Kendisi olamayanların, yani özgüvenden yoksun olanların varacağı yer başkasına dayanarak yaşama arayışları olur. Bir kere insan kendisine güvensizliği yaşasın gelecek olan artık hep kendisine dayanak aramasıdır.
Son yazımızda belirttiğimiz gibi, “Çok uzatmadan böyleleri çok fazla öbür dünyalara bağlı yaşarlar, böyleleri çok fazla yalana dayalı yaşarlar, böyleleri çok fazla başkalarında yardım beklerler, böyleleri çok fazla tekniğe dayalı ya da çok fazla tekno manyak olarak yaşarlar, böyleleri çok fazla komplo teorileriyle yaşarlar” misali hep çarpık yaşarlar.
İnsan niçin tekniğe aşırı güvenerek yaşar, ya da tekniğe neden bu kadar bel bağlar, ya da neden teknik donanım yoksa insanlar kendilerini eksik ve yetersiz hissederler, ya da neden hep en iyi tekniği bulabilmek için olmadık taklalar atılır ya da ne bilelim neden tekno manyak olunur? Soruları böyle sıralamak mümkündür.
TC devlet yetkilileri oldum olası özgürlük hareketi karşısında en iyi teknik donanımla çıkmayı kendilerine en büyük baş arayış saymışlardır. Öyle ki gerillanın güçlülüğünü çoğu zaman gerillanın ellerinde bulunan büyük teknik donanıma bağlayanlarda doğrusu az olmamıştır. Hatırlayanlar bilir, dönemin sarışın faşist ABD ajanı hanım bizlerin Dersim eyaletinde helikopter hatta kobra tipinden kullandığımızı belirtmişti. Ve nice uçak savarlar, füzeler hem de Stinger türünden olanlarına sahip olduğumuzda doğrusu az söylenmedi. Ve güya ABD’liler bize hep en kaliteli olan M-16 silahlarını da bu zihniyet sahiplerine göre de az vermemişlerdir.
Bilemiyoruz ama Kürdistan’da geçmişte yaşanan birçok direnişte aynı söylemler tekrarlanmıştır. Örneğin Ararat direnişinde güya “binlerce Kürt isyancı katılmış da bunun için kahraman Türk askeri zorlanmış ve bunun için Ağrı direnişi geç ezilmiştir.” Onbinlerce Kürt direnişçisinden bahsediliyor tarihi belgelerinde. Ama direnişin lideri olan Nuri İhsan Paşa ise “bırakın on binlerce direnişçiyi keşke 500 savaşçım olsaydı” diye dert yanıyor. Demek istediğimiz şudur: kendine güvenmeyen zihniyetin, -belki de tarihe karşı haksız oluşundan dolayı duyduğu korkudur- ki bu öz güvensizlik oluşmuş olsun-varacağı yer böyle hayal mahsullü senaryolar üretmesidir.
Evet, özgürlük gerillasının ne kadar gelişkin tekniğe sahip olduğunu, bunu söylemeyenler ise ne kadar dağla bir olduklarını, güya ne kadar dağa alıştıkları yine felaket eğitimlerde geçtiklerini, bu konuda hızını alamayanlar hemen dünya da TC devletiyle araları ne kadar kötü devlet varsa hepsinin de gerillaya eğitim veriyordur gibisine hayalli senaryolarda üretiyorlar. Bunun karşısında TC ordusunun tekniğinin ne kadar eski ve gereksiz olduğu, -son zamanlarda bunu polis teçhizatı için söyler oldular,- yine ne kadar eksik ve yetersiz ve eğitim gördükleri, yine ne kadar dağlarda uzak yaşadıkları derken dünyanın en fakir fukara asker tipini bize çizerler.
Tüm bu hikâyelerin varacağı yer nedir peki?
Öncelikli olarak dünyanın neresinde gelişmiş olan bir teknoloji varsa hemen onun peşinden koşulur, bunun için ne kadar gelişmiş ölüm tekniği varsa ne pahasına olursa olsun satın alınmak istenir, hatta bunun için kalas gibi olan adamlar takla bile atarlar. Silah ise silah, izleme teknikleri ise izleme teknikleri, savunma tekniği ise savunma tekniği, ileri teknoloji ise ileri teknoloji, yeter ki yeni marka olsun, yeter ki Ortadoğu’da bulunmasın, yeter ki biçimi güzel olsun, yeter ki başkalarının verdiği veriler göz kamaştırsın. Yeşil faşist olan başbakanın iki de bir predatörlerin, heronların, süper kobraların peşine nasıl takıldığını bilirler. TC’nin Mehmetçik ve polisçik basınına bakanlar ise neredeyse birçok sayfası dünyanın en gelişmiş ölüm tekniklerine ayırdıkları her halde gözlerden kaçmaz.
Evet, işte özgüvensizliğin yarattığı tekno manyakların varacakları sonuçlardan sadece birkaç tanesini sıraladık. Siz bu çökmüş ve dengesiz ruh haline bir de geri bırakılmış, eğitimsiz, donanımsız derken, küçüklük kompleksli durumu da eklerseniz ortaya çıkacak olan tümden kendisini pazara sunan, af buyurun ama kendisine alıcı arayan o maluma benzeyen bir durum ortaya çıkar.
TC devleti, hükümetleri, teknokratları, müsteşarları, cümle cemaat ordusu ve ne varsa hepsinin ortak fobileri; “yetersiziz, eksiğiz, geri kalmışız, tek başımızayız, dostumuz yok, herkes bize düşman, çevrelenmişiz, kuşatılmışız, bizi parçalamak ve bölmek istiyorlar” gibi hastalıklı fikirlere sahip olmalarıdır.
Siz düşünün böyle düşünen, böyle var olan, böyle yaşayan bir zihniyet, ruh halinin yapacağı ilk elden ne olabilir? İlk elden böylelerinin yapacakları ellerini uzatarak yardım aramalarıdır. Ve bu yardımı da tabii ki kimden isteyeceklerdir diye sorarsak, verilecek cevap kesinlikle bu dünyanın en vurucu güçlerinden denilecektir.
İşte tekno manyaklık dediğimiz durumun kendisi de zaten budur. TC devleti ve yetkililerinin kendilerine güvensizliklerinden kaynaklı dünyanın neredeyse her yerine kendilerini pazarlayarak sözde güven tazeliyorlar. Hâlbuki öz güvensizlik teknikle giderilmez. Giderilemez de. Özgüvensizliğin giderilmesinin birinci yolu ruh halini düzelterek vicdanen rahatlamaktan geçer. Öncelikli olarak suçlu durumdan kendini çıkararak rahatlamaktan geçer. Başka halklara karşı işlenen onca suçu itiraf ederek kendisiyle yüzleşmekten geçer. Belki de TC devlet geleneğinde merhamet yoktur. Ama unutulmasın ki bu coğrafyada yaşayan Ermeniler kadar merhametli kimseyi bulamazsınız, Asurîler kadar kimseyi merhametli bulamazsınız, Kürtler kadar kimseyi merhametli bulamazsınız, Yunanlar kadar kimseyi merhametli bulamazsınız, evet Romenler gibi, Araplar gibi, Türkmenler gibi, Lazlar gibi, Çerkezler gibi, Aleviler gibi, Yezidiler gibi ve gerçekten bu toprakların ne kadar renkli kavmi ve dini inanç gurubu varsa hepsinin merhametli olduklarına inanarak kendinizle yüzleşerek, suçlarınızı itiraf ederek kendinize gelirseniz, öz güvensizliği aşacak ve biraz da olsa güven dolu olarak tekno manyak olmaktan kendinizi kurtararak normal insan olmayı başarabileceksiniz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Öncelikle sömürgeci Türk devletinin ABD’den aldıkları keşif uçaklarının verdikleri bilgiye dayalı olarak gerçekleştirdiği alçakça saldırıda şehit düşen KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rüstem Cudi, HPG Askeri Konsey Üyesi Çiçek Botan, HPG Askeri Konsey Üyesi Alişer Koçgiri ve HPG’nin değerli militanlarından Rozerin, Nazlıcan, Eşref, Roj Amara ve Dr. Amara arkadaşları saygıyla anıyorum. Her birisi Kürdistan özgürlük mücadelesine büyük emekler katmış, özgürlük mücadelesinin bu aşamasına gelmesinde önemli roller oynamış bu Kürdistan fedailerini, Kürdistan halkı unutmayacaktır. Anıları gerilla için bir intikam yemini, Kürdistan halkı için bir serhıldan gerekçesi olacaktır.
Fedaisi olmayan hiçbir halkın varlığı ve özgürlüğü olamaz! Fedaisi, öncüsü olmayan hiçbir halk, büyük bedeller ödemeksizin varlığını koruyamamış, özgür ve onurlu yaşama kavuşamamıştır. Tarih boyunca tüm sömürgeci, zalim ve haksızların güçlerinin sınırını her zaman zulme, haksızlığa, sömürüye uğrayan ve yok edilmeye çalışılan halkların fedaileri, öncüleri belirlemiştir.
Bugün Kürt halkının idam fermanı anlamına gelen Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923’ün 29 Ekim’deki ilanından bu yana, Kürt halkını Türk ulus devleti içinde eritmek, yok etmek isteyen ve Kürdistan’ı kendi doğal yayılma alanı olarak gören zihniyetine ilk ölümcül darbeleri de PKK ve onun fedaileri vurmuştur. Bu darbeyle kutsal Mezopotamya topraklarında, Kürtlerin yok edilmeyeceğini, halkımızın yüreğinde sakladığı Kürdistan ülkesinin özgürlük özlemlerinin pratikleşmesinin önüne hiçbir gücün geçemeyeceğini ortaya koymuştur.
Önder Apo’nun ışıklı yolunda ilerleyen PKK’nin öncü-fedaileri tarafından yaklaşık 40 yıldır yürütülen mücadelenin sonucunda, Türk sömürgeciliği tarafından yok sayılan, tam bir soykırım zihniyetiyle yok edilmeye çalışılan Kürdistan halkı ulusal-toplumsal olarak varlığını kesinleştirmiş, yok edilemeyeceğini göstermiş, özgür olma iradesini ortaya çıkarmıştır.
HPG gerillaları, Kürdistan Özgürlük mücadele tarihinin en büyük eylemlerinden birini daha Kuzey Kürdistan’ın Colemerg ilinin Çelê ilçe merkezinde çevresinde gerçekleştirmişlerdir. Gerçekleştirilen bu eylemi, HPG şehit düşen, Rüstem, Çiçek, Alişer, Nazlıcan, Dr. Amara, Roj Amara ve Eşref arkadaşların anısına yapmışlardır. Gerilla Komutanlığı devrimci operasyon olarak değerlendirmiştir. Eylem gerçekten de, bir kahramanlık ve intikam eylemi olmuştur. Bu eylem Türk sömürgeciliğine haddini bildiren bir eylem olmuştur. Bu halkın ve ülkenin sahipsiz olmadığını herkese göstermiştir.
