Kürdistan gerillaları hakkında son süreçlerde söylenmeyen söz kalmamış gibi. Yaşam şartlarımız, gerillaya katılım sebeplerimiz, içinde bulunduğumuz psikolojiler, nasıl kandırıldığımız gibi noktalarda başlayıp gerçekten gülünç düzeylere varan değerlendirmeler Türkiye basınında yoğun bir şekilde işleniyor. Böylesi yönelim ve saldırılar karşısında sesimizi duyurmaya çalışsak da sınırlı bir düzeyde kendimizi ifade ettiğimiz de bir gerçek. Bir özeleştiri konusu olan bu durum tabii ki sadece bizim sorumluluğumuz altında değil.
Karşımızda öylesine bir inkar sistemi var ki, toplumu ve onunla ilgili her alanı o kadar tekel altına almış ki önyargılar denizini aşıp ulaşmak oldukça zor oluyor. Hele bir de tarihte tüm özgürlük savaşçılarının başına geldiği gibi bir lanetlenme sıfatı olan terörist, bebek katili, şiddet düşkünü gibi ahlaki yargılarla suçlanmamız da araya girince sesimiz daha bir kısılıyor. Açıklama çabaları arasında, meramını anlatma çabaları arasında gerçek düşünce ve duygularımızı yansıtmakta zorlanıyoruz.
Kişilik haklarının yanı sıra toplum ve halk olmaktan gelen haklarımızın çiğnendiği, günlük soykırım politikalarıyla yüz yüze kaldığımız bir ortamda şüphesiz gerillanın her türlü saldırı ve söylem karşısında cevap olması da beklenemez. Her ne kadar söyleyecek sözümüz çok olsa da nefesimizi hakaretlere cevap olmak maksadıyla harcamamakta kararlıyız. Çünkü halkımızın özgür yarınları için daha çok çalışmak, mücadele etmek ve savaşmak zorundayız. Bu nedenledir ki bırakalım insanlığın en kutlu çocukları devrimci gerillalar karşısında havlamaya devam etsin bekçi köpekleri.
Dediğimiz gibi günlük bir soykırım tehdidi altındayız ve faşist Türk devletinin inkar ve imha siyasetinin son temsilcisi olan AKP hükümetinin ılımlı İslam çerçevesinde yaratmak istediği sistemde bize yer olmadığı artık açık bir gerçek olarak herkesçe görülebiliyor. En basiretsiz insanlar dahi eğer bilinçli bir saptırıcı ve yeminli düşman değillerse bunu görebilir.
Bu saldırı ve yok sayma karşısında Kürt halkı olarak tabii ki sessiz kalacak, teslim olacak değiliz. Bu süreçte her zamankinden daha fazla varlığımızı korumak ve özgürlüğümüzü kazanmak en temel bir hak olarak kendisini dayatmakta. Ya onurlu barış ya da görkemli direniş ikilemi içinde yürüyen süreçte barışçıl çözüm ihtimalinin kalmamasından kaynaklı artık görkemli bir direnişle Kürt halkının geleceğinin inşa edilmesi görevi tüm yakıcılıyla önümüzde duruyor. Bu inşa süreci çerçevesinde başlattığımız yeni mücadele döneminin haklılığı artık hiçbir güç tarafından gizlenemez, türlü oyun ve hilelerle saklanamaz.
Başlattığımız yeni stratejik mücadele döneminin ilk hamleleri olan gerilla eylemlilikleri bir yandan yeni sistemimizi kurmakta yol açıcı rol oynarken, bir yandan da yıllardır süren saldırılar karşısında bir intikam hareketi olarak faşist güruhları cezalandırmaktadır. Gerçekleştirdiğimiz bu eylemler ardından hem hareketimizin haklılığını tersi göstermek, hem de alınan darbeleri gizlemek için sivilleri hedef alıyormuşuz gibi bir izlenim yaratılmak isteniyor. Bir yandan yurtsever Kürt halkı faşist ordu ve emniyet güçleri tarafından katledilerek “bir Kürt daha eksildi” ırkçı mantığı üzerinden kazanç elde ettiklerini sanıyorlar, bir yandan da gerillalarımız hedef haline getirilerek Kürt halkı arasında nifak tohumları ekilmek, çelişki yaratılmak isteniyor.
Defalarca açıkladığımız gibi tüm eylemliliklerimiz için tek kırmızıçizgimiz sivillerin zarar görmemesidir. Buna rağmen sanki yürüttüğümüz gerilla mücadelesi tamamen şiddet düşkünü insanların amaçsız ve hedefsiz yürüttüğü bir saldırı dalgasıymış gibi yansıtılmak isteniyor. Bir yandan gerillanın eylem sonuçları gizlenmeye çalışılırken bir yandan da sivil katliamları yapıp üzerimize yıkarak kamuoyu nezdinde kör şiddet taraftarları olarak yansıtmak istiyorlar.
Bu kara propaganda bir yanıyla yenilgi ardında yaşanan şok ürünü olarak kafa karıştırıp gerillaya karşı tepki oluşturmaya çalışırken tabii ki bir yanıyla da gerillanın gerçek karakter ve mizacının tanınmaması, gerillaya karşı sempati duyulmaması gibi bir sonuç da yaratmak istiyor. Çünkü gayet iyi biliyoruz ki son yıllarda sadece Kürdistan toplumu içinde değil, Türkiye’de yaşayan çok farklı kesimlerde gerillaya ve Özgürlük Hareketine karşı bir sempati gelişiyor.
Salt ulusal bir hareket olmaması, tüm insanlığın sorunları karşısında geliştirdiği ideolojik, felsefi çizgi temelinde yarattığı çözümlerin uygulanabilirliği ve sonuç alıcılığının olması insanların ilgisini çekiyor tabii. Tüm ezilen sınıf, kesim, cins ve akımlar kendilerinden bir parçayı Özgürlük Hareketi’nin içinde gördüğünden özgürlük cephesi her geçen gün büyüyor ve bu sömürgeci erkek egemen kesimlerin çıkarları için hiç de iç açıcı bir manzara değil. Gerillaya saldırılması biraz da buradan geliyor aslında.
Tabii gerilladan daha fazla Önderliğimize yönelik saldırılarda bir artış var. Belki de gerilla karşısında çözüm olamamanın hıncını Önderliğimiz üzerindeki tecridi ağırlaştırarak çıkarmak istiyorlar. Bir yandan Önderliğimize olan bağlılığımızı bildiklerinden duygusal atmosfere kapılıp kontrolsüz ve zamansız eylemlere girmemiz isteniyorken bir yandan da Önderliğimizin esaretini bir şantaj olarak kullanıp “daha fazla ileri gitmeyin” mesajı veriyorlar.
Şunu herkesin bilmesinde yarar var. Biz, Özgürlük gerillaları olarak her şeyden daha çok Önderliğimiz karşısında hassasız. Önderliğimiz, gösterdiği insanüstü direniş ile İmralı işkence sisteminde geçirdiği 12 yılda onurun, şerefin, namusun her türlü baskı ve zor karşısında nasıl zafer kazanabileceğini göstermiştir. Yolumuzu aydınlatan en büyük güç olarak Önderliğimizin varlığı aynı zamanda büyük bir eğitici güç olarak da geleceğimizi çiziyor.
