ya bitecek ya bitecek” diyordu. 94-95 yıllarında bir günde yüze varan Kürt gerillası ve Kürt halkından insanların özgürlük için toprağa düştüğüne tanığız. Ama ne oldu? Tarih neyi gösterdi? Şimdi “etkisizleşen” Çiller ve çetesi mi yoksa efsaneleşen o gençler mi oldu?
Tarih tanıktır ki özgür yaşam yolunda toprağa düşen o gençler efsaneleşerek en etkili konuma gelirken, Çiller ve çetesi tarihin çöp sepetine yuvarlandılar. Eğer mevcut AKP zihniyeti bu şekilde devam ederse tarihin bir tekerrürü gerçekleşerek Erdoğan ve Özel’in etkisizleşeceğini görmek için kâhin olmaya gerek yok. Ve ben bunu görüyorum, tüm tarih bilinci olan her kesin bunu gördüğüne de inanıyorum.
Ayrıca genelkurmayın mevcut zihniyeti sonucu, herkesi kaygılandıran bir durumla karşı karşıyayız, bu mantığın bu zihniyetin sonucu maalesef iki coğrafya arasında yaşanan, olayları algılamada büyük bir ayrışma, uçurum oluşmuş olmasıdır. Bir tarafta en değerli en “etkili” olanlar bir diğer tarafta “etkisizleştirilmesi gereken teröristler” olarak lanse edilmektedir. Kuşkusuz bu topraklarda barış isteniyorsa bu mantığa derhal son verilmelidir. AKP bu halkın en yüce değerlerini kızlarını oğullarını” etkisizleştirirken” nasıl olurda bu halkla kardeşçe ve dostça yaşamı hedefleyebilir. Bu nasıl bir mantıktır? Bu mantık barış getirebilir mi?
Tarih bu “etkisizleştirdiklerinizi” düşündükleriniz karşısında diz çöktüğünüze tanık olacaktır.
Hüseyin Rojhat
- Ayrıntılar
Değerli bedenleri ve yaşları küçük fakat yürekleri ve beyinleri büyük Kürt çocukları,
Başlarken iki hususu öncelikle belirtmek isterim: Birincisi, sadece size değil, tüm dünya çocuklarına yazmak isterdim fakat yıllardır tüm dünyanın gözleri önünde dünyanın tüm çocuklarından daha fazla maruz kaldığınız fiziki ve özellikle kültürel soykırımdan dolayı size yazıyorum. İkincisi husus ise, size ana diliniz Kürtçe ile değil, yabancı diliniz Türkçe ile yazdığım için kusura bakmayın. Bilerek bu yabancı dili seçtim. Amacım, Kürtçe bilmeyen fakat yüreklerinde insanlığı taşıyan Kürt dostlarına da seslenmektir. Fakat çok iyi biliyorum ki, hangi dilde yazarsam yazayım yine de ne ülkemiz Kürdistan’ın güzelliklerini, ne halkımızın kadim insanlık hazinesini ne de sömürgecilerin tarihimizdeki utanç yerini anlatabilirim. Hangi dil dörde bölünmüş bir bedenin acısını anlatabilir? Hangi dilin gücü asimilasyon değirmenindeki Kürt çocuklarının çığlığını duyurabilir? Hangi dil, Uğur’un delikdeşik, Ceylan’ın paramparça bedenine dikiş olabilir ki? Ya da hangi dil Kürdün ve Kürdistan’ın insanlık tarihindeki onurlu dik başlılığını anlatabilir ki?
Değerli yoldaşlar,
Biliyorum, hiçbirimiz dillere düşman değiliz. Fakat çok iyi bildiğiniz gibi Türkçe, biz Kürt çocuklarının yaşamında farklı (maalesef çok çok olumsuz) bir yer işgal etmektedir. Keşke farklı bir zaman diliminde farklı bir zeminde Türkçe ile gönüllü tanışsaydık diyoruz. Fakat maalesef öyle olmadı. Henüz çamurdan oyuncaklarımız kurumadan, karatahtada önlük dedikleri mavi kefen giydirerek ana dilimize tecavüz ettiler ve tarihin en büyük devrimlerinden olan neolitik devrimin dili Kürtçemiz yerine Türkçe denilen dili usturayla diktiler. Öyle ki Türkçe, bir sülük gibi ağzımıza yapıştı ve kanımızı emdi. Biz o yabancı dili konuşup, yazıp, yaşattıkça; o dil bizden bir şeyler öldürdü, öldürüyor…
Yoldaşlar,
Biz Kürt çocukları “erkenlerin” coğrafyası Kürdistan’da yaşama merhaba dedik. Ülkemiz Kürdistan, erken doğumların, erken büyümelerin ve erken ölümlerin ülkesidir. Bildiğiniz gibi sömürgeciler, kar yerine kan yağdırdı ülkemize ve bu kan fırtınasında anneler erken kanadı, bize tüm canlılara tanınan anne karnında kalma süresi bile tanınmadı ve bizi alıp yok sayıldığımız bir dünyaya attılar. Erken büyüdük. Başka yerlerde çocuk denilen yaşıtlarımız çocukluğunu yaşarken; bizler yetişkinlik çağını çoktan geride bırakıp, çoğumuz zindanlara hatta mezara yerleştik…
Mardin’de Uğur, Amed’de Ceylan, Roboski ve Pozantı’da onlarca çocuktuk. Hepimiz çocuktuk ve hepimiz de Kürt’tük. Kurşunlandık, parçalandık, param parçalandık ve zindanlarda sömürgecilerin bayrağını öptürülüp tecavüzlere uğradık. Yaşam, Filistinli çocuğa taş, Afrikalı çocuğa aş olmadı. Aksine Kürdistanlı çocuğa her türünden savaş oldu...
Ama biz Kürt çocukları, yine de yaşamı sevdik. Hem de uğrunda ölecek kadar çok sevdik onurlu ve özgür yaşamı…
Onurlu yaşama âşık olduğumuz için mağaza vitrinlerdeki oyuncaklar hiçbir zaman ısıtmadı üşüyen ellerimizi ve hiçbir zaman luna parklar gözümüzü boyayıp, başımızı döndüremedi… Ellerimizi yüreğimizdeki korlarla ısıtıp taş ile molotof yağdırdık sömürgecilerin polisine ve panzerine… Gözümüzü halkımızın intikamı bürüdü ve başımız zaferle döndü. Çünkü çok şey yitirmişti halkımız çok şey almaktı hakkımız. Öfkemiz bazen taş olup kırdı zalimin esaret zincirini, bazen Molotof olup yaktı sömürgeci cehennemini bazen de öfkemiz bizi dağlara taşıdı. Leş karga sürülerinden hesap sormak için kartal olup gerillalaştık ve ülkemiz Kürdistan’ın özgürlük diyarlarında isyana, intikama yürüdük, yürüyoruz. Çünkü biz Kürt çocukları en çok özgürlük dağlarına yaraşırız, dağlar da bize…
Mem Amed
- Ayrıntılar