Kürdistan halkının fedailerinin gerçekleştirdikleri bu eylem, Önder Apo üzerinde sömürgeci Türk devleti tarafından en hukuksuz, en ahlaksız ve en alçakça bir biçimde estirilen devlet terörüne karşı gerçekleştirilen bir eylem olmuştur. Esaret altına alınan bir insana, hele hele bir halkın Önderine karşı yapılan bu alçakça saldırılar karşısında o halkın evlatlarının, hele hele fedailerinin sessiz-suskun kalacağını ya da rutin eylemliliklerle bunu karşılamayacağını herkesin bilmesi gerekiyordu. Ki bu konuda Kürdistanlı fedailer her zaman AKP hükümetini ve Türk devletini defalarca uyarmışlardır. Ancak yüzyıllardan bu yana sürdürülen sömürgeciliğin kendilerine kazandırdığı genetik büyüklük kompleksinin firavunlaştırdığı Erdoğan-Gül-Bülent-Çiçek dörtlüsü, adeta bu uyarıları duymazdan gelmiştir.
Yine hemen hemen hergün yasal-demokratik mücadele yürüten ve üzerinde tek bir çakı dahi bulunmayan Kürt siyasetçiler, gençler, kadınlar, yaşlılar onar onar esaret altına alınmaktadır. Bu saldırıları protesto etmek için sokaklara çıkaranlar ise AKP’nin ağzı salyalı polis itleri tarafından linç edilmekte, sokaklar tam bir polis işkencehanesine dönüştürülmektedir. Kürt kadınları-kızları yerlerde sürüklenmekte, hakaretlere uğramakta, gençler öldüresiye dövülmekte, Nusaybin’de çocuklar mayınlı tarlalara sürüklenmektedir. Şimdiye kadar kaç çocuk, kaç genç, kaç kadın Tayyip Erdogan’ın talimatıyla bu sokaklarda yaralandı, katledildi? Sayısı belli değil.
Sömürgeci Türk devletinin cumhurbaşkanı Abdullah Gül eylemden birkaç gün önce bir hançer gibi Kürdistan’ın bağrına saplanmış sınır çizgisinde, elleri Kürt halkının ve gençlerinin kanına bulanmış katil ordu birliklerini ziyaret etmiştir. Bu ziyaretinde, Kato dağında Kürdistan özgürlük gerillalarını şehit eden askerlerini kutlamış, kanlı ellerini sıkmış, “iyi iş başardınız” demiş ve hediyeler sunmuştur. Eksik olan davul-zurnaydı. Kürdistan özgürlük gerillasını şehit eden, katleden işgalci ordusunu kutlarken, büyük zafer kazanmış bir komutan edasıyla başı neredeyse göğe değecekti. Bu ziyaretin hemen hemen her karesi sömürgeci-ırkçı Türk medyasında yoğun bir biçimde işlendi. Sömürgeci-işgal ordu birliklerini saldırganlıkta, Kürt katliamında cesaretlendiren Abdullah Gül, nasıl ki sinsi bir tarzda tam bir gizlilik ve korku içinde geldiyse, aynı şekilde de geri döndü. Tıpkı Afganistan ve Irak’a giden Bush-Obama gibi…
HPG gerillalarının Çukurca eyleminden sonra gerek sözümona kendini liberal, aydın gören Türk cenahından, gerekse de bazı uşak ruhlu, sömürgeciliğe yaranmak ve bir aferin almak için günde kırk takla atan bazı Kürt tiplerinden eyleme dönük bir yığın karalama gelmeye başladı. Barışa sıkılmış kurşun, şiddetle sorunlar çözülmez, kurşun haramdır, süreci sabote eden davranış, dış güçlerin parmağı vb. v.b.
Şaşırmıyoruz!
Sanki ortada bir barış varmış! Sanki ortada samimi- içten Kürt sorununu Kürt halkının halk olmaktan kaynaklanan haklarını kayıtsız-şartsız tanımak isteyen, bunu anayasal güvenceye somut bir biçimde koymak isteyen, genellemeler içinde boğuntuya getirmeden, Cumhuriyetin ilanından bugüne Kürt halkına karşı yapılan katliamları, istiklal mahkemelerinde yargılanıp dar ağaçlarına gönderilen yüzlerce Kürt önderi, fedaisini istiklal mahkemelerinde yargılanıp ulusal-kültürel soykırımları itiraf eden, Kürt halkından özür dilemek isteyen birileri var, sanki bir halkın Önderi haksız yere zindanda ve en ağır baskı ve işkence altında değil… Sanki hergün hergün soykırım operasyonları yapılmıyor! Kürt çocukları bağırtıla bağırtıla, kendini inkar eden ve kendi kendisine ağır bir sövgü olan ulusal andı okumuyor…
Beyler bu AKP hükümeti değil midir, KCK davasından tutuklananlara kendi anadiliyle savunma hakkını engelleyen? Bu sömürgeci hükümetin başı Tayyip Erdoğan değimlidir ki, Önder Apo için, “ben olsaydım, asardım” diyen!
Sizin barış dediğiniz, Takriri sükun, Şark-İslahat Planı, İskan Kanun, Tehcir kanunu, yatılı bölge okullarında Kürt bebelerini Türkleştirme süreçleridir. Birer yeniçeri yaratma girişimidir. Tunceli Kanunu’dur. Dersimin derelerinin kan akmasıdır. Kadınlarımıza, kızlarımıza tecavüzdür. İşkencedir. Sıkıyönetimdir. Jandarma zulmüdür. Kürdün, Kürdistan’ın, diline-kültürüne, tüm değer ve sembollerine hakarettir. Aşağılamadır. Yetmedi, Kürde dışkı yedirmedir. PKK hareketi ve gerilla ortaya çıkmadan önceki yıllardır! Kürdün soykırımının-yokoluşuna az bir zaman kaldığı yıllardır! Böyle bir ortamdır! Kürt halkına boyun eğdirmedir! PKK ve Özgürlük gerillası ortaya çıktıktan sonra da, onbini aşkın faili meçhul cinayettir! Dört bin köyün boşaltılmasıdır. Dört milyon Kürdün ülkesinden, toprağından kovulması, sürgün edilmesidir. Annesiz, babasız kalan çocuklardır…Ve tarifi mümkün olmayan acılar acılar….
Ama bütün bunlar ne hakla yapılıyor Kürdistan’da? Neden?
Herkes vicdanlı ve biraz da olsa ahlaklı olmalı. Kimse bilmemezlikten gelmemeli, Kürtleri de aptal yerine koymamalı. Şark İslahat Planı neden çıkarıldı? Anlamı nedir? Haydi şimdi yaptıklarınızı PKK ile açıklıyorsunuz. Anladık. Ama peki şark islahat planını, Tunceli kanununu, İsmet İnönünün Kürt raporunu daha onlarca rapor niçin hazırlandı. Kürdü bitirmek, Kürdistan’ı yok etmek için değilmiydi?
Türk sömürgecileri Kürdistan’ı sömürgeleştirdi. Ve Kürdü de Türk ulus devleti içinde yok etmek istedi. Halen de, bu politika yürürlüktedir. Kimse ne kendisini kandırsın, ne de Kürtleri kandırmaya çalışsın. Kürdistan sömürgeci Türk devleti tarafından işgal edildi. Her sömürgeciliğe karşı direniş hakkı kutsaldır, savunmak doğal bir haktır. Bir varolma, onurlu-şerefli olup-olmama sorunudur. Türk sömürgecileri katil sürüsü ordularıyla, büyük katliamlarla, darağaçlarıyla, yakıp-yıkmayla bu ülkeyi işgal etti. Eğemenliğini gerçekleştirdi. Şimdi Kürtler, Kürdistanlılar kendi topraklarında artık özgür yaşamak istiyor. Ama buna işgalci- sömürgeci efendilerin büyük, stratejik düzeyde itirazı ve korkunç tepkileri vardır! Neden? Vatanımızı-milletimizi bölüyorsunuz! Peki nerden Kürdistan senin vatanın, Kürt ulusu, senin ulusun oluyor? Demek zorunla, katliamınla, asimlasyonunla, soykırımınla yaptın, bitti diyorsun. Yani Kürt kanına bulaşan ellerinizi şimdi temizleyip üstüne beyaz eldiven geçirince her şey tamam diyorsunuz!
Şeyh Sait isyanının bastırılmasından sonra Vatan gazetesinde, Palu-Genç arasındaki bölgeyi işaret eden haritanın üzerine süngüsünü indirmiş bir sömürgeci Türk askerinin karikatürü vardır. Peki bu karikatürü ne yapacaksınız? Yok mu sayacaksınız? Peki 3 Nisan Ülkü gazetesindeki şu yazıya ne diyeceksiniz? “ Artık bütün dünya Türklerin diğer milletlere gerektiğinde süngü ve kılıcın keskin kenarıyla uygarlık ve özgürlük getireceğini biliyor.” Demek Kürtlere özgürlük ve uygarlığı böyle getirdiniz. Bu tam da İngiltere’nin, Fransa ve diğer sömürgeci güçlerin söylemi değil mi? Peki dönemin Türk dış işleri bakanı Tevfik Rüştü Arasın: “ geri Kürtler yaşam kavgasında kendisinden daha üstün olan Türklerin altında kalmıştır. Bu nedenle de ya ülkeyi terk etmeleri ya da yaşam kavgasında işe yaramaz unsur olarak yok edilmeleri gerekir.” Sözünü ne yapacağız? Tayyip Erdoğan’ın tek vatanı, tek dili, tek ulusu, tek bayrağı kabul etmeyen çeksin gitsin sözünün bu sözden farkı nedir?
Daha önce de, Kürt katliamının fermanını imzalayan Mustafa Kemal de, bir Kürt isyan Önderliği olan büyük şehidimiz Şeyh Sait’in öncülüğündeki isyanın bastırılmasına katılan askerlerini “Türk tarihinde ilk kez kendilerine ait bir ideal, soylu bir amaç için savaşmışlardır” diyerek kutlamıştı. Aynı şeyi İsmet İnönü de yapmıştı. Daha sonraki yıllarda Kürdistan’ı tam bir harabeye çeviren Tansu Çiller denilen caniye de benzer şeyler söylemişti. Geçen yıllarda Tayyip Erdoğan da işgalci Türk ordularını Güney Kürdistan seferinden dönerken kutlamıştı.