Tabii ki dostlarımız bunu böyle bildiği gibi düşmanlarımız da biliyorlar. Bu yüzden Önderliğimize yönelik baskı ve şiddeti geliştirerek üzerimizde psikolojik etki yaratmak, hedefimize yönelik yoğunlaşmalarımızdan alı koymak hedefleniyor. Bu alçakça olduğu kadar ahlak dışı yönelimlerin dozajına göre tabii ki bizim de verilecek cevaplarımızın olduğunun bilinmesinde de yarar vardır…
Görünen o ki Kürt halkının yaşadığı tarihin belki de en güçlü ve onurlu direniş zamanı bin yıllardır arzulanan özgür geleceği yaratmada dönüm noktası olacak. Böylesi bir süreçte halk savunma güçleri olarak bizler başta Önderliğimiz olmak üzere tüm değerlerimize yönelik gelişen saldırılar karşısında herkesin elinden gelenin üstünde bir direnişi göstereceğine duyduğumuz inancı bir kere daha belirtmek istiyoruz.
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Dağlar ve insan arasındaki ince bağın kökeni, dağların insanı koruyan, kollayan ve doyuran özelliğinden alıyor. Dağlar insan için ana gibidir, evet dağları bir anaya benzetmek yerinde olur. Dağlar insanlık için önemli bir yer ifade ederken bütün uygarlıklar dağların etrafında, suların kenarlarında gelişirler. İlk uygarlığın Mezopotamya’da yani Zağros ve Toros eteklerinde olması, bu coğrafyanın önemini artırmaktadır. Niye diyecek olursak; arkeolojik kazılar ve ortaya çıkardığı bulgular ışığında, MÖ. 12000’lerden itibaren uygarlık beşiğinin merkezi Zağroslar demek abartı olmaz.
Yine ‘niye Zağroslar’ sorusuna cevap olarak, ilk devrimcilik tohumu burada atıldı. Duvar duvar evler burada şekil buldu. İlk ekinler özenilerek burada toplanıldı. İlk yaban hayvanları burada evcilleştirildi. Bu bölgenin kadınlarının elinden su içti bütün canlılar. El emeği ile kaba taşlara şekil verdi. İlk ateşi bu dağlarda yaktı. İnsanı ısıtan, yemeği çiğ yenmesinden kurtarandı. Mağaralarda iletişim için resim çizen insanlardı. İlk balta-kazma gibi aletleri yapandı. Çamurdan çanak çömlek yapıldı, kadınların elleriyle bu dağlarda. Ağıtlar yakıldı, bu gün adına müzik denilen. Zağroslar bu kadar ilki besledi bağrında. Ziraat ve tarım devrimi, aletler devrimi, Zağrosların destanında örüldü. Ondandır ki, tarihi Zağros’tan ele almak yerinde olur. Şimdi diyebiliriz ki insanın hayal ettiği, ütopyanın temiz ve doğal yaşamı burada mevcuttur. Ve bu dağların yaratıcılığı Sümerlerle zigguratlara kapatıldı, Sargonların kılıcı ile ekinleri toplatıldı.
Yok sayılmak istense de bu dağın ihtişamı, bazen bir rüyada, bazen bir şarkıda da, şiirde ya da destan ve öykülerde insanlık ütopyasında yaşatıldı. Kimi sosyalizm dedi, kimi de komünizm diyerek bu güne taşıdı. Yine maskesi deyişmiş sargonlar ve rahipler, özgürlük ütopyalarına saldırdı. İnsanlık, kimi Nuh’un gemisiyle kimi Dicle ve Fıtrat’la akarak, dağ eteklerinde toplanıp Zağroslara tırmandı. Çünkü burada geçmiş zamanın güzelliklerini, eşitliğini, özgürlüğünü içine çekebiliyordu.
Kartal yuvası, gerilla barınağı, insanlık tarihi gibi gerillanın güncesi içinde büyük anlam gülüdür. Ki ben, bugün Zağroslardayım. Bir tarafımda Cilo, bir tarafımda Çarçella, bir tarafımda Govendê. Bir yanı düşman istilasında. Türkiye, İran, Irak Kürdistan topraklarından da sınır oluşturur. Dört bir yanı sularlarla çevrilidir Zağros’un.
Tarihin avlusunda güneşe yürümektir Zağroslarda gerilla olmak. Emekle tarihi taşımaktır bugüne. Zağroslarda engin çetin ve sarp araziye direnç göstermektir, gerilla olmak. Serin, ay ışığında mehtapla gülüşmendir, Zağros’ta umuda sevdalanmak. Satê göllerinin etrafında papatya gibi sarı sarı renk vermektir evrene. Zağros’ta gerilla olmak dağ keçileri gibi uçurumlara tırmanmaktır. Bir uçtan bir uca, bir bulut gibi inmek ovalara, Avaşin maviliğine göz kırpmaktır, Zağroslarda gerilla olmak.
Zağros’ta gerilla olmak, kanından yaşam yaratmaktır geleceğe. Kanat açmak göklere, adım adım yürümektir Govendê’ye. Patikalar açmaktır zirveye ulaştıran, Zağros’ta gerillacılık. Düşman siperlerine keskin bakışlarla bakmak, ensesinde gölge olmaktır faşist jandarmanın. Varlığınla korku salmak zalimin gönlüne, yetim hakkına ilişene dur demektir. Kawa’nın örsü olmak Dehakların beyninde, Mazlumlaşmak üç çubukla Amed’de. Zilan’ın şarapneli olmaktır, üniformalı-sömürgeci bedene. Namludan çıkan bir kurşunun bir mevziyi devirmesidir Zağros’ta gerilla olmak…
Şerizat Rajan
- Ayrıntılar
- Ayrıntılar
"Kişiliği yaratan en önemli öğelerden birisi mücadele ettiği olay ve olgular zincirine karşı koymayı gerçekleştirirken, onun ortaya koyduğu bilinç, irade gücü, kin ve öfkesidir. Şüphesiz karşı koymanın gerekçeleri çok önemlidir. İnanç ister, yiğitlik ister, büyük hırs ve çaba ister.”(REBER APO)
Yıllar önce sözüyle, davranışıyla beni cezbeden, örnek aldığım bir kişi vardı. Ağır tavırları, muziplikle karışık ince tebessümü ve keskin, çakmak çakmak gözlerinde saklı derin anlamla koskoca bir gizem deryasıydı. Anlamakta zorlandığımız ülke meseleleri hakkında açılan sohbetlerdeki celallenmeleri, kâh yumruğunu sıkarak kâh parmaklarını sallayarak ve çoğu zaman her iki elinin parmak uçlarını birleştirerek yaptığı konuşmaları büyük bir hayranlıkla dinlerken en çok çevremde görmeye alıştığım insanlarla olan farkları dikkatimi çekiyordu.
Evimize geldiği vakitlerde ancak on, on iki yaşlarındaydım. Öylesine büyüleyici ve etkileyiciydi ki benim için. Artık evimize gelmez olup, görme arzusu içimde büyüdüğü vakitlerde “Bu kimdi” sorusu da kurcalamaya başladı düşüncelerimi. “Devrimcidir” demişti anam. “Devrim işi ile uğraşan, kendini, yaşamını halkının iyiliği için feda eden yani” derken, gizli hayranlığını saklayamıyordu ya yine de olmamam gereken bir şey gibi yaklaştığını konunun bir an önce kapanmaya çalışılıp, kimseye söz etmemem gerekliliği vurgulandığında anlamıştım.
Böylesine hayranlık uyandıran, tanımından da belli olduğu gibi neredeyse her insanda var olması gereken bir cevherden neden söz edilmemesi gerektiğini anlayamamış olsam da sonraki yıllarda toplumun en kutlu çocuklarına reva görülen haksız ve önyargılı hatta düşmanca tutumlar anamın söylediklerini hem de en çıplak haliyle anlatacaktı.
Günümüzde her şeyden daha fazla devrim ihtiyacı ve devrimci öncülüğün toplumun esenliği açısından olmazsa olmaz kabilinde değer kazandığı bir süreçte tabii ki devrim ve devrimcilik olguları yeniden ele alınmayı bekliyor. Bekliyor beklemesine ama tarihsel gelişimi içinde devrim işinin bir türlü halklar lehine kalıcı başarılara yol açmaması, kendilerini devrimci ad edenlerin halka ümit aşılayıp hep yüz üstü bırakması anımsanınca bir dönemlerin en gözde sanatı devrim CHE ve Deniz gibi artık olmayacak büyük devrimcilerle anılmayı da aşamıyor.
Kürt halkı olarak yeni ve tarihi bir sürecin eşiğinden geçerken her zamankinden daha fazla devrim işiyle haşır neşir olmak gerekliliği ise ne yazık ki günlük kaosun, krizli kimliklerin yarattığı pusun arkasında kalıyor. Halkların istem ve taleplerinin postmodernist çıkış, liberal reçetelerle gerçekleşmeyeceği ayan olmuş, toplumsal sorunlar boğucu bir hal almışken köklü ve kesin çözümlere eğilmemek, yeni teorimizin ufku içinde devrimci çözüme girmemek haliyle devrim ihtiyacını doğuran kaosun başarısına destek vermek olacaktır.
Günümüzde devrim ihtiyacının her yönüyle kendini hissettirmesine rağmen devrimci ruhta eş düzeyde bir gerilemenin yaşanması da tabii ki ele alınıp sorgulanması gereken bir nokta. İdeolojilerin çağının bittiğini ilan, tarihin sonunun geldiğini ise beyan eden günümüz bilgi tekelleri, yarattıkları popüler kültür ve azgın bireycilikle özellikle en büyük devrimci potansiyel olan gençliği toplumsal sorunların sorumluluğundan çekerek, başıboş lümpenizmi örgütlüyor.
Devrimin bir ihtiyaç olarak ele alınmamasının yanı sıra adeta bir cüzamlı gibi kaçılan bir olguya dönüştürülmesinin altında yatan nedenlerin iyi sorgulanmaması durumunda toplumsal sorun ilgililerinin her türlü çabasının boşa gideceği de kesindir. Çünkü söz konusu olan yaşamın en temel ihtiyaçları için yürütülen mücadeledir. Devrim artık ekmek ve sudan daha fazla önem verilmesi gereken bir olguya dönüşmüştür. Olmaması durumunda insanlık adına hiçbir şeyin artık olmayacağı bir olgu…
Toplumsal sorunların büyüklüğü şüphesiz gösterilmesi gereken çabanın ve fedakârlığın da düzeyini gösterir. Ve günümüz bireyi, böylesi bir sorumluluk karşısında tercihini “uzaklaşma” yönünde kullanıyor. Devrim sorumluluğunu üstlenmek bir yana bilinçsiz ve aklı havada tercihleriyle, sahte özgürlük ve demokrasi söylemlerine kanmasıyla devrim karşıtı cephenin başarı kazanma umudunu tazeliyor.
Halklara, halkımıza layık görülen yaşamın hayvanlara dahi layık görülemeyeceği böylesi bir gerçeklik içinde tabii ki gerçek insanlığın sessiz kalması beklenemez. Fakat şiddetin, devlet terörünün böylesine azgınlaştığı, tecavüzün bir yaşam gerçeği haline getirildiği bir ortamda direnişin türlü sebep ve gerekçelerle ertelenmesi bazı sorunların varlığına işaret eder.
Tabii ki genel anlamda sorumsuzluk olarak adlandırabileceğimiz bu sorun gücünü bilinçsizlikten alır. Hep söylenir, zulmü besleyen cehalettir diye. Bu farkındalığa rağmen devrimci bilinç ve sorumluluk yaratılmadığı gibi toplum üzerinde emel sahibi art niyetli kişi ve kesimlerin oyun ve planları karşısında biraz da olmazın, mücadelesizliğin teorisi yapılıyor.
İddiasızlık, sorunların kaynağında yatan egemen düşüncenin beynin en detayında dahi hükmü, gelecek hayallerinin denemelerinde yaşanan dumurlar, yılgınlık, tek yönlülük önümüzde duran engellerden sadece birkaç tanesi. Ama her zaman ifade ettiğimiz gibi asıl önemli olan kişiliğin toyluğu ve gerçek mücadeleye girişteki karardır. Bir işin, hele hele toplumsal değeri büyük çalışmaların başarıya ulaştırılması için en önemli etken olarak karar; net ve keskin karar önemlidir. Kararın keskinliği sözden dönmemenin garantisidir. Bugünden yarına değişebilecek koşullara göre ayarlanmış bir devrimciliğin bireyi dahi kurtarmayacağı görülerek bir hobi, macera ya da özenti olarak değil, bir yaşam tercihi ve kararı olarak devrimciliğin bir ömür sürdürülmesi gerekmektedir.
“Yaşam akışkanlığı bir bütündür. Kopuk aşamalarla yaşayabileceğimizi sanmamalıyız. Eğer bazı tarihi örneklerden ders alacaksak; Zerdüşt, Musa, İsa, Muhammed örnekleri son derece öğreticidir. Bu örnekler Ortadoğu toplumları için devrimlerin ve devrimcilerin nasıl bütünlüklü, yoğun tempolu, ilkeli ve pratik olmaları gerektiğine dair binlerce yıl önceden bizleri uyarmaktadırlar. Ortadoğu devrimleri kapitalist modernite kalıplarına göre değil, kendi tarihi değerlerine uygun olarak ama güncel bilimle bütünleşerek başarılı olabilir.”
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Siyonizm nedir? Siyonizm, 1897 Basel Konferansı'yla teşkilatlanmaya başlayan bir ideolojik oluşumdur. Etimolojik olarak, Kudüs yakınlarındaki Sion Dağı'ndan gelen bir sözcük olan Siyonizm, bugün Sion Kudüs'ü ve Yahudilerin inandığı vaat edilmiş toprakları sembolize etmekte ve 19. yy.ın son çeyreğinde yurtsuz olan Yahudilerin Filistin'de bir Yahudi devleti (İsrail) kurma isteği üzerine doğmuş bir ideoloji ve politik hareketi tanımlamaktadır. Eski Ahit’e göre ise vaat edilmiş topraklar” Sina yarım adasından başlayarak Harran’a kadar uzanan geniş bir toprak parçasıdır. İlk göç edilen yer ile son göç edilen yerler arasındaki toprakların tümünü kapsıyor. Siyonistler bu kendilerine vaat edilen topraklarda tek söz sahibi olduklarına inanırlar. Tanrının seçilmiş evlatları olarakta onlar bu dünyanın efendileridir, diğer halklar ise sadece ve sadece onlara hizmetkar. Bunun için tekçidirler. Tek renk, tek millet, tek din, tek devlet, tek tek tek… onların ülküsüdür.
Nazizm nedir diye sorsakta herkesçe bilindiği için genişçe açmamıza gerek yoktur. En basit anlatımla dünyanın efendileri Ari ırkından olan Almanlar olacaklardır. Ve dünyanın tümü bunlar için vardır. Her şey onlar için mubahtır. Bu öyle bir mubahlıktır ki 1000 yıl sürecek bir Reich yani İmparatorluk onların hakkıdır. Belirgin karakterleri nedir diye sorarsak? Tek zihniyet, tek düşünce, tek yaşam, tek devlet, tek millet, tek giyim, tek renk yani tek tek tek… tekçilik.