Çünkü Kürdistan’ın hakim ve egemenleri ve Kürt halkının üzerinde her türlü baskı-sömürü ve yok etme siyasetini kendi hakları olarak gören sömürgeci efendiler, kendi toprağına, ülkesine, diline, kültürüne sahip çıkan, halk olmaktan kaynaklanan en doğal haklarından yana olan herkesi öldürme, işkence etme, hakaret etme, aşağılama hakkını kendinde görmektedirler.
Onlar vurma hakkına sahip, biz sadece vurulma hakkına sahip ve sadece boyun eğmeliydik!
Onlar tanklarıyla, toplarıyla, uçaklarıyla, jop ve potinleriyle ezme, hakkına sahip, biz ezim ezim ezilirken dahi ses çıkarmamalıydık. Hatta “ bize uygarlık, özgürlük” getiriyor demeliydik.
Onlar dilimizi, kültürümüzü-sanatımızı inkar etme ve aşağılama hakkına sahip, biz sadece kendimizi inkar, kendimize yabancı olmak ve onlara özenmek, Türkleşmek zorundaydık.
Onlar, yüce tanrının yarattığı efendi ve soylu Türk ulusuydu.
Biz, ezilmesi, yok edilmesi gereken, Türklere köle ve hizmetçi yapılması gereken kölelerdik.
Onlar vurunca, şakiyi, eşkiyayı, teröristi vuruyor ve helalinden bir iş yapıyor, bu halkın evlatları kendisini vuranları vurunca, haram bir iş yapmış oluyorduk!
Sömürgeci Türk ordusunun kurşunları helal, Kürdistan özgürlük savaşçılarının sömürgeci zalimlere sıktığı kurşunlar ise haramdı!
Onların orduları olurdu, ama Kürtlerin savunma güçleri olmazdı!
Sömürgeci Türk ordusu saldırır, Kürtler ateşkes yapmak zorundaydı!
Kısacası sömürgeci Türk devleti her şey, biz hiçbir şeydik.
Ancak mücadelemiz bu zihniyete ağır darbeler indirmiş, biz halk olarak kendi topraklarımızda, Kürdistan’da özgür yaşama hakkına sahip olduğumuzu ortaya koyduk. Bu eylem bu hakka sahip olduğumuzu ortaya koyan bir eylem olmuştur.
Kürdistan Özgürlük Gerillalarının Çele’de ortaya koydukları kendi toprağını, kendi değerlerini ve kendi halkını savunma eylemi karşısında bizzat eli Kürt kanına bulaşmış işgalci ordu birliklerini kutlayan, selamlayan, kan dökmesinden dolayı kutlayan sömürgeci Türk devletinin cumhurbaşkanı Abdullah Gül intikam çığlıkları atmaktadır. Aynı şeyi başbakan daha yüksek perdeden tekrarlamaktadır. CHP ve MHP ise tam bir savaş narası atmaktadırlar. Bu çerçevede ırkçılıkla, Kürt inkarıyla zihinleri doldurulmuş, eğitilmiş, kandırılmış, soykırımcı faşizan ruhla sokaklara salınmış kesimler gerçeği anlasalar Kürtlere değil, PKK’ye ve ona savaşçılarına değil bizzat cumhuriyet tarihi boyunca büyük bir stratejik yalanla kendilerini kandıran Türk egemenlerine saldıracakları açıktır. Ancak bugün bu yalanla şişirilmiş, harekete geçirilmiş bu kesimler Kürt halkını özellikle Türkiye metropollerinde sindirme, geri adım attırma uğraşı içine girmişlerdir. BDP’nin çeşitli il ve ilçe binalarına saldırmaktadırlar. Her şeyi tam bir Vandal ruhla yakıp yıkmaktadırlar. Ancak Kürt halkı, gençleri, kadınları ve dostları bu saldırılara cevap vermesini bilecektir.
Yine sınır ötesi operasyon adı altında Güney Kürdistan bölge hükümetini tehdit etmekte ve Kürt kazanımlarını Irak Arap yönetimiyle birlikte kıskaç altına alarak sürekli tehdit altında tutmaya çalışmaktadırlar. ABD’ye bölgede yaptığı taşeronluğun karşılığında aferin almanın rahatlığı içerisinde bulunmaktadırlar.
Kılıçla gelen kılıçla gider! Bu halk kendisini, tarihini, topraklarını, değerlerini savunuyor ve savunacaktır. En doğal ve meşru hakkıdır. Bu Kürtlerin halk olmaktan kaynaklı doğal hakkıdır. Sömürgeci ordu ve polis sürülerine karşı Kürdistan özgürlük gerillasının-fedaisinin yaptığı haklı eylemleri kınamayı bırakın da, asıl bu sömürgeci katil ordu-polis sürülerinin bu topraklarda ne hakla bulunduğuna cevap verin! Yoksa Türk devletinin sömürgeciliğini meşrulaştırmaya devam mı edeceksiniz?
Ey Filistin, Cezayir, Vietnam, Nikaragua, Güney Afrika vb. daha birçok özgürlük mücadelesinin özgürlük gerillasına övgüler dizenler, sözkonusu sizin katil, faşist, soykırımcı ve sömürgeci devletinize karşı direnişe geçerek varlıklarını ve özgür geleceklerini savunan Kürdistan özgürlük gerillalarına karşı neden bu kadar öfkelisiniz? Ama eğip-bükmeden! Stratejik tek vatan,tek millet,tek dil, tek kültür yalanını tekrarlamadan.
Ve biraz da Jean Paul Sartre’nin vicdanıyla…
Herdem Serhildan
- Ayrıntılar
Şehit Çiçek Devrimci Harekatının başarısı karşısında tüm düşman güçleri derin ve büyük bir şoka girmiş durumda. Çaresiz, zayıf, sarsılmış ve umutsuz koca adamlar her fırsatını buldu mu ağlamaklı bir tarzda veryansın ediyor. Bu duruma sebep suçunu arayıp duruyor. Suçlayacak dünya dolusu güç ve ülke buldular birkaç günde. ABD’den Rusya’ya, Yunanistan’dan Suriye’ye, İran’dan İsrail’e onlarca gücün bize yardım ettiğini, bunun sonucunda bu harekatı başardığımızı propaganda ediyorlar. Doğrusu kimse de bunca ülke bize yardım ediyorsa o zaman Türkiye’nin şimdiye kadar neden ayakta kalabildiğini düşünmüyorlar. Yoktan bir senaryo, yalan, uydurma peşinde kendi hata ve suçlarını görmezden geliyorlar.
Açıkçası durum şu;
Söylemiştik.
Ve yaptık.
Sabrımızı zorlamayın dedik mi? Dedik. Değerlerimize saldırmayın dedik mi? Dedik. En hassas olduğumuz konuları bir bir sıralayıp uğraşmayın dedik mi? Dedik. Halkımıza saldırmayın, gerillamıza yönelmeyin dedik mi? Dedik. Önderliğimize saygılı olun dedik mi? Dedik.
Bunların olmaması durumunda, saldırıların devam etmesi durumunda yüzde beşini kullandığımız savaş gücümüzü kullanmaktan kaçınmayız dedik mi? Dedik. Bu dünyayı başınıza yıkarız, ortaya çıkacak durumdan kurtulamazsınız dedik mi? Dedik.
Dönüp bakacağına, saldırıyorlar. Esasında daha ortaya çıkan durumun farkında değil hiç kimse. Nasıl bir durumla karşı karşıya olunduğunun, bu andan itibaren nasıl bir duruma doğru adım adım ilerlediklerinin farkında değiller.
Siz o pek kıymetli siyasetçilerinizi, pek muhterem zatıali Erdoğan paşayı dinlemeyi sürdürün. Duygu sömürülerini, demagojilerini kendinize ilham kılıp yaşamaya devam edin.
Bu duruma sebep suçunuzu söyleyeyim. Kayıtsızlık…
Kürtlere kayıtsız kalmayı tercih ettiniz. Ne söylediler, ne yaptılarsa görmezlikten geldiniz. Katledilmesine, suçlanmasına, hakarete uğramasına göz yumdunuz. Önderliğine saldırdınız. Bebeleri, çocukları polis kurşunları, asker patlayıcılarıyla katlettiniz. Kadınlarını direkt ve yarattığınız geleneklerinizle, vurdumduymazlığınızla öldürdünüz. Gerillalarımız binlerce kiloluk bombaların altında parçalanırken ses etmediniz. Ülkemizin her karışına kurduğunuz karakollarınızdan, Kürdistan ananın, aşığı olduğumuz doğanın her tarafını bombaladınız. Ağaçlarımızı yaktınız, ormanlarımızı kül ettiniz. Tarihi zenginliklerimizi suların altında bıraktınız. Kardeşleri birbirine kırdırdınız. Hakaret, küfür, aşağılama, asimilasyonla kimliksizleştirdiniz. Özünden çıkarıp yabancılaştırdınız.
Sömürge, işgal, soykırım ile Kürtleri ehlileştirmeye, teslim almaya çalıştınız.
Yapmayın dedik, etmeyin dedik, savaş değil barış istiyoruz dedik, kimse ölmeden bu işi çözebiliriz dedik. Dinlemediniz.
Önderliğimiz “bir iyi niyet gösterin bir haftada tüm gerillaları çekeyim” dedi yine dinlemediniz.
Kayıtsız kalmanın en iyi intikam yöntemlerinden biri olduğunda ikna olduğunuzdan bunu denediniz.
Ama yanlış hesap ettiniz. Kürtler, yani bu toprakların sahipleri, bu ülkenin kurucuları, bin yıllara dayalı bir tarihe sahip dünyanın en köklü halklarından birine karşı ciddi bir hata yaptınız. Yok olmaya karşı dirençli, aşağılanmaya karşı öfkeli, barışa ve hakikate tutkulu bir halkı görmemeyi tercih ettiniz.
Buyurun, yarattığınız, oluşturduğunuz tablonun altından kalkın şimdi.
Sanmayın bu kadarla da kalacak. Defalarca uyardığımız ve söylediğimiz gibi artık gerilla sabretmeyecek. Gerilla bu kadar haksızlığa ve adaletsizliğe karşı susmayacak. Kürdistan toprağı üzerindeki özgür yaşam hakkımızı alana dek, bu topraklar ve ülke üzerinde egemenliklerini oluşturan tüm lanetli insanları defedene dek kleşlerimiz susmayacak.
Sanmayın ittifaklarınız, teknolojik destekleriniz durdurabilecek bizi. Tüm cümle alem duysun. Gerillanın zamanıdır şimdi. Bir değil, yüz Çele’ye hazır olun. Nereden, ne zaman geleceğimizi göremeyeceksiniz bile.
…
Bir not da düşelim. Bu gördüğünüzü vahşet olarak adlandıranlar dönüp ordunuzun ve polisinizin yaptıklarına bir daha baksın. Katledilen yoldaşlarımızın ayağına zincir takıp sürükleyen, cenazelerini tekmeleyen, büyük bir gururla öldürmeyi kutsallaştıran ordunuzu görün önce. Vahşet sizin ve medyanızın yaptıklarıdır. Gerçeği ve hakikati gizleyen o pis dillerinizdir esas vahşet. Söküp koparana dek ağızlarınızdan devam edecek bu devran.
…
Sıkıysa gelin diyelim bir de. Hani kıyamet koparıyorsunuz ya, vuralım, asalım diyorsunuz ya. Gelin de görelim.
Kürtlerde bir atasözü vardır. Got û kir mêre, ne got û kir şêre, got û nekir kure kere nêre…
Yani söyleyip yapan merttir, söylemeden yapan aslandır, söyleyip de yapmayan erkek eşeğin çocuğudur…
Mesajı aldınız sanırım…
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Yirmibirinci yüzyılın başında kendisini yenilese de, PKK’nin bir yirminci yüzyıl hareketi olduğu açıktır. Rus Ekim Devriminden ve reel sosyalizmin bağımsızlık, özgürlük, eşitlik ve demokrasi ilkelerinden derinden etkilenmiştir. Özellikle bir yirminci yüzyıl gerçeği olan ulusal kurtuluş hareketlerinin etkisi derinden olmuştur.
Ortaya çıkış koşullarında PKK üzerinde etkide bulunan üç moral dış kaynağın bulunduğu söylenebilir. Muzaffer olan Vietnam ulusal kurtuluş devrimi, Küba devrimi ve Afrika halklarının ulusal kurtuluş hareketleri! Yine PKK gerillacılığı üzerinde de üç gücün etkisi vardır: Türkiye devrimci gençlik hareketi, yani Dev-Genç direnişi, yani Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşlarının gerillacılığı, Filistin gerillacılığı ve KDP pêşmergeciliği!
Sıkça ifade ettiği gibi, PKK Kürdistan’ın aydın-gençliğinin yarattığı bir hareket olarak doğmuştur. Yani Kürt gençliğini PKK örgütlememiştir, tersine Kürt aydın gençliği bilinçlenip örgütlenerek PKK’yi yaratmıştır. Bu örgütsel ve kimliksel açıdan da böyledir. “Apocular” hareketi, ya da kendisine “Kürdistan Devrimcileri” diyen hareket, PKK olmadan önce, daha 1977 yılında “Kirdistan Devrimci Gençlik Birliği” adıyla örgütlenmiştir. Pek bu isim duyulmamış olsa da, gerçek budur. “Apocu hareket” daha sonra kendisini “Partiya Karkerên Kurdîstan-PKK” olarak adlandırmıştır.
Parti, gerilla ve halk cephesi haline gelirken, diğer sınıf ve tabakalar gibi gençliği de özgün olarak örgütleme ihtiyacı duymuştur. 1987 yazında Avrupa’da “Kürdistan Yurtsever Devrimci Gençlik Birliği” kurulmuştur. Kürdistan’a çeşitli yollarla yansımaya çalışsa da, bu örgütlenme esas olarak Avrupa ile sınırlı kalmıştır.
Parti-gerilla içiçeliği temelinde gelişen devrimci hareket, 1990’ların başında Kuzey Kürdistan serhildanını ortaya çıkarmıştır. Serhildan esas itibariyle bir kadın ve gençlik hareketi olmuştur. Buna kadın ve gençlik devrimleri de denebilir. Kürt kadınının ve gençliğinin kitlesel bilinçlenmesi ve örgütlenmesi bu hareket içinde gerçekleşmiştir. Daha önceki tecrübelerden de ders çıkartılarak Kuzey Kürdistan’da 1990’ların ortalarında şekillenen gençlik örgütü “Yekîtiya Ciwanên Kurdîstan-YCK” olmuştur.
YCK, her ne kadar 1990’lı yıllardaki serhildanın yürütücüsü olsa da, esas rolünü 1998-1999’da uluslararası komplo karşısında oynamıştır. “Güneşimizi karartamazsınız!” şiarı temelinde uluslararası komploya karşı Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı sahiplenme ve savunma direnişini esas itibariyle YCK yürütmüştür. Direniş tüm halkın katıldığı bir halk direnişi olsa da, örgütlü öncülük YCK olmuştur. YCK adı yıllarca Türk polisinin ve komplocuların yüreğine korku salmıştır.
1998’in 99’un YCK’lileri şimdi gerilla komutanlığı yapıyorlar. Büyük çoğunluğu 1999’dan itibaren gerillaya katıldılar. Bir kısmı da gençlik örgütlenmesindeki değişim ve dönüşümü yöneterek gerilla saflarında yer aldılar. 1999’da “Güneşimizi karartamazsınız!” yürüttükleri Kürt Halk Önderini savunma mücadelesini gerilla saflarında yürütür hale geldiler. Bugün de İmralı sistemine, ağırlaştırılmış tecrit ve işkencesine karşı Önder Apo’yu savunma ve özgürleştirme mücadelesini en ön safta yürütüyorlar. “Demokratik özerkliği inşa ve Önder Apo’ya özgürlük” hamlesine en ön safta katılıyorlar.
Kürt gençliğinde bir kuşak yetiştirdi YCK! Önder Apo’yu sahiplenmenin ve direnişin bir kimliği oldu. Saflarında çok büyük kahramanlar, yaman direnişçiler çıktı. Birçoğu bu uzun süreli mücadelede gerilla saflarında kahramanca savaşarak şehit düştü. 2008’de Zap’ta şehit düşen Botan Hakkari ve Erdal (İlyas Aydın) bunlardan ikisiydi. Hem YCK’nin yiğit militanları olmuşlar, hem de YCK’den Komalên Ciwan’a gelen yolda gençlik hareketini yönetmişlerdi. Sonunda da gerillaya katılıp HPG’nin yenilmez savaşçı ve komutanları haline gelmişlerdi. Yine Kelareş’te şehit Hakî Şiyar (Senar Mete)’da bu kuşaktandı.
Bu yıl “Demokratik özerliği inşa ve Önder Apo’ya özgürlük” hamlesi içinde de iki seçkin YCK’liyi şehit verdik. Botan gerilla direnişinin en ön safında yer aldılar ve direnişe büyük güç kattılar. Birisi Ağustos ayında Pervari eyleminde şehit düşen Zerdeşt Dersîm’di. Diğeri ise Kato Marînos savaşında kahramanca direnip 12 Ekim’de şehit düşen Baz Mordem (Emrah Bayer)’di. Katillerine bizzat Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ödül verdiği Baz Mordem! Düşmanını ne kadar korkutmuş olduğu bu olayla da açıkça görülmüştü.
Baz Mordem, Van’ın sınır kasabası Başkale (Elbak)’de doğup büyüdü. Çocukluğu 12 Eylül faşizmine karşı direniş içinde geçti. Üniversiteye gidince gerçekleri daha iyi görüp bir YCK militanı haline geldi. Uluslararası komploya karşı direnen seçkin YCK’lilerden birisi oldu. Ardından da 1999 yılında Önder Abdullah Öcalan’ı savunan fedai militanlar içinde yer almak üzere gerillaya katıldı.
Fakat süreç değişim-dönüşüm süreciydi ve öncü örgütçülere ihtiyaç vardı. Baz Mordem işte bunlardan birisi oldu. Gençlik hareketinin değişip dönüşmesine ve Komalên Ciwan örgütlülüğüne kavuşmasına öncülük etti. Kürt Gençlik Hareketinin koordinatörlüğünü yaptı. İki dönem Konra Gel Genel Kurul üyesi oldu ve KCK Yürütme Konseyi içinde yer aldı. Çok genç yaşına rağmen parlak zekâsı ve bitmez tükenmez enerjisiyle bu görevleri başarıyla yerine getirmeyi bildi.
Baz Mordem 2007 yılından itibaren bir HPG savaşçısı olarak gerilla saflarında mücadele etmeye yöneldi. Mahsum Korkmaz Askeri Akademisi’nde eğitim gördü. Ardından da doğup büyüdüğü alanlarda, Botan’ın doğusunda gerilla mücadelesine katıldı. Büyük yönetim tecrübesine rağmen, gerilla saflarında tim komutanlığından başlayarak çekirdekten yetişmeyi esas aldı. Takım ve bölük komutanlığı görevlerini yürütüp Kato bölgesinin komutanı oldu. 12 Ekim’de Türk ordu güçleriyle girdiği savaşta kahramanca direnip şehit düşene kadar HPG’nin güleç yüzlü, atak ve mücadeleci bir komutanı olmayı bildi.
Ekim ayının ikinci haftasında Zap’ın batısında, Kato Marinos’ta Baz Mordem’i katledince Türk ordusu çok büyük bir zafer kazandığını sandı. O kadar ki, yapılan zafer şölenlerine Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bile katıldı. Nereden bileceklerdi ki, ardından fırtına gelecek! Nitekim Baz Mordem’in arkadaşları, daha şahadeti üzerinden bir hafta geçmeden intikamını aldı. Bu kez Zap’ın doğusunda, Çele mıntıkasında 19-20 Ekim günleri gerillanın vurduğu ezici darbe, Türk ordusunu da AKP hükümetini de şaşkına çevirdi. Bu darbeyle Kimyasal Necdet’in de, Başkomutan Gül’ün de, Tayyip Paşa’nın da karizmaları çok fena halde çizildi.
Baz Mordem, Kürt gençliğinin yarattığı sayısız kahraman önderlerden biridir. Kıvrak zekâsı ve bitmeyen enerjisiyle gençlik hareketine de, özgürlük mücadelemize de çok büyük değerler katmıştır. Kürt gençliği ve halkı, bu kahraman evladını ve yol gösterici komutanını her zaman anacak ve izinden başarıyla yürümeyi bilecektir! Kürt gençleri Bazlaşarak bu yiğit önderinin anısını yaşatacaktır!
Bu çerçevede Baz Mordem’in tüm YCK şehitlerini saygıyla anıyoruz!..
Selahattin ERDEM
- Ayrıntılar
Türk devleti yetkilileri bol keseden asker edebiyatı yapıyorlar. Bu asker edebiyatına basın kelli felli bir şekilde eşlik etmekte. Öyle ki savaş davullarını daha hızlı çalmak için Kürdistan’a teftişe gelen Başkomutan olarak isimlendirdikleri Abdullah Gül’ün gezisini askeriyenin üst düzey komutasının da içinde yer aldığı bu savaş hazırlığını manşetlerden verdiler. TC işgalci devletinin savaş hazırlıkları bir yana, savaş ganimetleri üzerinde şekillenen bir imparatorluğun devamcısı olan bu devletin temel beslenme gıdası savaştır.