İttihat Terakki ya da Kemalizm peki nedir? İlk insanlar Türklerdir, dünyanın tümü Türklerden türemişlerdir, tüm diller Türklerin dillinden türemişlerdir. Hatta Hz. Adem’de Türk’tür. Öyle ki Aztekler aslen Türk’tür ancak bunlar Bering boğazından geçerek bugünkü Meksika’ya gelmişlerdir. Bunlar lele birde bunun uzunca bir lolosu vardır. Ortadoğu’da en eski kavimlerin tümü Türk’tür. Sümerler, Kürtler, İskitler, Hititler, Huriler… Hatta bunlar Turani’dir. Bunların belirgin karakterleri nedir? Tek devlet, tek millet, tek dil, tek bayrak, tek zihniyet, tek renk tek din, tek tek tek.. yani tekçilik.
Adaletsiz Kafirizm peki nedir? Bunlar aynı İttihat Terakki gibi ancak bu kez Türkçülükten ziyade söylem bazında İslam kelimesini ağızlarına dolayı veriyorlar. Pantürkizm kavramı yerine Panislamizm diyorlar, Yeni Osmancılık diyorlar. Ancak Panislamizmlerin altında yatan asıl neden İslami değerler değildir. Mayalandıkları topraklar yine milliyetçiliktir, ırkçılıktır. Çünkü onlar Türklerin islam’ın yayılmacı kılıcı olduklarına inanılar. Ve İslam onlar için yayılmacılıktır. Karakterleri nedir diye sorarsanız? Tek devlet, Tek millet, Tek dil, Tek bayrak, Tek giyim kuşam, Tek renk, Tekçi zihniyet, tek tek tek…yani yine tekçilik.
Bu ruh dördüzlerine başka ruh birliği sağlayacak izimler var mıdır diye sorulabilir? Muhtemelen vardır. Hemen bunlara biz Baas'cılık diye bilinen Arap milliyetçiğini ekleye biliriz. Peşine de hiç tereddüt etmeden Şiaizmi de.
Dikkat edilirse yukarıda saydıklarımızın ortak paydaları; Hoşgörüsüzlüktür. Irkçılıktır. Milliyetçiliktir. Faşistliktir. İşgal altında tutukları halklara eziyet çektirmektir. Tekçiliktir. Tek renkliliktir daha doğrusu renksizliktir.
Bunların ortak noktaları; ya beyaz ya siyah olmaya bireyleri, toplumları, halkları, inançları, etnisiteleri zorlamalarıdır.
Bunlarda çok renklilik yoktur. Bunlarda başka görüşlere yer yoktur. Bunlarda farklılıklara yer yoktur.
Bunların başka bir paydaş noktası ise şiddeti kutsamalarıdır. Ayrı duranları şiddetle dize getirmek istemeleridir.
Bunların yine diğer ortak bir noktası; hiç mi hiç başka renklere dediğimiz gibi tahammül göstermemeleridir. Görüşleri ayrı duranları ilk elden hain, ihanetçi diye damgalamalarıdır. Ve kullandıkları en büyük silahları ayrı duranları, ayrı görüş beyan edenleri dış kaynaklı, dış güdümlü, dıştan destekli, bölücü, ajan diye tanımlamalarıdır.
Yine belirgin bir ortak noktaları ise paranoyak oluşlardır. Onlarla bir olmayanlar hep onları bölmek için uğraşıyorlardır. Varsa devletleri o devletlerini parçalamak için çalışıyorlardır.
Ve ortak olan bir ruh halleri ise korkuyla yatıp kalkmalarıdır. Bunun en iyi belirgin dışa vurumu; hep kendilerine düşman yaratmalarıdır. Hep birilerine çatarlar. Hep kavgalıdırlar.
Tuhaf ama ortak başka bir karakterleri ise kendi kendilerini kışkırtmaya bayılırlar. Adeta bu ideolojiler kendi kendini sürekli tahrik ederek kışkırtan kişilik üretirler. Onları kimse tahrik etmese de onlar kendilerini müthiş kışkırtan tipler olarak hep bağıran çağıran pozisyondadırlar. Netanyahu, Erdoğan, Necat, Baykal, Başbuğ ve ekleyin aklınıza geleni…
Bu tuhaf ama ortak yanlarını, ruhlarını, karakterlerini, üsluplarını tek tek sıralayarak bir kitap yazabilirsiniz. Bunlar gerçekten ortaktır. Birlerdir. Karakterleri benzerdir. Bunun nedeni ise milliyetçi olmalarıdır. Devletçi olmalarıdır. Irkçı olmalarıdır. Ve dünyanın neresinde milliyetçi, ırkçı ve devletçiler varsa karakterleri hep yukarıda söylenen gibi olacaktır. Çünkü milliyetçilik, ırkçılık, devletçilik özü itibariyle tekçilik üzerine kuruludur.
Konumuzun başlığına dönelim. Filistin Direnişimiz yukarıda söylenenlerin dışında olduğumuz ve kaldığımız için gerçekleşmiştir. Ve bugünde devletçi, ırkçı, milliyetçi yapıların dışında kimler varsa biz onlarlayız. Biz uygarlık diye tabir edilen ırkçı, tek ulusçu, üniter devletçi yapıların tersiyiz. Karşısındayız. Bunun için ezilenlerin, horlananların, dıştalanmışların, dili yasak edilenlerin, kadınların, halkların, azınlıkların, inançların, ekolojistlerin, yaşlıların, çocukların özcesi bu ırkçılıkta, milliyetçilikte, devletçilikte faydası ve çıkarı olmayanların yanındayız. Onlarlayız. Ve bugünde bunların direnişlerine gözümüzü kırpmadan dün katıldığımız gibi bugünde katılırız. Dün adalet, eşitlik, özgürlük için işgale, sömürgeciliğe karşı durduğumuz gibi bugünde dururuz. Canımızı vermeye hazırız.
Biz her zaman olduğu gibi Haksızlıklara karşı halkların yanında yer aldık. Bunlar bizde ilkesel duruşlardır. Ve bu bugünde böyledir.
Ancak ruh dördüzler ya da bu dünya da daha fazla 'üzler' hep birbirini tutarlar. Birbirini desteklerler. Onlar birbirisiz olmazlar, olamazlar. Bu tekçiler birbirine muhtaçlardır. Bu ırkçılar birbirine benzedikleri için birbirini bırakmazlar. Bu faşistler kendi devleti diye tabir ettikleri ülkelerde başka halkları sömürge altında işgal altında tutukları için birbirlerinde kopmazlar, kopamazlar. Hep birbirlerini desteklerler.
Belki bunlar ara sıra birbirine dalaşırlar. Bunlar dalaşmadan edemezler. Ancak yarın yine halklara karşı birleşirler. Halkları tahakküm altında tutmalarının yolu budur. Hatırlayın dün İran İsrail’in yakın dostuydu bugün düşmanı. Dün Türkiye İran’a uzaktı şimdilerde dost. Dün Türkiye İsrail’in vazgeçilmez stratejik partneri şimdilerde ‘One Minute’ diyerek sözde uzak duruyor.
Ancak bunlar sadece ve sadece perdelerdir. Osmanlıların halkları gizli gizli dinleyerek takip ettikleri o meşhur perdeler. One Minute, ancak askeri ittifaklaşma ve stratejik ortaklaşmaya devam. One Minute, ancak 1959’larda gizliden İsrail ile Adnan Menderesle yapılan dokunulmaz ittifaka devam. Ve bu ittifakın kamuoyuna açıklamamasına da özen göstererek devam. Hatta siz 1996 yılındaki antlaşmaların özenle korunmasını da devam deyin. ‘Mavi Marmara olayı ayrı Heron alımı ayrı’ diyerek herkesi de aptal bilin.
Özcesi; Filistin Direnişimizin yıldönümünü yaşarken ırkçı, faşist, tekçi zihniyetlerin bizi tekçilerle aynı safta göstermelerini sadece ve sadece esefle karşılıyoruz. Aynı esefle dolu yaklaşımımızı tekçilerin halklara karşı gösterdikleri hoşgörüsüzlüğü de gösteriyoruz. Tüm halklar gibi Yahudi halkı Ortadoğu’nun güzel bir rengidir. Yeter ki bu renklere Siyonizm, Kemalizm, Şiaizm, Baasizm ve Adaletsiz Kafirizm ideolojileri karışmasınlar, kışkırtmasınlar, düşmanlaştırmasınlar, güdümlemesinler…
Sonlandırırken; başta Filistin Şehitlerimiz olmak üzere ilerici insanlığa, halkların kardeşliği için özgürlük, eşitlik ve adalet kavgasında şehit düşen tüm insan sevdalı özgürlük, inanç, eşitlik, adalet arayışçılarını anıyoruz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Bunu söyleyen ben değilim.
Bunu söyleyen Star Gazetesi yazarı ve AKP’nin çanak yalayıcısı vakkanuvüsçü İzmir’li Ergün Babahan.
Yani meşhur liberal süratlı Türk ırkçıları varya, onlardan biridir, bu yeni yetme Ergün Babahan.
Türkler Ergün diyor, siz İbranice İrgün anlayın, Türkler Babahan diyor, siz İbranice Sebatayhan anlayın.
Bu zatı malum 6 Haziran’da yazdığı bir yazıda, gazetesinin sahibi Fetul-devşirme İhsan Arslan adına kalem oynatıyor. AKP’yi savunuyor.
Fetul-Manafık diye biri varya, onu yüceltmek için Fetullah Gülen Hoca Efendi diyorlar ya.Neyin hocası yada efendisisiyse.O, efendi, bazılarıda O’nun kuludur ya.
İşte kul köle sahibi ve bahse konu olan Fetul-Münafık’ın Gazze’ye gidenler için ABD de de söylediği bazı şeyler vardı.
Hani diyordu ya, “İsrail otoritesine başkaldırılmamalıydı,İsrail’den izin alınmalıydı”.
Fetul-Münafıkın bu sözünde köleci, teslimiyetçi zihniyet var.
Boyun eğin diyor, kul ve köle olun diyor.
Ayrıca kendisi de anne tarafından Yahudi olduğu için İsrail’in zulmünü sinsice savunuyor.
Böyle olduğu içindir ki, ABD’de yaşıyor. CIA tarafından görevlendiriliyor ve korunuyor.Türk Yeşil Irkçılığ,ı Fetullahçı ismi ile örgütlendiriliyor.
Türk MİT’İ, JİTEM’İ, Özel Tim’i, Polis Teşkilatı ve Kürdistan’da katliam yapan tüm soykırımcı konturgerillası Fetullahçılık ismi ile örgütlendiriliyor.
Fetullahçılık bir kılıf oluyor.Bir maske oluyor.
Maske kaldırısın. Altından Türk Gladiosi, Türk Kontgerillası, Türk Jitem’i, İsrail Mossad’ı ile CIA çıkar.
Böyle olduğu içindir ki, Fetul-Münafık denilen Gülen geçen hafta İskenderun eylemine ilişkin yayınladığı bildiri de “Türk devleti, devleti ile milletiyle bölünmez bir bütündür. Milletimiz illebet payidar olacaktır” fetvasını veriyordu.
İkinci Kemal Atatürk olduğunu ilan ediyordu.
Yayınladığı bu bildiriyle MGK’dan daha ırkçı olduğunu belirtiyordu.
Babahan Fetullah Gülen’in bu ırkçı yönünü eleştirmiyor.
Fakat Gülen’in Erdoğan’dan farklı bir şekilde bir açıklaması olunca Babahan, Gülen’i fazla eleştirmeden de faşizme karşı çıkıyormuş gibi yaparak, Erdoğan’ın avukatlığını yapıyor. Sırf AKP’nin Kürdistan’daki en kara faşist katliamcı yüzünü gizlemek için “faşizmle uzlaşılmaz, savaşılır” gibi kutsallık arzeden bir argümanı kullanabiliyor.
Ve şöyle devam ediyordu.
“Faşizmle uzlaşılmaz, savaşılır.
28 Şubat’ta otoriteyle anlaşmanın sonuç ve bedellerinin ne olduğunu muhafazakar camia birebir yaşadı.
Bugün Gazze’de tanıklık ettiğimiz açık bir faşizmdir.
O insanları özgürlüğe, hakkettikleri yaşam koşullarına faşistlerle uzlaşarak kavuşturamazsınız.
Mücadele etmeniz, bazen ölümü göze almanız gerekir.
Hoca Efendi hareketi, kavgayı, çatışmayı sevmeyen bir hareket.
Saygı duyulur.
Müslümanlık, haksızlığa, tiranlığa karşı koymayı gerektiriyor.
Bugünün dünyasında adalet, insan hakkı mücadelesi de otoriteye karşı durmaktan geçiyor”.
Aynı Babahan söz konusu Kürtlerin özgürlük mücadelesi olunca en kara Türk ırkçısı olabiliyor. Önder APO’ya hakaret ediyor. Kürt gerillasına teslim olmayı özgürlük diye yutturmaya çalışacak kadar pişkinleşebiliyor. Türk faşist otoritesine karşı durmayı “terörizm” diyebilecek kadar alçaklaşabiliyor.
Bu kadar alçaklığı ve iki yüzlülüğü ancak AKP’nin yemek artıklı çanaklarıyla beslenen devşirme Babahan, Altan’lar,Çandarlar, H.Cemaller gibi vakanuvüsçülerde bulabilirsiniz.
Siz varın AKP’nin çanaklarını yalayın.Yalladıkça şükür ya padişahlum deyin. Şükür dedikçe oynaşsın şiş göbekcikleriniz ve harharlaşsın diliniz.
Harlaştıkça diliniz, “AKP ne eylmişse eyi eylemiş” deyin.
AKP’den ne kadar çanak, sizden de o kadar yağdanlık.
Sizin bu halinizi Amedliler hoş bir şekilde, sahici Kürtçe kelimelerle anlatırlar.
Öyle anlatırlar ki, zamk gibi size zeliqandi olur.
Sizin gibilerine Amedliler derler ki, QEWAŞE.
Sizin gibilerine Amedliler derler ki, TERESÊ BAV TERES
Sizin gibilerine Amedliler derler ki, GURİ.
Sizler harharlaştıkça bizimde özgürlük direnişimiz artacak.
HPG gerillaları böyle olduğunu söze gösterecek.
Ve size öğretecek liberal kılıklı azgın Türk ırkçısı çanak yalayıcılar.