TC devleti yürütülen savaşın hazırlıklarını daha güçlü yürütme planları yaparken İsrail devleti ile Filistinliler arasında esir değiş tokuşu yapıldı. Bir askere karşı tam 1027 Filistinlinin serbest bırakılacağı söylendi. Yani, Galid Şalit’e karşın 1027 Filistinli direnişçi!
İsrail devletinin geçmişte de kendi esir askerlerini almak için yoğun arayış içerisinde olduğunu biliyoruz. Hatta bir esir askerini kurtarmak için insan aklının alamayacağı girişimlerde bulunduklarını da biliyoruz. Lübnan’a saldırılarının bir gerekçesi olarak Galid Şalit’in özgürlüğünü göstermişlerdi. Bu ne kadar doğrudur bu tartışılabilir ama İsrail devletinin savaşa sürdüğü askerlerini ortada bırakmadığı görülüyor. İsrail siyonizmini beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz ancak “yiğidin” hakkını yememek gerekir. Ne de olsa bizler Ortadoğuluyuz ve biz Ortadoğulularda esas olan bir karakter de mertliktir. Namertlik bu toprakların özünden esasta hep uzak durmuştur. Daha sonraları bu topraklara namertlik ekilmiş ise farklı yerlerden taşırıldığı da bir o kadar aşikârdır.
Evet, siyonizmi beğenmeye bilirsiniz hatta bunun karşısında ciddi durarak mücadelede edebilirsiniz. Nitekim Kürt özgürlük hareketi olarak 1982 yıllarında mazlum Filistin halkının yanında, İsrail siyonizmine karşı bugün olduğu gibi o yıllarda da ön cephede hep karşı durduk. Bunun için on’un üzerinde yoldaşımız şehit düşerken, Önderliğimiz bizatihi Siyonist rejiminin yoğun istihbarat paylaşımının yanı sıra bir fiilen TC devletine sunduğu katkılardan dolayı, TC devletine esir verilmiştir. Özcesi, biz kendi cephemizde insanlığa karşı büyük suçlar işlemiş Siyonist rejime karşı kendi cevabımızı her zaman net olarak vermişizdir.
Şimdi bu Siyonist rejim Filistinlilere esir düşmüş bir askeri için binin üzerinde Filistinliyi bırakarak kendi askerine sahip çıkıyor. Bunun karşısında İsrail askerinin bırakılacağı tartışmaları henüz medyaya yansımadan önce özgürlük hareketinin elinde esir bulunan iki askerle bir kaymakam adayı televizyonlara mesajlar gönderdiler. Serbest bırakılmalarını bekliyorlar. Hatta direk ve dolaylı olarak Türk devletinden yardım talep ettiler. Ne var ki esir askerlerin görüntüleri ekranlara geçerken devlet yetkililerinin yanı sıra tek bir TC devleti basını ve medyası bu durumu haber geçmedi. Ama ne zaman ki Galid Şalit meselesi gündeme geldi onlarca televizyon canlı olarak bu meseleyi haber konusu yaptı. Hatta TC devletinin yetkili ağızları birinci elden açıklamalarda bulundular. Dediğimiz gibi kendi esir askerlerine ilişkin ise tek bir açıklama, tek bir haber, tek bir tartışma yürütmediler.
Özgürlük hareketinin elindeki esir askerlere ilişkin tek bir söz etmemeleri hatta geçmişte bir meclis başkanının esir olarak özgürlük hareketinin eline düşenlere dönük “keşke ölselerdi” demeden de edememişti.
Özcesi bu devlet yani TC devleti kendisinin bizatihi savaşa gönderdiği askerlere sahip çıkma onurunu göstermiyor. Tersine savaş meydanlarında askerlerini terk edip kaçıyor. Hatta imkan bulursa esir düşecek askerlerini bizatihi kendileri esir düşmemeleri için katlediyor. Vuruyor.
Bu durumda: TC askerliğine niçin gidilsin ki? Bu durumda vicdani retçiler başta olmak üzere kendi askerini koruma sorumluluğu duymayan bir devletin askerliğini neden yapsınlar ki?
Evet, kendi askerini koruyamayan, esir düştüklerinde sahiplenmeyen, bu saygın, onurlu duruşu göstermeyen bir devletin askerliğini yapma. Askerlik yapıyorsan biran evvel kaç. Terk et. Ve vicdani retçiysen devletin bu onursuzluk durumunu kendinin haklı davası için daha güçlü bir gerekçe yap.
Rojhat Bluzeri
- Ayrıntılar
Sömürgeci Türk devletinin oluşumu ve ilanı Kürt soykırımı üzerine gerçekleşmiştir. Türk ulus devlet oluşumu, esas felsefesi ve temel ilkesi “tek vatan, tek millet, tek devlet, tek dil, tek kültür” esasına dayanmaktadır. Bu nedenle Kürdistani ve Kürt olan her şey yasaklanmış, yok edilerek tarihten silinmek istenmiştir. Bu çerçevede fiziki katliamların yanı sıra toplumu Kürtlüğünden, Kürdistani bilinçten yoksun kılmak için tam bir soykırım ve asimilasyon sistemi oluşturulmuştur. Sömürgeci AKP hükümeti, bu siyasete kutsal İslam dinini alet etmek istemektedir. Bununla Kürt ulusal uyanışını, bilinçlenmesini ve örgütlü gücünü yok etmek istemektedir.
AKP TRT 6, Kürtçe kurs gibi uygulamalarla Kürt sorununu çözmüş olarak kabul etmektedir. Köklü bir tarihe, kültüre sahip Kürt halkını bir iki televizyonla veya kursla kandırmaya, oyalamaya çalışmaktadır. Hiçbir biçimde Kürt halkının sorunları bir televizyon ve Kürtçe kursa indirgenerek çözülemez. Bu, olsa olsa o halkla alay etmek anlamına gelir. Kürt sorunu, ulusal ve toplumsal bir sorundur. Bir halkın var oluşsal haklarından kaynaklı tüm haklarının tanınması gerekir. Tayyip Erdoğan, Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğla uzlaştıktan sonra “bireysel haklar” kapsamında ve yerel yönetimler seçimi öncesi TRT 6’nın açılması, bir halkı parçalamayı, yok saymayı amaçlayan bir uygulama olmuştur. Bir ulusun hiçbir hakkını tanımamak ama sözüm ona bireysel haklarını tanımak, yeni bir inkâr etme tarzıdır. Kürt halkının özgürlük mücadelesini tasfiye etme amacından başka bir şey değildir. Dolayısıyla AKP’nin bir Kürt sorunu çözümü niyeti ve hedefi yoktur. Zihniyeti gereği olamaz da!
Bu zihniyetin bir numaralı temsilcisi Tayyip Erdogan denilen ağzı salyalı sömürgeci itin, Kürtlere din konusunda yaptığı son saldırı karşısında, tüm yurtsever Müslüman Kürtlerin Cuma namazlarında gerekli cevap vereceği kesindir. Biz Türk egemenlerinin kutsal İslam dinini nasıl kendi sömürgeci egemenliği için kullandıklarını da biliyoruz. Ama şu tarihi bir kesinliktir. Kürtler, Türk egemenlerinin kutsal islamı tanımadan önce, bu İslam dininde alimler yetiştirdiğini de biliyoruz.
En son Botan’da geliştirilen siyasi soykırım operasyonları başta olmak üzere Amed, İstanbul, İzmir, Batman vb yerlerde yapılan operasyonlar artık her Kürdü uyandırmalıdır. PKK sempatisi olsun olmasın, BDP ile ilişkisi olsun olmasın hâlâ kendini Kürt sayan, Kürt hisseden herkes artık bu AKP oyununa bir an önce son vermelidir. Çünkü bununla amaçlanan, özgür iradeli, boyun eğmeyen, kendi toprakları üzerinde her halk gibi kendi yaşamı ve geleceği hakkında karar vermek ve bunu uygulamak isteyen Kürt halkını stratejik olarak yok etme istenmesidir. Hâlâ kışla düzeninde Kürt çocuklarını Türkleştirme merkezi okullarda eritilmeye çalışılması en ufak bir özgür gelişmeye izin vermemesinin anlamı budur.
Bugüne kadar siyasi soykırım operasyonları kapsamında Kürt halkının kendi özgür iradesiyle seçtiği milletvekilleri hâlâ esaret altındadır. Belediye başkanları esaret altına alınmış ve en son Botan’a Şırnak, Cizre, İdil, Silopi’de belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, BDP’nin il ve ilçe yöneticileri sudan gerekçelerle esaret altına alınmışlardır. Uludere belediye başkanı henüz esaret altına alınmamasına rağmen, ancak o da görevinden uzaklaştırmışlardır. Özellikle Botan’daki bu esaretten sonra alel acele bir tarzda belediye başkanları ve belediye meclis üyelerinin, il genel meclis üyelerinin görevlerine son vermiştir. “Esaret altına al ardından görevinden düşür.” Bu ne anlama gelmektedir?
AKP hükümeti 2009 Mart yerel yönetim seçimlerinden hemen sonra yaptığı siyasi soykırım operasyonlarıyla, Kürdistan halkının özgür iradesi karşısındaki tahammülsüzlüğünü ve bunu kabul etmeyeceğini ortaya koymuştur. Bu bir politikadır. Bir sömürgeci refleks, duyuş ve hissediştir. Şimdi de, artık esaret altına alarak boşalan yerlere kendi işbirlikçi hain AKP’lileri yerleştirmeye çalışmaktadır.
Bugüne kadar siyasi soykırım operasyonlarında önemli sayıda belediye başkanı, belediye meclis ve il genel meclis üyesi, Kürt siyasetçisi esaret altına alınmıştır. Bunun karşısında gösterilen tepkiler ve protestolar başlangıçta belli bir düzeyde olmakla birlikte giderek rutinleşen, perşembe günleri belediye başkanı tutuklanan belediyelerin önünde küçük gruplara daha çok da belediye çalışanlarıyla sınırlı arada bir çeşitli demokratik kitle örgütlerinin desteği ile süren açıklamalar yapmakla yetinilmektedir. Belki bugüne kadar dikkatleri çekmek, toplumsal bellek oluşturmak ve direnişi canlı tutmak için bu eylemliliklerin bir anlamı vardı. Hele hele halkın kitlesel olarak bu eylemliliklere katılmaması yönünde ciddi bir çabanın harcanmamasını anlamak mümkün değildir. Botan’da yapılan soykırım operasyonları ve ardında da hepsinin görevden düşürülmesi biraz da bu konuda yaşanan yetersizliğin sonucudur. Sömürgeciler, bundan cesaret almıştır. Seçilmişlere yönelik bu saldırılar görünüşte seçilmişlere dönü olsa da aslında onları kendi milletvekili, belediye başkanı, belediye meclis üyesi, parti yöneticisi olarak seçen halka saldırıdır. O halkın seçimine, tercihine, kararına ve iradesine bir saldırıdır. “Ey Kürtler siz kim seçim yapmak kim? Siz, seçseniz de bunun bizim açımızda bir değeri, kıymeti har biyesi yoktur.” Bundan daha büyük bir saldırı, hakaret, aşağılama olabilir mi? Sömürgeci AKP hükümetine, bu hakaretlerine daha ne kadar dayanılabilinir? Bu hakaretler daha ne kadar sineye çekilebilir? Amed’te Kürtlerin seçtiği milletvekillerine açıkça çok ahlaksız ve alçakça küfür ettikten sonra İdris Balukan’a “ben devletim” demesinin anlamı yeterince açık değil mi? Bunu diyen o polis onu anlık öfke ve tepki ile söylememiştir ya da ağzından kaçırılmış bir söz değildir. Sürç-i lisan hiç değildir. Bir polis bunu Türkiye’de söyleyemez. Bir Türk milletvekiline hiç söyleyemez ama bunu Kürde milletvekili de olsa söyler. Çünkü O, Kürdistan’da kendisini Kürt toplumunun üstünde ve onun efendisi olarak görmektedir. Milletvekili ya da belediye başkanı olmuş bu, onun için fazla bir anlam ifade etmez. Çünkü 30’lu yıllarda Türk sömürgeci sisteminin adalet bakanı Mahmut Esad Bozkurt da “Türkler efendidir. Başkaları onlara ancak hizmetçilik ve kölelik yapabilir” demiştir. Türk sömürgecilerinde ve onun şu ya da bu bürokratik aygıtında görev yapan herkes bu sömürgeci terbiyeyi doğuşundan itibaren alır, içselleştirir. Başta Botan’da belediye başkanı, belediye meclis üyesi, il genel meclis üyesi ve diğer seçilmişleri esaret altında bulunan tüm iller, ilçeler, beldeler, kendi seçtiklerini sahiplenmelidirler. Kişisel olarak bir belediye başkanını, milletvekilinin, belediye meclis üyesini beğenip beğenmemek, sevip sevmemek veya eksiklikleri yetersizlikleri olmuş olmamış çok da önemli değildir. Varsa ki mutlaka vardır, bu, Kürt toplumunun kendi demokratik işleyiş ve platformlarında eleştiri ve özeleştiri ile üzerinde durulacak şeylerdir. Türk sömürgecileri yani kürdü tarih boyunca katliamlarla korkutmak, sindirmek ve yok etmek için bu kadar çalışan bir düşman herhangi bir Kürde, kendi seçilmişlerine yönelttiği eleştiri veya bu seçilmişlere Kürt halkına hizmette gösterdikleri yetersizliklerden dolayı esaret altına almıyor; esaret altına almasının amacı, bu seçilmişlerin şahsında özgür Kürdü kabul etmemek ve onun seçilmiş iradesini tanımamak ve ona kendi topraklarında hayat hakkını tanımamaktır.
Bu nedenle Kürtler, artık seçilmişlerinin esaret altına alınmasını küçük gruplar halinde protesto etmeyi, sadece belediye çalışanları veya küçük grupların işi olarak görmemelidirler. Daha kitlesel bir biçimde kendi seçtikleri iradelerine sahip çıkmalı, savunmalı ve onların özgürlüğü için mücadele edilmelidir. Kürt Halk Önderliğine uygulanan tecride karşı direnişiyle birleştirilmeli ve güçlü bir halk hareketine dönüşebilmelidir.
Ortadoğu’daki halkların baharından sonra ABD’de ve Avrupa’da da halklar, emekçiler kapitalist modernitenin sömürü sistemine karşı bir başkaldırı sürecini yaşamaktadırlar. Bölgemizde ve dünyada yeni bir sistem, yeni bir yaşam arayışı mücadelesi giderek radikalleşerek yükselmektedir. Böyle bir dönemde bu kadar direniş tecrübesine sahip bu direnişte ortaya koyduğu duruşla bölgedeki halk hareketlerini tetikleyen halkımızdan beklenen bu döneme güçlü direnişleriyle öncülük etmesidir.
Sömürgeci Türk devletinin, AKP’nin, Önderliğimize ülkemize, halkımıza, seçilmiş temsilcilerimize yönelik saldırı ve gösterdikleri sömürgeci refleks, karşısında halkımızın da, yurtseverlik refleksleri, duyarlılığı gelişmeli, pratikleşmeli ve serhıldanlaşmalıdır.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
TC devleti Kürt halkına karşı mücadele ederken hep birilerine dayanmadan edemiyor. Bir; dış güçlere endeksli hareket etmeleri, iki; hep bana karşı komplo var teorileri, üç; “birliğim ve bütünlüğüm” hedefleniyor farazileri, dört; Kürtlere karşı mücadele etmek için ne kadar yeni teknik varsa onun peşine takılma hastalıkları, beş; Kürtlerin nerede olursa olsun bir araya gelmelerinde kendisine karşı bir karşıt cephenin örgütlenmesini oluşturuyorlar kompleksleri. Ve tabii ki bu hastalıklı durumları daha fazla sıralamak mümkündür. Ama yukarıda dile getirilenler herhalde en önemli olanlarıdır.
Evet, uzun yıllardır gerilla mücadelesinde yer alan biri olarak TC devletinin, askerlerinin, siyasetçisinin ve aslında bir bütünen insanının kendine güvensiz duruşu üzerinde epeyce kafa yormaya çalışıyoruz. Bir devlet ki hem de cihan imparatorluğunu yapmış, bir devlet ki NATO’nun ikinci en büyük ve güçlü ordusu, bir devlet ki dünyanın bilmem kaçıncısı büyük ekonomisi, bir devlet ki kaç tane Türkî Cumhuriyeti kardeşi ve kendisini de bunların abisi gören, bir devlet ki burnundan kıl aldırmayarak, “bir türk dünyaya bedeldir” sözünden geri atmayan, bir devlet ki çok gururlu ve kibirli olarak her gün, her sabah her akşam, “ne mutlu türküm diyene” tekerlemesini tekrar eder dursun.
Ama işte böyle kocaman bir devlet birkaç ya da birkaç bin gerillaa karşı neden insan aklının alamayacağı ilişkilere girer, pazarlamadığı bir yerini bırakmaz, gece gündüz bu birkaç gerillayı ortada kaldırmak için her şeyini ortaya serer ve ilginç ama bir milyonluk ordusuyla ve namı diyar askerlik geçmişiyle övünen bu devlet neden bu kadar tekno manyak olur? Neden dünyanın neresinde bir öldürücü teknik varsa peşine takılarak getirterek, bu birkaç gerillaya karşı kullanmak ister?
Özcesi bu kocaman devlet ve karar veren pozisyonda bulunan siyasetçileri ve askerleri hatta daha fazlaları neden bu kadar kendisine karşı güven eksikliği yaşar? Sahiden özgüven eksikli nedir?
İnsan toplumuyla vardır. Toplumuyla güç olur. Toplumuyla benlik kazanır. Kişiliği toplumuyla oluşur. Toplumun dışında yaşayan insanlar yukarıda dile gelenlerden mahrum kalırlar. Ürkek olurlar, çekingen olurlar, lafın tam manasıyla hassas olur ve dikenlerin üstünde yaşarlar.
İnsan toplumuyla vardır dedik. Ne var ki bizler dünyaya doğduğumuzda insanlığın oluşumundaki topluma doğmuyoruz. Verili olan bir topluma doğuyoruz. Bu ise bizim dışımızda olupta gelişen verili bir toplum oluyor. Toplumun inşa edildiği gerçekliğini bilirsek insanın da inşa edileceğini biliriz. Yani insanlara doğdukları toplumlar şekil verirler. Hani o ünlü Fransız feministi Simon Beavoir’ın dediği gibi “Kadın doğulmaz, kadın yapılır” cümlesi esasta bu inşa edilmeyi iyi ifade eden bir cümle oluyor.
Bizim içine doğduğumuz verili dünya ise hiyerarşik ve tahakkümcü bir dünyadır. Sınıfların, tabakaların, adaletsizliğin, korkuların, vurdum kırdımların dünyasıdır. Baskıcı güçler olarak devlet, bunu yürüten ve ayakta tutan vurucu güç olarak asker, polis derken bu çarkı ayakta tutan onlarca böyle tahakkümcü ve hiyerarşik yapı söz konusudur.
İşte biz böylesine çokta mahsum ve temiz olmayan bir dünyaya doğarız. Bu mahsum ve temiz olmayan dünyada ilk günden başlayarak hep birileri için hazırlanırız. Bu birileri sadece bir kişiye hazırlanma anlamında değildir. Daha geniş manada birileri için hazırlanmadır. Evde anaya, babaya göre, dışarıda mahalledekilere göre, okulda öğretmenlere göre, biraz ötede resmi makamlara, erkek iseniz askerliğe, kadınsanız kadınlığa ve tabii erkekse kadına kadınsa bir erkeğe, paraya, mala, mülkü derken hep bir şeyler için birileri için hazırlanırız.
Böyle bir verili dünyanın içine doğan insanın en belirgin karakteri dediğimiz gibi birileri için hazırlandığı için hep birilerine endeksli büyütülür. Adeta bu verili topluma doğan bu birileri kendine güvensiz yetişir. Hele siz bu güvensizliğe bir de öte dünyaları eklerseniz, bizim büyüdüğümüz toplumdaki gibi in cinleri de katarsanız, vampir hikayeleri derken devlerin masalları, mantığın alamayacağı ama insanın ruh dünyasının alabileceği bir sürü korkutucu şeyi de eklerseniz bu güvensizliğin insanı nasıl dışa dönük ikircikli, korkak, içine kapalı, çekingen, kuşkulu, inançsız, birilerine bağlanmadan yaşayamayan, duygu dünyasında tereddütlü, insanlara karşı güvensiz derken tümden var olan bu verili dünyaya karşı kaygılarla yetişir ve yaşarsınız.
Devam edecektir
Kasım Engin
- Ayrıntılar
İnsana düşman bir devlet ve bir rejim var.
Hayvana düşman bir devlet ve bir rejim var.
Bitkiye düşman bir devlet ve bir rejim var.
Bütün canlı alemine düşman bir devlet ve bir rejim var.
Kürdistan, Anadolu ile Trakya halklarına düşman olan bu rejim T.C dir.
Bu devlet ve bu rejim ne Türkün ne de Kürdündür.
Ne de Süryani, Ermeni, Çerkez, Arap, Laz, Terekeme, Boşnak ve diğer halklara dosttur.
Bu devlet ve bu rejim devşirmelerin rejimidir.
Bu devleti kuranların külliyeti devşirmedir.
Bu devleti kuranların külliyeti, makam, mevki ile para-pul uğruna Türk ırkçılığını geliştirenlerdir.