Özgür Bilge
- Ayrıntılar
PKK ilk günden başlayarak enternasyonalizm ve halkların ülküsü sloganıyla ortaya çıkmıştır. Söz ile eylemin birlikteliği ve ruh birliği olan PKK, söylediklerine harfiyen inanarak yaşamasını hep esas almıştır.
PKK ilk mayalanma sahası olan Ankara’da başlayarak bu karakteristik özelliği korumuştur. Nasıl ki Ankara ve İstanbul’da Denizlere, Mahirlere ve nice Türkiye devrimcisine sadık kalınarak eyleme geçilmiş ise, aynısını bu kez belki de daha görkemli direniş ve enternasyonalizm dayanışmasını Filistin’de, Filistin devrimcilerinin yanında militanları Arnun Kalesi’nde olduğu gibi son mermisine kadar direnerek şahadete kavuşmasını bilmiştir.
İsrail’in Lübnan saldırısında PKK’liler kendilerini geri verebilirlerdi, geri çekilebilirlerdi, savaşa katılmaya bilirlerdi. Ne de olsa bir dost gurubuydular, uzaklardan gelmişlerdi. Ve geri döneceklerdi. Kimse de onlara bir şey demezdi. Çünkü bu onların savaşı değildi.
Ancak PKK bunu yapmamıştır, PKK halkların kardeşliği temelinde kendi mayasında bulunan enternasyonalist dayanışma temelinde, Filistin direnişine katılmış ve on değerli evladını bu uğurda şehit vermiştir. Ve o çokça söylenen Beka Kampında kalınmışsa, Filistinli devrimcilerden destek almışsa ve Ortadoğu’da yaklaşık 20 yıl tüm dünyanın emperyalist para babaları tarafında hedef yapılmış olsalar da, oralarda aralıksız kalınmışsa bu gösterilen büyük enternasyonalist dayanışma örneğinden dolayıdır.
Bu enternasyonalist ruhtur ki daha sonraları geliştirilen Kürdistan direniş savaşında onlarca başka halklarda enternasyonalist, Kürdistan dağlarına gelerek bir fiilen gerillaya katılmışlardır. Onlarca Türk, Türkmen, Asurî, Arap, Ermeni, Alman yoldaş bu dağlarda bunun için canını vermişlerdir. Ve bugünde yüzlerce başka halklardan militan bu dağlarda Kürt halkının yanında el ele bu direniş geleneğini sürdürmektedir.
Evet, PKK enternasyonalist yaklaşımlarının en görkemlilerinden olanını Filistin halkının yanında yer alarak göstermiştir.
Peki, PKK bu enternasyonalist dayanışmacı ruhu Filistin halkıyla, Filistin halkının yaşadığı en zor günlerde gösterirken Türkiye Cumhuriyeti Devleti neredeydi? Bunu herhalde sormak hakkımız.
Peki, Filistin halkının vahşiyane bir şekilde en acımasız silahlara maruz kalmasının finansmanını kim sağlıyor? Ya da öldürücü silahların-siz buna misket bombaları ve fosfor silahları deyin-üretilmesinde ve para kaynaklarını sağlamada en çok kimin ya da en çok kimlerin katkısı oluyor? En çok kim İsrail devletiyle silah ticareti, askeri tatbikat, başka halklara düşmanlık temelinde ortaklığı kim yapıyor?
Gözü açıklar hemen diyecek ki ABD ve İngiltere. Evet, en çok bunlar yani ABD ve İngiltere. Siz bunlara birkaç batı devletini de ekleyin. Avustralya’yı da unutmadan. Ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Mısır’ı da asla unutmayın. Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihinde en çok İsrail ile haşır neşir olan askeri komutanlar ve hükümetler kimlerdir diye bu kez biz soralım. Sahiden bunlar kimlerdi, kimlerdir?
Öncelikli olarak Çevik Bir ve ekibinden sonra İsrail devletine ve onların faşist yönetimine en çok yakın duran askeri komutanlarınız Yaşar Büyükanıt ve sizin o kekeme ve sinir krizlerine yatkın, nasıl kaçacağını bilemeyen Genelkurmay başkanınız İlker Başbuğ’dur. Açın İsrail ile TC tarihini, İsrail ile en ileri düzeyde ilişkilenen, kardeşlik bağı kuranlar bunlardır.
Devam edelim, peki İsrail faşist hükümetiyle en ileri düzeyde ilişki kuran hükümet hangisidir denildiğinde verilecek tek cevap hiç tereddütsüz AKP’dir. İsrail ile en ileri düzeyde antlaşmaları AKP hükümeti kurmuştur. Bunun mimarı Ahmet Davutoğludur. Ve tabii Recep Erdoğan’dır.
Açın bir bakın, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihine, hangi hükümet ne kadar İsrail ile silah ticareti yapmış, ne kadar askeri tatbikat yapmış, ne kadar siyasi ilişki geliştirmiş, ne kadar faşist bir hükümet olmasına rağmen ‘kardeşim’ demiş?
Açın ve bir bakın. Ve sonrasında da soruları siz sorun. Açın bir bakın hangi hükümet sürecinde İsrail devletine bu kadar üst düzey yöneticiler gitmiştir. Açın bir bakın hangi hükümet sürecinde İsrail başbakanları gelip Türkiye parlamentosunda konuşma yapmıştır.
Evet, açın bir bakın.
‘One Minute’ diyerek kendini bu faşistlerle işbirliği yapan hükümet kurtaramaz. Türk yardım gemisine İsrail saldırmış diye kahramanlık gösterisi yapamaz. Hele hele Kürt özgürlük hareketini Siyonist rejimle hiç mi hiç ilişkisini kuramaz.
Finansmanını sizin yani AKP hükümetinin sağladığı silahlarla sivil Filistinliler, Lübnanlılar, Dürzîler, Araplar, Kürtler katlediliyor. Bombalar üstüne bombalar yağıyor. Bu faşist Siyonist hükümetin ortağı sizsiniz. Suç ortağı sizsiniz.
Lamı cimi yok. Hesabınızı vereceksiniz. Birde unutmayın: Siyonizm, Nazizm ve İttihat i Terakkicilik ruh üçüzüdürler. Ancak bu ruh üçüzlerine yeni bir ruh kardeşini daha ekleyelim; yeni yetme, aç gözlü, mafyacı, gözü dönmüş sahte ılımlı İslam diye kendisini herkese pazarlamaya çalışan Adaletsiz Kafirizm Partisi…
Devam edecek.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Bilgi içerikli, uzmanlık isteyen alanlarda şüphesiz sorular muhatabına sorularak net cevaplar istenir. Ve bunlarda çok düşünmeden ikna olmak mümkündür. Örneğin küresel ısınmanın dünya üzerinde yarattığı sonuç ve bilançoları merak edersen soracağın ve cevaplarından emin olacağın kesimler mevcuttur.
Lakin bazı sorular vardır ki çok cevaplıdır ve manipülasyona açıktır. O yüzden burada verilen cevaplardan daha çok kişinin bu cevapları algılayış ve kabul ediş ölçüleri önem kazanır. Cevaplar süzgeçten geçirilerek, biraz da verilenlerden şüphe duyularak, sorgulayarak alınır. Böylelikle soruyu soranın amacı ne ise ona uygun cevaplar bulmaya çalışılır. Ama çağımızda o kadar “Ben senin yerine düşünür ve cevaplarım” tarzı bir yaklaşım hâkim ki birey irade ve isteklerinin ne kadarının bununla uyum arz edebildiği bilinemiyor. Aziz Nesin’in söylediği gibi biraz da koyun olunduğundan mıdır nedir bu tarzın aşılamaması gibi bir durum da derinleştiriyor handikabı.
İrade olmak ve söylenenlerden etkilenmemek öyle sanıldığı gibi kolay değildir aslında. Yani hak vermiyor değilim böylesi cevap tutkunu arayışsız insanlara. Yıllarca sorduğu ve yaşamının onlara mutlak bağlı olduğunu düşündüğü cevaplara ulaşınca bırakmamak için yoğun çaba sarf eden yurdum insanının haklılık payı da yok değil.
Ama gel gör ki toplum ve karşılıklı sorumluluk söz konusu olduğunda toplumun yanlışları ve yanlış öğretileri karşısında irade olmak topluma karşı gösterilmesi gereken en büyük sorumluluk oluyor. Eğer gerçekten yaşanılan toplum karşısında belli bir duyarlılık ve sorumluluk gösteriliyor ise biraz da irade haline gelebilmek gerekir. Sistem ve disiplin karşıtı bir nihilist düşünce olmayan bu irade elbette koyun olmaya da direnir.
Soran, sorgulayan, arayan ama bulduklarının arkasına bakma ihtiyacını hisseden insanlar olmaktır bahsedilen. Ama tabii ki buna ulaşmanın yolları da türlü türlüdür.
Dışa açık gözlerin zamanla iç’i göremeyeceği bilinen bir gerçek. Etrafında ne kadar gezinirsen o kadar merkezden uzaklaşırsın. Birey olarak da bir olay ve olgunun görünen ve dış yüzeyiyle ne kadar ilgiliysen arka planını görmekten de uzaklaşırsın. O yüzden daha derine inebilmek ve yetkinleşebilmek için yaşam karşısında, her şeyden önce bireyin biraz da kendisini gözden geçirmesi gerekir.
Çünkü biliyoruz ki ancak kendini tanıyan, bilen, yaşadığı toplumsal gerçeği, tarihi güçlü çözümleyebilen insan hakikate ilerleyebilir. Yani etrafına saran ve bir türlü dinmek bilmeyen olaylar karmaşasında, bir yerlere yetişme telaşındaki insan topluluklarında yaşanan keşmekeşlikte en yalın gerçekler bile kocaman bir muammaya dönüşür. O yüzden birey gerçeklere ulaşabilmek için her şeyden önce kendi yerini iyi belirleyebilmelidir. Kendini iyi tanıyabilmelidir.
Öylesine hızlı akıtılmak istenen yaşamın, sabırsız insanların, tüketmek dışında yol bilmez yurttaşın yaşadığı ve yaşattığı yaşam içinde bunun dışında sağlam bir yol bulamazsın.
Eğer çılgın bir hız ve haz tutkusuyla işleyen toplum içinde kaybolmuş bir birey gibi hissediyorsan kendini ve yarına beslediğin umutlarında bir sarsılma yaşıyorsan, içinde bulunduğun zaman ve mekânın sana ait olmadığını hissediyorsan dönüp biraz da içine bakabilmelisin. Seni yaratan gerçeklik, hayallerinde saklı dünya, özlediğin insan ilişkileri, layık olduğun yaşam biraz da içinde ve tarihinde gizli. Sonuçta yarın için yaşamak hedefini koymuşsan da önüne unutma ki aslında yürüyüşünü yönlendiren geçmişin, tarihindir. O yüzden hayal ve düşüncelerini yaratan on binlerce özgürlük aşığını ve yarattıklarını unutmamak gerek.
Bu yüzden “Özgür insan doğasının en temel özelliği, tarihini seçebilmesi ve tarihle yaşamayı bilmesidir.” diyor ya Önderliğimiz.
İşte günümüz insanının ihtiyacı da bu. Özgür bir insan. Kendini bilen, etrafındaki tüm olayların arka perdesini görebilen, yalan ve dolanı daha ağızda bir hece iken algılayabilen, kendi doğrularının ve ilkelerinin değerine vakıf olan insan.
Bir yürüyüştü özgürlük. Bir mücadele. Ve inanmasan da bir kişiyle başladı. İlk soru ve soru ardından gelen bitmez arayışlarla.
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Günün anlam ve önemi; tarihe sarılın çalıntı gecelerin ve kurşuni baharların çocukları…
Doğan her günün öyküsünü saklayın mahçup ellerinizde ve gülüşlerinizi öğretin baharda açan bütün papatyalara… Biliyoruz hiçbiri acılarınızı dindirmeyecek ve gidenleri geri getirmeyecek… Ama unutmayın bizim de yüreğimiz bir türlü yitirmeyi kabullenmeyecek… Bugün resmi tarihin söyleminde dünya çocuklarına yönelik saldırıların ve hak gasplarının kınandığı ve teşhir edildiği bir gün olmaktadır… Kimin umrunda bu coğrafya da, Fırat’ın kafatası bir panzerin tekerleğinin altında kalıyor, onun lastiğinde paramparça ediliyor… Fırat’ın anası zılgıtlarını çekiyor ve hala koynundaki sırça yüreğiyle Diren’iyor…
Yürüyoruz üstüne bütün gün doğumlarının ve en çok korkularından vuruyoruz onları ve siz mahsumiyetin isyancı çocukları…
Tarihi yazıyoruz dedelerimizden bize kalan…
Ve her gün daha yüksek bir şekilde haykırıyoruz;
“Önünüzde diz çökmeyeceğiz, bu da size dert olsun” diye…
***
Bazıları, önümüzden gidenler ilk basıyor tetiğe, ya da gözlere takılan mağrur bir gülümseme de bombanın pimi bir özgürlük yüzüğü oluyor…
Vuruyoruz orta yerinden tüm talanları ve yalanları… yüzlerine çalıyoruz sahtekarlıklarını ve hain saldırılarını… yani bugünün netameli çocukları; kanla-canla, Uğur’la, Ceylan’la, Enes’le, Oğuzcan’la ve bugün de Fırat’la yarınları oluşturuyoruz…
Toprağa verdiğimiz her özge de, bir intikam yeminini toprak misali serpiyoruz en derinlerimize… Gözü kara zamanın yiğitleri olarak, yıldız kokulu gecelerde söylenen bir marş gibi dolaşıyoruz bu dağlarda, bu dağ yürekli kahramanların arasında ve şunu çok iyi biliyoruz;
Bu sefer efendilerin değil, gerçeğin tarihini yazıyoruz…
Ne fırat’a ne de diğerlerine ağıt yakmıyoruz, neden diye sormayın hemen… Çünkü hem uğur’u, hem Ceylan’ı, hem Oğuzcan’ı ve hem de Fırat’ı biz buralarda yaşatıyoruz… onların çocukluğuna takılı gözlerini albümlerimizde baş köşeye koyuyoruz…
***
Mutki tütünlerinden cigara sararken bir çatışma ortasında, derin bir nefesin ardından barut kokusunun o en keskin anında tekrardan atılıyoruz ileriye; söz diyoruz, sonuna kadar, bu bedenlerdeki kanın son damlalarına kadar diye attığımız her mermi de ve her bombanın parçalarında yeminleri sıralıyoruz peşi sıra havayı yırtan mermilerin ardından…
Sonun başlangıç olduğu bir mevsimdeyiz, gün gibi devrilse de yiğitlerimiz biz buralarda yaşamın orta yerinde ve sevgilerin paylaşıldığı bu coğrafya da sizleri de bekliyoruz…
Bu zamanın kavgasında, acımasızlığın her türlüsünü yaşayan çocuklar;
Vurun kendinizi kahpeliğin orta yerine ve bir günbatımı kadar berrak bir şekilde özgürlük dağlarını kıble belleyin… Sakın şunu unutmayın; vurdukça borç ödeyeceğiz yitenlerimize bu namus savaşında ve gün doğumu dedik ya, işte o zaman buluşacağız bir gökkuşağı altında ya da şehr-i kadimin surlarında o bilge insanla…
Toprak Cemgil
- Ayrıntılar
İsrail Siyonist devletinin 1982 yılında Filistin savaşçılarına Lübnan’ı da içine alan saldırısının yıldönümünü bugünlerde yaşıyoruz. Biliniyor İsrail saldırısı 5 Haziran 1982 yılında başlamıştı. Uluslar arası bir konsept temelinde gelişen bu saldırıları en çok destekleyen güç ABD ve peşinden de Türkiye Cumhuriyeti devleti ile batılı ülkeler geliyordu.