Bu devleti kuranların külliyeti, Batı, ABD ile Siyonizme jandarma olma misyonunu yerine getirmek için yanıp tutuşanlardır.
Bu devleti kuranların külliyeti, Türklük maskesiyle hem ruhi olarak hem de ta damardan batıdan daha batıcıdır. Siyonizmden daha fazla siyonizme hizmet edenlerdir.
Bu devleti kuranların külliyetinden hiç biri Türk değildir.
Bu devleti kuranların külliyeti ile devletinin şimdiki sahibi AKP’liler gibi kökü başka, üstü Türk gözüken virus kişiliklerdir.
Dolayısıyla ne bu devlet meşrudur ne de bu rejim.
Bu devlet Ortadoğu’nun içine uzanan bir Batı hançeridir.
Bu devlet Kürdün, Arabın, Farsın ve Türkün kalbine saplanan bir Batı hançeridir.
Dolayısıyla bu devletin ordusuda bir Batı hançeridir.
Çünkü bu devleti kuranlar devşirme olup, kendini inkar ederek Türkleşerek iktidara gelmeyi amaçladıkları için, ilkin kendi kendine düşman olmuşlardır.
Bunu yaptıkları için tüm insanlığın düşmanıdırlar.
Bundan daha öte olduğunu ruhbilimci psikologlar şöyle tanımlıyorlar.
“Bir insan kendi ırkını inkar edip başka bir ırkın kimliğini kabul ederse, o artık bir insan değildir.
O artık hayvan bile olamaz.
Çünkü kendini inkar eden insan ilkin kendi halkına ve kendine düşman olur.
Halkına ve kendine düşman olan biri tüm insanlığın düşmanı olur. Halkına ve kendine karşı düşmanlaştığı için insanlıktan çıkmıştır. Canavarlaştığı için O, artık bir canavardır
Halkını ve kendini inkar ettiği için herkesin kendini inkar etmesini şart koşar.
Bunu kabul etmeyenlere karşı canavarca, canice katliamlar planlar.
Bunun için her türlü soykırım yöntemine başvurmaktan geri durmaz.
Bu nedenle devşirme kişiler ile onların kurduğu devletlerin varlığının ortadan kaldırılması gerekmektedir”.
Ruh bilimcilerin bu söyleminden şu sonuç çıkıyor mu?
Gürcü Erdoğan devşirmesinin başında olduğu Yeşil Türk Irkçı iktidarı insanlık düşmanı bir iktidardır. Bu iktidar ABD’nin hançeridir.
ABD Başkanı Obama, AKP, Erdoğan ile Gül’ün misyonu için deme di “Erdoğan her şeyi bizim adımıza konuşuyor, bizim adımıza yapıyor, O bizi temsil ediyor”.
Devşirme Türk Ordusu’da, ABD’nin, Ortadoğu’daki ileri karakoludur.
Bu nedenledir ki, Botan’a sefer eyleyen Sebatayist Başkomutan Abdullah Gül’ün başında olduğu bir ordu devşirme ordudur.
Bu orduda askerlik yapmak batının hançeri olmaktır.
Batının hançeri olan bu devşirme orduda askerlik yapmak, her gün birer birer öldürülmek demektir. Ardından intihar etti yalanına inandırılarak pisi pisine ölmektir.
Batının hançeri olan bu devşirme orduda askerlik yapmak, Uğur Kantar gibi disko adlı işkenceyle katledilmektir.
Batının hançeri olan bu devşirme orduda askerlik yapmak, bir Kürd için kendi vatanını düşmanına teslim etmek, kendi kardeşine karşı canilik yapmak demektir.
Batının hançeri olan bu devşirme orduda askerlik yapmak, bir Türk, bir Çerkez veya başka bir halka mensup bir genç için hem Kürtlere düşman olmak hem de Kürdistan’da işgalci bir ordunun elemanı olarak ölmekten başka hiçbir anlam taşımaz.
Hele başta Kürd gençleri için halkının özgürlük gerillası olmak dururken, devşirme ordusunda yer almanın ne anlam taşıdığını yazmak bile insanı utandırıyor.
Ben tüm Kürd gençlerine soruyorum, dünyanın hiç bir yerinde başka bir ulusa ait bir genç vatanını işgal eden bir orduda yer alıyor mu?
Bunu herkes araştırsın.
İsrail ordusunda tek bir Filistin genci var mı?
Bir araştırın tek bir Filistin gencini İsrail ordusunda bulamazsınız.
O zaman sizler niye Türk ordusuna askerlik yapıyor ve üstüne üstlük öldürülüyorsunuz?
Yine hiç düşünmediniz mi Devşirme Türk Ordusu niye 27 yıldır gerilla karşısında kepaze oluyor?
Hele bu yılki direnişte ise kendi eski komutanları Sebatayist Koşaner dediği gibi tam kepazelik bir durumu yaşıyor.
Eğer elinde dünyanın en gelişkin teknolojik silahları olmazsa değil dağda, ova da yürüyecek yürek kalmamıştır Devşrime Türk Ordusu’unda.
Aslında Devşirme Türk Ordusu, HPG’nin bu son vuruşları karşısında ruhen bir çöküşü yaşıyor. Cesareti kırılmış, korkunun esiri olmuş durumda.
Kürdistan’ın yalçın dağlarından bir şahin gibi süzülüp şehirlerdeki Fetullahçı Polis Çetelerini tarumar eden Kürdistan gerillası dururken, Devşrime Türk Ordusu’nda yer almak bir utanç değil mi?
İnsanlığa düşman olmak değil mi?
Düşün ve kararına ver.
Özgür Bilge
- Ayrıntılar
12 Eylül karanlığından bu sözün pratikleştirilmesiyle çıktık. Varlığı inkar edilen bir halkın dirilişini sağlamak amacıyla başlatılan tarihi yürüyüş bu söz etrafında kilitlenmiş militanların, yiğit Kürt gençlerinin inanç ve iradeleriyle bugüne dek geldi. Karanlık duvarlar, kalın sisler bu küçük ışıktan alınan güçle ve sadece insanın kendisine inanmasıyla aşılabildi.
Bu karanlık dönemler belli oranda aşıldı. 12 Eylül’ün faşist askeri yönetimi gerilla atılımıyla yenilgiye uğratılmış, yaşadığımız coğrafyada belli bir özgürlük düzeyi yaratılmış olsa da liberalizmin yeni plan, proje ve konseptleriyle çok daha fazla iddialı bir biçimde saldırılarının devam ettiği kesindir. Bu saldırılarda düşünceye yönelim, bilinç karartması çok daha fazla. Kavramlara biçilen anlamlarla çokça oynandığından doğru/yanlış, iyi/kötü ayrımı içinden çıkılmaz bir düzeye getirilmiş bulunuyor.
Bu gerçeklik karşısında Önderliğimiz İmralı’da tüm insanlık tarihinin en ağırlaştırılmış tecrit ve izolasyon politikalarına rağmen yaratılan bu çarpıtmaları aydınlatmak adına değeri her geçen gün daha fazla anlaşılan bir külliyat oluşturdu. Sırf insanların kendine inancını yükseltmek, tarihin çarpıtmalarını düzeltmek, Kürt kimliğine anlam kazandırmak adına kendi düşünce ve duygularına yüklenerek bir şaheser yarattı.
Ciltleri bulan savunmalar yaşadığımız dünyanın gerçeklerini anlamak için de oldukça önemli. Hakikat yolunda yürümek isteyen her birey, dürüst ve onurlu her insan evladı bu savunmalarda kendi mücadelesi için çok değerli bir düşünce sistemini edinebilir, yürüteceği mücadelede güçlü bir moral desteği sağlayabilir.
Yapılan tespitlere doğru anlamlar yüklemek şartıyla tabii.
Bir Halkı Savunmak adlı eserde Önderlik “her kavrama kutsallık düzeyinde önem vererek yeniden ele almalıyız” diyerek liberalizmin demagoji sanatı karşısında bize güçlü bir silah vermişti. Şu anda yaşanan karmaşa buradan ileri geliyor. Barış derken kimin ne kastettiği, demokrasi, özgürlük denildiğinde sistemin neden söz ettiğini iyi anlamamız gerektiğini belirtmişti. Yine Kapitalist Moderniteyi tüm yönleriyle çözümlediği son savunmalarında “sistemin her yerinden ona karşı durarak” mücadelenin yükseltilebileceğini belirtmiş, sistem karşısında zaferin de bu şekilde elde edilebileceğini söylemişti.
Günümüzde mücadelemizin geldiği aşama göz önüne getirildiğinde yaptığı ciddi uyarıyı tekrardan hatırlamakta fayda var. “neoliberalizmin yeni dalgalarında kaybolmamak” adına neler yapılabileceğini herkesin sorgulaması gerekiyor.
2002’den beri Türkiye’de iktidarda bulunan AKP hükümetinin duruş ve politikalarını bu perspektifler ışığında yeniden değerlendirmek gerekiyor. Şüphesiz Kürtler üzerinde yürütülen soykırım politikaları salt bu hükümet tarafından uygulanmıyor. Çok geniş bir batı dünyası ve bölge gericiliğiyle işbirliği halinde böylesi bir yönelim sahibi olabiliyor. Fakat hakkını yememek, AKP hükümetinin liberalizmin demagoji sanatındaki üstünlüğünü de görmek gerekiyor. Bu denli rahat yalan söyleyerek, gerçekleri tersyüz ederek, ilke ve değerleri ayaklar altına alarak, ahlaktan yoksun bir politika yapabilmek Ortadoğu coğrafyasında çok mümkün değildir. Batı dünyasının ahlaktan boşaltılmış bireycilik stratejisi olmadan, hileci, yalancı kapitalist modernite mirası olmadan Ortadoğu toplumları üzerinde böylesi bir politika uygulanamaz.
Bu anlamıyla AKP hükümetinin ideolojik, paradigmasal kökenini iyi görmek gerekir. AKP Ortadoğu geleneğinin değil, kapitalizmin yaratıcısı batı dünyasının bir piçi durumundadır. Ortadoğulu halkların değerler sistemini onlara karşı kullanan, dini kendi emellerine alet eden faydacı, ilkesiz, ahlaksız bir harekettir.
Bu gerçekliğinin yanında AKP’nin politik uygulama alanları ve bunun yarattığı algı dünyasının da ciddi bir çözümlemeden geçirilmesi gerekir. Ortaya konulan pratikler ve değerlendirmeler bu konuda özellikle Kürtler arasında ciddi yanılgılar yaşandığını gösteriyor.
Örneğin siyaset, demokrasi çarpıtması ve savaş/barış kavramlarına yüklediği anlamlar herkes tarafından doğru değerlendirilebilmeli. Buyurun siyaset yapın diyen, ardından herkesi zindanlara tıkan bu zihniyet doğru çözümlenmedikçe sistem karşısında ciddi bir mücadele yürütülmeyeceği anlaşılmalıdır. Buyurun siyaset yapın demek, gelin teslim olun demekle aynı kefede ele alınabilir.
Bu düşünceyi dillendiren iyi niyetli insan ve gruplar olsa da sistem içinde bunu denemenin kesinlikle bir şekilde sistemle işbirliği içinde olmaktan geçtiğini iyi biliyoruz. Nitekim BDP üzerinden yürütülen politikalar, meclise gidişi ve ardından siyasi partilerin, devlet erkanının yaklaşımları bunu çok açık bir şekilde göstermiştir.
Daha da önemlisi bunun karşısında gelişen reflekssizlik bu durumun ne kadar içselleştirildiğini göstermesi açısından oldukça önemlidir. Soğuk suya atılarak yavaş yavaş arttırılan ısıyla kendinden geçen ve en sonunda kaynar su içinde ölen kurbağa örneğini yeniden hatırlamakta fayda var. Şu anda Türkiye devlet ve hükümetinin yarattığı siyaset alanı içinde yer alan her bireyin böylesi bir sonu öngörmesi yerinde olur. Buna karşı direniş adına kimi girişim ve yaklaşımlar söz konusu olsa da beş bin yılık bir devlet geleneği karşısında yer alındığı çokça hatırda tutulmadığından bunu aşacak politik duruşlara ulaşılamamakta, dolap beygiri gibi dönülmektedir.
(Ayrıca bunun bir hakaret olmadığını bir sistem gerçeği olduğunu hatırlatmak isterim)
En son üç seçilmiş milletvekili için açılan davalara da bakıldığında teslim alma politikalarının ne kadar yürürlükte olduğu, devlet sistemi içinde muhalif politika yapılmasının ne kadar zor olduğu rahatlıkla görülebilir.
Böylesi bir durumu çok yoğun hissetmek gerekir. Sadece görmek değil, bu teslim alma zihniyetini, teslim alma yöntemlerini, taktik ve planlarını, konseptlerini çok yönlü değerlendirmek gerekir. Bunun dışında eğer gerçekten politika yapılmak isteniyorsa güçlü bir dayanak bulunmalıdır. Halktan desteğini aldığını iddia eden birçok hareket tarih içerisinde kısır düşünce dünyaları, bulanık zihniyet nedeniyle yenilmiştir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin bu sistem karşısında bunca uzun yılları alan bir mücadele yürütebilmesinin altında yatan da aynı destektir. Ama tek bir farkla.
PKK ve etrafında oluşan sistem halkı temel dayanak, destek merkezi olarak ele almakla birlikte asla sistem içinde olmamayı da ilkesel bir duruş olarak kabul etmiştir. Hem sistemin suyundan içip, hem de ona karşı mücadele etmeye kalkmamıştır. Sistem dışında olmayı, ona karşı mücadeleyi de her zaman dağa, özgürlük mekanlarına dayanarak yürütmüştür. Günümüzde yaşanan gerçeklerden de anlaşılacağı üzere ovada siyaset yapmanın tüm yolları tıkanmıştır. Ama halen mecliste, seçilmiş olmanın verdiği avantajlarla siyaset yapılabileceği düşünülmektedir.
Durum ortadadır. Daha seçimlerden çok önce, yine geçmiş yıllarda legal siyasetin gelişimini sürekli desteklemiş olsak da var olan Kürt karşıtı konseptin yönelimlerinin ancak halkın yürüteceği direniş ile yenilgiye uğratılabileceğini belirtmiştik. Bunun karşısında birçok neoliberal tutum ve etrafında şekillenen yarım yamalak sözde demokrat kesim bizi savaş çığırtkanlığı yapmakla, legal siyasetin iradesine ipotek koymakla suçlamıştı. Bu kesimlerin durumu tekrardan değerlendirmesini öneriyoruz.
Yine siyaset yapmak, halkın mücadelesine destek sunmak isteyen kesimleri de mücadele yöntem ve araçlarını gözden geçirmeye davet ediyorum. Kürt halkının 12 Eylül karanlığından çıkışında ne denli rolü olduğu ortada olan Teslimiyet ihanete, direniş zafere sözünü yeniden mücadelenin merkezine yerleştirerek Kürt halkının dirilişini sağlayan mücadelenin pratiklerinden dersler çıkarmasını öneriyorum.
Anlamak lazım. Eğer doğru mücadele yürütülmek isteniyorsa dağa dayanmak zorundasınız. Bunu yapmadığınız müddetçe tutuklanacak, hakarete uğrayacak, işkencelerden geçecek, onursuzluk dayatmalarıyla yüz yüze kalacaksınız. Legalin de, illegalin de yolu dağdır. Bunu görmeyenin mücadelesi, bunu kabul etmeyenin istemleri asla hedefine ulaşmayacaktır. Eğer TC devletine, bölge gericiliğine ve batı dünyasının özgürlük adına geliştirdiği kölecilik dayatmalarına karşı PKK hareketi bugünlere gelmişse ve zaferi elde etmeye ramak kalmış bir eksende dimdik ayakta ise dağa dayanarak bunu başardığını anlamak lazım. Yoksa emekler, çabalar, bedeller boşa çıkacak, tarih bir kez daha tekerrür edecektir.
Bunu sadece Kürtler değil, Kürtlerin haklı davasına yakınlık duyan Türkiyeli demokrat kesimler ve tüm sistem muhalifleri de anlamalıdır. Sistem karşısında yer almak mekan olarak da ondan soyutlanmayı gerektirir. Bunu bir kez kabul ettiğinizde, dağın özgürleştirici gücünü hissettiğinizde içinizdeki gücün kudretine kendiniz bile şaşıracaksınız…
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Kaldığımız yerde devam edelim.
Böyle tuhaf bir dünyaya doğanlar öncelikli olarak kendilerine dayanak noktaları ararlar. Böyle bir dünyaya doğanlar yardım eli uzatılmadan yaşayamazlar. Hele hele çocukluk gelişimimizin ne kadar sürdüğünü de buna eklerseniz ne kadar biçare bu dünyaya doğduğumuz daha iyi anlaşılır.
Yukarıda insanın toplumuyla var olduğunu söylemiştik. Toplumsuz insanın zayıf olduğunu da eklemiştik. Böyle zayıflıklarla bir ortama doğanlar toplumuyla güç olmaya çalışırlar. Toplumlarıyla zayıflıklarını aşmaya çalışırlar. Bu belki de en doğal olan, en olması gereken kendini yaratma yöntemi oluyor. İçine doğduğun toplumla kendini var etme…
Ne var ki yukarıda da belirttiğimiz gibi içine doğduğumuz toplum ise bize şekil vermeye çalışan bir toplumdur. Daha doğrusu bugün içine doğduğumuz verili toplum esasta hiyerarşik, tahakkümcü ve sınıflı bir iktidar toplumudur. Ya da baskın olanın bu olduğunu söyleyelim. Geçmişin komünalcı toplumunu bin yıllarca gerilerle iteleye iteleye bu baskıcı, tahakkümcü toplum kendisini çok daha fazla egemen kılmaya çalışmış ve önemli oranda da başarmıştır.
Böyle bir toplumda insanlar sağlıklı yetişemezler. Çünkü her zaman var olan bir tahakküm vardır. Baskı vardır. İktidar vardır. Hiyerarşi vardı. Özcesi her zaman doğal olmayan çok ama çok şey vardır. Bu durumda bu topluma doğanlar ilk elden temiz duygularıyla adım atsalar da giderek temiz adımların sınırları onlara çizilir. Ve bir müddet sonra bu sınıflı toplum kendisini var edebilmesi için kendisine benzeyecek insanları şekillendirmek için el atar. Aslında doğumla birlikte buna başlasalar da belirgin olarak birkaç yaşına insan basar basmaz buna başlar. Ve birinin yapacaklarıyla yapmaması gerekenleri iyice öğretirler. Yasaklar yani tabular devreye girer. Devlet denen zor aygıtı zaten esasta tabularla sınırlanmış bir yapıdır. Tahakkümcü yapıların kurumlaşmış hali biraz da devlet oluyor. Bu yapılarda bireylerin iç durumlarıyla dış durumları çelişik olur. Yani iç dünyayla dış dünyaları çoğu zaman karşıtlıklar gösterir. Psikoloji biliminde bu duruma alt benlik ile üst benlik deniliyor. Ya da şuur altıyla şuur üstü de diyebiliriz.
Bir bireyin şuur altıyla şuur üstü bir değilse ya da şuur altıyla şuur üstü birbirine yakın değilse orada anormal bir durum var demektir. Yani orada hastalıklı bir durum söz konusudur. İnsanın yapmak istedikleriyle yapmasına izin verilmeyenler oldukça insan gerçekten hasta demektir. Ve hiyerarşik tahakkümcü yapılar böyle bir insanı yaratmaya hep özen gösterirler. Bir kere böyle bir insan yaratıldıktan sonra bu insanı korkuları üzerinde yönlendirmek herhalde dünyanın en rahat işi olmaktadır. Nitekim tarihte o bilinen meşhur rahipler, şamanlar cümle cemaat insanı yönlendirmek üzere kurulu yapıların hedefledikleri tiplerde bu tiplerdir. Yani yönlendirmeye açık bireyler.
İçiyle dışı bir olmayan bireyler, şuur altlarıyla şuur üstleri bir olmayanların korkuları çok fazla olur. Böyleleri içten içe korkularla yaşarlar. Böyleleri kendilerine güvensizdirler. Ne de olsa onları içten içe kemiren korkuları vardır. Böylelerinin ayakta kalabilmesi için dayanaklara ihtiyaçları hep vardır. Böyleleri hep dışarıdan gelecek desteklere muhtaç hissederler kendilerini. Ve doğrusu bu durumu aşmayanlar, bu bağımlılık durumuna isyan etmeyenler, bu korkulu ruh halini gideremeyenler, şuur altlarıyla şuur üstlerini birbirine yakınlaştırmayanlar hatta güçleri varsa ortada kaldıramayanlar, hep birilerine bakarlar. Hep birilerinin elline bakarlar. Hep birilerinden medet umarlar. Ve böyleleri doğaldır ki bağımlı olurlar, bağımlı yaşarlar.
Çok uzatmadan böyleleri çok fazla öbür dünyalara bağlı yaşarlar, böyleleri çok fazla yalana dayalı yaşarlar, böyleleri çok fazla başkalarında yardım beklerler, böyleleri çok fazla tekniğe dayalı ya da çok fazla tekno manyak olarak yaşarlar, böyleleri çok fazla komplo teorileriyle yaşarlar.
Devam edecek
Kasım Engin
- Ayrıntılar