Bellek denen bir şey vardır. İnsanı yaptıklarıyla karşı karşıya getiren, yüzleştiren muhasebe içine çeken. Biz buna tarihi bellek diyoruz. Kimisi buna tarih şuur diyor. Yani tarihi bilinç…
Bugünlerde bol kesenden Filistin tarafgirliği yapılıyor. İsrail devletiyle en çok ilişkili olan, stratejik ortaklıkları bulunan, Filistin halkına en çok zarar veren ve tabii ki İsrail devletinin vazgeçilmez partnerleri olanlardır bunu yapanlar. Bunların başında Namı diyar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin geldiği de kesindir.
Tuhaf en çok İsrail devletiyle ilişkili olan saldırgan devletlerinin başından gelen TC devleti ve kimi sözde aklı başında görünen stratejisti bugün bizi yani gerillayı İsrail’le ilişkilendiriyorlar.
Beyler biraz ciddi olalım. Yiğidi öldürün ancak hakkını yemeyelim. Yiğidin hakkı yiğidin, nasıl ki Cesar’ın ki Cesar’ınsa…
Tarihe giderek bellek tazelemeden bugüne kısa bir bakış iyi olacaktır. Türk pilotlarını övünerek İsrailliler tarafından eğitildiğini söyleyen kim?
Mavi Marmara saldırısı ayrı Heronların alışının durdurulamayacağını ve bunların ayrı ve farklı iki şey olduğunu söyleyen kim?
İsrail devletiyle stratejik ortaklıkları bulunan kim?
Kürt özgürlük hareketinin liderliğini esir alarak Türkiye Cumhuriyeti Devletine veren kim?
Günlük istihbarat bilgisi vererek Kürt gerillalarına bomba yağdırılmasını sağlayan kim?
Kürdistan topraklarını peyderpey İsrail devletine satan kim?
Türk subaylarıyla öncelikli olarak sınırları dolaşarak, sonra da Kürdistan coğrafyasını etüt ederek TC subaylarına eğitim veren ve akıl verenler kim ya da kimler?
Önce yukarıdaki bazı sorulara cevap verilmelidir. Sonra da yiğidi öldürecekseniz öldürün. Vuracaksanız vurun. Asacaksanız asın…
Devam edelim.
Bugün ya da bu ay 1982 yılında Filistin kurtuluş hareketine ve örgütlerine karşı topyekûn İsrail Siyonist devleti tarafında yapılan saldırının yıldönümünü yaşadığımızı söyledik. Filistin kurtuluş hareketine en ciddi kayıpların verdirildiği bir saldırı olduğu da doğru. Lübnan’ın tarumar edildiği adeta ilkel komünal çağlara geri götürüldüğü bir saldırı ve kıyım olduğu da doğru. Beyrut’ta Filistin mülteci kampına meşhur faşist Şaron’un talimatlarıyla Sabra ve Şatilla’da yapılan katliamlarının yapıldığı da doğru.
O günlere geri gidelim. Ve o zaman olup bitene bir bakalım. Parti önderliğimizin bir değerlendirmesinde; ‘O dönemde, Ortadoğu'da Filistin halkının direnişi içinde bir grup yoldaşımız şehit düşmüştü. Bu şehitlik Partimizin yurt dışında da direnen bir halkın yanında ve omuz omuza, gerekirse hayatını verecek kadar dürüst ve içten davrandığı, bu temelde kendisine yer ve onur kazandırmak şerefini nasıl elde edileceğini ortaya çıkarıyor. Kokuşmuş mültecilik, şuna buna yamalanma bir yaşam değildir. Savaşçı bir yaşam, engin bir enternasyonalizmin ruhunun gelişmesi, şerefimizle kendimize yaşam alanı açmamızla sağlanır. Görülüyor ki Filistin şehitlerimizin hayatları, bugün bizlerin böylesine güçlü bir gelişmeyi yaşamamıza yol açmıştır. Onların döktükleri kanı esas aldık ve vazgeçmedik. Onları sürekli yücelterek Parti için sağlam bir mevziiye dönüştürdük. Bu mevzilerde savaşan Partimiz güçlendikçe güçlenmiştir. Onların anılarına bağlılık, bizi ülkemizin doruklarında savaşmaya itmiştir. Ülkeye büyük dönüş hareketinde kararlı ve azimli olmaya itmiştir.‘
Evet, başkan Apo’nun ‘Onların anılarına bağlılık, bizi ülkemizin doruklarında savaşmaya itmiştir. Ülkeye büyük dönüş hareketinde kararlı ve azimli olmaya itmiştir’ dediği şehitler Filistin şehitlerimizdir. İsrail siyonizmine karşı dişe dişe kavga ederek, savaşarak direnen yoldaşlarımızdır. Birçok direniş cephesinde Filistinli devrimciler mevzilerini terk ederlerken PKK’li gerillalar mevzilerini terk etmeyerek sonuna kadar direnmişlerdir. Ve bu mücadele içerisinde 10 değerli yoldaşımız şehit düşmüştür ve onlarca yoldaşımızda İsrail Siyonist devletine esir düşmüşlerdir. Şehit düşen yoldaşlarımız; Abdullah Kumral, Emin Yaşar, İrfan Ay, İsmet Özkan, Kemal Çelik, Mehmet Atmaca, Mustafa Marangoz, Şahabettin Kurt, Şerif Aras ve Veli Çakmak adındaki yoldaşlarımız isimlerini Kürt ve Filistin halklarının belleklerine altın harflerle kardeşleşme temelinde yazmasını bilmişlerdir.
Bugün birileri bu tarihi bağı karartmaya dönük çaba içerisinde olabilir. Birileri dünyanın en faşizan güçlerinin başında gelen İsrail devletiyle haşır neşir olduğu halde, bizi İsrail devletiyle ilişkili olduğumuzu söyleyebilir. Kaldı ki biz bu dünyada her güçle, her devletle nasıl ki TC devleti ilişki kuruyorsa aynı ilişkiyi kurma hakkına sahipsiz. Bir farkla biz öncelikli olarak halklarla ilişkileniriz. Filistin halkı gibi ve tabii ki Yahudi halkı gibi. Ancak işgalci, sömürgeci TC devleti gibi devletlerle ya da güçlerle ilişkilenirken kimi halkların başına bomba yağdırmak için, birilerini korsan eylemlere teşvik etmek için ve birilerine ülkemizi TC devleti ve özelde de AKP gibi peşkeş çekmek için yapmayız. Buna ne ahlakımız elverir ne de ilkesel olarak sosyalist ideolojimiz el verir.
devam edecek
Kasım Engin
- Ayrıntılar